• İzEdebiyat > Öykü > Toplumcu |
1
|
|
|
|
Ahmet’in suratı, yukarı doğru çekilen kulaklarının acısıyla yamuk bir hâl almıştı. Öğretmen kulağını bıraktığında kulak memesine kadar kan oturmuştu. Tahtaya geçip arkadaşların karşısında mahcup bir halde önüne baktı. Öğretmen, “Bir daha sol elle yazmayacağım.” diye, tekrar etmesini istedi. Ahmet, mırıldayan sözlerle tekrar etti. Öğretmen, bunu beğenmedi. Bir kez daha hızlı tekrar etmesini istediğinde cılızca konuştu. Arka sıralarda bacak bacak üstüne atan öğretmen, sinirlendi. “Hızlı hızlı! Olmuyor böyle! Gür sesle bir daha söyle bakalım! Bir daha sol elle yazmayacağım!”
“Bir daha sol elle yazmayacağım!” |
|
2
|
|
|
|
Ne olursa olsun o çelik kelebeği, o akıl almaz gücü… bütün gücümle çakacağım gökyüzüne…hırsla değil…inatla değil.
Sadece yüreğimin isteğiyle, ruhumun açtığı cepheyle, ışık göstergeleriyle, kozmik bir azimle….
Saçların yıldızları ışıldasın…dilin…
|
|
3
|
|
|
|
Bu görevli neden insanların kötü şeyler yapmak için kullanabileceği şeyleri onlara sunuyordu? Bu işe neden girmişti, niye oradaydı? |
|
4
|
|
|
|
Bu işte en çok onlar sıkılıyordu. Onlar kim mi? Küçük masanın üstündeki gazeteler. Ne zaman bu iki kardeş mutfakta kahvaltı yapsalar, kahvaltı bittikten sonra gazeteleri kıvırıp çöpe atıyorlardı. İşte ondan sonra gazetelerin yok olma süreci başlıyordu... O büyük gazetenin magazin sayfasıydı bu gün altta kalan, ’’Altta kalanın canı çıksın misali.’’ canı çıkacaktı çıkmasına ama, çıkarken de bir işe yaramalıydı. Çöpe atıldıktan sonra en çok istediği şey, soğuktan titreyen bir çocuğun eline geçip, ateşe koşan pervaneler gibi yanıp kül olmak, kül olunca da bir işe yaramışlığın verdiği huzurdu. Gerçi külleri bile kainata dağılıp gidecekti, hiç bir şey hissetmeyecekti, ama işte o bir işe yarayacak olmak, yok mu? Ne güzeldi o... |
|
5
|
|
|
|
Her gün bahçede olsun, ev de ya da pencerede olsun fosur fosur sigara içer, sigara içmez adeta sigarayı yer. Çocuk aklımızla her gün o kadar sigarayı nasıl içer diye bizde şaşakalırız... O zaman daha çocukların bakkaldan sigara alma yasağı yok. Çağırır bizi, ’’Loçkaaaam şuradan bana bir yedi sekiz paket birinci sigarası alıver kuzum.’’ Biz de hiç ikiletmeyiz sigara alımını, hemen bir koşu zıplar, Fikret Bakkaldan alır geliriz. Bahşişimizi hiç eksik etmez, on kuruş, yirmi beş kuruş neyse elimize sayar... |
|
6
|
|
|
|
Yaklaşık 20 sene önce bir abimizin 5 yaşındaki oğlunu gece 3, 4 sularında apar topar acile götürmüştük… Minik Burağın ateşi bir hayli yüksekti. Yavrucuk yükselen ateş sebebiyle kusmaktan, kusmaya çalışmaktan bitap düşmüş, burnu ile nefes almakta zorlanır hale gelmişti. O pempecik yanakları sararıp solmuş, gözlerimizin içine yarı baygın bir şekilde bakıp duruyordu…
|
|
7
|
|
|
|
Üretim kurallarını anlatmaya başlamadan önce kuşların yağlanmasının önüne geçilmesi gerektiğini belirtmek isterim |
|
8
|
|
|
|
Yaşananlar bir gün anı olur.
Gün gelir şiir olur, öykü olur çıkar karşıma.. |
|
9
|
|
|
|
Hayallerimizi aldılar. Hiç değilse düşlerimizi, kişiliklerimizi, kırıntıları kalmış özgürlüğümüzü almalarına #HAYIR DİYELİM Mİ? |
|
10
|
|
|
|
“Öğrenmenin yaşı olmazmış ama, keşke bunları daha genç yaşlarda öğrenmiş olsaydım,” diye hayıflandım birkaç kez… |
|
11
|
|
|
|
Evi de yoktu. Sağlıksız, virane görünümlü, boyasız, sıvasız, rutubetli küçücük bir odada kalıyordu. Burası bir dükkândan bozma bir mekândı. Ev desen eve benzemiyor, dükkân desen dükkâna benzemiyordu.
Yalnızdı. Yapayalnız. Karısı, çocuğu, akrabası kimsesi yoktu. Bu yüzden gamsız, kedersiz, umarsız olmuştu. Beklediği, istediği hiçbir şey yoktu. Nasıl olsa ölecekti. Niye bu dünyayı kendine zehir edecekti? Bir döşek, bir yastık, bir battaniyesi vardı ya, kuş tüylü yatağı, yorganı olsa ne yapacaktı? |
|
12
|
|
|
|
Geçen mutfakta ki kaşıklar aralarında konuşuyorken şahit oldum. Birisi ’’Yahu bu Ahmet ağabey epeydir bizi eline almıyor, eskiden ne güzel onun bardağına girer şıkır şıkır sesler çıkartırdık, müşterilere de ikram ederlerdi, onlar da kaşıkları şakırdatırdı, ne güzel olurdu, bize de onlara da müzik gibi gelirdi.’’ |
|
13
|
|
|
|
Kara bibersiz ve pul bibersiz yemek mi; aman Allah etmesin. Kara biberde aslında kara değil ama, işte öyle koymuşlar adını, biraz hakiye kaçan bir rengi var. Pul biberin içinde de pul yok zaten. Ona kırmızı biberde derler, bir normali var bir de acısı var, sonrada isot diye acının katmerlisi var. Yandım Allah çektiren cinsinden... |
|
14
|
|
|
|
PTT’de öylesine bir gün işte… PTT, ne iş yapar diye sorarsanız. Mektup taşır. Telgrafınızı ulaştırır. |
|
15
|
|
|
|
Ülkemizde yaşanan makam, mevki düşkünlüğü ve bu makamlara gelebilmek için kimlere yüz suyu döküldüğü malum. Bu hikâyedeki Tâli Bey bir prototip.Nice nice Tâli Bey'ler kimlere nice taklalar atıyor... |
|
16
|
|
|
|
Bir ülke düşününüz, (AB Ülkesi) sizin ülkenizde cana ve mala zarar verici her türlü terörü destekleyerek, sizi Ermeni Soykırımı ile dahi suçlarken, size karşı şahsen, hiçbir haksızlık etmemiş olacak ve mahkemeleri ama sizi asla haksız olarak mahkum etmeyecek. Bu mümkün değil. Bunu mümkün sayan mantık ne yazık ki ancak ve sadece Türkiye’de vardır |
|
17
|
|
|
|
Şirk kelimesini herkes bilir, Allah'a ortak koşmak anlamına gelen Arapça bir kelimedir. Şirket kelimesi de oradan gelir ki o da ortaklık demektir... Bakalım nasıl oluyor bu ortaklık... |
|
18
|
|
|
|
Soruyorum soruyorum söylemiyor bir türlü maaşını... ''Oğlum kaç para maaş alacaksın?'' diyorum... Geçiştiriyor hep ''Vallahi daha tam belli değil baba.'' deyip kaçamak cevaplar veriyor... Nazar mı değer yahu? Ne olur söylesen kaç para maaş aldığını... Yok, la der illa demez... Korkma oğlum borç istemem senden... |
|
19
|
|
|
|
Emekli olunca bir sahil kasabasına yerleşecektim. Elde avuçta ne varsa satıp kendime bahçe içinde bir ev alacaktım. Çiçekler yetiştirecektim, birkaç ağaç mandalina, limon, portakal… Ağaçlar evin arka bahçesinde olacaktı. Güller ve mevsim çiçekleri denize bakan tarafta… |
|
20
|
|
|
|
Parlak bir dolunay ışıltısının bütün İstanbul'u aydınlattığı serin bir bahar gecesiydi. Boğazdan sokulan rüzgar, Haliç'in kendine has o ince yosun kokusunu bağrına sararak sürükleyip karşı tepelere kadar götürüyordu. Ve o gece, bütün İstanbul uykusuz, bütün İstanbul huzursuzdu sanki... |
|