İnsanlığın hangi filizi köreltilmek istenmişse, tersine o filiz daha gür büyümüştür. -Freud |
|
||||||||||
|
Seni tanıdığım gün anladım…Çocukluğuma öykündüm nedense birden.. Yüreğimin gecelerde siyaha boyanmadığı zamanlara.Karşılıksız gülebilmeyi ve yalansız ağlamayı bildiğim anlara.. Ben hiç bilmedim ki çocuk olmayı.Erken büyüdüğümden belki, babamın yanağıma attığı ilk tokat mıydı? Yoksa arkadaşımın yüzüme ilk küfrettiği an mıydı bilmiyorum.Vazgeçmiştim çocuk olmaktan.Sigaraya on dördümde başladım, on beş yaşımda bir yetmişliği koca adamlar gibi devirir olmuştum, on altısında mahallenin kabadayısı, on yedisinde okulun ipe sapa gelmez ağır delikanlısı…Ve yaş on sekiz.Boyundan büyük işlere kalkan hergele, polis tutanaklarına düşülen not: Meskun mahallin belalısı.. Hatırlıyorum da o zamanları.Nasılda hızla kirlenmişti içimde ki masumiyet.Sevdiğim kıza tecavüz edildiği gün ve tecavüz edenin sarhoş ve sapık babasının olduğunu öğrendiğim gün.İşte o gün nefretin ne demek olduğunu bütün hücrelerimde hissederek öğrendim.Babam neden gittiğimi hiç anlamadı.. Annem o günden sonra hiç kimse için bir daha hiç ağlamadı. Kardeşim henüz çok küçüktü. Çocukluğunda “ağabey” diyeceği adamı o günden sonra bulamadı.O gün çocukluğumu bırakıp gittiğim gündü.İçimde ne sancılar büyüdü… Hani “serseri” deyip geçtiğimiz insanlar vardır ya.İyi tanırım onları.Afili duruşları, sert bakışları hem içten içe kızdırır hem de korkutur insanları.Oysa içinde sakladıkları, söylemedikleri, duysan seni ağlamaktan halsiz ve bitkin koyacak öyle anıları öyle hikayeleri vardır ki, inanamazsın.Serseridirler. Çünkü acılarını saklamayı bilmenin başka bir yolu öğretilmemiştir onlara.. Belki bende öyle biri olacaktım.Yada ne bileyim.Hani diyorum benim serseriliğim memuriyet sebebi ile maaşa bağlandı ya resmiyet kazanınca havası arttı sanki.Sonra gelsin sürgün zamanları..Van, Hakkari, Bingöl..Ve daha onlarca şehir..Oradan oraya.Ne çok gülesim gelirdi bilsen.Okundukça elimi tutuşturulan tayin kararları. Sevmeyi hiç bilemedim ben.Belki tam öğrenmek üzereyken iğfal edilince düşlerimde ki bakışlar, masum dokunuşlar, penceremin buğusuna yazdığım isim, cüzdanımda sakladığım resim..Kirletilince.Yarım kaldı işte..Sevemedim kimseyi bir görüşte..Yarım kaldı içimde bir şeyler… Bilmek adına ne varsa yaptım sonra.Kitaplar okudum, insanlarla konuştum.Hiç unutmam.İzin zamanımdı.Saçı sakalı uzattığım bir andı.Gece yarısını geçmişti vakit.Tek başıma, İstanbul gibi yerde, akşamcıların mekanı sayılan yerde, bir parkta, boş olan bir bankta uyuyakaldım.Sabah vaktinde bir berduş üzerime battaniye niyetine kartonları örttüğü zaman. İşte o zaman.Anladım bir şeyleri.Aklın değil, yüreğin aynasıydı insan. Bildikçe, öğrendikçe daha çok sevgi ve daha çok öfke birikti içimde.Garip bir şeydi bu.Her öğrendiği şeyde bir parçasını daha tamamlıyordu insan.İyiden ve kötüden.Ne varsa işte.Tamamlanıyordu insan. Sonra farkında olmadan, anlatmaya başlıyordu.Anlatırken ne çok şey öğrendiğini görünce iyiden iyiye şaşırıyordu.İnsan dediğin mahluk ilginçti doğrusu..Her türlü acıya kolayca alışıyordu… Pervasız oluşumun, umursamaz duruşumun ve bazen tepeden ukalalık diye nitelendirilen bakışımın kendimce hep haklı sebepleri vardı.Bana göre insan dediğin şey, korktuğu kadar hayvan, direndiği kadar insandı.Bazen kendimce saçma sapan, manyaklık denecek düşüncelere dalardım.Mesela bir maymunun, bir tilkinin, bir domuzun yönettiği ülkelerde gezintiye çıkardım.Tebaası aynı olan ülkeler.Saçmalık bu ya,bu ülkelerde tek tük rastladığım insanlar olurdu.Sokak insanlarını koruma derneği kurmuş Maymunlar eylem yapardı.Domuzlar buna karşı çıkardı.Tilkiler kıs kıs gülerdi.İnsanat bahçelerinde yaşlı ve yalvaran gözlerle bakan her nevi cins hayvanların fındık fıstık attığı kadınlar,çocuklar yaşlı ve bitkin ihtiyarlar ölmeyi beklerdi..Bir domuz gelir.Pislediği tabakta ki yemek artığını bu insanlara verirdi.Böyle bir ülkede yaşamak..Kim bilir ne kadar zor olurdu diye düşünür, kurulduğum sobanın yanında, sokak çocuklarından daha çok üşürdüm… Bir de sevmek gelirdi aklıma.Sevemediğim kadınların yatağında uykusuz kalışımın gerekçesini bir türlü çözemezdim.Gerçekten öyle mi olurdu derdim kendime.Gerçekten sabahı bekler miydim? Saçlarını okşar, uyandırmadan dudaklarından öper, yüreğimi dost kıldığım kadını saatlerce seyreder miydim? O zamanda böyle şiirler yazabilir miydim acaba? Gökyüzünü bu kadar sevebilir miydim yine? Bulutun beyazını, denizin mavisini..Rastladığım kadını, Düşlediğim kadından daha çok, daha yalın mı severdim? Şimdi böyle bir zamanda..Tam da vazgeçecekken aramaktan.. Sana rastlamak da nesi? Ya başladığım yerde başladığım gün başladığım saat..Avucumdan kayar gibi gidişin..Yüzümde donup kalan gülüşün.Bu neyin sancısı? Kavga istiyor sen yanım... Sen yanım? Sanırım susmalıyım……
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © deniz Ülkegül, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |