Bir deliyle başederken, yapılacak en mantıklı şey normal rolü yapmak. -Herman Hesse |
|
||||||||||
|
Bana göre şiir, "oturup şiir yazmalıyım"; "yarına yetiştirmem gereken bir şiir var" gibi cümleleri diyebilen birinin yüreğinden çıkmıyor ve çıkmayacak. Çünkü şiirin bir aşk hali olduğuna inananlar, imgeler dünyasından kendilerine düşen kısmetin, “aşka sonu gelmez cümleler dizmek”le yeterli kalmayacağını hissedeceklerdir. Şiir evindeki tuğlalar arasında bir harç görevi gören imgeye şiirin kalbi dendiğini düşünürsek, bu kalbin her atışı onu çepeçevre saran aşktan başka ne olabilir? Ân’ın fotoğrafını çeken şairin, hayata dair olan bu karelerin tab işlemini yapması gereken zamanın gece olduğuna nasıl çarçabuk karar verebiliriz? Hem gece dediğimiz şeyin şiir için bir sükunet hali olduğunu da nasıl reddedebiliriz? Uykuyla uyanık olma arasında gezinen bir şey olduğu iddiasını taşıyamayacak kadar delişmen bir kimlik taşıyan şiir; bir yalnızlığın, bir aşkın, bir irfan sofrasına oturmanın ya da bir çıkmazda kalmanın kalb çarpıntısı hüviyetinde kendini resmeden şairle kelimeler ve anlamlar ikilemini doğurduğu, şiirin belirdiği ân için taşınabilir bir iddiadır. Şiir, konusu ne olursa olsun, yazılım aşaması büyük bir derinlik olan, kelimelerinin bir an önce şiir metninde yer almak için şairin kelime dünyasında yarış ettiği karmakarışık bir sükunet ve aynı zamanda bir çokseslilik hali olmalıdır ki bu mekanizmanın hem mimarı hem de amelesi olan şair, hem şiir üretebilsin hem de bunu yaparken ortaya koyduğunu şiirin olmazsa olmaz mihenklerinde değerlendirebilsin. Aslında şair bunların hepsini aynı zaman içinde yapabilir, değişik zamanlara da bölebilir, erteleyebilir, zamanın getirdiklerini de şiirin eteğine katabilir ve böylece şiirin anlam ve fonetik yelpazesini genişletebilir. Ancak burada ilk olarak beliren bir tehlikeden haberdar olmalıyız. Bu, şiirin ilk yazıldığı andaki derinliği kaybetme ve bir süre sonra “şiir bitmiyor” korkusu taşımamıza neden olan içteki çokseslilik hali karşısında dıştaki belirgin tekdüzeliğin kayboluşudur. Halbuki şairin “şiir bitmiyor” korkusunu taşıması “bugünün işini yarına bırakma” felsefesiyle tezattır. Bütün bir ömre hitap edecek olan ve sonrasında şairin anlam dünyasında bizi gezindirecek olan bir şiirin beş dakika içinde düşünülüp yazıldığını sananlar eşyanın hakikatine aykırı davrandıklarından bihaber olduklarını da düşünmeliler. İnsan psikolojisinde günün belli zamanlarının insanı bedensel ve zihinsel olarak etkiliyor olduğu aşikarlığında dinlek olan bir zihin şiir yazamaz. Çünkü şiir, biriken hayatla birlikte zihnin yorulan inişli çıkışlı şiir algılama grafiğinde zaten vardır. Sürekli hareket halinde olan ve bundan da fazla olarak yeni hareketleri ve algılayışları içinde barındıran bir bilinçten ortaya çıkan ve şairin işçiliğiyle yoğrulan şiir, zihinde ne kadar apayrı konularda olursa olsun şiir yorgunluğu altında ezilmek yerine o fazlalığı kendince üretime çevirmeyi amaçlar. Bu anlamda kaleme dökülmemiş dahi olsa yüz binlerce şiirden söz etmek mümkündür. Şiir zihni dinlenişe geçirme haliyken zaman şiirin yazılımında sükunet, sonrasında şiiri haykıran olmakta... Zihnin dinlenişe geçme provası ile zamanın bize sükunet deminden ân sunma cömertliği arasında şairin kelimelerin değerini verme niyetinin bir sonucudur şiir. İster gece ister gündüz... Düşünen ve düşünmek zorunda olan insanı bekleyen en büyük tehlike düşünme ve üretme yeteneğini faaliyete geçiremeyecek derecede aşırı dinlek bir zihni taşıyor oluşudur. Hatta hiç yorulmamış bir zihni... Aslına bakacak olursak esareti de burada başlıyor insanın. Hayata şiir gözüyle baktığımızda, nasıl ki hayattan zevk alabilmekteyiz aynı şekilde etrafımızdaki herşeyin şiir olduğu hakikatini de bir bilebilsek şiiri kağıda dökmeye de gerek kalmayacak kalbinizden ve dilinizden öte. Şair, sürekli açık tuttuğu şiir kapılarının eşiğinden hayata bakarken aslında sonu şiire varacak bütün birikimlere de geçiş hakkı tanımaktadır. Bu, “farkındalık” anlamındadır ve çoğu kimsenin görüp geçtiği fenomenlerin şairin açık tuttuğu ağında teker teker şiir olarak birikmesidir. Şair kimliğinde olanların tek farkı, bunu yansıtabilecek kabiliyete sahip olmalarıdır. Şairin ortaya çıkacak olan bir şiir için erken hareket etmesi, hatta mısraları erken bitirmesi şiir ve dolayısı ile şair için iyi bir kanaat sayılmamasından başka “ham meyveyi dalından koparma sabırsızlığı” olarak görünmekte. Şiir, dibi gözükmeyen bir denizse şairin şiir oltası okyanusun dibine yetecek kadar uzun, sabırlı; bir metre derinlikte bir balinayı küçük kayığının peşinden sürükleyecek ya da iskeleye kaldırıp atacak kadar sağlam ve heyecanlı olmalıdır. “Sağnakta şemsiyesi yoktur hiçbir şairin” ve bütün şairler yalnızdır. “Gece / intihar sessizliğinin rengi”dir şair için. “Geceleri bütün şehir benimdir” deyip gündüz gözüyle bulamadığını gecenin kimini korkutan kimini sakinliğiyle bağrına basan yalnızlığında aramaktadır şair. Aradığı şeyi bulamasa da geceyle avuntu her zaman için vardır bir şairin gözlerinde. Bedensel işler gündüz, zihinsel aktiviteler gece yapılıyor ve yapılmalıdır dememiz ne net bir söylemdir ne de bunu söyleyebilecek kadar insan düşüncesine hükmetme gücümüz var. Evet, şiir zihinsel bir eylemdir lakin insanın başta kalbi olmak üzere bütün uzuvlarının da direkt ya da dolaylı olarak bu şiir semâ’sına katkıda bulunduğunu hissedebiliyoruz. Şiir taşımakta zorlandığımız şeyin küçük ve parlayan yansımaları değil midir. Şairin varlığıyla övündüğü şiir, onu yazdıktan sonraki zamanda değil, yazılımının bittiği ân’ın sonunda ve şiirin o hal ile hemhal olduğu her demdedir. Kimi şiirlerin bu taraflarıyla sadece mazide saklı kalıyor olması dünün şiir birikimini yarın için yaşamayacak olduğumuz anlamına da gelmiyor. Peki ne oluyor da şiir gece yazılıyor? Bir şair yaşayıp yazdığını da iddia ettiğine ve gece şiir yazdığına göre demek ki gündüz yaşadıklarını yazıyor. Ancak bunu kesin çizgilerle elbette sınırlandıramayız. Gece hiç olmayacak olsa şiirin olmadığı bir hayatla mı karşı karşıya kalacağız? Hayır.Yorgun düşen bir bıldırcın gibidir şiir. Makamınıza bir yağmurlu gece de düşse yine de onu gidip bulmanız, eğilip almanız gerekir. Bununla birlikte birçok eylemi aynı anda ne yazık ve ne büyük mükafattır ki yapamıyor insan. Şairin de şüphesiz iç ve dış dünyaları arasında akmak isteyen bir aşk halidir şiir. İç dünyanın sürekli artan şiirsel zemininden çıkmak isteyen şiir, dış dünyadan kendinin zıttı miktarınca sakinlik ve kendi içindeki sıra bozuşların, öne çıkmaların, sabırsızlıkların tam tersine dış dünyadan kendini nakış nakış işleyecek, bir anlam ve ahenk katacak bir şairle ortaya çıkacak olan için tekdüze, monoton, hareketsiz, yeni algılara açık olmayan bir ortamın hazırlamasını istiyor. Bunu seher vaktinde ve gecede bulduğunu söyleyenler var. Belki de bir eşref saati... Biri günün başlangıcı diğeri bitişi. Diğeri kendine has bir mekansızlık zamanı... Başlangıç noktasını nedense şair dediğimiz bu dağınık insanlar sürekli kaçırırlar ve nedense gündüz onlar için geç başlayıp bitmek bilmez. Paylaşılmaz ve bohemliği isteyen bir yapının azabını hissederler ama bunu bırakmak ta işlerine gelmez. Bu daha çok bugünün şairleri hatta geç kalemleri için şaşmayacak kadar ilginç bir nitelemedir. Ancak elbette onların da örnek aldıkları fildişi kuleler vardır. Mekansızlık zamanıysa şairden şaire değişen ve ortak noktayı bulamayışımızın nedeni olarak önümüzde duran ân... Kendiyle başbaşa kaldığında çekildiği uzletin bir neticesi ve hatta bu uzletin başlatıcısı konumunda saydığımız kimi nesneler de şairin kendiyle olan halvetinde sonu gelmez bir şiir derinliği olabilir. Ancak bunun için bir vakti tayin etmek ya da bazı nesneleri özellikle seçmek ve seçilmesini istemek şiire bir zorlamadır. Buradaki hassas yapı insanın bu nesnelerin durağan ve kendi içinize dönmenize yardımcı olabilmesidir. Bir gökyüzü hareketsizliği, bir deniz sadeliği, bir akşam kızıllığı ya da bir orman ferahlığı gündüz şiir yazanlar için bir bereket ân’ı olabilirken; bir bardak çayın, bir dal sigaranın kendine getirdiği ve şiire düşürdüğü şairler de yok değil. Ama hepsi diyebileceğimiz kadar çoğunluğu oluşturan şairler, “gece ve şiir”i ayrı düşünememişlerdir. Şiiri hem gece yazdılar hem gece okudular. Belki de böylelikle devam edecek. Kim bilir belki de yakın bir gelecekte şiir geceyle olan bağlarını ayıracak ama bu, geceyi gündüzle kıskandıracağını söyleyen bir şiir hayali olarak gözüküyor şimdilik. “Şiirin yazılımı öne alınamaz ama ertelenebilir” görüşünü savunanlar şiirlerini gece yazmış olmalarına da böylelikle bir neden bulmaktadırlar. Çünkü onlar hayatın meşgaleleri arasında kendi içlerine dönemiyorlar ve bir an dönseler bile bu sürekli kesintiye uğruyor. Doğal olarak yazılması gereken toparlanamıyor ve şiir kayboluyor. En azından biz öyle sanıyoruz. Oysa yazılırken ertelenen bir şiiriniz varsa siz zaten onu yaşadınız ya da onu sona erdirecek irade sizde vardı. Geceye şiir ertelemek bu açıdan doğru olabilir ama ertelenmiş şiirlerin ilk yazılma ihtiyacı hissettirdikleri ân’a biz "ilham geldi" diyoruz. Ve erteleniyor. Bitmiyor şiir. Halbuki başka bir zamana bırakılmasa şiir doğal haliyle düşüncede değil de dile dökülmüş olarak kendini gösterse "ilham geldi" yerine "şiir geldi" diyeceğiz. Dolayısı ile, bu hal üzre ancak "şiir yazdım" diyebiliyoruz. "Şiir söyle"mek var bir de. Ezberlenmiş bir şiiri okumak değildir şiir söylemek. Yeni bir şiirin dile dökülmesidir şiir söylemek. Sormak gerekir: Acaba nasıl bir düşünce yapısıdır ki her an bir şiir üretebiliyor ve bu şiirlerle asırlarca kalabiliyor? Edebiyatımızda bunun güzel örnekleri var ve bu sadece geceye ait değil; hatta gündüz gözüyle ortaya çıkan bir varlık şiiridir çoğu zaman. Bugün daha çok ferdi çırpınışlar içinde kalan şiirimiz dünün şiir zirvelerine diktiği bayrakları aramaktadır. O zamanlar şiir bir cezbe halini alabiliyordu. Mutasavvıf şairlerin kendi içlerine döndükleri an zikr anıydı; bu da geceye yansıyordu. Halbuki bugün, şiir peşine düşülmeden saklandığı yerden çıkmayacak kadar anlaşılmaz bir yapıya büründüğü gerçeğini hangi şairin şiarı kabul etmekte tereddüt etmiyor. Bunda şiirin yazılım ân’ının değil şiiri yaşayıp yaşamıyor olmanın çok büyük bir etkisi var. Gelenekten kopan, toplumsal birliktelikten uzaklaşıp bireysel bir dünyaya açılan bu günün şiiri elbette bir yalnızlık isteyecektir yazılırken. Bütün yakınlarınız şiir yazıldığı anda sizin için birer unutulandır. Bu, "şiir ân’ı unutuşu" olmalıdır ki hayat boyu algılayışların ve son olarak şiiri isteyip dışarı atan, paylaşıma açan yeni birikimlerin farkına varabilsin şair. Bunu ister gecede yakalayın ister gündüzde. Nesneler sizi içene de çekebilir kendinden de uzaklaştırır. Unutmayın ki kör olsanız bile şiir döküleceği ân’ı sizden çok daha iyi biliyor. Şiir heybeniz ne kadar dolu ise okurunuza ve dinleyeniniz olarak gözüken misafirlere o kadar lezzet sunabilirsiniz. Bu hal üzre geceden şiir çıkabilirken, şiirden ne çıkıyor makamınıza? Gece mi birikiyor yoksa şiir mi?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Şamil BAŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |