Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız. -Atatürk |
|
||||||||||
|
O gün her zaman ki gülerden farklı değildi, aynı puslu hava, aynı yoz suratlar, aynı kanunsuzluk. Adam, akan nehrin kenarından yavaşça yürüyordu, aklında binbir türlü tilki dolaşıyor, hiçbirinin kuyruğu öbürüne dokunmuyordu. Bıkmıştı bu şehirden, bıkmıştı bu pislik yaşamdan ama hayatına son verecek cesareti yoktu, birisi onun yerine bunu yapana kadar biteceği de yoktu. Kendisine itiraf edemese de bu pislik, ona huzur veriyordu, kendi sefil yaşamını güzel yerlerde devam ettiremezdi, kendisi gibi olanların arasında ancak huzur bulabiliyordu. Sıradan hayatını devam ettirecek kadar para kazanıyordu, karışanı arayanı yoktu, yalnızlık onun hayatı olmuştu, bundan vazgeçemezdi. Nerden geldiği belli olmayan bir şey bacağına saplandı, acı yoktu, ilk başta acımazdı, sonradan katmerli gelirdi namussuz sızı. Bir el omzunu yakaladı ve yere doğru itti, sakat bacağı iflas ederek yere yıkıldı, gözünün önünde bir çift parlak deri çizme belirdi. Aynı anda bir bastonun sivri ucu toprağa çakıldı, sırt üstü dönerek saldırgana baktı, görebildiği kadarıyla adam fazla uzun değildi ama yapılıydı, dönemin moda elbiselerini giyiyordu, parmağında ki altın yüzükler gözleriyle aynı ışığı yansıtıyordu. Şapkasını çıkardı ve yere attı, sarımsı uzun dalgalı saçları omzuna döküldü. “Bu bastonları seviyorum” elini bastonun tepe kısmındaki yuvarlak kristale dokundurdu, “parçalamak için yaratılmışlar.” Adamın suratında sadistçe bir gülümseme belirdi, hemen başının üstünden uçan bir karga dikkatini dağıttı, simsiyah kuş gaklayarak karşıdaki ağacın dalına konup olan biteni izlemeye başladı. “Merhaba minik güvercin” sesinde insanının kanını donduran bir delilik havası vardı. “Bu gün şanslısın, keyifli bir manzara izleyeceksin” yerdeki adama doğru göz kırptı, “ardından ise ziyafet.” Hemen sözlerin bitiminde kristal tepeli bastonu adamın sol bacağına indirdi, kırılan kemiklerin iğrenç sesi adamın kahkası ile gölgelenmişti. Gabriel’in ağzında tek bir acı mırıltısı çıkmamıştı, keskin gözlerini adama dikmiş nefret kusuyordu. Kurbanın dirayeti katili kızdırmıştı, sopayı bu sefer öbür bacağa indirdi, kurbandan aldığı bir acı çığlığı keyfini yerine getirmişti. Gabriel gözlerini katile dikti “Söyle bana” kelimeleri neredeyse tükürerek söylemişti, “ne istiyorsun benden,” Katil yavaşça yanına dizlerinin üzerine çöktü, elini Gabriel’in saçlarına koydu, “her şeyde sebep arama müstakbel ölü dostum.” Hızla ayağa kalkıp sopayı olanca gücüyle yerdeki zavallının karnına indirdi, soluğu kesilen Gabriel yana döndü, nefes almak için çırpınıyordu. “Bu benim sadistçe bir keyfim.” Sopanın kanlı kristalini avucunda gezdirdi, “siz sefillerinin yaşamak için bir nedeniniz yok, ölseniz kimin umurun da?” sorusunu yine kendisi cevapladı “hiç kimsenin.” Yanıtla beraber yana dönen adamın sırtına bir darbe daha indirdi. Karga zaferle bir çığlı koyuverdi, kanatlarını açıp kapayarak tezahüratta bulunuyordu, Gabriel’in içi nefretle doluydu, beynini kaplayan korkunç acılar bile gölgeleyemiyordu bu uçsuz bucaksız nefreti. “Seni orospu çocuğu” kenetlenmiş dişleri arasından sızlandı yaralı adam, “hadi ama dostum daha iyisini söyleyebilirsin,” sopa acımasızca adamın sırtına bir kez daha indi. Gabril’in gözlerinde ölümün perdesi yavaş yavaş kapanıyordu, “bana…. adını söyle” sözcükleri zar zor birleştirmeyi başardı. Katil birisinin duymasından korkarmış gibi sessizce fısıldadı, “adım, Jhon” sopayı başının üstüne kaldırdı, boştaki eliyle Gabriel’e bir hoşcakal işareti yaptı, iki eliyle sopayı tutup tüm gücüyle yerdeki adamın suratına indirdi, dağılan kan ve surat parçaları etrafa saçıldı. Katil tatmin olmuş bir şekilde arkasındaki yere attığı şapkayı aldı ve karanlığın içine doğru yürümeye başladı. İnen son darbenin etkisiyle Gabriel’in şuuru kapandı, perdeler kapanmıştı, oyun sona ermişti, ağaçtaki karga havada sessizce çırptığı kanatlarıyla adamın başucuna kondu. Serin hava yerdeki yaralının parçalanmış yüzünü hafice okşayıp nehir aşağı yol aldı, Gabriel sağlam tek gözünü açarak kuşa baktı, karganın gözlerinde garip bir hüzün okunuyordu. “R Ruhumu sana…. emanet ediyorum, ben geri dönene kadar,” Karga adamın yüzünden bir damla kan içerek başını göğe kaldırdı, aynı anda adamda son nefesini vermişti. Karga güçlü kanatlarıyla göğe yükselirken ceset, soğuk toprakta öylece yatmaktaydı. Londranın puslu bir gecesi de böylece sona erdi. Yağmur hiç dinmeyecekmiş gibi üç gündür aralıksız yağıyor, ortalığı beyaza boyayan sis ise tüm algıları söndürüyordu. Düşen yıldırımlar şehirde yüzlerce yangın çıkarmış, binlerce kişiyi evsiz bırakmıştı. Londranın karanlık puslu caddeleri, çakan şimşeklerle gündüz gibi aydınlanmıştı. Yaşlı adam elinde bastonu ağır aksak ilerlemekteydi mezarlığın içlerinde, çoğu kişinin geceleyin gitmeye cesaret edemediği bu yerde, dilinde bir ıslık usul usul yürüyordu. Yıkılmaya bel vermiş eski bir kabir taşının yanında durdu, elini sert taşa koydu, “Eski dostum Marven, öleli yirmi sekiz sene oldu ama hala kurtulmak için uğraşıyorsun, seni takdir ediyorum” Eliyle bir kutsal işaret yaptı ve devam etti konuşmaya. “ O soğuk mezardan asla çıkamayacaksın.” Havayı yaran kanat sesleri eşliğinde simsiyah bir karga adamın omzuna kondu, yaşlı kişi kuşun gagasına bir şekerleme sıkıştırdı. “Bu gün nasılsın evlat,” şefkatle elini karganın tüylü kafasında gezdirdi, “geri gelmesi gereken hazır mı,” karga kulakları yırtan bir gaklamayla mezarlığı uyandırdı. Çığlık ilk önce çok uzaklardan çalındı kulaklarına, giderek yaklaştı ve yaklaştı, gözlerini açan Gabriel, ilk başta karanlıktan hiçbir şey göremedi, nerde olduğunu bilemeyerek deliler gibi tabutu yumruklamaya başladı. Çığlıklar giderek yaklaşıyordu, korkunç anılar aklına işkence ederken karanlık zindanında çıkmak için köşeye sıkışmış kuşlar misali çırpınıyordu. Bir an sakinliğini sağlayabildi, düşünceler, karanlık hoş olmayan anılar artık atmayan kalbini doldurdu, şimdi aklında tek bir düşünce vardı, “geri döndüm.” Yaşlı adam öylesine yapıldığı her halinden belli olan mezarın iki metre ötesinde durdu, gecenin kör karanlığında görmeye alıştığı gözleriyle sabırsızlıkla izliyordu. Karga son bir gaklamadan sonra mezarlığı sessiz çığlıklarıyla yalnız bıraktı, ardından harap mezarın yıkılmak üzere olan tahta haçının üzerine konarak, tahtayı gagalamaya başladı. Yaşlı adam konuştu, “sesime gel evlat, bitmemiş görevini tamamla,” “tamamla ki kayıp ruhun huzura kavuşsun.” Mezarın üzerindeki toprak yığını yavaşça yükselmeye başladı, yaşlı adamın suratında bir tatmin gülümsemesi belirdi, toprak yavaş yavaş yükseldi ve karga tam zamanında zıplarken üzerindeki ağırlığı gecenin rüzgârına savurarak Gabriel kara göğe Tanrılara ulaşmak istercesine yükseldi. Her yer, beyaz bir bulanıklık içerisinde yüzüyordu san ki. Uzun zamandır görmeyen gözleri ışıkla dans eden karanlığı algılamakta zorlandı, rüyalarında duyduğu sesi aramak için etrafına bakınarak ayağa kalktı. “Buradayım evlat” ses arkasında gelmişti, hemen geriye dönüp sesin sahibiyle yüzleşti, karşısındakini seçmeyi başardığında epey bir süre geçmişti. Konuştuğunda sesi gırtlaktan çıkmamıştı, “kimsin sen” yaşlı adam sakince ona baktı “benim kim olduğumu boş ver Gabriel” dedi Gabriel tekrar sordu, “adımı nerden biliyorsun.” “Hep aynı soru” ses bıkkındı “ben bilirim ölü kişi, gerisi senin algının ötesindedir.” Sözlerin bitiminin ardından arkasını döndü ve boş, karanlık mezarlıkta yürümeye başladı, ne olduğunu anlayamadan salak salak olduğu yerde duran adama döndü “takip etsene” Gabriel adamın arkasından yürümeye başladı. Bir süre sonra siyah bir gölge adamın omzuna kondu, kanatlarını açıp kapadı, Gabriel’in gözleri faltaşı gibi açıldı, bu gölgeyi tanıyordu. Yaşlı kişi yıkık bir viranenin önünde durdu, kapıyı açtı ve peşindeki adam döndü, “içeri gir” Gabriel tereddüt etmeden içeri girdi ve şaşkınlıktan afalladı, binayı dışardan yanlış görüp görmediğini merak etti. Mükemmel bir şekilde döşenmiş bir evle karşı karşıyaydı, şöminede çıtırdayan ateşler dans ediyor, tavandaki avizede mumlar tüm güzelliğiyle yanıyordu. Şaşkınlıkla yaşlı adam döndü ve sorusunu yineledi, “kimsin sen ve burası neresi” yüzünde kesif bir gülümsemeyle cevapladı adam “senin algının ötesinde olduğunu söylemiştim, gerektiği yerde cevapları alacaksın.” Kapıyı kapattı ve her zamanki gibi ateşin karşısındaki koltuğuna oturmak için odanın sağına doğru yürüdü. Masanın başında oturmuş birbirlerine bakıyorlardı, ilk konuşan Gabriel oldu. “Niye geri döndüm” yaşlı adamın beyaz sakallarının arasında hafice sırıttı, “intikam için evlat.” Gabriel başını ellerinin arasına aldı, saçlarını karıştırdı, heryanı pislik içindeydi muhteşem döşeli evle muhteşem bir tezat oluşturuyordu. “Sanırım biraz temizlenmeye ihtiyacım var” karşısındaki, adını bile bilmediği adam gürültülü bir kahkaha patlattı “Eskinin cüceleri bile senede birkaç kere yıkanırdı evlat.” “Sağdaki odadan aşağı kata in, soldan ilk kapı” Sıcak suyun mükemmel hissiyle rahatlamayı uman Gabriel korkunç bir hayal kırıklığına uğradı, suyu hissedemiyordu, öylece üzerinden akıp gidiyordu masumluğun simgesi. Yaşadığı yalnızlık dünyası ona buraya ait olmadığını hatırlatıyordu. Geriye döndüğünde adamı hala masada oturup şarap içerken buldu, karşısındaki masaya oturup bir kadeh de kendisine doldurdu, neyle karşılaşacağını kendisini hazırlayarak tek yudumda bitirdi kan gibi kırmızı şarabı. Beklentileri karşılıksız çıkmadı, acı sıvı ağzında hiçbir tat bırakmadan kayıp gitti boğazından aşağı, yüzüne keder dolu bir ifade oturdu. Başını kaldırdığında yaşlı kişinin acıma dolu bakışlarıyla karşılaştı, “Buna alışsan iyi olur, zaten pek fazla kalmayacaksın yaşayanların arasında.” Gabriel çıtırdayan alevin karşısındaki özenle yapıldığı belli olan koltuğa oturdu, ateşim sıcaklığı hiç etkilemiyordu soğuk bedenini, ani bir hareketle ocaktaki bir köz kaptı ve avucunda sıktı. Avuçlarını açtığında köz sönmüştü elinde ise hiçbir yara izi yoktu, ne bir acı ne bir his hiçbir şey. “Ruhun artık bedeninde değil, bu yüzden acı hissedemezsin ve yaralanmazsın, doğal olarakta ölemezsin.” Sözler sessiz odada yankılandı ve kulaklara daha korkunç bir şekilde geri döndü. “Ruhum nerede peki, cehennemde mi?” “Hayır, burada, yaşayanların arasındaki bağın olan karganın gözlerinde saklı.” “Görevin bittiğinde ruhunda ait olduğu yere gidecek.” “Ya gitmeyi reddedersem, beni kim durdurabilecek.” “Kendin” adamın gözlerinde sinirli bir parıltı anlık da olsa göründü. Gabriel görüp görmediğinden pek emin olamadı. “Hiçbir şey hissetmiyorsun, yediklerinden tat almıyorsun, kadınlar artık ilgini çekemez bu halde yaşamak, sence yaşamak mıdır.” “Bir süre sonra artık vücudun dayanamaz ve pes edersin, ölüm için yalvarırsın ama ölüm asla gelmez.” Sözlerinin bitimiyle beraber ayağa kalktı “Bu akşamlık bu kadar konuşma yeter Gabriel” “İstediğin yerde uyuyabilirsi, tabi uyuyabilirsen.” Arkasını döndü ve hızlı birkaç adım attı “Benden korkmuyor musun yaşlı kişi?” Ses histen arındırılmış bir şekilde döküldü Gabrielin dudaklarından. “Bu evde bir şeylerden korkması gereken birisi varsa bu ben değilim evlat” Vahşi bir sırıtışla odadan çıktı, Gabriel bitmeyecek sessizliğine tekrar gömüldü. Çığlıklar ardı ardına beynin içinde patladı, tahammül sınırlarının çok ötesinde bir şeydi bu, ölü bile olsa. Gözlerini açtı, sesler aniden kesildi, hayal görüp görmediğini merak etti, beklide uyumuştu, neden olmasındı ki yaşlı adam yanılmış olabilirdi. Kendisini kandırmanın alemi yoktu, gözlerini kapatmasının üstünden sadece beş saniye geçmişti, tüm gece ateşin karşısındaki koltukta oturmuştu, bir an bile uykusu gelmemişti o zaman az önce yaşadıkları neydi? Hiçbir fikri yoktu. “Günaydın Gabriel” ses arkasından bir yerlerden gelmişti, oysa hiç ayak sesi duymamıştı. Sesin geldiği yöne baktığında adamın yukarı kata giden merdivenin başında olduğunu gördü. Daha dün orda bir merdivenin olmadığına yemin edebilirdi ama ne önemi vardı, burada anlayamadığı okadar çok şey vardı ki birtanesi daha göz çıkarmazdı. “Gün iyilikle mi geldi kötülükle mi göreceğiz.” Sesi düz ve herhangi bir tınıdan yoksundu. “Gün, sen nasıl çağırırsan öyle gelir evlat” cevap Gabriel’in yüzünde bir tebessüm bıraktı. “O zaman, kanla gelecek.” Sözler net ve açıktı. “Göreceğiz, göreceğiz” yaşlı adam şöminenin karşısına Gabriel’in yanındaki koltuğa çöktü. “Yapman gereken basit Gabriel, bunu sende biliyorsun” elini karbeyaz sakalında gezdirdi. “Katilini bulacaksın ve onu sonsuza kadar yaptıklarının cezasını çekeceği yere göndereceksin.” Gabriel konuştu “Ya onu öldürmezsem, bunu reddedersem?” Adam şömineyi işaret etti, yavaşça başını kaldırdı ve bir şeyler mırıldanmaya başladı, alevler aralandı ve arasından bir surat belirmeye başladı. Gabriel’in gözleri korkunun ve yaşadığı şaşkınlığın etkisiyle kocaman oldu. Bir müddet sonra ateşler arasındaki yüz tamamen belirgin oldu ve atrafıda netleşmeye başladı, adam, vücudunun zar zor sığdığı bir hücrede yere çömelmiş korku dolu gözlerle sabit bir noktaya bakıyordu. Yüz onun yüzüydü, Gabriel’in parçalanmış suratıydı, tüm benliğiyle titrediğin hissetti. Görüntünün yönü değişti, kendi gözlerinden baktığı ama beklide hiç göremeyeceği bir hayal izliyordu sanki. Cehennemin alevleri gözlerinde parladı, acı çeken ruhların kulakları sağır eden vicdanları parçalayan sesleri kafasında patladı, bir damla kan yanaklarından aşağı arkasında kırmızı bir iz bırakarak süzüldü ve çenesinden yere aktı. “İşte sonucu bu olur Gabriel” Yaşlı adamın başka bir şey söylemeye ihtiyacı yoktu, Oluşturduğu imgenin, karşısındaki varlığın varlık merkezini parçaladığını ve orada ne yeşermekte ise ayaklar altında çiğnendiğini görmüştü. Gabriel, gördüklerinin gerçekliğinden hiçbir şüphe duymuyordu, yapması gerekeni yapmazsa… Tanrım bunu düşünmek bile tüm benliğini sarsıyordu. “Bunu hak etmek için ne yaptım ben” tüm gücüyle önündeki küçük masaya bir yumruk indirdi, masa binbir parçaya ayrılarak dağıldı. Bie el omzunu sıktı ve aynı anda melodi gibi derin bir ses soruyu cevapladı. “Bazen hak etmediklerimizde başımıza gelir evlat, Tanrının aklından geçenleri biz bilemeyiz.” “Onun her zaman bizi şaşırtan ilginç bir planı vardır.”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Meaglin Ancalime, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |