Yaşam kısa, sanat uzun, fırsat aceleci, deney aldatıcıdır. -Hippokrates |
|
||||||||||
|
Gecenin karanlığını nokta nokta beyaz nakışlarla bezeyen kar, sabaha kadar yüksek kesimlerde alaca bir beyazlıkla zar zor tutunabilmiş, sahil şeridinde ise kendini pek hissettirememişti. Güneşin önündeki kara bulutların dağılmasıyla öğleden sonra güzel bir hava oluşmuştu. Şehrin sakinleri, kış ortasında bahardan kalma bir güne kavuşmanın sevinciyle çoluk çocuk sahilde yapılan gezi ve piknik mekanlarını doldurmakta gecikmediler. Herkes bu yazdan kalma günün güzelliğinin tadını çıkarmaya çalışıyordu. Çetin geçen kış mevsimi, güneşli günlere duyulan hasreti iyiden iyiye artırmıştı. Sakin deniz yüzeyi bulutların rengini yansıtan bir ayna gibi gök renginde görünüyordu. Deniz atlas bir yorgan gibi parlak ve dupduruydu. Denize karşıdan bakan tepenin yamaçlarından eteklerine sıralanmış yalılar, oyuncağı elinden alınmış çocuklar gibi boynu bükük bir halde, daha önceleri kendi duvarlarını okşayan denizi hasret ve hüzünle izliyorlardı. Karşı tarafta sıralanmış adalardaki evler ise; yeşillikler içine rasgele serpiştirilmiş oyuncaklar gibi görünüyordu. Karşılıklı gidip gelen ada vapurları ve irili ufaklı balıkçı tekneleri bu güzel manzaranın vazgeçilmez aksesuarlarıydı. Güneş ışıklarının sarıdan kırmızıya dönüşen renkleri dalgalarla oynaşıyordu. Sahil boyunca karşılıklı gezinenler, kendi dünyalarında bu güzellikleri yaşarken; etrafta koşuşturan çocukların şen kahkahaları havanın güzelliğine karışıyordu. Kenardaki banklarda oturan kadınlardan genç olanı sevinçle yerinden kalkıp çocukların arasına karıştı. Onun çocuklar arasında onlardan birisi gibi koşup oynamasını yaşlı kadın tebessümle izliyordu. Kalbindeki sevgi ve şefkatin sıcaklığı mütebessim çehresine de yansımıştı. Biraz sonra genç kadın nefes nefese tekrar yanına gelip oturdu. Ellerini ellerinin üstüne koyarak yaşlı kadının gözlerinin içine minnet duygularıyla baktı. Bu bakış o kadar içten bir bakıştı ki; arkasında kaybetme kuşağında iken kazanılan bir hayatın bedeli yüklüydü. “Rabbime ne kadar şükretsem azdır abla.” Dedi. Bakışlarını ufka kaydırırken hüzünlü bir çehre ile konuşmasını sürdürdü. “ya o gece sen çıkmasaydın karşıma? Beni fark etmeseydin? Ne olurdu benim halim?” yanaklarında süzülen yaşlar damlalar halinde pardösüsünü ıslatıyordu. “düşmez kalkmaz bir Allah(cc)” dedi yaşlı kadın. “önemli olan sürçtüğün, düştüğün yerden o anda kalkabilmek” “İnşallah bundan sonra bahtın güzel olur.” Onları bu halde görenler meraklı bakışlarla ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı. “Tam da gücümün, takatimin tükendiği bir anda” dedi genç kadın. “ Yüce Allah’ın rahmeti imdadıma yetişti” “Abla sen Hızır mısın Allah aşkına.” Genç kadının samimi duygularına şefkat ve merhametle gülümseyerek karşılık verdi yaşlı kadın. “Birisinin kurtuluşuna vesile olmak ne kadar güzel, ne kadar tarifsiz bir duygu” diye düşündü. “Dünyada tadılan lezzeti bu kadarsa ahiretteki mükafatı kim bilir nasıldır?” Allah’a (cc) tekrar tekrar hamdetti. *** Henüz iki sene geçmişti genç kadının evliliğinin üzerinden. Evlenmeden önce eşini tanımıyordu. Aile dostları “iyi insandır, iş-güç sahibi, evi barkı var geliri de fena sayılmaz, rahat edersin” diyerek kendisini bu evliliğe ikna etmişlerdi. Kendi ailesinin maddi durumu da çok iyi değildi. Önüne konulan bu cazibe ve ihtişam manzaraları karşısında fazla direnememiş ve bu evlilik macerasına atılmıştı. Şaşalı bir düğünle evlendiler. Hem ailesi hem de kendisi yapılan bu debdebeli düğün sonunda yeni hayatlarına karşı tarafa mağlup olarak başlamışlardı. Sahile yakın güzel bir evde oturuyorlardı. Eşi ilk bakışta işinde gücünde, kendi halinde birisi gibi görünse de her geçen gün, onun karakterini tanıdıkça hiç de hayat tarzına uygun ve geçinilebilecek birisi olmadığı gün yüzüne çıkıyordu. Evliliğinin ilk haftasından itibaren eşi muhitimize uymuyor diyerek kılık kıyafetine müdahale etmeye başladı. Yapılanlara karşı çıkmaya kalkışsa da ne ailesinden ne de çevresinden destek bulamıyor, halden hale girdikçe kendisinden utanıyordu. Bu cazip hayatın ağır bedelini almakta gecikmedi. Eşi öğlene doğru uyanıyor, gecenin ilerleyen saatlerde eve ancak dönüyordu. Babasından kalan emlâk işini sürdürüyordu. Şehir çarşısındaki büyük pasajdaki tüm dükkanlar onlarındı. Sadece aylık dükkan kiraları dahi hatırı sayılır bir servetti. Eşi bu yüzden hafta içinde yoğun çalışmadığı gibi, hafta sonunu da arkadaşlarıyla av partilerinde geçiriyordu. Geniş silah koleksiyonu ve iki cins av köpeği kocasının hayatındaki en değerli varlıklarıydı. Sırf arabasının özelliklerini dinlemekten bıktığı için artık onunla bir yere gitmeyi de istemiyordu. Av hikayeleri ise sinir krizleri geçirtecek dereceye ulaşmıştı. Eşinin av köpeklerine gösterdiği ilgi, onlara bakarken gözlerindeki sevgiyi, sarf ettiği sevgi sözcüklerinin onda birisini dahi kendisine sarf ettiğini duymamıştı. Önceleri “evlilik böyle oluyor herhalde, zamanla düzelir her şey” diyerek ev işleriyle meşgul olmuştu. Bazen evdeki eşyaların yerlerinin tümünü değiştirmesine rağmen eşinin hiçbirini fark etmemesi onu kahrediyordu. Karşılıklı oturup konuşma denemeleri ise her defasında hüsranla sonuçlanmıştı. Eşi her defasında, o gün ne kadar çok para kazandığını, ardından da bitmek tükenmek bilmeyen av hikayelerini anlatmaktan onun konuşmasına fırsat vermez, konuşsa da pek dinlemezdi. Eşinin nazarında sıradan bir eşyadan farksız olduğunu anladığında çıkmaz bir yolda mesafe almaya çalıştığını fark etti. Saatlerce ağlamaktan başka elinden bir şey gelmiyordu. Böyle zamanlarda annesinin sadık bir eş, vefakar, fedakar bir hayat arkadaşı olan timsali canlanırdı gözünün önünde. Bir de evlenmeye ikna etmek için dillerinden dökülen güzel ve süslü kelimeler. Kışın dondurucu soğuklarının yaşandığı günlerdi. Eşi yine bir av partisindeydi. O gün evin elektrik tesisatı arızalandı. Eşine ulaşamayan kadın, dışarıda şiddetli rüzgarla ürpertici bir soğuk, içeride ise karanlıkla baş başa çaresiz kalakalmıştı. Elektrik olmayınca evdeki her türlü ısınma imkânı da ortadan kalkmıştı. Yalnızlıktan yaşadığı bunalımlar yetmezmiş gibi, dondurucu soğukta titrek bir mum ışığına mahkum olmuştu. Kat kat giydiği giysilerine rağmen üşümesine engel olamıyordu. Sımsıkı sarıldığı yorganın altında, dışarıdaki şiddetli rüzgarın, insanın içini ürperten uğultuları arasında titremelere karışan ağlamaları duyulmuyordu bile. Günlerdir doğru dürüst bir şey de yemediğinden yerinden kalkacak takati bile kalmamıştı. Tüm bu çaresizliğin içinde uzun zamandır terk ettiği bir güzellik aklına geldi. Dua etmek. Acziyet içinde bildiği duaları sıralamaya başladı. Okyanusun ortasında, gecenin zifiri karanlığında, dehşetli fırtınalar içinde tutunduğu bir tahta parçası üzerinde Rabbinden medet isteyen bir kazazede gibi tüm içtenliğiyle dua etmeye başladı. Buz kesen elleri ve ayakları uyuşmaya başlamıştı. Tüm bedeni ise ateşler içinde yanıyordu. Uyuma ile kendinden geçme arasında iken hayal meyal eşinin eve geldiğini fark etti. Yatağından doğrulmak istese de kalkamadı. Eşinin keyfi her zamanki gibi yerindeydi. Son derece neşeli bir şekilde çok acıktığını evde yiyecek bir şey de bulamadığını söyleyerek bu seferki av macerasının çok verimli geçtiğini anlatıyordu. Kadın mecalsizce derdini anlatmaya çalışsa da eşi umursamaz bir tavırla kirli ve çamurlu av kıyafetlerini çıkarıp rasgele sağa sola savurmakla meşguldü. Onu dinlemedi bile. Avladıklarından bir şeyler hazırlayıp yedikten sonra hiçbir şey demeden gürültülü bir horlamayla uykuya daldı. Genç kadın o anda kesin kararını verdi. Artık bu evliliği sürdürmenin , bu adama katlanmanın bir anlamı yoktu. Onu bu hasta ve perişan halinde öylece bırakıp uykuya dalan bir adamın kapısında daha ne kadar merhamet dilenebilirdi ki? Gecenin ilerleyen saatlerinde; üstüne giyebildiği en kalın giysileri giydi ve eşine fark ettirmeden, bir gölge gibi kendini sokağa saldı. Sert rüzgarla savrulan şiddetli yağmurda yürümeye çalışırken, kanayan ruhu, kırılan gururu ızdırap içinde, bahtsızlığına göz yaşı döküyordu. Bir an için gözlerini kamaştıran zenginlik, lüks ve debdebe içinde rahat yaşama hayali nelere mal olmuştu. Onca kaybettiği güzelliklere, ulvi değerlere karşılık kazancı şu karanlık gecede önünde uzanan meçhul boşluktan çok daha belirsizdi. Şiddetli soğuk, sırılsıklam ıslanan güçsüz bedenini acı ve ürperti içinde bırakmıştı. Ateşler içinde yanarken, şimdi de elbiselerinin arasından dolan soğuk havayla adeta tepeden tırnağa buz kesmişti. Hasta ve yorgun bedenini etkisiz hale getirmeye çalışan rüzgara karşı daha fazla dayanamadı. Yolun ortasına yığılıp kalırken hayal meyal hatırladığı en son şey karşıdan gelen arabanın parlak ışıklarına karışarak gecenin sessizliğini yırtan acı bir fren sesi idi. *** Kendine geldiğinde ilk önce bulunduğu mekanın sıcaklığını fark etti. Bir an için dünyadaki en değerli şeylerin bunlar olduğunu düşündü. Bu sıcacık mekanın havasına ayrı bir güzellik katan tatlı bir tebessümle karşısında duran kadın, yaşadığı kabus gecesinin en korkunç anından onu çekip alan merhamet timsali kadındı. Kendini bilmez bir vaziyette günlerce hayata tutunma mücadelesi verirken tüm hizmetlerini bu melek huylu, sımsıcak gülüşlü kadın görmüştü. Hayati tehlikeyi atlatması hiç de kolay olmamıştı. Karanlık kış gecesinin en kasvetli anında, adeta bir bahar güzelliği gibi karşısına çıkan bu kadın, onu hayata bağlayan en sağlam dayanak, en kuvvetli destek olmuştu. Her kışın sonunda baharın geldiği gibi yaşadığı bu karanlık kışın da baharı gelmişti. Hem bu bahar sadece tabiata hayat vermekle kalmamış genç kadının da yeniden doğmasına vesile olmuştu. Hava ayaza dönmeye yüz tutunca sahildeki kalabalık yavaş yavaş seyreldi. İki kadın üşümeye başlayınca oturdukları banktan usulca kalkıp sahil boyu yürümeye koyuldular. Genç kadın kışın ortasında güzelim bir bahar havası yaşatan Kudreti Sonsuz yaratıcıya tüm kalbiyle sığındığı geceyi hatırlarken; kendi hayatının kışında da güzel bir bahar günü gibi karşısına çıkan merhametli ablasının boynuna tekrar sarıldı. Önlerinde uzanan güzel yarınlara kenetlenmiş bir halde yürüdüler. Ruhieris
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ruhieris, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |