Tüm insanlık bir tutkudur; tutku olmadan din, tarih, romanlar, sanat, hepsi etkisiz olurdu. -Balzac |
|
||||||||||
|
düşünüyorum da ne kadar çok yitirmiş ve ne kadar çok bulmuşum seni... Bir sen özgürlüğü seçmişsin bir ben... Bir ben alışmaktan korkmuş ve kaçmışım bir sen... Hiç sıkılmadan ne kadar uzun yıllar oynayabilmişiz bu oyunu... Mutluluğa gösteremediğimiz tüm sabırlarımızı tüketivermişiz hüzünlerimiz uğruna... Birbirimize karşı işlediğimiz ihanet suçlarının hiçbirini işlememişiz bu oyuna karşı... Hep yarım kalmış ve hep devam etmiş hikayemiz... Hep devam etmiş akrep ve yelkovanın hikayesi... ...... Bir erkeği anlatır yelkovan... Hep, bir yerlere veya bir şeylere geç kalmak üzereymiş gibi koşuşturan, hep, günlük bile değil “saatlik” yaşayan bir erkeği... Gözü sadece önündeki yaşanmamışlardadır, geçmişte kalanları silip atmaya çalışır sadece... O, akrep gibi değildir... Akrep, tüm hayatı küçük ve sevimli bir kaplumbağa gibi yavaş yavaş yaşar... Her anı değerlidir... O bir nefes aldığında, bir adım attığında çok insan için bir sevişme başlayıp bitmiş olur belki ama o, her şeye rağmen doğru erkeği bekleyen bir kadındır... Her hangi bir saatin içinde kesişir yolları... Bir süre aynı odanın içinde birbirlerinden habersiz yaşarlar belki... Ama er ya da geç tanışma vakti gelir ve (Havva’nın Adem’den başka seçeneği olmadığını anladığında yaptığı gibi ) aşık olur akrep, erkeğe... Yelkovanın da çok zamanını almaz (Adem’in yalnız kalmamanın nasıl bir şey olduğunu öğrenebilmek için Havva’yı istemesi gibi) kadınına aşık olması... Geçmişin bugüne bıraktığı en değişmez ve en katı kurallı oyunudur aşk ve oynarlar bu oyunu tüm alışıldık kurallarıyla... Tek vücutlardır artık... “Saat on iki olmuş”, der insanlardan biri diğerine, artık uyku vakti geldi...” ” Anne saat altı buçuk, pembe dizin başlamış...” Sessiz sedasız sürer aşkları, hayatın zamana endekslenmiş tüm sıradanlıklarına inat... Sonra her aşkta olduğu gibi onların da sıradanlaşır hayatları... Heyecanlar yerlerini alışmışlıklara bırakırlar... Ve aşkın en acımasız kuralı gösterir kendini saklandığı yerden... Zaman eskitir sevgileri... Adam, arkasına bile bakmadan çeker gider ve yalnız bırakır akrebi uçsuz bucaksız gibi görünen kapkaranlık bir gecenin orta yerinde... Kadın ağlar, mendiller tükenir... Kadın aşktan nefret eder, sözler verir kendi kendine gelecekte yapmayacaklarına dair, kapılarda bırakılmışlığın verdiği kimsesiz öfkelerini kusarak... Akrep bir daha kimseye güvenmeyeceğini söyler defalarca benliğine... Uçlarda yaşamaya başlar... Ya ağlar saatlerce ya da gülmeye başlar birden olur olmaz her şeye... Ya yemeğe verir kendini, bir zamanlar yelkovanına daha akrepsi görünebilmek için savaş verdiği tüm rejimlere inat, ya da bir lokma geçmez, erkeğin giderken bıraktığı sözlerin saplanıp kaldığı boğazından... Ya insanlardan nefret etmeye başlar ya da aşık olur önüne ilk çıkan yelkovana... Kadınının “ne olur gitme”lerine tıkamıştır kulaklarını yelkovan... Akrebe yapamadığı açıklamalar ardı ardına geçer aklından... “Aşk heyecandır, aşk dokunmaktır, hem doktorlar ne diyor en uzun aşk bile üç yıl sürermiş...” Daha güçlü görünmek için söylenen bu zehirli yalanlar, içindeki tüm acıma yetilerini de alır erkeğin... Geriye dönüş yolunu tıkamıştır çoktan yeni heyecanlara koşma isteği... Yelkovan için, kadınının aksine, tek bir seçenek vardır... Önüne çıkan ilk akrebe boyun eğecek, ilk heyecanın, ilk duygusuz sevişmenin adını aşk koyacaktır... Aynı saatin içinde dönüp dolaşan her akrep ve her yelkovanın kaderleri, saatlerle ölçülen zamana göre bir saat, aşka göre ise birkaç yabancı sevişme sonrasında tekrar kesişir çünkü bazı insanlar sadece birbirleri için yaratılmıştır... Köşeden dönüverir birden erkek, göz göze gelirler... O an hiçbir yazarın kaleme alamayacağı kadar çok düşünce, hiçbir kalp çarpmasının hissedilemeyeceği kadar bir hızda geçer gider akıllarından... Sonra birden bir “merhaba” dökülüverir birinin dudaklarından... Kimin söylediği önemli değildir o an, tek düşündükleri birbirlerine hala eskisi kadar “tanıdık” olduklarıdır... Birden birleşiverir bedenleri... Meğer ne kadar sıcakmış o hala, ne kadar özlemişlermiş meğer birbirlerini... Aynı saatin içinde biten her aşk, saatlerle ölçülen zamana göre bir saat, aşka göre ise birkaç yabancı sevişme sonrasında tekrar başlar çünkü bazı insanlar sadece birbirleri için yaratılmıştır... Zaman hiçbir acıyı unutturamaz belki, ama, o an her şeye rağmen mutlu oldukları gerçeğini görebilecekleri kadar eskitir... Yeniden birlikte olabilmek o kadar güzeldir ki... O kadar güzeldir ki unutulmaya yüz tutmuş tüm sevmeleri yeniden hatırlamak, yeniden aynı şarkıları beraber dinleyebilmek ve kitaplıklarında hala aynı kitapların olduğunu fark etmek... Mutludurlar... Çünkü güzel olan hiçbir şeyin değişmediğini görmeye çalışmak, başarısız olana dek, aşkın en zevkli ve en mutlu oyunudur... Ama aynı saatin içinde yeniden başlayan her aşk, saatlerle ölçülen zamana göre bir dakika, aşka göre ise birçok duygulu sevişme sonrasında tekrar biter çünkü bazı acılar sadece, aynı insanların mutlaka tekrar yaşamaları için yaratılmıştır... Zaman hiçbir seviyi unutturamaz belki, ama sadece; eski acıların ölmediğini, yalnızca halının altına aceleyle atılıverdiğini ve her an hatırlanmaya hazır olduğunu gördükleri ana kadar güzel kalmasına izin verir... Yeniden acıtılmak o kadar kötüdür ki... O kadar kötüdür ki unutulmaya yüz tutmuş tüm kavgaları yeniden yapmak, hayatlarındaki her şeye yeniden alışmak... Mutsuzdurlar... Çünkü halının altına aceleyle atılan hiçbir acının yok olmadığını görmek ve tüm alışmışlıklara yeniden “merhaba” demek aşkın en acıtan oyunudur... Her şey sıralı ve kurallı bir döngü içinde devam eder... Tekrar başlar aşklar, yeniden biter ama akrep ve yelkovanın hikayesi aşka dair bitmeyecek tek hikayedir; zaman, bir gün saat tam on ikiyi gösterdiğinde durmadıkça... ...... Karanlık bir geceden geriye dönüp baktığımda düşünüyorum da ne kadar çok yitirmiş ve ne kadar çok bulmuşum seni... Bir sen özgürlüğü seçmişsin bir ben... Bir ben alışmaktan korkmuş ve kaçmışım bir sen... Hiç sıkılmadan ne kadar uzun yıllar oynayabilmişiz bu akrep ve yelkovan oyununu... Şimdi sonu gelmeli bu oyunun... İkimiz de sıkılmadık mı geçmişten kalma öykülerimiz yüzünden yarına bakamamaktan... Şimdi bitirmelisin bu oyunu... Ya bekle zamanın duracağı günü bu sonu gelmeyen ayrılık ve kavuşmalarla, ya da çıkar bu saatin pillerini saat tam on ikiyi vurduğunda...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ibrahim koçyiğit, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |