Ağlamak da bir zevktir. -Ovidius |
|
||||||||||
|
Kasım, 11 Kadınım, Gün aşırı intiharlarının sonu olacak yazacaklarım ve bildiğini bilmekse benim sonum. Seni kaybetmeyi göze alarak işte itiraf ediyorum… Ben cesaretsizim, korkağım ve dibine kadar aşığım… Bir keresinde bana “Beni sevdiğini söylesen çıban mı çıkar dilinde?” demiştin. Ah, içimdeki yalancı adam “evet” demişti sana kadınım, ben dememiştim. “Çıkarsa yüreğinde çıkar çıban, o da sevdiğini söyleyemediğinden” demiştin. Yüreğimdeki çıbanı sana emanet edip, gideceğim, kanattıkça sana aşkımı anlatacak. Sana kanamadan, sana doyamadan, ardımda cevapsız sorularla, kanı pıhtılaşmaz yaralarımla sol yanımda, gideceğim Kadınım… Kadınım, hayatımı anlamlandıranım, hayatını alt üst ettiğim yetmiyormuş gibi itiraflarımla baş başa koyup seni, gitmeye hazırlanıyorum. Kalamam… Daha da kötüsü neden kalamadığımı anlatamam… Biriktirdiğim tüm cesaretimle içimde senden habersiz büyüttüklerimi ve bir sır gibi sakladığım tüm gerçekleri söylemeye karar verdim. Lakin yüzüne değince gözlerim biliyordum yine susacaktım, o bana benzemeyen adam olacaktım, bu yüzden ilk kez sana yazmayı deniyorum. Okurken yüzünde belirecek kıvrımları şimdiden görebiliyorum, tüm ifadelerin hızla karışacak birbirine… Yüzündeki o tarifsiz masumiyeti bir yana atıp, kızmak isteyip de kızamadığın her anın acısını çıkaracaksın. Pişman değilim dediğin her an için pişmanlık duyacaksın belki, belki ağlayacaksın… Ağlamayı yasak etmiştim sana, bozuyorum. Dilediğince ağla kadınım. Ağlayamadığın tüm anlar için bir bir ağla, sen bilmeyeceksin ama ben de ağlıyor olacağım. Ve kadınım, ilk kez ağlarken utanmayacağım. Biliyorum üşüyeceksin, ama alışacaksın, hayata karışacaksın ve günün birinde hak ettiğin adam gibi “adam”ı bulacaksın. Sevdiğim, sevdiğimi söyleyemediğim… Sana söyleyemediğim öyle çok şey var ki… Kumsaldaki tüm taşları denize atmaya çalışan yarım akıllı bir çocuk gibi telaşlıyım. Ve biliyorum ardımda suya değmeyecek binlerce taş, söylenmemiş binlerce söz ile zamansız gitmiş olacağım. Sen bunları her şey gibi çok sonra öğreneceksin. ………………………….. Cesaretsizim, korkağım, dibine kadar aşığım ve bir de beceriksizim kadınım… Denedim ama yazamadım. Kasım, 25 Kadınım, İçimdeki telaşın farkına vardın. Artık oyalanmamalıyım. Şimdi durursam, bir daha gidemem. Caymadan gitmeliyim, ertelememeliyim. Gideceğimi hissetmişsin gibi daha sıkı sarılıyorsun bana. Dün gece uyandığımda yüzümdeydi gözlerin, beni izliyordun. Böylesine korkak, böylesine cesaretsiz, böyle çekilmez bir adamı nasıl seviyorsun, anlayamıyorum. Dokunmaya bile kıyamazken, nasıl böyle hoyrat davranabiliyorum sana! Kendime bazen şaşıyorum! Durumu daha da zorlaştırmadan gideceğim… Kasım bitmeden… Vazgeçmeden. Bu gece yağmur yağarsa gideceğim. Sokaklarda kaybolmuş bir çocuk gibi ağlaya ağlaya yürüyeceğim. Saçlarımı yağmur, yüzümü yaşlarım ıslatacak, sen beni hiç öyle görmedin, görmeyeceksin. 00:46 Yağmur camlarımı kıracak, git diyor bu şehirden, sevdiğini söyleyemediğin kadını bırakıp ardında düş yollara… Gitmekten ve sevmekten vazgeçmeden git diyor… Elveda kadınım, yüreğim dayanmıyor artık, sevgini taşıyamıyor bu geniş bedenim, gidiyorum! Bir kadını bunca çok severken sevgisinden korkup, kaçan bir adama yakışanı yapıyorum, kaçıyorum! İç savaşlarımdan çok yara aldım, kaybedecek bir “sen”im kaldı, onu da kaybetmeyi kaldırmaz yüreğim. Şimdi sen sağ kal, farz et ki, ben zamansız toprak altına girmiş bir şehidim! Elveda Kadınım, elveda sevdiğim!... Yanındayken nasıl sevdiysem seni uzağında da öyle seveceğim… Dişlerimi sıkarak, nefesimi tutarak, için için yanarak seveceğim Kadınım seni… Hiç bilmediğin gibi… Hiç bilemeyeceğin gibi! Aralık, 7 Kadınım, Yanı başındayken özlediğim, gitmekle hata mı ettim(?)… Şimdi adını bilmediğim bir şehirdeyim. Adımlarının izi yok kaldırımlarında, hiçbir arabanın camında adım yok, adın yok… Hava ayaz, saçların nasılda uçuşuyordur kışa inat bahar kelebekleri gibi… Ben de yokum, üşüyorsundur şimdi… Ah, en çok üşüyenim, yağmuru bol uzakların hüzün kokan çiçeği, çiçeğim… Kokunu çok özledim. Ellerim titriyor, içimde bir yerlerde çınarlar devriliyor, bir bir yanıyor ormanlarım, can veriyor içimdeki vahşi hayvanlar… Sarsılıyor omuzlarım, hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. Elimde kalan terinle teninin, okyanus akıtıyorum. Sandığımdan da azmış gücüm, direncim… Kadınım tuzumla batıyorum, boğuluyorum. Oysa sen beni hiç boğulurken görmedin, düşleyemezsin. Tenini nasıl özledim kadınım, bilemezsin. Şimdi ben uzaklarda, bilmediğim şehirlerde bilmediğim yüzlere seni anlatıyorum, sana söyleyemediğim sevgimi bir küfür gibi ağzıma doldurup, gördüğüm her yüze tükürüyorum. Uyuyunca çabuk geçiyor zaman… Uyanır uyanmaz kâbusa dönüyor hayat… Yoksun sen kadınım, çocuk inadı uykusuzluklarımla baş başayım… … şimdi hayat da kurduğun cümleler gibi hep eksik, hep yarım… Ah, eksik yanım, diğer yarım, Kadınım… Dilimde adınla ıslanıyor her cümle, anılardan bozma yırtık bir battaniyeyle ısınmaya çalışıyor aciz bedenim ama nafile… Kadınım, özledim….sessizliğini bile! Dilimdeki mağarada yankılanıyor adın…Sana susadım kadınım, çok susadım!... (…) Bu şehri de işgal etti özlemimle yalnızlığım… Tenha sokakların sıvasız duvarlarında bile senin adın, ben yazdım… Yaktığım ağıtlar bu şehrin de iklimini bozdu, yanılıp göçmen kuşlar geliyor buralara, bir bir ölüyorlar, gitmem lazım. Kokun rüzgâr kılığında sızıyor odama, belli ki senden yeterince uzaklaşamadım diyorum kendi kendime. Kaç şehir girdi aramıza, kaç zaman uzandı tuzak mezarlara, kaç ömür yaşlandım, yine de senden uzaklaşamadım! Hala korkuyorum “yol yakın, dön” derim kendime diye… Uzaklara, daha uzaklara gitmem lazım… Bu şehri de işgal etti özlem erlerim, vurulmadan, özlemine şehit düşmeden kaçmam lazım. Gitmeliyim, yokluğuna yenik düşmeden, Aralık bitmeden… Ocak, 26 Kadınım, Sensiz tüm şehirlerde sığıntı bu bedenim, eğreti yatıyorum uyku düşmanı yataklarda… Kaç şehir gezdim, senden uzak kaç gece geçirdim, sensiz geceleri saymayı da bıraktım artık, sensizliğe sövmeyi de! Gittiğim her şehrin gecesinin ırzına geçtim. Hüzne gebe artık sensiz adım attığım her şehrin gecesi… İkimizin dokunamadığı her coğrafyada tüm geceler zifir karası bebelerini doğuruyor yetim yalnızlığımın. Doğum sancılarında yankılanıyor senin adın, sağır oluyorum! Duyduğum tek şey yankısı adının… Kadınım, adını sevdiğim, sevdiğimi söyleyemediğim, şimdi halimi görsen ne çok şaşardın! Kuyruğunu yakalamaya çalışan bir kediden çok kuyruğu gibiyim bir kedinin… Yaklaştıkça kendime, yakalanmamak için saklandığım içimdeki “sen”e, dönüp duruyorum… Kısır bir döngüye hapsoluyorum. Ne kadar kaçarsam senden, o kadar yakın duruyorsun bana sen! Benim gitmemle olmuyor, sök kendini içimden sen git! Git…! Artık sana yazmayacağım! Sensiz uykuya uzanıyorum, bir daha uyanmamak umuduyla! Seni hep çok sevdim… Elveda Kadınım, elveda sevdiğimi söyleyemediğim… Bu kez bu son veda… Elveda. YEŞİM KIRLI 05.04.2005
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © yeşim kırlı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |