|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katılımı |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
4 Temmuz 2005
Siyah
Gülen Ay
Her siyah, uzun saçlı kadını görüşümde içim acıyordu. Hemen kıyaslamaya başlıyordum, kendimi ve o kadını.. Yüzünü, gözünü, kaşlarını, bacaklarını, mini eteğini, ayakkabılarını, rujunu, küpelerini.. Onun evinin en güzel odasında siyah uzun saçlı, |
|
Her siyah, uzun saçlı kadını görüşümde içim acıyordu. Hemen kıyaslamaya başlıyordum, kendimi ve o kadını.. Yüzünü, gözünü, kaşlarını, bacaklarını, mini eteğini, ayakkabılarını, rujunu, küpelerini.. Onun evinin en güzel odasında siyah uzun saçlı, gülümseyen bir kadın fotoğrafı vardı çünkü. Ve o kadında o evin anahtarı vardı. 1 yılı aşkındır birlikteydiler. Birlikte gülmüş, birlikte ağlamış, birlikte tatile gitmiş, birlikte uyumuş ve belki her gün sevişmişlerdi.
Sürekli yaşadıklarını hayal etmeye çalışıyordum. Çünkü onların ikisi de benim hayatımdaydı. Ben kadının hayatında değildim ama kadın benim hayatımdaydı. Nefret etmiyordum ondan. Ne hissettiğimi bilmiyordum. Acaba nasıl biriydi? Ne konuşur, neye güler, nasıl hareket ederdi, merak eder dururdum. Hasta mıydım bilmiyorum. Bunları hissetmemem mi yoksa hissetmem mi daha normal olurdu bilmiyorum.
Sonra onun diş fırçası vardı banyoda. Pijamaları dolapta. Tokaları komidinlerin üzerinde. Terliklerini ise ben bile giyiyordum. Hayatımdaydı işte, sevdiğim adamın sevgilisi olarak.
Hiçbiri olmasa o hiç, ondan bahsetmekten çekinmezdi. O gelecek derdi, senin firar etmen gerek. Ben geleceğim diye kadının resmini kaldırmazdı, onun hediye ettiği üzerinde “seni seviyorum” yazan minderi de. Beni apar topar evden yollardı. Sonra belki haftalarca aramamak üzere. Bakireydim hala ama orospu gibiydim. Seviş ve ortadan kaybol denilen biri gibi. Sonra nasıl olduğu sorulmayan. Bir derdi olup olmadığı düşünülmeyen.
Hüsnü kuruntumdu büyük ihtimalle, o eve her çağırıldığımda bana ihtiyaç duyulduğunu hissediyor olmam. En azından çağırıldığım saniye, bir şeylerin karşılıklı olduğunu düşünmem. Benim onların arasında ne işim vardı bilmiyorum. Sorduğumda cevap; “seni özledim” ya da “seni seviyorum” olmazdı hiçbir zaman. Biblo gibiydim (çok güzel filan değildim ha), huzur doluydum bütün bunların bende bıraktığı hastalıklı duruma rağmen, çıtı pıtıydım. Kırılgandım belki bu sonuncusunun anlamı.. Ama beni kırmamak için en ufak bir çaba göstermezdi. Sanki bir kastı vardı bana. Bir türlü gidememesi değil, bir türlü gitmemesi ve hep uzak olması, sanki çıtı pıtının içindeki gücü yok etme becerisini gösterebilmeliydi büyük bir insan olarak...
Ama ben hiç ama hiç güçlü değildim. Sadece ölemiyordum işte. Hepsi bu. Sadece ölemiyordum. Hayatımın katlanacak hiçbir tarafı kalmamıştı.
:: kefiliyim tüm suçların!.. |
Gönderen: alihamza / İstanbul/Türkiye
|
23 Temmuz 2005 |
|
| kırkına sekiz kala canan!
yaşam;
binlerce bombanın, bir gecede,
bir yerlere düştüğü bir saatte,
bir sanatseverin boynunda ve bileğinde,
zarif bir imitasyon aksesuardır!
en ince dantelalar gibi işlenmiş,
düşünceleri ile,
son derece transparan!..
aynı anda,
bir afrodit larvası daha,
düşer dünyaya!
el bebek!
henüz sıyrılmıştır ki kabuğundan,
varlığı özel havuzlarda damıtılıp
gündelik telaşlardan yalıtılmış halde,
kulvarı belirlenir,
bale, şan dersleri, sen-benua, konservatuar,
bilahare güzel sanatlar,
bir anda bakmışsın ki,
podyum hazırlığındadır!
kraliçe adayı, süper nova,
turizm elçisi, tv spikeri,
televole ve paparazzi,
yeni bilenmiş,
ve usturadan daha keskin,
doğurgan olmayan,
müteharrik kelimelere gebedir
dili!
hemen her gün seçkin ajanslardan,
posta kutularına rumuzsuz mektuplar geçilir,
soylular için reklamik olsa da,
bazı organizeler ücrete tabi değildir.
çok bahar akşamı,
boğaz’a karşı alabildiğine keyfi,
çigan eşliğinde saltanatını sürdürür balık ve rakı,
arka planında yatan turşu tadında,
pek de sıra dışı olmayan,
pahalı bir aşk(!)
en sığ yerlerinden yakalanır!..
aslında;
mütemadiyen sanattan anlayan,
ve ayrıca inzibat kültürlü de olmayan,
elit bir adamdan bile,
yine de müşteki olunur!..
vazgeçilmez can simididir stres,
neyse ki oldukça terbiyeli işkembe o an için imdada yetişir!..
gündem öyle ayarlanmış filan da değildir,
medya, suare, borsa gibi
oldukça da spontanedir...
hemen ardı sıra yaşamın,
tekdüzeliği şiddetle tekrar tekrar tel’in edilir!
her bunalımda boğulmuş ve hapis yalnızlar için,
özel kaçış turları düzenleyen acentelerin,
iyi ki, paket halinde hazır,
sürpriz ‘çıkış kapısı’ gezileri vardır!..
ve cemiyeti ilgilendirmez hâliyle,
başkentlerin sükuneti hep aldatır!
her kabine değiştiğinde muhkem pazarlar kurulur,
kasalar ısmarlanır!
en demokrat kardeşlik teraneleri dile gelir,
ve “al gülün, ver gülüm” lü detant
ne kadar da değerlidir...
Şairler içinse, gece;
kalemin mürekkebi olduğu gibi,
her şiir de bir şifredir!
ellerin, gecenin çıplağında üşür,
ne hazin öyküler çıkar hayatlardan,
ve yazılamayacak kadardır utanç!
usanç; suskunluğa terk eder yerini,
damarlarında ölür, ayak izi bırakmadan gezinen sinsi örümcek,
sırların ifşa olur!
her gece seni bulur, can evinden vurur,
ve yüreğini paralar çürük ihânetler,
geçmişin zehirli bir kurşundur!
üzerine çullanır keder, soluğun kesilir!
ruhuna, kazdığın mezar, kendine biçtiğin kefen,
yine kendi eserindir!
kâfir bir intikam dolanır da diline,
ki, göğsüne paslı bir gülle gibi oturan,
sırtlandığın kaderindir!
her seferinde boğazına piton misâli dolanan,
yine kendi ellerindir!
mücbir bir sebebin var senin,
mazlum ve sahipsizsin,
işte bu yüzden mücrim değilsin,
nisyân dedin de, insan;
biraz nisyân, biraz isyan!
ne gideni durdurur zaman,
ne gelmeyecek olanı bekler,
şimdi, kitâb’ı açmanın tam zamânıdır
ve okumanın en orta yerinden,
haydi, indir gözlerini kalbine,
bir mâmur mâbed kapısına geleceksin
ki, o kapı açılır kıbleye,
ardında nice yollar göreceksin!
O gelince yitirir hükmünü zaman, dil susar,
düşer söz ve hece,
gelen,
vakt-i sükûttur!...
her cüce mukavvadan, bir duvar örer önümüze,
onu bir heyulâ yapan tabularımızdır,
hepsi, hepsi küçük bir benek...
hapsedilen bedendir, ruhlarsa, özgür...
kurtulmak için bu köhne dekordan
korkuyu korkutmak gerek,
tasvir edebildiğin gönül gözünden gördüğündür,
pencerenin büyüklüğü değildir enginlik,
bir iğne deliği bile yeter bakmasını bilene,
her yıkıldığında bir tabu, her yırtıldığında bir perde,
görünür yaldızlı süslerin ardındaki füsûn,
uzak değildir, bir yıldız kadar gerçek;
o çok yakınında,
gözbebeklerinde saklıdır!
|
:: Hoşgeldiniz |
Gönderen: Elçin Orhan / AYDIN/Türkiye
|
10 Temmuz 2005 |
|
| Bu Hikayenizle aramıza hoşgeldiniz. Kadının portresine bakınca bir an ben miyim diye düşüdüm. ama çıtı pıtı da anladım ki değil :) Ruh hali ise BEN. yani her kadın biraz SEN.
yazılarınızın devamını bekleyeceğim :)
|
|
Söyleyeceklerim var!
Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?
Yazıları
yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz
ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız,
yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.
Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.
|
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
| |
İç [Eleştiri]
|
|
|
|
siyah ve beyaz.
Etkilendiği Yazarlar:
Necip Fazıl..
|
|
|