..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
En güzel özgürlük düşü, hapishanede görülür. -Schiller
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > İronik > H.Sercan Tunalı




12 Ekim 2003
Rüzgar Bizi Uçurdu!  
H.Sercan Tunalı
Çocuklara yazılmışsa da aslen öyle değil... Bir toplumun olması ve burada büyüklerin olmaması önemli olan!


:BBCA:
 
Rüzgar bizi uçurdu!



Siyah saçlı çocuk ince kumun üzerinden kalktı. Ayaklarına buz gibi deniz suyu kaydığında, ayakları bileklerine kadar ıslak, küçük bir kum tepeciği altına gömüldü. Okul gömleğinin düğmelerini çıkardı ve sıcaktan kurumuş kumun üzerine fırlattı. Mavi şortunun bir kısmı ıslanmış ve kumlanmıştı. Dudakları çatlamış, gül rengindeydi. Tuz tadı geliyordu ağzına, yalpalayarak uzaktaki kayalıklara doğru yürümeye başladı. Hindistan cevizi ağaçlarının arasından gelen tok seslere aldırmadan bir o yana bir bu yana salına salına yürüdü. Sırtındaki deri oldukça canını yakıyordu: Gün boyu güneşte yanmış. Bir süre yürüdükten sonra ayakkabılarının içine dolan kumdan dolayı durmak zorunda kaldı. İstemsizce ellerini havada birleştirip gerindi. Neredeyse bütün kemiklerini hissetti. Saçlarında kum kırıntıları ve rüzgarın getirdiği yaprak parçaları vardı. Yere eğildiğinde tüm yapraklar döküldü ve ayakkabılarını çıkartıp kum toplarını döktü.. Bir an için çoraplarına baktı. Ne kadar anlamsız ve işe yaramaz görünüyordu. Dizlerine kadar uzanan çoraplarına bir kez de saygıyla bakıp annesini hatırladı. Etraf bir an için hayal bir kasabaya dönüştü. Siyah saçlı çocuk bir an için rahatladı. Kafasını denizin uzaklarına çevirdi: Ne bir gemi vardı baktığında, ne de bir kara. İlerdeki kayalıklara doğru yürümeye devam etti. Bir anda cadılar gibi bir çığlıkla -mavi kırmızı çizgili- hayalimsi bir kuş geçti tepesinden. Kuşun sesini başka bir ses yankıladı:



Bir dakika bakar mısın? Dur bekle!…
Siyah saçlı çocuk arkasını dönüp bakmadı bile, yoluna devam etti. Önce uzaktan gelen ses şimdi daha da yakından tekrarladı:



Beklesene, o tarafta kimse…dedi çalıların arasından çıkmaya çalışan, kolları dikenli dallardan yaralanmış şişman çocuk. Saçları neredeyse yok denecek kadar azdı. Kulakları hafif kepçe ancak küçüktü.
Siyah saçlı çocuk hiç oralı olmuyordu. Uzaktaki kayalıklara yaklaştığında sanki büyük bir limanı andırdığını düşündü. Geçmişte annesiyle ilk çıktığı deniz yolculuğunu hatırladı. Bir an için yeniden olduğu yerde durdu ve kayalıklara öylece baktı. Antik bir kenti ilk gören kaşifler gibiydi gözleri. Kayalıklar anıt gibi girintili çıkıntılıydı. Yutkundu. Bu yalnızlık karşısındaki heyecanını gizleyemeyerek, buruk bir sesle konuşmaya başladı.



- Anne bak geldim, eve döndüm.



Şişman çocuk çalılıklardan kendisini kurtarmış, bekliyordu. Siyah saçlı çocuğu duyabilecek kadar yakındı. İçinde bir an için bir endişe ve güvensizlik belirginleşti. Kollarından süzülen kanlar pıhtılaşmış ve artık acı vermiyordu. Üstüne düğmeleri yırtılmış çizgili bir gömleği öylece geçirmiş, şişman bacaklarının zorla girebildiği kesik kot şortunun üzerinde ise kırmızı meyve lekeleri vardı.
Sol dirseğindeki çoktandır pıhtılaşmış kabuğu oynatarak çıkardı. Yara bir kez daha yavaş yavaş kanamaya başladı. Başını kaldırdığı sırada siyah saçlı çocuğun kaybolduğunu gördü.
Kayalıklara doğru heyecanlı adımlarla ilerledi ama acele etse de çoktan gözden kaybolmuştu.



- Hu! Neredesin? Dedi şişman çocuk.
Bir süre sesi ötedeki kayalıklarda yankılandı. Derin ormandan tok sesler geldi birer ikişer.
Şişman çocuk ormana doğru baktı. Ürkütücü bir dağ vardı baktığı yerde ve iki tane, o güne kadar hiç görmemiş olduğu, uzun kanatlı kuş havalandı. Kanatlarında mavi çizgiler vardı ve gagaları uzun ve inceydi. Kuşlar kuzey batıya doğru yöneldiklerini biliyorlar ancak uzun yolculuklardan sıkılmış olacaklar ki bıkkın kanat çırpıyorlardı; kanatları hem yavaş hem de havada geniş ve kavisli bir yay çiziyordu. Bir süre sonra ürkütücü, koyu ve parlak kahverengiden oluşan dağın arkasında yok oldular.



-‘Siyah granit taşlardan oluşan volkanik bir dağ olmalı’ dedi siyah saçlı çocuk.
-haklısın öyle…diye başını salladı.
Şişman çocuk aslında ilk başta bu çocuktan biraz çekinmişti ama şimdi rahatça konuşabilirdi.



adın ne? Diye sordu şişman çocuk.
Ya-fi…dedi. Siyah saçlı çocuk. Konuşurken düşünceli, yere bakıyordu.
Şişman çocuk kendi adının sorulmasını bekledi ancak bu konuda bir öneri olmayınca bir anlık suskun kaldı.
Ormanın içinde çok lezzetli meyveler var! Hem tatları güzel, hem de renkleri. Keşke boyalarım olsa da resim yapabilsem. Dedi ve merakla ekledi.
Sen resim yapmaktan hoşlanır mısın Ya-fi?
Ya-fi’nin gözleri kısıldı iyice ve kapandı ardından.
Hafif bir rüzgar esti gökyüzünden yeryüzüne. Öğlenin bunaltıcı sıcağı kalmamıştı, güneş granit taşlardan oluşan volkanik dağın ardına saklanmıştı. Denizin hiç hali yok, sessiz sakin bir tavrı vardı. Derin ormandan kıyıdaki kayalıklara uzanan ince patika yol yapraklardan dolayı belirginsizleşmiş, kendini kapatmıştı. Rüzgar, iki çocuğu kayalıkların üzerindeki lahitler gibi kutsuyordu. Belki de onlara yeteri kadar öz güven aşılıyordu.



Annem buramda… dedi Ya-fi kalbinin üstünü göstererek. Sonra kayalıklara oturdu ve ayakkabılarının ucuyla henüz soğumamış suya, bütün erdemiyle dokundu.İki eliyle kayalıkların keskinliğini hissetti. Ayakları gökyüzünün aksinde, halka halka dağılan suyun üstünde, bembeyazdı. Deniz bütün şefkatiyle sakin ve dümdüzdü.



Şişman çocuk ‘diğerlerini bulmalıyız’ diye düşündü önce ama aniden durakladı ve onu yalnız bırakmanın daha doğru olacağına karar verdi. Siyah saçlı çocuğun suya vuran yanılgısından ağladığını görebiliyordu.



Hindistan cevizi ağaçlarından gelen arka arkaya sesler esintinin hem soğuduğunu, hem de hızlandığını hissettirdi. Kumsalda kurumuş toprakların iki üç metre üzerinde toz ve yapraklar girdaplar yapıyordu. Bu sırada ise ince rahatsız edici bir ses çıkarıyordu. Şişman çocuk bulduğu en kuytu çalının arasına girmiş, kayalıklarda hala oturmakta olan siyah saçlı çocuğa bakıyordu. Ormanın derinliklerinde bir hareketlilik olduğunun farkına vardı. Sessizliğini iki kat daha arttırarak ormanın gizemine kulak kabarttı. En uzak yerden homurtularla karışık dal sesleri geldi. Bulunduğu çalılıktan bir çırpıda kumsalın ferahlığına atladı. Birkaç diken darbesi alsa da önemsemedi ve kayalıklara koşarak Ya-fi’nin yanına gitti.



-Hadi bir an önce saklanmalıyız, orada bir şey…Orada bir şey var!



Şişman çocuk bunları söylerken ellerini kollarını heyecanla karışık korkudan tutamıyordu. Biran önce bulunduğu yerden uzaklaşmak ve içinde büyümekte olan korkuyu yenmek istiyordu ancak Ya-fi’nin hala kayıtsızca oturması karşısında içten içe sinirleniyordu. Ya-fi ayağa kalktı ve mavi şortunun demirden düğmesini çıkarttı. Eğildi ve dizlerine kadar yükselen çoraplarını kıvıra kıvıra aşağıya kadar indirdi. Ayakkabılarını tekmelercesine fırlattı. Çoraplarını en son parmaklarından çıkarttı ve yan yatırıp kayalıklara serdi. Şişman çocuk, Ya-fi’nin ne yaptığını merak ediyordu bir yandan da arkasını kolluyor ormanın derinliklerine bakmaya çalışıyordu. Ya-fi üzerinde hiçbir şey kalmayıncaya kadar kayalıkların üzerindeydi. Ardından iyice lacivertleşen denize okka gibi atladı; sanki Tanrı mürekkebini akşama doğru yoğunlaştırmış gibi.
Şişman çocukla bir süre kayalıklarda oluşan gölcüğün içinde beklediler. Homurdanan bir domuz hindistan cevizi ağaçlarının arasından hızla ormanın derinliklerine daldı. İki çocuk suyun içinde yüreklerinin korkudan çarpışlarını duyabiliyorlardı.
-…gitti mi? Dedi şişman çocuk.
-Sence?
-Hayır…
-Orada bekliyor olabilir! Dedi Ya-fi.
-Gerçekten mi?
-Bilmiyorum…ama soluk alıyor, çok sinirli olmalı.
-Yalan söylüyorsun, beni korkutmak istiyorsun! Dedi şişman çocuk ve suda ayağa kalktı.
-Otursana! Dedi Ya-fi telaşla.
Şişman çocuk çalıların arasından gelen homurtulara baktı ve domuzla göz göze geldi. Korkudan kaskatı kesildi ve Ya-fi onu tekrar oturması için aşağıya asıldı. Neyse ki domuz şişman çocuğu görmemişti.
-Sakın bir daha kalkma! Birazdan gider! Dedi Ya-fi hiddetle.



Gökyüzü cennetten gelmişçesine tirşe bir maviydi ve köpük köpük bulutlarla geceye hazırlanıyordu.
Yeryüzü uzak bir iklimden gelen rüzgarları barındırıyordu.



-Burada büyükler yok. Dedi Ya-fi, iştahla.
-Ne güzel değil mi? Burası bir ada mı acaba ya da diğer tarafta bir köy var mıdır? Diye tamamladı şişman çocuk.
-Yarın birlikte bakarız. Dedi ardından kolundaki pıhtılaşmış yarayı oynarken.
Ya-fi ormanın derinliklerine bakan bir kayaya sırtını dayadı ve kaza anını düşündü.
-Sen o sırada nerede oturuyordun? Dedi Ya-fi umarsızca.



Şişman çocuk ilk başta ne dediğini anlamdı o sırada gündüz ormanın içinden toplayıp yediği meyvelerin tatlarını düşünüyordu. Karnı bu kupkuru yaprakların üzerinde ne de acıkmıştı.



-Kaza anında nerede oturuyordun?
Şişman çocuğun gözleri ateşin parlaklığında uykuda olan denize çevrilmişti.
-Bir yangın hatırlıyorum. Sol kanattaki motorun yandığını gördüm, demek ki sol koltukların orta sırasında oturuyordum. Küçük bir uçaktı zaten. Kaç kişiydik biliyor musun?
-Sanırım on veya on beş kadar.
Şişman çocuk karnının açlığın dolayı hemen uyumak istiyordu. Ya-fi’ye bakmadan olduğu yere, kuru yaprakların arasına uzandı.
-Annem istemeseydi bu okulu, asla gitmezdim ve şimdi burada olmazdım. O ne isterse ben onu yaparım. Onu özlüyorum. Ama hala anlamıyorum: Ülkenin en seçkin yatılı erkek okullarından birine beni neden bu kadar çok göndermek istiyor?



Ya-fi kendi kendine konuştuğunu anlaması pek uzun sürmedi. Şişman çocuğun gökyüzüne ne denli dikkatli baktığını fark etti ve konuşmasını annesinin her uykudan önce okuduğu bir şiirle bitirdi.
Güzel yavrum, büyü.
Eğer bir gün yalnız kalırsan,
Kumsalı ve denizi düşün.
Sen Anka’yı yoluna alırsan,
Dağları düşün.
Uç, uçabileceğin yere.
Kuyruğuna sarıl onun,
Es de gel, elinde tüyü.
Annesini özlediğini bunu okuyunca daha da iyi anladı. Elerini sebepsizce başının üstünde birleştirip gerindi. Ya-fi yarın için neler yapılması gerektiğini düşündü. Şişman çocuğun ne denli kaygısız uyuduğuna uzunca baktı.
Şişman çocuk yıldızlara bakarak hayal kuruyor ve bu bilinmeyen yerde olduğu için mutluluk duyuyordu. Tek başına ne maceralar yaşayacağını düşünürken, iki elini başına yastık yapıp daha da rahatladı.
Kayalıkların yakınına yaktıkları ateşin kenarında kararan havaya baktılar.



Alacakaranlıkta ağaçlar birbirleriyle konuşuyor gibiydiler. Ateş kor halindeydi. Üzerinden sadece incecik bir duman çıkıyordu. Yapraklar ilerideki lagünden havalanıp kumsala dağılıyordu. Orman yaşlıydı ama oldukça güzel meyveler vardı. Şişman çocuğun şortunda kırmızılaşmış böğürtlen lekesi vardı. Ayakları tıpkı Ya-fi’nin ayakları gibi çıplaktı. Şişman çocuk gözlerini yavaşça açtı.



-Buraya gel bana yardım et! Diye emretti Ya-fi.
Dalların arasına küçük bir baraka yapmaya çalışıyordu. Şişman çocuk yerinden doğruldu. Kor ateşin üzerinden çıkan dumana bir avuç toprak atıp Ya-fi’nin yanına kadar koştu.
-Şunu tut, bekle tamam, tamam. Onu tutmanı söyledim! Dedi Ya-fi.
Şişman çocuk Ya-fi’nin neden bu kadar sinirli davrandığını anlamadı. Dün kendi halinde sessiz bir çocuktu ama şimdi kötü bir diktatörü andırıyordu. Ya-fi kendini bir lider gibi görüyor, tavrını da ona göre koyuyordu.
-Bak, bunu iyice sağlamlaştırmalısın, yoksa yıkılabilir. Dedi şişman çocuk.
Sadece bir öneriydi bu, yapıp yapmaması ona kalmıştı, ama Ya-fi hiddetlendi.
-Sen ne anlarsın be şişko! Ben işimi bilirim…Derken suratına bir dal parçası hızla çarptı. Şişman çocuk tam gülecekken…
-Sakın, sakın beni sinirlendirme…Ya-fi ciddi bir tavırla konuştu.



Baraka tamamlanınca Ya-fi hemen içine yapraklardan yaptığı yastığını yerleştirdi ve barakasına gururlu bir şekilde baktı. Şişman çocuk henüz içine girmeye teşebbüs etmişti ki, Ya-fi küçük bir el hareketiyle onu durdu.
-Burası benim git kendine başka bir yer bul. Dedi.
Şişman çocuk şaşkın gözlerle baktı ve hiçbir şey söylemeden kumsal boyunca yürümeye başladı. Ateş yaktıkları yere geldiğinde eşyalarını eline alarak ormanın derinliklerine girdi.
Ya-fi kendi hükümdarlığının keyfini sürüyordu ancak karnı acıkmaya başladığında barakasından çıkarak şişman çocuğa baktı.
-Hey neredesin? Dedi umutsuz gözlerle bakarak.
Ya-fi, şişman çocuğa ‘git’ dediğini hatırladı bir an için. Sonra kendinden utandı, çok yanlış davranmış onu kırmıştı. Şimdi ise ona çok ihtiyaç duyuyordu. Karnı çok açtı ve ormana girmeye korkuyordu. Güneş denizin üzerinden yavaşça yüzünü gösterdi. Yeni bir sabah oldu. Ya-fi cesaretini kanıtlamalı ve ormana girmeliydi. Öyle de yaptı, barakasının on metre ötesinde dikenli çalıların olmadığı bir aralıktan ormanın derinliklerine koşarak girdi. Uzunca bir süre koştu. Koştuğu yer bir patikayı andırdı. Burada yaşayan insanların olduğunu düşündü. Bu fikir pek hoşuna gitmedi nedense. Bir süre koştuktan sonra yorulup boz bir kayanın önünde durdu ve kayanın üstüne oturdu. Dönüş yolunu gördü ve biraz boşluktan denizi seçebildi. Sonra şişman çocuğu hatırlayarak kayanın üstüne çıkıp ona seslenmeye başladı.



-Hey neredesin?Dedi birkaç kez ancak sesi irili ufaklı ağaçların arasında kaybolup gitti. Bir süre sonra gücü tükendi ve kendini umutsuzca tekrar kayaya düşer gibi bıraktı. Cebinde bir sertlik hissetti. Elini cebine sokup çıkardığında bir kutusu olduğunu anladı. Hem vakit geçirmek için hem de sıkıntıdan kibritlerle oynamaya başladı. Yirmi bir adet kibrit vardı yalnızca. Bir an aklından bu kibrit kutusunun nasıl oluyor da cebine girebildiğini anlamaya çalıştı. Düşündü bir süre ancak içinden çıkamadı. Sonra kibritleri sayarak tekrar kutusunun içine yerleştirdi, büyük bir özenle. Çalıların arasında bir kıyamettir koptu birden. Ya-fi’nin kalbi küt küt atıyordu. Çok heyecanlanmıştı. Orada ne olduğunu merak ediyordu. Elindeki kibrit kutusunu sıkıyordu tüm gücüyle ve bunun farkında değildi. Bir taraftan korkuyor, bir taraftan merak ediyordu. Derken çalıların arasından ince yedi yaşlarında bir çocuğun sesi geldi.
-İmdat! Yardım edebilir misiniz? Lütfen bana birisi yardım edebilir mi?



Ya-fi ilk başta orada bir kızın olabileceğini düşündü. Hem ince bir ses hem de nazik.
Ama kendini toparladı ve uçakta bulunan öğrencilerin hepsinin erkek olduğunu hatırladı. Dikenli çalıları iki eliyle araladı sanki bir devin saçları arasında ilerler gibiydi. Önüne büyük bir çukur çıktı. Kafasını eğmiş, çukurun dibinde bekleyen çocuğa seslendi.
-Hey sen!
-Aa şey ben buraya düştüm ve bacağım yaralandı. Dedi ürkek bir sesle.



Saçları kulaklarını kapatıyordu ve sarışındı. Yüzü bir bebeğin yüzü kadar masumdu ancak yanakları is olmuştu. Çukurun dibi balçık çamurdandı. Ağır bir kokusu vardı. Kenarlarından ağaç kökleri çıkmış, solucan gibi ortaya doğru uzanıyordu. Ya-fi ilk önce bu köklere tutunup aşağıya inebileceğini düşündü, ancak kökler kaygan ve çelimsiz göründü gözüne. Yine de başka bir çare bulmak için uğraşmadı. Kararlı ve emin bir sesle konuştu.



-Dediklerimi yaparsan seni kurtarırım.
-Olur, ne yapmalıyım? Dedi zayıf bir sesle sarışın çocuk.
Ya-fi çıplak ayaklarıyla köklere basarak kolayca aşağıya kadar indi. Şimdi bu sarışın çocuğu daha da yakından gördü. Çelimsiz ve kısa boyluydu. Okul üniforması hala üzerinde ve balçıktan dolayı çamur olmuştu. Yakasındaki düğmeleri dahi çıkartmamış ve hava öğlene doğru oldukça sıcaklaşacağı göz önüne alınırsa, hala hiç çıkaracağa benzemiyordu. Ya-fi sarı saçlarının ne kadar sağlıklı göründüğüne şaşarak konuştu.



-Şimdi beni izle ve benim bastığım köklere bas. Dedi Ya-fi.
Sarı saçlı çocuk başını sallayıp onu onayladı. Yukarıya vardıklarında önce Ya-fi çıktı ve elini uzatıp sarı saçlı çocuğu kolundan çekti. Ya-fi hiçbir soru sormadan daha önce dinlendiği kayanın üstüne çıkıp güneşe sırt üstü yattı. Sarı saçlı çocuk bitkinliğini gizlemedi ve o da olduğu yerde uzandı.
Bir süre sonra sarı saçlı çocuk olduğu yerden kalktı. Ya-fi hala kayada uyumaktaydı. Güneşin altında teni pembeleşmişti. Sarı saçlı çocuk hemen onun yanına gitti. Uyandırmak istedi yavaşça, Ya-fi birden doğruldu ve acı içinde gölgelik bir yere koştu. Sarı saçlı çocuk şaşkın gözlerle ona bakakaldı. Ya-fi gölgede durdu. Sarı saçlı çocuğa sinirli bir şekilde baktı.



-Daha önce neden uyandırmadın beni! Seni küçük velet! Diye bağırdı.



On ikisini daha henüz bitirmiş olan Ya-fi hem küçük çocukların güçsüzlüğünden kurtulmuş hem de ergenlik çağında olanların biçimsiz vücutları gibi henüz bir hal almamıştı. Geniş omuzları ve çevikliği sanki ileride sporcu olacağını gösteriyordu. Güçlü bir fiziğe sahipti. Bakışlarında sertlik vardı.



-Merhaba, adım Güney. Ya seninki? Dedi sarı saçlı çocuk.
-Ya-fi…Dedi.
Güney bu ismin anlamını düşündü.
-Anlamı nedir? Dedi şüpheyle.
-Annem bana hep böyle derdi. Anlamını düşünmedim ama bence ‘Yüce çocuk’ anlamına geliyor.
Güney bir an duraksadı, kalbini tuttu. Yüzü sarardı bozardı.
Ya-fi bulunduğu gölgelikten Güney’e endişeli gözlerle baktı.
-Hey neyin var?
Güney oldukça soğukkanlı ses tonuyla konuştu.
-Merak etme şimdi geçer.



Ya-fi yanına giderek koltuğunun altına girip onu patika yoldan kumsala kadar taşıdı. İlerlerken nefes almakta güçlük çektiğini fark etti. Kumsal kıyısındaki kendince sarayına götürdü ve onu yaprakların üzerine yatırdı.



Ya-fi iki saat boyunca ormanın fazla derinlerine girmeden yenebilecek meyveler aradı. Meyveleri yapraktan yaptığı sepetine koyarak barakasının yanına geldi.



-Umarım kırmızı olanlarından toplamamışsındır, tatları pek hoşuma gitmedi de. Dedi Güney, ellerini iştahla ovuştururken.
-Nasıl bildin meyve toplamaya gittiğimi? Dedi Ya-fi yüzünü buruşturarak.
-Bilmiyorum öyle hissettim işte.
Ardından büyük bir iştahla meyveleri yemeye başladı tabi ki kırmızıları bir kenara ayırarak. Ya-fi’nin şaşkın bakışları arasında neredeyse her şeyi silip süpürüyordu ki, Ya-fi sepeti bir harekette önüne çekti. Güney parmaklarında kalan son meyve parçalarını da sıyırdı. Ya-fi kırmızıları yemeye başladı, yüzü git-gide daha çok buruştu.
-Sana söylemiştim, sevmiyorum işte. Artık sen de sevmiyorsundur sanırım. Dedi büyük bir gururla.
Ya-fi sanki ona inat bütün kırmızı meyveleri bitirdi.
Gölge boyu uzadı. Güneş dünkü gibi yine o granit dağın ardından batıyordu. Güney güneşi son bir defa daha görebilmek için kayalıkların üzerine çıktı.
-İşte yine bir gün daha batıyor!!! Dedi büyük bir heyecanla.
Ya-fi onun yanına, kayalıklara gitti. Güneşi son kez gördü. Yüzünde mutlu bir tebessüm vardı.
-Bu taraf benim yönüm, işte şu lagünü görüyor musun?dedi Güney.
-Evet…
Güney yedi yaşlarında olmasına rağmen çok düzgün konuşabiliyordu. Akıllı ve sezgileri kuvvetli birisiydi.
-Oraya kadar yarışalım mı?
-Olur…
-Bir… iki, üç!
İki çocuk kayalıklardan önce kumsala atladılar, ardından kumun üzerinden koşmaya devam ettiler. Ya-fi arayı bayağı açmıştı ve lagüne vardığında Güney’in hala koşmakta olduğunu görüp hoşnutluk duyuyordu. O kazanmıştı.
-Seninle yarışmam hataydı. Dedi Güney soluk soluğa. Dizlerinin üstüne iki eliyle yaslanmış derin derin nefes alıyordu. Ya-fi lagünün kenarında durarak şortunu çıkardı ve denize atladı. Güney sakinleşti ve okul formasını düzgün bir şekilde çıkartıp o da Ya-fi’ye katıldı. İki çocuk birbirlerine su atarak uzunca bir süre eğlendiler.



-Ya-fi! Diye bir ses geldi barakanın arkasından.
İki çocuk bir an için suyun içinde sessizliklerini korudular. Sonra ikisi birden lagünün kenarına ilerleyip siperden bakan askerler gibi dolunay ışığında etrafı süzdüler. Derken barakanın yakınlarında bir ateş yandığını fark ettiler. Ya-fi birden atılmak istedi ancak Güney onu tuttu.
-Korkacak bir şey yok dedi Güney, yine soğukkanlı bir tutum içinde.
Ya-fi bir karşılık vermedi, sessizliğini korudu. Ateşe odaklanıp ne olduğunu anlamaya çalıştı. Ateşin etrafında bir sürü tanıyamadığı insan siluetleri belirdi. Hepsinin gölgesi kumsala uzunca vuruyordu. Ay ışığı altında deniz yine sessizdi. Belli belirsiz sesler geliyordu ateşin etrafından. Güney sudan çıktı ve önlüğünü özenle giydi. Ya-fi şortunu giyip önden yürümeye başladı. Güney hiç endişeli değildi. Ya-fi yumruklarını hafifçe sıkmış, bir kahraman edasıyla yürümeyi sürdürdü. Ateşin yanına yaklaştığında bu uzun ve büyük gölgelerin kendi yaşlarında çocuklar olduğunu gördü. Çocuklar sanki görkemli bir şölen öncesi hazırlık aşamasındaydı. Ateşin etrafında on üç kadar kendinden küçük çocuk vardı. Gün boyunca yedikleri meyvelerden önlükleri lekelenmiş olan çocukların önünde hala büyük büyük meyveler vardı. Uzağında oturan bir çocuk elinde kurumuş olan değnekle ateşin dibini karıştırıyordu. Bir elinde sönmek üzere olan sigarasını tutuyordu.Gözleri geceden daha karanlık bakıyordu sanki. Ateşe hükmedercesine, aynı zamanda saygı duyarak bakıyordu. Bir kor parçası koptu ateşten ve onun koluna düştü. Ya-fi onun kor parçasını telaşla yere fırlatacağını düşündü ancak o, kor parçasını iki parmağıyla yavaşça tutup yeniden ateşe bıraktı. Çocuk Ya-fi’ye bakarak ateşi kuru değnekle karıştırmaya devam etti.
-Onun adı Set. Dedi şişman çocuk. Ya-fi bir an irkildi bu hiç beklemediği sesten. Şişman çocuk devam etti.
-Bunların hepsi uçaktaydı…dediğinde Güney sözünü böldü.
-Çok şükür kimse yaralanmamış. Dedi.
-Merhaba senin adın ne?
-Güney… dedi çekinerek.
-Ya seninki?



On üç kadar çocuk sönmüş ateşin etrafında uyuyordu. Sabahın alacakaranlığı orada geçirecekleri üçüncü günü hazırlıyordu. Ya-fi barakasında yaprakların arasına gömülmüş bir şekilde uyuyordu. Şişman çocuk yine bir kayaya sırtını vermiş, denize doğru ayaklarını iki yana açıp uzatmış yatmaktaydı. Güney lagünün üstünde oturuyordu.Yeni uykudan kalkmış ayaklarını suya sokuyordu.
-Sence burada ne kadar kalacağız, hı? Dedi Set.
Yüzünde kuşku dolu bir tavır vardı. Siyah saçları alnına yapışmış, karanlık gözlerinin hemen üzerinde son buluyordu. Deri ceketinin minik ceplerine ellerini ancak sokabilmiş, sanki soğuk bir kış mevsiminde sokakta kalmış evsizler gibi ürkek bir duruşu vardı.
-Zamanı gelecektir. Yüzünü suya eğmiş olarak konuştu Güney.
Set bu cevaptan tatmin olmayınca, tekrar bir soru sordu.
-Sence ne zaman?
Güney kafasını kaldırıp Set’in gözlerinde dünkü ateşi görür gibi oldu.
-Çıkış kapısını gördüğümüzde.



Küt!! Diye bir ses geldi, kamp tarafından. Güney oraya baktı ve ne olduğunu anlamak için Set’in yanından ayrıldı. Yürürken Set’in gözleri, gözünün önünden gitmiyordu. Set son bir kez lagünün üstünde, Güney’e baktı ve yere oturup güneye döndü.



Güney kamp yerine yaklaştıkça herkesin kahkaha atıp güldüğünü gördü. Şişman çocuk barakayı işaret etti. Güney başını o tarafa çevirdi ve Ya-fi’nin barakanın çatısı altında kurtulmaya çalıştığını gördü. Hemen yanına gidip tahta parçalarını kaldırmasına yardım etti.



-Ben sana söylemiştim, beni dinlemedin. İşte beni dinlememenin cezasını çekiyorsun, Haha ha, haha haa!! Şişman çocuk yerde adeta kıvranıyordu. Diğer çocuklarda onun kadar çok olmasa da kahkahayla gülüyorlardı.



Ya-fi üstünü başını düzeltti. Güney barakanın son haline baktı. Ya-fi Güney’e teşekkür edercesine bakıp birden şişman çocuğun üstüne doğru koşmaya başladı. Şişman çocuk durumu birden anladı ama Ya-fi onun yerden kalkmasına fırsat vermeden bütün gücüyle ittirdi. Şişman çocuk bir süre kumlarda sürüklendi. Şişman çocuk yerden kalktı ve Ya-fi’nin üstüne atladı, iki çocuk diğerlerinin ortasında toz içinde kavgaya tutuştular. Güney barakanın parçalanan tahtalarından birinin üstüne oturup onları kavgasını soğukkanlı bir tavırla izliyordu. Arada bir lagüne doğru bakıyor Set’in hala orada olup olmadığını kontrol ediyordu.



Şişman çocukla, Ya-fi’nin kavgası uzun sürmedi. İki çocuk yorulup sanki boksörler gibi kendi köşelerine çekildiler. Güney oturduğu yerden kalkarak güçlü ve kendinden emin bir ses tonuyla konuşmaya başladı.



-Arkadaşlar! Bugün akşam bir toplantı yapacağız. Bu yüzden şimdi akşam için biraz yiyecek ve yakacak odun toplamalıyız. Bu adadan kurtulmak bir şeyler yapmalıyız ve birlikte hareket etmeliyiz.
Çocuklar onu dikkatlice dinliyordu. Güney bir an için lagüne doğru baktı. Set orada değildi. Sonra görebildiği kadar uzağa baktı ama yine onu bulamadı. Bu sırada Ya-fi ayağa kalktı.
-Sen, sen, siz ikiniz, ve de siz.… Benimle geliyorsunuz. Dedi.
Çocuklar oturdukları yerden ayaklanıp asker gibi sıralandılar.
Şişman çocuk da ayağa kalkıp kendine göre bir grup oluşturdu. İki grup belli aralıklarla ormana girdiler ve bir süre sonra kayboldular. Güney barakanın parçalanmış tahtalarına baktı bir süre ve yerden kaldırmaya çalıştı. Buna gücü yetmedi. O ana kadar gizlediği, küçük bir defter çıkardı cebinden. Yarısına kadar kullanılmış bir kurşun kalemle bir şeyler karaladı. Sonra tekrar cebine koydu ve en dibe doğru bastırdı.



-O nedir, hı? Dedi bir ses, çalıların arasından Set’in yüzü belirdi. Güney bir süre sesiz kaldı.
Barakanın tahtalarını kaldırmaya çalıştı ama yine önceki gibi yarıda kesildi nefesi ve kaldıramadı.
Set yerdeki bir tahta parçasını eline aldı.
-Sana yardım edersem cebinde ne olduğunu söyler misin? Dedi merakla.
Güney zaten yardım bekliyordu ondan, ama bu şekilde olması onu şaşırtmıştı.
-Söylerim, cebimde sadece Simurg var. Ona çok değer veririm de.
-O ne?
-Kapağında Anka kuşunun resmi olan defterim. Annem verdi, ‘ne istersem yazayım’ diye.
Set biraz durakladı ve tahta parçasını yere fırlattı.
-Bunun için sana yardım edebileceğimi düşünüyorsan yanılıyorsun! Aptal!
Güney dondu kaldı. Bu tepkiyi hiç beklemiyordu. Yardım edeceğini düşünüyordu, ona güvenmişti. Set arkasını dönüp giderken yüzünde pis bir gülücükle arada bir Güney’e dönüp bakıyordu.



Güney gitmesine fırsat vermedi.
-Peki ne olsa yardım ederdin? Dedi merakla.
Set arkasını dönmeden durdu ve kafasının çevresinden dumanlar çıkarak arkasını döndü.
-Elbette ki ‘sigara’ olsa… Dedi dudaklarını uzatarak.



Hava kararmak üzere. Güney lagünün üstünde yalnız başınaydı. Ayaklarını her zaman suya uzatmaktan hoşlanırdı. Bu deniz neden bu kadar dalgasız ve düzgündü? Hiçbir çocuk bunu düşünmemişti ama Güney ilk günden beri bunun nedenini çözmeye uğraşıyordu.



Kucak dolusu meyvelerle şişman çocuğun grubu geldi. Meyveler oldukça iri ve lezzetli görünüyordu. Güney lagünden bir süre onları izledi ve yanlarına koşarak gitti. Bazı çocuklar acıkmış olacaklar ki arada yavaş yavaş yiyorlardı. Güney onlara baktı ve yadırgarcasına konuştu.



-Arkadaşlar, hep birlikte yemeliyiz.
Şişman çocuğa doğru baktı, sonra barakanın yıkılmış manzarasını işaret etti.
-Bana yardım eder misin?
Şişman çocuk zaten bu barakaya daha önce yardım etmişti ve hiç ummadığı anda dışlanmıştı. Bir daha asla yardım etmek istemiyordu.
-Üzgünüm, yapamam… Dedi başını eğerek.
Güney bu gün içinde iki defa ret edilmenin verdiği çaresizlikle tekrar teklif etti.
-Bu baraka bizim için önemli, mutlaka yağmur yağacak ve biz ancak burada sığınabiliriz. Lütfen bana yardım eder misin? Diyerek bütün nezaketiyle elini barakanın yönüne çevirdi.
Şişman çocuk kendisini birden bir sergi salonuna girer gibi hissedip, önden yürüdü.



Büyük geniş yapraklarla çatıyı deliksiz örtüler. Baraka muhteşem olmuştu. Güneş çoktan batmış Ya-fi’nin grubu hala gelmemişti.
İki çocuk ateşi yaktı ve diğerleri de etrafına oturdu. Ateş hava soğuk olduğu için yakılmadı. Hem aydınlık olması için hem hayvanların yaklaşmaması içindi.
Set dikenli çalıların arasından düşe kalka çıktı ve yüzünde kötü bir kahkahayla bağırarak kumsalda koşmaya başladı.
-Burası bir ada, burası bir ada!! Buradan kurtuluş yok, Hah haaa!!
Ateşin etrafındaki çocuklar korku dolu gözlerle Set2e bakıyorlardı. Güney ellerini dizlerinde birleştirmiş yerde şişman çocuğun yanında oturuyordu. Güney buranın bir ada olduğunu zaten önceden tahmin etmişti. Bu sırada Set ayağı tökezleyip yere yuvarlandı. Yardım isteyen bir asker gibi elini kaldırdı, aslında dalga geçiyordu.
-Sizin salaklar ormanda birazcık yollarını şaşırdılar galiba, hı? Dedi gülümseyerek.



Ağzındaki sigarasını dudaklarında sımsıkı tutuyordu ve dumanı gözlerini yakarmış gibiydi.
Derken Ya-fi ve diğerleri kumsalın ilerisindeki ağaçlıktan birer ikişer çıktılar. Onların da ellerinde kucak dolusu meyveler vardı. Bütün çocukların ayakları çıplaktı. Yere bastıklarında yaprak seslerinden başka kumun çıkardığı kısık bir ses geliyordu. Ya-fi her zaman olduğu gibi en önde, diğerlerini üçlü sıraya dizmiş yürüyordu. İlkokuldayken bando takımının da en önünde majör olduğunu hatırladı. Ellerini kaldırıp, ileriye doğru işaret etti. Ateşin yanına yaklaştıklarında hep birlikte durdular. Güney hemen öne atılıp keskin bir tavırla konuştu.



-Neden bu kadar geç kaldınız? Umarım iyi bir nedenin vardır, Ya-fi?
Ya-fi hiddetlendi, çünkü Güney’i o kurtarmıştı.
-Hiçbir sorun çıkmadı, daha çok meyve toplamak için oyalandık. Dedi.



Güney sessiz bir edayla irkildi ve yüzü sapsarı kesildi. Ya-fi, onu bu halde ikinci defa görmenin verdiği endişeyle gözlerini kapattı. Ötekiler ne olduğuna kayıtsız kaldılar ama Güney bir an kendini toparladı. Şimdi sesi daha da yumuşamış ve elleri hafif bir titrekliğe tutulmuştu.



-İhtiyacımız olmayandan fazlasını almamalıyız. Bunu herkes bilmeli, lütfen arkadaşlar hepimiz ‘büyük’ olacağız. Sadece gerekenleri yapmalıyız. Böyle mutlu olabiliriz, fazlası zararlıdır. Emin olun doğru söylüyorum arkadaşlar!



Set ilerideki hindistan cevizlerinden birisine ayakta sırtını yaslamış, bir ayağını da kaldırıp tek ayağının üstüne yüklenmişti. Gecenin karanlığında elinde yanan sigarasından gelen güçsüz ışıktan başka, onun vücudu bir siluet olarak görünüyordu. Başını önüne eğmişti ve arada bir sigarasını ağzına götürdüğünde yüzünü sonsuz derinlikte olan denize doğru kaldırıyordu. Ötekilerden çok uzak bir iklimde yaşar gibi bir hali vardı ancak istese ateşin başında toplanan çocukların konuşmaları duyabilirdi. Güney ona doğru baktı ve sustu.



Bir süre çocuklar Güney’in konuşmalarını düşündüler, çoğu bu konuşmadan bir şeyler çıkaramadıysa da, doğruyu öğrenmişlerdi. Set sigarasını bitirdiğinde, bir bacağını indirip çocukların yanına doğru, iki eli cebinde yaklaştı. Ateşin aydınlığında karanlık gözleri belirdi.



-Anlattıklarının hepsi saçmalık! Dedi büyük bir küstahlıkla.



Güney aldırmadı ama bütün çocuklar ona doğru bakıp tekrar başlarını ateşe doğru indirdiler. Çocukların dinlediğini fark eden Set yere çömelip, cebinden sigara paketini çıkarttı. İçindekileri saymakla uğraşmadı ve bir tanesini çekip aldı. Bir süre ucunu ateşte bekletti ve hemen ağzına doğru götürüp içine derin bir nefes çekti. Yanında bağdaş kurmuş çocuğa ikram etti ama çocuk almak istemedi.



-Burası cennet! Burada büyük’ler yok! Ne istersek onu yapabiliriz! Dedi.
Sigarasını içine çekti ve ardından canı yanarcasına öksürdü. Yutkundu. Dudaklarını yaladı birkaç kez.
-Buraya geldiğimizden beri meyve yiyoruz. Ormanda geyikler var, onları izledim ve yuvalarını buldum. Güçsüz hayvanları hiç sevmem.Artık gerçek et yememizin zamanı geldi! Yarın ‘av’ günü!!Dedi bağırıp, birden ayağa kalkarak.
Çoğu çocuğun gözleri parladı ve Set’i alkışladılar. Set konuşmasını öksürüklere boğulup sürdürdü.
-Şimdi av dansı yapmalıyız, hadi beni izleyin!
Ateşin etrafında kızıl derililer gibi dönmeye başladılar. Güney, Ya-fi ve şişman çocuk onları izliyorlardı. Ya-fi ve şişman çocuk şaşkındı. Güney kıpırtısız deniz gibi düşüncelerdeydi.
Sabahın alacakaranlığından çıtırtılar arasına sıkışmış sesler geldi. Ya-fi barakasının içinde şişman çocuğun omzuna elini atmış uyuyordu. Güney uzaktaki lagünde, en sevdiği işi yapıyordu; suya çıplak ayaklarını sokuyordu. Dikenli çalıların arasından öteki çocuklar sırayla çıktı. İki çocuk omuzlarında taşıdıkları, başı aşağıya doğru sarkan geyiği büyük bir güçlükle ateşin üstüne hazırladıkları ocağa koydular. Diğer çocuklar da olabildiğince yüksek bir sesle av şarkıları söylüyorlardı. İçlerinden birinin ayağına dolanmış iplik, onu rahatsız ediyordu. Yüzlerinde savaşçı kabileler gibi boyalar vardı. Önceki günkü o suskun çocuklardan eser kalmamıştı. Hepsi çok değişmişti.



Bir çocuk topladığı çıtaları tutuşturmak için yaprakları bastırdı üstüne. Elindeki sigarasıyla yaprakları tutuşturdu. Kurumuş yapraklar fazla sürmeden tutuştu ve geyik üzerinde pişmeye başladı.



Güney ayaklarını pervasız bir şekilde ılık suda gezdiriyordu. Ayaklarını birden durdurdu. Arkasını dönüp kamp yerine doğru baktı. Ateşin yanmış olduğunu gördü. Kuşku dolu gözlerle Set’in nerede olduğuna baktı. Set kan ter içinde omuzlarına almış olduğu ölmüş geyik yavrusuyla çalıların arasından çıktı. Ateşin başında toplanan kalabalıktan üç kadar çocuk onun yardımına koştu ve geyiği yüklenip kamp alanına getirdiler. Set eliyle terini sildi ve cebinden bir sigara çıkarıp yaktı. Yavaş adımlarla denize doğru yürüdü. Ayaklarına deniz suyu bütün şefkatiyle geldiğinde, yüzünde bir işi bitirmenin verdiği mutluluk vardı. Sigarasını içerken lagüne doğru baktı, Güney’in baktığını görünce gülümsedi ve sigarasını bitirmeden denize fırlattı. Ardından ateşin yanındaki ziyafete doğru yürümeye başladı.



Şişman çocuk omzundaki yükün ne olduğunu düşündü. Biraz korktu ilk önce. Başını yan tarafına döndürdüğünde Ya-fi’nin yanında yattığını gördü. Bu sırada Ya-fi gözlerini araladı ve şişman çocuğa doğru baktı. Gülümsedi.



-Barakanın yapılmasına iki defa yardım ettin. Ben sana oldukça kötü davrandım.
Şişman çocuk Güney’in Ya-fi’yle konuştuğunu düşündü ve mutlu oldu.
-Önemli değil, her zaman yardım edebilirim.
İki çocuk yeniden uykuya daldı ve barakanın içinde dostluklarını pekişmişti.



Güney lagünden yavaşça ayaklarını kumda sürte sürte ateşin başındaki kalabalığa vardı. Hiçbir çocuk ona bakmadı ve ikramda da bulunmadı. Güney bir çocuğun ayağına dolanmış ipliğe baktı. Ne olduğunu düşündü ve bir an uçağa ait bir şey olabileceği fikri doğdu içinde. Uçağın nerede olduğunu düşündü. Bu adaya geldikten sonra ilk yapılması gereken uçağı tekrar bulabilmekti ancak Güney bunu başaramamıştı. Belki kimse buradaki özgürlükten vazgeçmek istemiyordu. Kurtuluş yolunu bu yüzden aramayı bırakmışlar, önce yaşama yolunu seçmişlerdi. Set’i dinlemelerinin tek nedeni de buydu. Burada daha iyi bir macera yaşamaktı.
Set önündeki pişmiş mis gibi kokan budu, çıplak parmaklarını cömertçe kullanıp büyük bir iştahla yiyordu. Bir an için Güney’in orada olduğunun farkına vardı. Küçük bir et parçası kopardı ve kuma buladı. Elini uzattı ona doğru.



-İster misin? Dedi gülerek.
Güney tek kelime bile etmeden arkasını döndü ve lagüne doğru ilerledi. Set’in eli havada kaldı ve yağlanmış ağzıyla Güney’i kast edip arkadaşlarına seslendi.



-Her şeyin fazlasından bir şey olmaz, hı? Dedi ve sonra büyük bir kahkaha attı. Çocuklar onu desteklediler ama bu ziyafetten en büyük parçayı alabilmek için ağızları dolu alkışladılar.



Şişman çocuk ve Ya-fi bu alkışlara değil, aslında kumsalı saran bu nefis kokuyla uyandılar. Ya-fi elini siyah saçlarına götürdü. Ne de pisti. Yerinden doğruldu ve şişman çocuğu dürttü. Şişman çocuk uyandı ve oturdu. Ya-fi ayağa kalkarak parmaklarını siyah saçları arasında gezdirdi. Şişman çocuk ayağa kalkmakta güçlük çekti bir süre. Ya-fi onun elinden tuttu ve onu yukarıya çekti, Ya-fi’nin içinden tam bu sırada Güney’i de yukarıya çektiği aklına geldi ve lagüne doğru baktı. Güney tek başına oturuyordu, sıkkındı. Şişman çocuğun gözleri uyku halinden çoktan gitmişti, dipdiriydi.



-Baksana, et yiyorlar, ne de güzel kokuyor, hadi… dedi bilinçsizce.



-Hayır, dur… demesine kalmadan şişman çocuk Ya-fi’nin çaresiz bakışları arasında ziyafete katıldı. Set hemen büyük bir parça ikramda bulundu, bu aralarına yeni katılan misafire. Ya-fi’de baktı ama ‘gel’ demedi.



Ya-fi lagüne doğru koştu çıplak ayaklarını kurumuş toprağa basarak. Güney’in yanına geldiğinde durakladı ve onun yaptığı gibi ayaklarını suya soktu. Deniz her zamanki gibi yine durgunluğunu gösteriyordu.



-Ne düşünüyorsun?
-Senin düşündüğünü…Annemi.
Ya-fi’nin yüzünde olmamış bir heyecan belirdi.
-Nereden bildin?
-Çocuklar başka kimi düşünebilir ki…Onu özledim. Şimdi sadece hayal edebiliyorum.



Cebinin derinliklerinden Simurg’u çıkardı ve özenle içini açtı. Ya-fi kapağının ne kadar ilginç olduğunu gördü.



-Bu nedir acaba?
Defterin içindeki kalemi çıkardı.
-Annem ‘ne istersem yazayım’ diye verdi. Ondan hiç bu kadar uzak kalmamıştım.
-Kapağını tekrar gösterir misin?
-Tabi…
-Bu kuş ne kadar büyük ve güzel böyle? Adı var mı?



Güney adını gizlemek istiyordu. Hiç kimse bilmesin, bir tek o bilsin istiyordu, çünkü bu kuş onundu. Hiç görmese de bu kuş onundu. Yine de adını söylemek zorunda kaldı.



-Adı Simurg’dur. Anka kuşunun bir diğer adı.
-Ya-fi bir an duraksadı ve annesinin, her gece yatmadan önce, söylediği ninnisi aklına geldi.
-Sen Anka’yı yoluna alırsan, dağları düşün. Diye mırıldandı.



Güney bu adaya ilk düştükleri günden bu yana aklına ne geliyorsa yazdıklarını, Ya-fi’ye okuttu. Ya-fi bundan mutluluk duydu bir süre ama bunun pek bir faydasının olmadığını düşünerek karnını doyurmak için yerinden kalktı. Güney onun açlığını sezmişti ama bir şey yapabilecek yahut karşı koyabilecek bir hali yoktu. Bütün çocuklar onu yüz üstü bırakıp Set’in peşinden gidiyorlardı. Ya-fi ellerini havada birleştirip gerindi.



-Hadi meyve yiyelim… Dedi ağzını kocaman açarak.
Güney’in masum yüzünde büyük bir tebessüm oluştu.
-Hadi!
Gece bütün çocuklar ateşin başında yatıyorlardı. Set korkunç hikayeler anlatıyordu. Ötekiler onu büyük bir dikkatle dinliyorlardı. Ya-fi ve Güney barakanın içinde oturmuşlar uzaktan ateşi izliyorlardı. Gecenin içinde sadece Set’in sesi dolaşıyordu ve elini granit volkanik dağa çevirdi.



-İşte bakın, orada bir canavar var, sakın oraya gitmeyin! Hahhaa…
İçlerinden biri merakla sordu.
-Gidersek ne olur peki? Dedi.
Set’in yüzü ateşin ışığında bir canavara dönüştü ve dişlerini gösterdi.
-Seni yer!!!Dedi sonra çocuğun yüzündeki korkudan zevk almışçasına sustu ve sigarasını yaktı bu keyfin üstüne.
Güney aniden kumsalın ilerisinde gümüşten bir geyik gördü. Kıpırdamadan olduğu yerde duruyordu. Etrafında buğulu bir ışık vardı. Ateşe hüzünle bakıyordu. Güney onun üzüntüsünü anladı. Geyik birden koşarak ormanın içine daldı. Birden gök gürültüsüyle karışık yağmur yağmaya başladı. Ateşin başındaki çocuklar ne yapacaklarını şaşırdılar ve yerlerinden kalktılar. Güney el hareketiyle onları yanına sığınmaları için çağırdı. Ya-fi barakasında başkalarını hiç istemese de çocukları ancak böyle kendilerine bağlayabileceklerini düşündü. Önce bir çocuk çekinerek barakanın içine girdi. Sonra diğerleri de birer ikişer girdiler. En son kalan çocuklardan birisi Set’in gözünün içine baktı ve korkarak olduğu yerde durdu. Set’in suratında tarifsiz bir öfke vardı. Ateş yağmur damlalarıyla kısa sürede söndü. Geyikten arta kalanlar yağmurda kumla karışıp iğrenç bir hal aldılar. Set ayağını yere sertçe vurarak ateşin üstüne kum yığdı. Güney ve Ya-fi önde arkalarına çocukları almışlar ona bakıyorlardı. Güney yine elini kaldırdı.



-Buraya gelin! Bu barakaya sığınabilirsiniz…
Set ona bakmadan biraz ilerde yanında kalan çocukla beraber ormana daldı.
Yağmur bütün gün boyunca sürdü. Acıktıklarında meyve yediler. Sohbet ettiler. Barakanın içinden yağmur damlaları arasına sıkışacak kadar güzel kahkahalar geliyordu artık. Bu barakada ne umutsuzluk vardı, ne de kötülük. Kötülük şu sıra ormanı kirletiyordu. Güney ayağa kalktı ve kendine has konuşmasını yaptı. İki yanında Ya-fi ve şişman çocuk vardı.



-Arkadaşlar! Biliyorum hepiniz ailenizi özlediniz ve gitmek için ne gerekiyorsa yapacaksınız. Yarın buradan kurtuluş günümüzdür! Şimdi burayı sallayalım hadi!



Bütün herkes yerinden kalktı ve el ele tutuştu, ardından yağmurun müziği altında dans ettiler.



Şişman çocuk kucağına oturttuğu iri bir kavuna iki göz ve bir ağız çizdi. Diğerleri de meyveler üzerine kendilerince bir şeyler çizdiler. Bunların hepsini yarın adadan ayrılmadan önce hediye olarak yanlarına alacaklardı. Ya-fi elinde tuttuğu çileğe baktı ve anlamsızca gülümsedi.



-Neden yanıma alayım ki, yerim daha iyi! Dedi ve kahkaha attı.
Bütün çocuklar da ona katılıp güldüler ve meyvelerinden birer ısırık aldılar. Güney onları engellemek istedi ancak onun da hoşuna gitti ve o da meyvesinden bir ısırık aldı.
Gece herkes yattıktan sonra Güney ve Ya-fi hala yatmamışlardı. Güney biraz endişeli duruyordu. Ya-fi dolunaydan parlayan denizin en uzağına baktı.
-Yarın buradan nasıl kurtulacağımızı bilmediğini düşünüyorsun, değil mi?
Güney ona şaşkın bakışlarla baktı.
-Evet, tam bunu düşünüyordum. Ama bunu nasıl bildin?
-Adanın ilk gününde o suya ben de ayaklarımı sokmuştum, burada deniz neden durgun biliyor musun?
-Evet…
-Ben de öyle düşünmüştüm.
Güney gözlerindeki üzüntüyle başını lagüne doğru çevirdi.
-Burada biri ölmüş…



Gecenin karanlığında su sesi geldi Güney’in kulağına. Ya-fi dahil herkes yarınki macera için derin uykuda güç topluyorlardı. Güney Lagünde ayaklarını bütün erdemiyle suya salmıştı. Sese doğru baktı. Bir an gülümsedi. Set’in yanındaki çocuk ağacın dibine işiyordu.



-Bakar mısın? Dedi geceyi yırtan bir sesle.



Ağacın dibindeki çocuk hemen toparladı üstünü. Güney’e döndü ve masum yüzünü gösterdi. Gecenin yanılgısında Güney sanki kendi yüzünü gördü, çünkü çocuk Güney’e çok benziyordu. Lagüne doğru yürüdü.



-Adın nedir? Dedi Güney.
-Kuzey… Dedi ürkek bir sesle.
Beş yaşlarında olan bu çocuğun üzerinde ince bir hırka dikkat çekecek kadar güzeldi. Kahverengi ayakkabıları vardı. Ayağına dolanmış renkli ipler ilginçti. Güney hep çok zayıf güçsüz olduğunu düşünse de bu çocuk ondan daha çelimsiz bir görünüşe sahipti.



-Set nerede, yoksa onu bıraktın mı? Dedi Güney.
-Evet…O bana çok kötü davrandı. Ormandan o büyük dağa gittik ve canavarın yaşadığı yere kadar tırmandık.
-Eee canavarı bulabildiniz mi? Dedi Güney dalga geçip.
-Orada canavar falan yok, bu sadece çocukları korkutmak için yapmış olduğu bir kandırmaca.
Güney ilginç bir tavırla sordu.
-Peki ne var orada, ne yani?
-Paraşütle uçaktan atlamış pilot, sonra oradaki dallara takılmış. Set ona meyve götürüyor ama gece boyunca canavar varmış gibi hareket etmesi şart, yoksa meyve vermiyor ona.
-Pilot yaşıyor!…Dedi Güney umutlu.
-Ne önemi var ki, pilotun bize yardım etmesi için önce onu kurtarmalıyız. Ayrıca yine de bu işimize yaramayacaktır, çünkü bir uçak yok.
-Ayağındaki renkli ipler paraşütten, değil mi?
Kuzey başıyla onayladı.
-Uçağı bulsak bile, çalışabilmesi imkansız…Dedi Güney sanki bulmuşçasına.
-Yoksa buldun mu, nerede?
-Hayır aramadım, çünkü buna gerek duymadım. Bulsak bile bize bir yararı olmayacaktır.
-Bunu nasıl bilebilirsin, bence aramalıyız.
-Hayır aramakla vakit harcamayacağız…Dedi Güney ve başını suyun içinde olan ayaklarına indirdi.
Kuzey barakaya doğru baktı ve ateşin söndüğü alanı süzdü.
-Bir planın olmalı, değil mi? Yoksa onları bu kadar umutlandırmazdın?
-Önceden yapılmış, hazırlanmış bir plana hiç gerek duymadım bugüne kadar ve duymayacağım, çünkü ömür dediğimiz şey bir saniyedir: Bir an diğerini doğurur. Nedir ölçüsü hayatın?Hangi ölçüyü kullanırız? Geniş’ler, uzun’lar, az’lar, çok’lar…Büyüyünce bakarsın bir arkadaşın eksilir, ama sen üzülme her anne bir diğerini doğurabilir. Bu yüzden yarın ne olacağını asla bilemeyiz, sadece hissedebiliriz ve ben bütün kalbimle hissediyorum:Yarın buradan gideceğiz. Eğer sen de bana inanıyorsan, bize yardım edebilirsin. Şimdi barakaya git ve orada dinlen, yarın ihtiyacın olacak.
Kuzey bu konuşmayı lagünden barakaya varana değin düşündü. Kendine bir yer buldu ve uykuya kısa sürede daldı.



Ilık bir sabahta ilk uyanan Kuzey oldu. Barakadan çıkarak kumsala indi ve deniz suyunda yüzünü yıkadı.
-Hey sen de kimsin, dün burada değildin? Dedi Ya-fi.
Kuzey iki avucuyla yine yüzüne su çarptı.
-Dün geldim, size yardım için…
-Biz kimseden yardım istemiyoruz, hem seni şimdi hatırladım. Set’in yanındaydın. Şimdi casusluk için mi buradasın?
-Hayır ben dün ondan ayrıldım… Dedi yüzüne su çarparak.
Güney lagünden kalktı ve barakanın yakınına doğru gitti. Diğer çocuklar bu sırada uyandılar. Sabahın geç bir vaktiydi ve güneş çoktan tepeye doğru yükselişine başlamıştı. Ateşin etrafında kalan geyik kemikleri mucizevi bir şekilde yok olmuştu. Ateşin üzerine beyaz köpüklerle deniz suyu geldi ve kumsalı tertemiz bir halde bırakıp geri çekildi. Bu büyük bir dikkatle izleyen Güney konuştu.
-Bugün gidiyoruz.
Onun sesini cadılar gibi ince bir sesle bir kuş yankıladı. Mavi ve kırmızı tüyleriyle Güney’in tepesinden uzun büyük kanatlarını yavaş ve geniş kavislerle çırparak geçti.
-Onun adı Anka…Dedi Ya-fi’ye dönerek.
Ya-fi, Güney’in ne demek istediğini anladı ve bir lidermiş gibi konuştu.
-Arkadaşlar! Buradan kurtulmak için oradaki dağa tırmanmamız gerekiyor. Sonra da bu kuşlara binip buradan gidebiliriz…Dedi sevinçle.
Bu sırada şişman çocuk öne çıkıp çaresizce sordu.
-Peki canavar ne olacak? Dedi.
Birkaç çocuk da ona katılmış gibi kafalarını salladılar.
Ya-fi dudaklarını burktu ve sustu. Güney’e baktı, çünkü cevaplar hep ondan gelirdi.
Güney yine olduğu yerde durarak konuştu.
-Kuzey size bir şeyler söyleyecekmiş, ya da yanlış bildiğinizi doğrulayacakmış.
Dedi Kuzey’e dönerek.
Kuzey dün konuştuklarını hatırladı.
-Arkadaşlar, Set’le birlikte size yalan söyledik. Orada canavar falan yok!
Şişman çocuk, ötekiler adına yine konuştu.
-Peki ne var orada? Biz buradan bir şeyler görüyoruz ama…Nedir?
Kuzey başını önüne eğdi.
-Bizim uçağımızın pilotu paraşütle atlamış, kurtulmuş ama ağaçlara takılı. Sizi korkutmak için Set yalan söyledi. Bana da söylemem için yemin ettirdi. O dağa en kısa gidiş yolunu biliyorum, sizi götürebilirim.
-Yalan söylüyorsun! Dedi Ya-fi öfkeyle.
-Hayır!…Diyerek sözünü kesti Güney.
-Kendisini bize affettirmesi lazım ve bu yüzden bizi götürecek, değil mi Kuzey? Dedi Güney.
-Evet…Diyerek ekledi.
Ormanın geniş yapraklı bitkilerini ikiye ayırarak ilerliyorlardı. En önde Kuzey yürüyordu. Onu arkasından tek sıra halinde, Ya-fi, Güney, şişman çocuk ve diğerleri takip ediyorlardı. Şişman çocuk küçük böceklerden dolayı kaşınıp duruyordu. Ya-fi elindeki sopayla dalları aralayıp arasından geçiyordu. Kuzey çelimsiz olmasına rağmen en önde giderken bile bazen arayı çok açıp gözden kayboluyordu. Güney yorgunluktan dolayı hiç konuşmuyordu. Yüzü sapsarı olmuş, alnından hafif hafif terlemişti. Güney birden bir kayanın tepesine çıktı ve batıya doğru baktı. Güneşi, denizin üzerinden hiç batarken görmedi. Şimdi bu kayanın üzerinden, ağaç dallarının arasından, rahatça bu manzaranın keyfini sürdü. Ötekiler biraz ileride dinlenmek için durdular.
Ya-fi, Güney’in yanına gitti.
-Hani, hala dağın yamacına bile gelemedik? Diye fısıldadı.
Güney bu manzarayı izlerken konuşmak istemedi. İki çocuk güneşin batışını izlediler.
Güney kayanın tepesinden atladı ve Ya-fi’ye gecikmiş olan cevabını verdi.
-Zamanı gelecektir.
Diğerlerine dönerek konuştu.
-Burada biraz dinlenelim, hava kararmadan dağın tepesinde olacağız. Dedi.
Çocuklar zaten oturuyorlardı ve kalkacak halleri yoktu. Kuzey geri geldi.
-Arkadaşlar! Hadi çok az yolumuz kaldı. Dedi.
Hepsini tek tek yerden kaldırdı. Şişman çocuk biraz dirense de o da kalkmak zorunda kaldı. Güney ve Ya-fi de ayaklandı. Yürümeye devam ettiler. Bu sırada Set onları çalıların arkasından gizlice takip ediyordu.
On dakika kadar daha yürüdükten sonra Güney yorgunluğunu tekrar hissetti ve yavaşlayıp geride kalmaya başladı. Güney herkesin arkasından yürüyordu artık. Bir an durdu ve soluk aldı. O sırada çalıların arasından Set kendini gösterdi.
-Yoruldun mu, hı? Dedi.
Güney sadece anlamsızca baktı ve sustu.
-Biliyor musun, aslında birbirimize benziyoruz. Sen de amaçların için ölümü göze alırsın, ben de, değil mi?
Güney kalbini tuttu. Soluk alması bir süre sonra düzene girecekti.
-Amaçlarımın içinde asla ölüm olmadı. Dedi, zayıf bir sesle.



O sırada gümüşten geyik tekrar göründü ağaçların arasından ve Güney’in yanına geldi. Güney önce biraz korkarak ona dokundu ve başını okşadı. Set bu geyikten korkmuş olacak ki hızla çalıların arasına girip uzaklaştı. Güney geyiğin sırtına binerek ötekilere yetişti. Diğerleri geyiği görmeden yürümek için indi. Tekrar başını okşadı ve teşekkür etti.
Kuzey dağın yamacını işaret etti. Herkes tırmanmadan önce dinlenmek için oturdu.
-Yukarıya çıkmamız ne kadar sürer? Dedi Ya-fi, Kuzey’e dönerek.
-Bir saat…
-Ama benim saatim yok…
-Üzgünüm, o zaman içinden Üç bin altı yüze kadar say.



Güney adanın bu tarafını daha önce hiç görmemişti, ama hayalindekinden daha güzel olduğu kesindi.



Kuzey önden, ötekiler arkasından tırmanmaya başladılar. Dağın yamacı yokuş değildi ama git-gide dikleşmeye başladı. Çocuklar tek sıra halinde yavaşça tırmanmaya başladılar. Ya-fi’nin arkasından Güney, onun ardından ise şişman çocuk geliyordu. Dağ iyice dikleşti. Çıkmak oldukça zorlaştı. Çocuklar yorgun olsalar da eve dönmek için canla başla tırmanıyorlardı. Granit dağın üstünde karınca kadar küçüktüler.
Kuzey en önden bağırdı.
-Kuşların yuvası şu tarafta!
-Hangi tarafta? Dedi Ya-fi.
-İşte baksana, orada!
Ya-fi o tarafa baktı, gözlerini ovuşturdu.
-Ne kadar büyük ya!
Kuzey konuşmasını kararlı bir şekilde sürdürdü.
-Ama önce arkadaşlar, pilotu kurtarmalıyız.
-Hayır bu kuşları ilk günde görmüştüm. Belki yiyecek bulmak için bugün gidebilirler. Zaman kaybetmeden hemen yuvaya gitmeliyiz. Dedi Ya-fi.



-Şimdi susun, oraya bakın… Diye söze karıştı Güney.
Anka kuşu yuvasına kondu ve kanatlarını kendine doğru çekerek kapattı. Yuvadaki yavrularını besledi. Çocuklar bu manzarayı hayranlıkla izlediler.



-Bunu hep hayal etmiştim… diye fısıldadı kendine.



Güney Simurg’u açarak bir şeyler yazdı. Sanki o anın fotoğrafını çekermiş gibiydi. O anı unutmak istemiyordu. Defteri kapattı ve cebinin derinliklerine kadar indirdi.



-Önce kuşun üstüne binmeliyiz, sonrasını bana bırakın. Dedi Güney.
-Kuşun üstüne nasıl bineceğiz, bu korkunç bir şey? Dedi şişman çocuk.
-Hayır tehlikeli değil…Dedi Güney
-Bu kuş bizi yaralayabilir…
Güney sustu ve konuşmadı.



Kuzey’in yanına giderek renkli ipi istedi. Kuzey de ayak bileğine sardığı ipi bir ucundan çekerek çıkardı. Güney’e doğru uzattı. Güney ipi aldı ve bir ucunda kovboyların atları yakalamak için yaptığı gibi kement düğümü attı. Sonra arkadaşlarına sessiz olmaları için işaret etti. Kuşun yuvasına yaklaştı ve kuşun büyüklüğüne şaşarak bağırdı.



-Ooo!!



Kuş ona doğru baktı ve Güney elindeki kemendi başına fırlatıp iyice sıktı. Kuş bu sırada ürkerek Güney’i bir o yana bir bu yana sallamaya başladı. Güney ipe sımsıkı tutunmuştu ve bu durumda gücü birazdan bitecekti. İyice yorulmaya başlamıştı ki Ya-fi kuşu tuttu. Ama onun da gücü yetmedi. Öteki çocuklar da koştular ve kuşu sakinleşinceye kadar sımsıkı tutmaya çalıştılar. Neyse ki kuş fazla sürmeden sakinleşti. Güney iple kuşun boynuna tırmandı, diğer çocuklarında binebilmesi için kuşa talimat verdi. Kuşla sanki konuşuyordu ve onun boynunu arada bir sıvazlıyordu. Öteki çocuklar da binince Güney kuşu kaldırmak için konuştu.



-İleri!!!
-Ama pilot ne olacak? Dedi Kuzey.
-Merak etme daha yerimiz var.
Kuş bir hareketle kendini ileri itti ve havalandı. Güney kuşun boynuna bağladığı iple onu gitmek istediği tarafa çekiyordu.
-Gökyüzünde uçuyoruz! Dedi Güney.
-Evet!!…
-Kocaman bir kuşun üstündeyiz!
-Yuppi!
-İstediğimiz yere Gidebiliriz! Dedi Ya-fi.
-Ama önce pilotu… Diye konuştu Kuzey.
Pilot hala kayalıklarda sallanmaktaydı.






-Artık sana ihtiyacım kalmadı, pis herif! Senin için buraya kadar meyve çıkaramam artık.
Açlıktan öleceğine yere düşüp ölmen daha kolay değil mi? Dedi Set, pilota bakarak.
-Hayır!…Yapma ölmek istemiyorum! Dedi Pilot, bağırarak.
-Ne yapmamı istiyorsun benden, seni yukarı çekemem, çünkü sen büyüksün burada küçükler var. Sigara içmeme de izin vermezsin! Dedi Set ve boğazı yırtılırcasına öksürdü.
-Baksana sigara seni öksürtüyor, sen hala…
-Kapa çeneni!!!Dedi ve ipleri taşla koparmaya çalıştı.
-Hayır, yapma, hayır…!
Cadılar gibi bir çığlık geldi ve Anka kuşunun gölgesi pilotun üstüne düştü. Set kafasını kaldırdı, yüzünde büyük bir öfkeyle, kuşun üzerindeki çocuklara bağırdı.
-Defolun buradan, burası benim adam!!!…



Pilotun iplerini kesmeye devam etti. Çoğunu kesmişti zaten, ipler dayanamadı ve çıtırtıyla aniden koptu. Pilot granit dağdan düşüyordu ama Güney bunu çok önceden fark etmişti ve kuşu o tarafa yöneltmişti bile. Pilotu havada yakaladılar. Set öylece bakakaldı. Artık hiçbir şey söylememek üzere sustu.



-Set bu ada artık bütünüyle senindir!…Dedi şişman çocuk ve güldü.



Kuşun üzerindeki çocuklar mutluydu. Artık eve dönüp, ailelerinin yanında olacaklardı. Hepsi birbirlerine tebessüm ediyorlardı. Güney’in arkasında Ya-fi kararmak üzere olan gecede denizin tekrar nasıl normale döndüğünü fark edebiliyordu. Şişman çocuk herkesten sakladığı kavunu çıkarıp şapurta şapurta yemeye başladı. Herkesin ona baktığını fark etti ve sonra bölerek dağıttı. Kuzey’in masum suratında heyecan vardı. Güney, kuşun iplerini pilota doğru uzattı.



-Hayatında hiç bunun kadar güzel bir şeyle uçtun mu? Dedi.
Pilot heyecanlandı ve hayır dercesine gözlerini iyice açtı. Güney ipleri pilota bırakıp, kuşun biraz daha kuyruğuna doğru gitti. Orada adanın en son haline tepeden baktı.
-Geçmişine bakmak, yaşayacaklarını etkiler mi? Diye sordu Kuzey.
-Sanırım…Etkiler. Dedi Güney.
-Ben de öyle düşünmüştüm. Dedi ve Güney’e tebessüm etti.
Güney elini cebine attı ve Simurg defterini çıkardı. Bilinmeyen yöne doğru giderken defterin son yapraklarından birine şunu yazdı:
…ve rüzgar bizi uçurdu!



Halil Sercan Tunalı 22.05.2003 22:13:52







Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


H.Sercan Tunalı kimdir?

'Elimde değildi, ben de yazdım' diyebilmek için yazabilsem. .

Etkilendiği Yazarlar:
Bilge Karasu, Rainer Maria Rilke...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © H.Sercan Tunalı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.