Her devrim yokolup gidiyor ve peşinden yalnızca yeni bir bürokrasinin artıklarını bırakıyor. -Kafka |
|
||||||||||
|
Ağustos ayının bunaltıcı akşamlarından biri. Her zamanki gibi, kocasının gösterdiği kapıdan, kucağında bebeği, elinde büyükçe bir çanta evden ayrıldı. Çok öfkeliydi. Sert ama kararlı adımlarla gidiyordu bu defa. Biliyordu; yine onları çok üzecekti. Bu kaçıncıydı ? Sayamadı. Aslında o terk etmiyordu evini; kocası en küçük tartışmalarında, “beğenmeyene işte yol.” diyerek giriş kapısını gösterir, Seda’da kırılın onuruyla eşyalarını toparlar gece bile olsa çıkar giderdi. Kocası , bir gün olsun gitmesine engel olmadı. Hani, “Bu saatte ne gidiyorsun; gitme kal.” dese kalırdı. Evi terk edişi ailesini çok üzüyordu. “Keşke hata bende olsa” derdi her defasında Seda. “Suçlu olsam ondan mutlaka özür dilerdim. “ Kocasını sevdiğinden değil, çok sevdiği ailesini artık üzmek istemeyişinden yapardı bunu.. Hoş, evi terk etmesi kocasının işine öyle geliyordu ki, keyiften uçuyordu. Bütün huzursuzluğu sırf yalnız yaşayıp, sorumluluktan kurtulmak için değil miydi? Ne karısına ne de çocuğuna birazcık olsun sevgisi yoktu. Bencilliğinden, ve tuhaf davranışlarından çevresinde de kimse olmazdı.. Ara sıra birinden söz eder, “Ne iyi adam. “ der, çok geçmeden aynı adam için“dengesizin biriymiş” derdi. Kısacası tuttuğu oruçla bayramı yapmayanlardandı. İlk gördüğü kişi hakkında ön yargılı olur, arkasından “Ukalanın biriymiş; dedim sana.” der, onunla ilişkisini hemen keserdi. Dünyadaki tek dürüst kendiydi. Seda yalnızlıktan, kocasının kendini beğenmişliğinden bıkmıştı bıkmasına da bunları yine hiç sorun etmiyordu. Paragöz bir adam oluşu bütün huylarının önünde koşar adımlarla ilerliyordu. Bu akşam işten her nasılsa erken gelmiş,orayı burayı her zamanki huysuzluğuyla deşmeye çalışmıştı. Erken gelmesini hiç istemezdi; erken gelmesi demek o akşamın zehir olması demekti Seda için. Bu akşam bir şey bulamamış çocuğa süt almasına bağırıp çağırmıştı. Daha önce yine kızmıştı Seda’ya çocuğa her gün süt aldığı için. Ama Seda kocasının bu tür saçmalıklarına aldırış etmiyordu. Gereken ne ise onu yapmak zorunda olduğunu defalarca söylemişti . Cebinden kuruş çıksa, içi giderdi kocasının. Ev ihtiyaçları için ne zaman para istese cevabı hazırdı.”Param yok” Hiç parası olmadı. Aslınsa elbette paralıydı ama karısına “Yok” derdi. Her para istediğinde adamın beynine cinler çıkardı. Evde kırık dökük yerler olduğu gibi kalır, zavallı(!) adamın parası olmazdı ki yaptırsın, elektrik, su , telefon gibi zorunlu ödemeleri bile uyarı gelmeden yada kesinti olmadan asla ödeme yapmaz, ocağın tüpü biter tüp alacak para bırakmaz, günlerce ocak tüpsüz kalır evde bir bebek olduğunu bile umursamazdı. Böyle zamanlarda kocası işe gider gitmez o da ailesinin yanında alırdı soluğu. Akşamları kocası da gelir, yer, içer, öylece dönerlerdi evlerine. Utanmaz adamdı; böyle olmasa evine tüp almayıp kayınvalidesinde yemek yer miydi?. Seda utancından yerin dibine girer, bazen kocası lehine yalanlar bile söylerdi. Bu adam kendini yalancı da yapmıştı. Her şey bir yana , çocuğuna süt almasına çıkardığı rezalete ne demeli? Çok zaman evin zorunlu ihtiyaçları için bile para bırakmaz, arada sırada bıraktığı paranın akşam hesabını sorar hoşuna gitmeyen bir yere harcama yapmışsa –ki, harcanan her para kendi için boşa gitmiştir.- Seda’yı müsriflikle suçlar, karşılıklı ağız tartışması sonunda yine gösterilen kapıdan çıkıp giderdi. Oğlu taze içsin diye her gün sadece yarım litre süt alıyordu sütçüden. Oğluna sabah akşam bir bardak içirince kocası geldiğinde sütten eser kalmamış oluyordu. Aksilik bu ya; bu akşam erken geleceği tutmuştu. Çocuk süt isteyince korkuyla kalktı, sütü ısıtıp çocuğuna içirdi. Çocuk anlasa, gizli içirecekti ama daha iki yaşındaydı. Ne söz anlardı ne gizlilik. Çocuk sadece sütünü bilirdi. Yine de oğlunu alıp mutfakta içirdi sessiz sessiz; Karısının bir şeyler çevirdiğini anlamış olacak ki, o da arkalarından mutfağa geldi. İşte kıyamet o zaman koptu. “Sen ne laf anlamaz kadınsın; sana kaç defa dedim her gün süt alınmayacak diye.” “Ama çocuk her gün süt içmek zorunda. Ben aç kalırım onu sütsüz bırakmam.” “İyi öyleyse bundan sonra sende çocuğunda aç kalın o zaman. “Çocuk her gün süt içmeliymiş. Amanda ne bilirmiş. Ben de verdiğim para nereye gidiyor diyorum. Bundan sonra haftada ikiden fazla süt müt yok anladın mı?” Çocuk annesinin kucağında olanlardan etkilenmiş avazının çıktığınca ağlıyor, Seda hem bebeğini susturmaya çalışıyor hem de kocasıyla tartışıyordu. Yine tartışmanın sonuna gelmişlerdi. Kocası öfkeden tükrük saça saça, işaret parmağını neredeyse karısının gözüne sokacak yakınlıkta sallayarak, “Benle evli olduğun sürece bana boyun eğeceksin; ananın babanın evi değil burası har vurup harman savurasın. Yani ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin. Beni böyle kabul edersen et; etmezsen işte kapı sayın hanım evladı.” Zaten duracak değildi. Alil acele hazırlandı çarptı kapıyı çıktı. Gün iyice kararmıştı. Yol kenarlarında ışık saçmaya çalışan yorgun sokak lambaları, kaldırıma ulaşıncaya kadar bitap bir halde tükenmiş oluyordu çoktan. Kimi yerlerde sökülmüş kaldırım taşlarının çukur kalmış bölümlerine tökezleyerek, loş bir aydınlık içinde gözlerinden akan yaşlarla ilerliyordu. Başka zaman olsa bu çukurlara tökezler miydi? Gözü kapalı yürürdü bu kaldırımları da yine bir çukura, bir tümseğe takılmazdı ayağı. Taşların nerelerde sökülmüş olduğunu artık iyice belleğine yerleştirmişti. Şimdi taşları düşünecek zamanında değildi. Öfkeyle karışık üzüntüsünden, belli aralıkla dikilmiş turunç ağaçlarının dallarına çarpıyor, sert dalların çarptığı yerlerde kanayacak çizikler oluşturduğunu bile fark etmiyordu. Durdu; soluğu kesilecek gibiydi. Çevresine bakındı, yürüyüşe çıkanlar yavaş yavaş azalmış, tek tük işlerinden geç geldikleri belli bir iki kişi birbirlerinden habersiz, aynı amaçla tempolu yürüyorlar. “Bunların dertleri var mıdır? “diye düşündü iç geçirerek. Olduğu yerden daha uzağa, kendi apartmanlarının olduğu yöne baktı. Durduğu yerden apartmanları gayet net görünüyordu. Çünkü henüz buralardaki bağlık alanları bozup taş duvarlarla doldurmamışlardı. Oturma odalarının yanan lambasını gördü, içi burkuldu. Kocası şimdi kanepeye uzanmış, bir elinde birası, diğerinde sigarası televizyonun karşısında özgür olmanın mutluluğunu kutluyordu. Az önce o evde olanlardan kimselerin haberi olmamıştı. Işık yanan yüzlerce pencerelere baktı, “Kim bilir bu pencerelerin ardında neler oluyor?”diye düşündü. Dışardan mutlu bir yuva görüntüleyen bu sahte ışıklar, nice karanlık günlere gebedir bilinmez. Bilinçsizce oğlunun sorularını yanıtlıyordu düşünce yumağının içinde. Ne dediğini anlıyor ne de verdiği yanıtı biliyordu. Donuk, nemli gözlerle oğlunu tekrar kucakladı, bağrına sımsıkı bastırarak yolun kalanını yürümeye koyuldu; öfkeli ve kararlı adımlarla. Nihayet, defalarca aynı pozisyonda geldiği kapıya ulaştı. Seda’ya kapıyı açtıklarında, bu anları çok yaşamanın sakinliği içinde güler yüzle karşıladılar onu. Çocuğu babası aldı kucağından, çantayı olduğu yere bıraktı. Hıçkırıklar içinde annesine sarıldı; “N’olur beni hiç bırakmayın!” diyordu. RAHİME İDİGUK KUTVAL 2004-02-26
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Rahime idiguk Kutval, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |