"İçtenlik bütün dehanın kaynağıdır." -Boerne |
|
||||||||||
|
Sınıfta en sevdiği ve kafası tuttuğu arkadaşlarının çoğunun ismi tek isimmiş. Dedim ki ona Zeynep’in de Rana’nın da çok güzel isimler olduğunu, bizim için senin dünyaya gelişin çok özel olduğu için sana hem “babasının süsü” hem de bu süsün “en güzeli, en zarafetlisi, en parlağı, en letafetlisi olduğu için sana bu ismi vermiştik; o yaşlarda beni sessizce dinlemişti… Zeynep Rana çok duyarlı, çok akıllı, çok zeki ve çok çalışkan bir çocuk. Sadeliği sever. Çiçekleri sever. Kahveyi sever. Çiçeklerden en çok kır çiçeklerini, sözgelimi papatyayı sever. Ayrıca pasta türlerini de sever. Ama bir dilimden fazla yemez; “çokça” şeker zararlıymış… Bir gün eski kitaplarımdan çok dokunaklı bir bölümü okurken gözlerimden yaş aktığını fark edip yanıma gelmişti. Birden sordu: -“Eski kitaplar neden okunur baba?” Önce ne demek istediğini, neyi merak ettiğini tam anlamamıştım. Hangi eski kitapları? Zamanında yazılmış olanlar mı, 1960’larda, 1970’lerde, 1980 ve hatta 1990’larda yazılan kitapları mı demek istedin? Öyleyken, kendi yazdığım yazılar da eskilere karışıp gidiyordu… Yoksa, yıpranmış, kapakları eski püskü kitaplar mı merak ettin? Zeynep Rana güldü. -“Hiç öyle şey olur mu? Okumamışsak her kitap yenidir.” -“Peki hangi ‘eski’ kitap?” -“Annem, okuduğu kitapları açıp yeniden okuyor. Bence o eski kitap.” Şaşakaldım. -“Düşünmem lâzım kızım” dedim. Oysa o dönemlerimde hep, Zeynep Rana’nın söylediği sözüm ona ‘eski’ kitapları okuyordum. ‘Hep’ biraz abartılı, ama çoğu kez eski kitapları bir kez daha okumak bana iyi geliyordu. Sözgelimi, Virginia Woolf’un Dalgalar’ını yeniden okudum. Attilâ İlhan’dan Sırtlan Payı’nı okudum. Cemil Meriç’in “Bu Ülke”sini… Dalgalar’ın ilk çevirisini okuduğumda çok şey anlamamıştım. Sonra İlknur Özdemir denilen bir ablanın çevirisi yüzünden tekrar alıp okumuştum. Her yeni okuyuşumda, Dalgalar, yeni bir duyarlık kattı gönül coğrafyama… Sonra -“Çok sevdiğimiz için belki” dedim Zeynep Rana’ya. -“Annem bazen ‘İyi anlayamadığım için okuyorum’ diyor.” Öylesi de var tabiî. Oktay Rifat’ın Bay Lear’i benim için çok zor bir kitaptı. İlk okuduğumda anlatımının, sözdiziminin hazzına hiç varamamıştım. İkide birde yolum kesiliyordu. Tekrar başa dönmek zorunda kalıyordum. Sonra bitirdim. İkinci kez okuduğumda anlatıma, o, çapaklı sandığım sözdizimindeki kendine has tarzına gıpta ettim. Zeynep Rana’nın merakı beni böyle çelince, Bay Lear’in ilk sayfasını yeniden, kim bilir kaçıncı kez yine açıp okudum. At, bahçe, ata bakan adam, onun nereye baktığını bilmeyen kadın, yalı, yalıda odalar, iç içe geçmiş bu zaman tünelleri ve gizemi büyüledi beni. Bu okuyuşumda hepsi yerli yerine oturmuştu. Oktay Rifat yazdığı zaman da öyleydi elbette, ama belli ki ben ‘yabancı’ydım. İyi bir eser, ancak okuyup bitirdiğimizde gizlerini ele veriyor. Sonra, özümsemek, inceliklerine varmak için bir kez daha okuyoruz. Gençlere klasikleri neden okuturlar? İstanbul’a geldiğim yıllarda Donkişot’tan niyeyse çok sıkılmıştım. Yirmilerimdeydim; Kemal Tahir’in her fırsatta Donkişot’u övmesine bir türlü anlam veremezdim. Zaten onu da çok iyi tanımazdım. Bir gün oturup yeniden okumayı denedim, yine bunalıp, bıraktım. Kırk yaşıma geldiğimde bu eseri tekrar açıp okurken romanın kahramanı Donkişot’un o derin hüznüne kapılıp gittim… Tanpınar’ın “Yaz Yağmuru” öyküsü de uzun süre yormuştu beni. Lezzetini hissediyordum ama, üç beş sayfadan sonra hemen pes edip kapatıyordum. Oysa “Yaz Yağmuru” bugün çok sevdiğim hikâyeler arasında.. Hep romanlar, öyküler… Nurullah Ataç’ı da bu aralar yeniden okumaya çalışıyorum. Onun denemelerinin hep ‘diri’ kalışı ürkütüyor beni. Ataç’la tartışırsınız, Ataç’ın düşüncelerine, yargılarına karşı çıkarsınız ama fakat ve lakin Ataç okumaktan vazgeçmek pek mümkün olmuyor. Ezbere bildiğiniz bir şiir, olsun!, yine kitabın sayfalarında o şiiri aramak, ‘okumak’ istersiniz. Behçet Necatigil işte… Bazı zamanlar aklıma gelen bir hatıra, bir özlemi anmak ve unutmadığımı belli etmek için yeniden eski kitaplara dönüp okuduğum oluyor. Çalıkuşu’nu da bu sebeple okumuştum. Yıllar sonra Attilâ İlhan bir yazısında “Türkiye hâlâ Çalıkuşu Feride’nin serüvenindedir” demişti. Attilâ İlhan “Yarın Artık Bugündür” televizyon dizisini niçin yazdığını anlatıyordu bu yazısında. Sadece ‘gönül hikâyesi’ sanılan Çalıkuşu sonsuz şefkatiyle bugüne de çok şey söylemiyor mu sizce? Yalnız kimi kitaplar var, yeniden okunmasa daha iyi. Geçmişte çok severek okumuşuz. O rüyayı bir kez daha yaşamak istiyoruz. Derken tatsız tuzsuz. Biz mi değişmişiz, beğenilerimiz, dünyaya bakışımız mı değişmiş; yoksa o kitap geçmişte bizi aldatmış mı, bilinmez… Bu denemeyi de sevgili kızım Zeynep Rana’ya borçluyum. Her gün sevgimi ve muhabbetimi artık ona aktarıyorum… Kalın sağlıcakla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |