"Bana ev hikayesinden söz açmayın. Artık benim oraya gideceğim yok!" Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
Bir Öyküyü Bitirme Çabası Zaman geçiyor. Olumlu-olumsuz neler değişiyor. Her gün bir başka. Gidiyorum, geliyorum, okuyorum, yazıyorum, çalışıyorum. Konuşuyorum, gülüyorum, bağırıyorum, sevişiyorum, ağlıyorum, koşuyorum. Hiçbirinde sen yoksun. Yok musun? İnsanları dinliyorum, sorunlarını anlatıyorlar; sabırla dinliyorum. Dinliyor, yaşıyor ve konuşuyorum. Her şey normal seyrinde. Kafamı çeviriyorum, küçük bir kız geçiyor yoldan. Kafasında kırmızı bir toka. Kırmızı sen oluyorsun, göz kırpıp geçiyorsun önümden. Ben önüme dönüyorum... Masamda kaldırılmayı bekleyen birçok kitap var. Bir süre benimle birlikte dinlenmeye çekilecekler. Belirli bir düzenle kitaplığa yerleştirmeliyim. Ama önce içlerine göz atmalı, gereksiz bir not kalmasın. En alttaki kitaptan küçük bir kağıt çıkıyor; formüllerin üzerine sırtı dönük bir insan figürü çizmişim, en son telefon görüşmemiz sırasında. Yüzünü dönüyorsun, konuşmadan bakıyorsun yalnızca. Anlıyorum, seni aynı yerde bırakıp kapatıyorum kitabı, sonra kitaplığa... Bir odanın önünde sıramı bekliyorum. İçeriye alıyorlar, oda küçük ve sıcak. Telaşlı ve yorgunlar, kaç kişi olduklarını sayamıyorum. Kendimi anlatırken karşımdaki pencereye takılıyor gözüm. Sen gelmişsin ve sevdamın türküsüne başlıyorsun. Bana sordukları tüm kavramları büyük bir coşkuyla açıklıyorum. Bir rahatlık yayılıyor hepimize, devam ediyorum. Sonra sesin kesiliyor, gitmişsin, ezgimi yarım bırakıp gitmişsin. Üşüyorum, susuyorum. Ne oldu der gibi bakıyorlar, kulağımdaki ezgi susunca son soruyu yanıtsız bırakmışım. “Yoruldum” diyorum, “akşam oldu, yoruldum.” Peki diyorlar, çıkıyorum. Saat geç olmuş. Bütün bir günü o binada, beş dakikalığına neler yaşanacağını düşünerek geçirmişim. Bitmiş, akşam olmuş. Yola çıkıyorum, öğrenciler okullarından, çalışanlar işlerinden evlerine dönmüşler, yollar tenha. Bindiğim otobüste bir koltuğa yığılıyorum, o günü düşünmüyorum artık. Omuzlarımda yer değiştiren yükler aklımda yalnızca... Uzun ve yıpratıcı iki ayrı süreci sonlandıran iki günü geride bırakmışım. Ama üzerimdeki bir yük orada, aynı ağırlığınca duruyor işte. Herşey değişmiyor demek ki, herşey geçmiyor. Kalanlar var, değişmeyen, devam eden. Günlük yaşantımda olmayan, yüreğimde bir damla kan bir yara, beynimde bir ur olan, görünmeyen ve beni terketmeyen bir şey var. Onca ağır günlerden sonra, bunun da adına bir yük mü diyorum? ***** “Kadere inansaydım sana inanırdım” dedim defalarca, Özger’in deyişiyle. Kadere inanmadım hiç, ama ona inandım,nedense. Nedense? Beni onunla buluşturan kaderden daha büyük bir neden olsa gerek. Buna inandım. Rastlantılara değil, bilinçli eylemliliklere inandım. Beni onunla buluşturan duygu ve düşünce seline inandım. Onu sevdiğimi bildim, onun da beni sevdiğine inandım. Bunu kendime ilk kez yazdığım deftere uzandı elim, şiir defterime ilk kez kendimi ve onu yazmışım. “İnsan bazen yaşadığı, duyumsadığı şeyleri anlatmak için uygun bir dil bulamamaktan, sözcüklerin yetersiz kalmasından mutluluk duyuyor. (Bu, itiraf edilmeyen, hep zihinde saklı tutulması gerektiğine inanılan bir gerçeklik. İfade edememek yaşananın, duyumsananın yüceliğini yansıtıyor sanki.) Hem de bu sancıyla kıvranıyor, boğuluyor; dışa vuramamak ürkütüyor onu... Nereden başlamalı? Belki de basitleştirme kaygısını bir yana bırakmalı önce... Onu seviyorum... En yalın ve en güzel gerçek haliyle BU! Onu seviyorum diyorum...” Sonra bu gerçekliğin nedenlerini sıralamışım, bunları o da biliyor olsa gerek. Ardından ‘Sevdiğimden’ deyip onun şiirlerini yazmışım: unutul(a)mayan, karışık şiir, sana yönelen şiir, devrim yapar yüreğim. Bana yazıldığı yanılsamasıyla her okuduğumda sevgisiyle ağladığım şiirler, gözümün değdiği her yere iliştirdiğim şiirler. Sonrası sızı, kocaman bir delik beynimde: ‘anla beni... emeğim’. O, yarım kalan öykümü biliyor. Ama binlerce kilometre uzakta olup benimle konuşmasa paylaşmasa da, her yaşadığını hissettiğimi bilmiyor: “Onun eline iğne batsa, benim burada yüreğim acır.” Onu bana getirecek yollar sonsuza dek kapanmışken, en kutsal dediği aşkının sona erdiğini, o söylemese de, hissettiğimde ağladığımı bilmiyor. İlk gençlik düşlerimde doğurduğum çocuğun onun gerçek çocuğunun adıyla karşıma çıktığını, hatta onunla ilgili her ayrıntının bende gerçek bir öyküsünün olduğunu bilmediği gibi... ***** Bir dönüm noktası mı bu?.. Uzun zamandır uğraştığım bir duvar süsü var. Üzerine işlenecek özel bir motifle sana gönderilmek üzere bekliyor. İster atarsın, istersen “ben sevmesem de aptal ve saf bir aşık olarak beni sevmeye devam eden birinden” deyip gururlanarak duvarına asarsın diye düşünmüştüm ve Ankara’ya dönünce ilk işim bu olacak demiştim kendime. Oysa elime her aldığımda yüreğimde bir yer üşüyor, biterse herşey bitecek diye belki. Zaten bildiğin yüreğimi sana bir kez daha gösterecek o süse gerek var mı peki? Bunca zaman beni yaşatan beynim yapma diyor... Yüreğim, kafesteki kuş. Parmaklıklara çarpa çarpa öldürmekte kendini... Bir sokak kedisi gibi dışarıda bırakılmışlığımı mı desem, aynı acıyı yaşadıktan sonra beni anladığını söylerken bile beni rencide edebilmeni mi?.. Sevdaları kuşanıp geldiğini düşündüğüm o Aralık sabahında geride neler bıraktığını söylemedin bana. Oysa bıraktığın geçmiş değil, umutla çiçeklenen geleceğimmiş. Özleme yenik düştüğüm zamanlarda “Olumlu düşün, herşey iyi olacak” diyen sesin bensiz geleceğine ve geride bıraktığını sandığın geçmişine bir çağrıymış demek ki. Olumlu düşünmeye çalıştığım her olayda beynim zonkluyor şimdi... Hadi Gömen Kuş! Kon bir dala! Göçmenliğin tescilli değil, olmamalı. Yüreğimde kanatlanmış uçmayı bekleyen, bir ömre yetecek kadar rengarenk kelebek olduğunu bile bile, sen istersen taşa kon. Ama kon artık bir yere! Bu bilinçsiz bekleyiş, bilinçli tükeniş bitsin... Sen mutlu olmadan ben kendime dönemem. Seni sana bırakamam. Anla artık! Bu uğursuz çağ kapansın ve ben, deliliğe giden yolu gördükten sonra, bir çocuk bahçesinde gibi yaşayayım hayatı. Gül fetişizmine inat, solmalarına izin vermeyeceğim papatyaları taşıyayım girdiğim yüreklere, bir de seni, sevdayı.Yaşadıkça çoğaltanı, paylaştıkça aydınlatanı, baktıkça sonsuzlaşanı... Yaprakları kanatılmamış. Özsuyu çekilmemiş. Doğası bozulmamış. Gökyüzüne yakışan balonlar gibi. Güzelliğin renklerini taşıyan gökkuşağı gibi. Çocuk gülüşü gibi, anne öpüşü gibi, dost sarışı gibi. Onurunu göğsünde taşıyan insan gibi... Ben seninle en çok masumiyeti yitirdim gözlerimdeki. Şimdi bana yakışan hüzün mü yalnız gülüyorken bile? ***** Yaşadığım kente geri döndüm ve bu yazı hâla bitmedi. Ona dair son kez yazmış olmayı diliyorum. Çünkü öyle bir sancı ki yaşadığım, her sözcük sanki kanımla yazılıyor ve bitince günlerce hasta yatıyorum. Bu nedenle ara verdim, belki de bitirmeden çöpe atarım diye düşündüm. Dinlenmiş olarak döndüm ve masamda yarım kalmış bu yazıyla karşılaşınca, yazabileceğim en kötü yazı olduğunu bile bile... Başladı işte, kıvranıyorum. Ondan geriye pek bir şey kalmadı. Her işte bir hayır vardır, derler. Bir kaza sonucu, onu bana anımsatan, atmaya elimin varmadığı çoğu şey yok olmuş. Ya beynim? Üç yıldır içimde büyüyen o kitleyle birlikte beynimin ona ait bölümünü de alabilselerdi keşke. Çözüm bende mi? Beynim açıklamaya yetmeyince, mantıkdışına çıkıyorum bazen. Bunca yıl uyandırmayı unuttuğun hipnoz halinde miyim yoksa? Böyle olsaydı keşke, yaşadıklarım anlamsızlaşsaydı... ***** Tanrıça Duruşlu Can! Sesin ne güzel türküleniyordur şimdi, sevdalına kavuşmaya az kala, o tatlı heyecanla. Aşk onu affetmiş olmalı ki, Göçmen Kuş yaşamın en taze baharını getiriyor sana. İlk yıldız kokulu gecenizde, ben bitirmiş olacağım bu çağı. Gökyüzünden sizi izleyeceğim ve yüreğim koruyacak aşkınızı... Mehtap B. Aydın Mayıs 2003
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehtap B. Aydın, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |