Dengeli bir rejimde yemeğin yeri çok önemli. -Fran Lebowitz |
|
||||||||||
|
(www.hayvanlaralemi.net) Çocuk, büyük bir kan gölünün ortasındaydı. Askeri literatürde “topuk parçalayan” olarak bilinen bir mayının kurbanı olmuştu. Sağ ayağı bilek hizasından kopmuş ve parçalanan ayaktan oluk oluk kan akıyordu. O kadar çok kan kaybetmişti ki; toprak, kanı aynı hızla yok edemiyordu. - Neredeyim ben? diye düşündü, çocuk. Soluk alıp verişleri hızlanmıştı. Bu hızlanma, kan kaybının yanı sıra; iç güdüsel olarak kopan bacağını daha fazla kan akmasın diye bütün gücüyle kavramasından ileri geliyordu. Patlamanın ve yaşadığı bu sahnenin etkisiyle hafızası allak bullak olmuştu. Ve aklına gelen ilk soru buydu. Her insanın böyle bir panik anında aklına gelebilecek sıradan ama korku dolu bir soruydu. Çarçabuk cevaplanması hayat kurtarabilirdi. Ama bu durumda; çocuğun bulunduğu bu yerde; bu olanaksızdı. Mayın, son zamanlarda artan çatışmaların en ıssız, en kritik yerlerinden birine döşenmişti. Ormanın içinden geçen bu patika, her iki düşman tarafında pusu kurup, baskın verdiği bir bölgeydi. Kimse, kendi döşediği mayınların dışındakilerin nerede olduğunu bilmiyordu. Çocuk ise hiçbirinin yerini bilmiyordu. Hatırladı. Sabah arkadaşlarıyla beraber köylerinin yakınında bulunan bu ormana gelmişlerdi. Ormana girmek kesinlikle yasaktı. Büyükleri koymuştu bu yasağı. Çocuklar dışında herkes ormanın tehlikeli olduğunu biliyordu; ama kimse tüm açıklığıyla çocuklara ne olup bittiğini anlatmaya cesaret edemiyordu. Çatışma, kan ve vahşet görmemiş çocuklara; gulyabani hikayeleri gibi bunları anlatmak acımasızca geliyordu. Her korkunç öykü gibi, çocukların hayal gücü bunları daha da korkunçlaştırıp içinden çıkılmaz hale sokabilirdi. Korkak yetişen çocuklar; bunu hiç kimse istemiyordu. En azından onlar, her an köyü de içine alabilecek bir çatışmanın varlığından habersiz mutlu yaşayabilirdi. Arada bir ormanın içinden gelen patlama ve silah sesleri de olmasa her şey çok daha güzel olacaktı. Büyükler, bu seslere de bir açıklama bulmuşlardı. Ormanda çok büyük ama zararsız Ağustos böcekleri vardı. Bunlar, zaman zaman üremek için biraraya geliyorlardı. İşte bu sesler, çiftleşme sırasında çıkan seslerdi. Ve büyük oldukları için sesleri küçük olanlarından farklı çıkıyordu. Bir çocuğa çiftleşmeyi antlatmanın tercih edildiği nadir durumlardan biriydi bu da. Bu yüzden onları rahatsız etmemek için ormana girmek yasaktı. Ayrıca ormana girerlerse toprağa gömdükleri yumurtalara basıp “zararsız” büyük Ağustos böceklerini kızdırabilirlerdi. Bu sefer de hiç istenmeyen korkunun yerini, merak aldı. Büyük Ağustos böcekleri nasıldı acaba? İşte bu merakla ormanı fethetmek istiyorlardı. Bir gün öncesinden planlar yapılmış, büyükler daha uyanmadan; sabahın ilk ışıklarıyla yola çıkmışlardı. Daha ne olduğu anlaşılamadan ormanın içlerine doğru ilerleyebilirlerdi. Varsayalım, daha önce hayatınızda hiç yılan görmemiş olun ve birileri kalkıp size yılanın ne kadar zararsız bir mahluk olduğundan bahsetmiş olsun. İlk yılan gördüğünüzde ne yaparsınız? Onu sevmeye çalışabilirsiniz mesela; bu olmaz değil. Ta ki ilk ısırık veya düşmanca bir tepkiye kadar; ya orada yardım bulamadan ölürsünüz ya da şanslıysanız eğer hayatta kalıp; tehlikeli ve uzak durulması gereken korkutucu yılan imajına sahip olursunuz. Bu tecrübe aynı durumda kaldığınızda hayatınızı kurtarabilir. Bizim çocukların akıllarında ise “zararsız” Ağustos böcekleri vardı. Gerçekten zararsızlar mı? Gerçekten o kadar büyükler mi? Ve nasıl çiftleşiyorlar? Bu hikayeyi, -bir an için gerçek olduğunu varsayalım- bir büyüğe anlatsanız büyük “zararsız” ağustos böceklerinden çekinebilir. Çünkü daha önce kara, tüylü ve kanatlı normal ağustos böceğini görmüş olabilir. Büyüğü ise muhtemelen daha korkutucu olacaktır; her ne kadar zararsız olsa bile. Ama kabul edersiniz ki bir Ağustos böceğiyle karşılaşmak nadir gerçekleşen bir olaydır ve bir çocuğun dünya üzerinde var olduğu o kısa süre içerisinde Ağustos böceği görmemiş olması olasıdır. Bizim çocuklar da sadece o tiz seslerini duydukları küçük Ağustos böcekleriyle hiç karşılaşmamışlardı. Bilinenle bilinmeyenin sınırına geldiklerinde içlerindeki merak ve heyecan dayanılmazdı. O kadar ki; sabahın bu ilk saatlerinde ormanı kaplayan puslu havadan daha yoğundu ciğerlerindeki hava. Her nefeste hızla çarpan kalplerindeki kan daha çok oksijen için damarlara akın ediyordu. Kaç kişiydiler? Bunun pek bir önemi yok. Asıl olan burada olmalarıydı. Ve büyük Ağustos böceklerini görürlerse eğer; biraz kahramanlık biraz da abartıyla süslü maceralarını anlatarak; geride kalanların merakını giderebilirlerdi. Öncülük, böyle birşeydi işte. Ve onların açtığı yoldan daha çok gelen olabilirdi. Ormanın içine doğru yapılan ilk hamlenin arkası çabuk gelmişti. Küçük adımlarla ilerleyen grup, kaybolmamak için birbirlerine sımsıkı sokulmuştu. Ama içlerinde en girişkenleri olan bizim çocuk, ana gruptan yirmi metre ileride gidiyordu. Belirli bir yönleri yoktu. Büyük “zararsız” Ağustos böceklerini görene kadar ilerleyeceklerdi. Şimdi bizim çocuğun kan içinde kaldığı bu patika karşılarına çıktığında yürüyüşleri hız kazandı. Tam da o anda patikanın ilerisinden gelen; köyden duyduklarına benzer bir ses duydular. Evet, çok yaklaşmışlardı Ağustos böcekleri bu patikanın ilerisinde olmalıydı. Liderimiz, grubu o yöne doğru götürmeye başladı. Bir saattir yürüyorlardı. Yorgunluk bu küçük bünyelerde etkisini göstermeye başladı. Adımlar yavaşladı. Bizim çocuk ise baştan aşağıya merak, hızla ilerliyordu. Arkasındaki grupla mesafe artmaya başladı. Adım atmak, yani yürümek ne kadar ilginç. Bir sonraki adımın, nereye denk geleceği veya sizi nereye götürdüğü çoğu zaman tahmin bile edilemiyor. Bir adım sonra çukura düşebilir, hayatınız aşkıyla karşılaşabilir, iş görüşmesi için bir kapıdan girebilir veya bir mayına basabilirsiniz. Bir nefes, bir adım; işte hayatın ritmi. Bizim çocuk, sese doğru son adımını atmak üzereydi. Sol ayağının ilerisine sağ ayağını koydu. Sağ ayağını yerden çeker çekmez büyük bir gürültü koptu. Sıçrayan toprak ve duman çocuğun etrafını bir bulut gibi kapladı. Patlamanın sesi kulaklarını geçici olarak sağır etti. Eğer o an da korkudan ne yaptıklarını bilmez halde gerisin geriye kaçan diğer çocukların seslerini duyabilseydi; onları durdurmak için bağırabilirdi. Girdiği şokun etkisiyle kopan ayağındaki acıyı ilk önceleri hissetmedi. Ortalık biraz yatıştıktan sonra ayağının halini gördü. Dehşet içinde baka kaldı. Daha sonra patlamanın olduğu yerde açılan çukuru gördü. - Neydi bu ? Neye basmıştı? Ayağındaki acı dayanılmazdı. Diğer çocuklara yetişmek için ayağa kalkmak istedi; başaramadı. Yardım için birkaç kez bağırdı. Kimse duymadı. Neredeyim ben ? diye düşündü, çocuk. Büyük “zararsız” Ağustos böceklerini görememişti. Ailesi aklına geldi. Bu haldeyken bile onu en çok korkutan, ailesiydi. Olanları öğrendikleri zaman ne yapacaklardı ? Mutlaka öğreneceklerdi. Ayağına baktı, mantıklı bir açıklama düşündü. “Zararsız” Ağustos böceklerinin yumartaları aklına geldi. Herhalde yumurtalardan birine basmıştı. Ayrıca bunlar patlıyordu. Büyüklerin bilmediği birşey ortaya çıkarmıştı. Sevindi; ama bu pahalıya mal olmuştu. Yumurtaların ilk kurbanı kendisiydi. Bedeninde bir soğukluk hissetti. Akıp giden kanın yerini ölüm serinliği alıyordu. Bizim çocuk daha önce hiç ölen birini görmemişti. Ölümün nasıl birşey olduğunu bilmiyordu. Bu yüzden bu serinliğe doğru tanıyı koyamadı. Ailesi bu halini gördüğünde; biraz kızdıktan sonra onu mutlaka affedecekti. Çünkü yaralı bir çocuğa hele bu çocuk kendi öz evlatlarıysa; hiçbir ailenin yüreği kızgınlığa uzun süre elvermezdi. Bunu biliyordu; içi rahatladı. Bedeninde ki serinlik yavaş yavaş yerini uyuşukluğa bırakmaya başladı. Artık bacağını da daha fazla tutamayacaktı. Gücü tükenmek üzereydi. Arkadaşlarının onu burada bırakmayacaklarına güveniyordu. Mutlaka köye varıp yardım getireceklerdi. Bu süre içinde belki de büyük “zararsız” ağustos böceklerinden biriyle karşılaşabilirdi. Tabii yumurtalardan birine zarar verdiği için kızmamasını umarak. Gözlerini kapadı. O büyük böcekleri hayal etmeye çalıştı. Bacağındaki acı azaldı. Nefesi yavaşladı. Bildiği bütün böceklere benzeyen bir böcek gördü. Yavaşca ona yaklaştığını duyumsadı. O yaklaştıkca acısı daha da azaldı. Diğer çocukların ise korku dolu bir koşuşturmanın ardından köye varmalarına çok az kalmıştı. Köyden ayrılalı tam olarak ne kadar zaman geçtiğini kestiremiyorlardı; ama sık ağaçlarla kaplı ormandan çıkar çıkmaz güneşin tepelerinde bayağı yol aldığını gördüler. Nefes nefese kalmışlardı. Buna rağmen durmadan koşuyorlardı. Tanık oldukları sahnenin verdiği panikle hiçbir şey düşmeden sadece koşuyorlardı. Köyü girdiklerinde, onları aramaya hazırlanan büyükleriyle karşılaştılar. Çocuklar ortaya çıktığında ilk önce bir sevinç dalgası oluştu. Çocuklarını merak eden aileler birbirine sarıldı sonra çocuklara doğru koşmaya başladılar. İki taraf içinde buluşma rahatlatıcıydı. Çocuklar ailelerine kavuştu. Sadece bir eksikle. Çocuklarının kaybolduğunu ilk fark eden bizim çocuğun ailesiydi. Sabah uyandıklarında yatağında yoktu. Gidebileceği yerlere baktılar; hiçbir yerde yoktu. Merakla komşularına sormaya gittiklerinde durum yavaş yavaş aydınlanmaya başladı. Çünkü onların çocukları da ortada yoktu. Böylece köyde bir hareketlenme başladı. Kimse, en kötü ihtimali aklına getirmek istemiyordu. Ama bir süre sonra durum anlaşıldı. Onlarla gitmeye korkan bir arkadaşları herşeyi anlattı. Sabahın ilk ışıklarıyla ormana büyük “zararsız” ağustos böceklerini görmeye gitmişlerdi. Büyük bir korku, merakın yerini aldı. Arama ve telaşla bayağı bir süre kaybettiler. Çocukların nerede olduğu anlaşılınca hemen onları armaya bir grup gönderilmesi kararı alındı. Böylece hazırlıklar başladı. Büyükler tam yola çıkacakken çocuklar dört nala köye girdiler; sadece bir eksikle. Sevinç dalgasının ardından eksiğin farkına varıldığında kimsenin sormaya dili varmadı. - O nerede? Bizim çocuğun ailesi atıldı. - Nerede o? Ve çocuklar başlarından geçeni anlattı. O hâlâ oradaydı. Ne durumda olduğunu ise hiçbir çocuk bilmiyordu. Arkadaşlarını bırakıp kaçtıkları için kimse onlara kızmadı. Çünkü ağlamaktan şişmiş gözlerinde korku, o kadar duruydu ki; böyle bir korku herşeyi mazur gösterebilirdi. Bizim çocuğunun babasının da aralarında olduğu arama ekibi, bunun üzerine zaman kaybetmeden yola çıktı. Önlerinde bir eşek ormana geldiler. Çocukların bahsettiği patikayı biliyorlardı. Herşeyin daha sakin olduğu zamanlarda bu patika, koyun sürülerini ormanın ilerisinde bulunan otlağa götürmenin en kısa yoluydu. Koyunların sevdiği en güzel ve besleyici otlar oradaydı. Çatışmalar başladığından beri de patika kullanılmıyordu. Çocukların tesadüfen buldukları patikanın köy tarafındaki girişini; büyükler, elleriyle koymuş gibi hemen buldu. Böylece çocuklardan daha kısa sürede bizim çocuğun olduğu yere ulaşabilirlerdi. Kimse konuşmuyordu; tek yaptıkları eşşeğin adımlarına uyum sağlamaktı. Bir yandan da fazla gürültü çıkarmamaya çalışıyorlardı; çünkü çocuklarından sonra çatışan taraflardan birileri buraya gelmiş olabilirdi. Kimse onları tanımadığı için her iki taraf içinde düşman konumundaydılar. Çocuğun babası düşünceliydi. Anlatılanlardan, patlamaya bir mayının sebeb olduğu anlaşılıyordu. En kötüyü aklına getirmemeye çalışarak, oğlunu hayal etmeye çalıştı. Ne durumdaydı şimdi ? Muhtemelen kötü yaralanmıştı. Bir keresinde; hangi tarafdan olduğunu hatırlayamadığı mayına basan biri, gece vakti köye getirilmişti. Ayağının biri kopmuş ayrıca patlamanın etkisiyle fırlayan şarapnel parçaları vücudunun bütün ön tarafına saplanmıştı. O saatte uzayan domino partileri yüzünden hala açık olan köy kahvesine gelerek; kahvecinin arabasını zorla alarak yaralıyı götürmüşlerdi. Bir daha da ne onları ne de arabayı gören olmuştu. Bütün bunlara uydurdukları masal sebeb olmuştu. Onları ormandan uzak tutalım derken tehlikenin kucağına atmışlardı. Çocuksu merakı, hayal gücünü hiç hesaba katmamışlardı. Yasak demek ve buna bir kılıf uydurmak iyi bir çözüm gibi gelmişti. Belki hikaye biraz daha kokutucu olabilirdi. ama bu sefer de amaçlarına ters düşerlerdi. Amaçları çocukları korkutmadan ormandan uzak tutmaktı. Kokutacaklarsa başta gerçeği olduğu gibi anlatmalıydılar. Televizyonu açıp çocukların hiç izlemedikleri haberleri izletmeliydiler. O dehşeti, kanı, çatışmayı göstermeliydiler. Hesaba katmadıkları çocukca merak yüzünden sonuç aynı olmuştu nasılsa. Onları evde hapiste de tutamazlardı. Çatışmaya lanet etti. Orman çok sessizdi kendi ayak seslerinden başka ses duyulmuyordu. Bizim çocuğun babasının hemen arkasında arkadaşlarıyla gitmeye korkan çocuğun babası yürüyordu. Elini bizim çocuğun babasının omuzuna attı. - “Çocuklara o hikayeyi anlatmakla hata ettik” dedi. Yüzü kızgınlıktan kasılmış; cevap verdi bizim çocuğun babası. - “Seninkisi korktu ama.” - “Eğer bu çocuklar hiçbir şey olmadan geri dönseydi. Hikayemizin gerçek olmadığı anlaşılacaktı. Ve onlardan başka çocuklarda bize haber vermeden ormana gideceklerdi. Hatırlarsan, biz de bir zamanlar çocuktuk. Belki o zaman benimkisi de kormayacak ve şimdi senin oğlunun başına gelen belki de benimkinin veya bir başkasının başına gelecekti.” - “Özür dilerim; ama keşke mayına basan bir başka çocuk olsaydı da bende senin gibi düşünebilseydim.” - “Amacım seni üzmek değil. Sadece, senin oğlunun en cesaretlileri olduğunu söylemeye çalışıyorum. Baksana grubun en önünde gidiyormuş. Eğer en önde gitmesiydi daha çok çocuk zarar görebilirdi.” - “Yani bizim önümüzde giden eşek en cesaretlimiz. Bence cesaretli olmaktan çok eşeklik etmiş.” - “Cesaret biraz eşekliktir. Üzülme. Bütün köy oğluna bir teşekkür borçluyuz.” - “İnşallah çok kötü durumda değildir.” - “Umarım.” Korkak çocuğun babası tekrar arkaya geçti. Pek düşündüğü gibi konuşamamıştı. Teselli edeyim derken neler söylemişti öyle. Bencilce buldu söylediklerini. Sessizce ağlamaya başladı. Köye döndükleri zaman çocuklara nasıl açıklayacaklardı bu durumu. Ama artık korkutmaya gerek kalmamıştı. Gerçek bir kez daha söylenmemeliydi. Artık çok geçti. Çocuklara bu patlamaların, çatışmaların ormanda hergün yaşandığı söylemek. Yangına körükle gitmek olurdu. Hele bir de arkadaşları bunun kurbanı olmuşken. Korkuyu yatıştırmaları gerekiyordu. Düşünmeye başladı. Epey yol almışlardı. Çocukların kalabalık ayak izlerini çiğ yüzünden iyice nemlenmiş yumuşak toprakta daha net görmeye başladılar. Tabanlarda müthiş bir kargaşa yaşanmıştı. İzlerin birdenbire bir yerde bitti. Tam o sırada en öndeki bağırmaya başladı. - “Aman allahım, aman Allahım...” Bizim çocuğu görmüşlerdi. Mayının açtığı çukurun birkaç metre ilerisinde boylu boyunca uzanıyordu. Burdan sonra mayın olabileciğini düşünerek herkez çocuğun baş tarafında toplanmıştı. Eşeği bir ağaca bağladılar. Bizim çocuğun babası can havliyle koşup gelmişti. Çocuğunun haline görünce haykırmamak için kendini zor tuttu. Çocuk çok kan kaybetmişti. Kendinde değildi. Nefesi ve kalp atışları zayıflamıştı. Çocuğun dudaklarına ve yüzüne yanlarında getirdikleri sudan biraz sürdüler. Yüzündeki ıslaklığı hisseden çocuk hafifce gözlerini araladı. - “Baba” dedi, “büyük “zararsız” ağustos böcekleğini gördüm.” Babası karşı çıkmadı. Oğlunun fazla zamanı kalmamıştı. Geri götürmeye kalksalar bile yolda can verecekti. En iyisi hayale ortak olmaktı. - “Nasıldı?” Tekrar görmeye çalışarak gözlerini kapadı. - “Büyük çok büyük”. Ve çok iyi kalpli." Babası ağlıyordu. Oğlu gözlerinin önünde ölmek üzereydi; ama mutluydu. Ölüm onu tertemiz ve hayal dolu alacaktı. - “Yumurtalarından birini kırdığım için bana hiç kızmadı.” Son bir kez nefes aldı. - “Ve sizin bilmediğiniz bir şeyi biliyorum artık yumurtalar basınca patlıyormuş.” Bu sözlerle birlikte son nefesini verdi. Kafası babasının göğsüne yaslandı ve öldü. Babası onu yavaşca kaldırıp eşeğin eğerine yatırdı. Kimse birşey söylemedi. Yavaş yavaş köye doğru yürümeye başladılar. Herkes sessizce ağlıyordu. Korkak çocuğun babası başta olmak üzere herkesin kafasını kurcalayan soruya da yanıt bulmuşlardı. Yumurtalar patlıyordu. Ve kanıt ortaydı. Hikayenin korkutucu yanı bulunmuştu. Çocuklardan biri kazaya kurban gitmişti, bir trajediye değil
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İbrahim Burak Göğüş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |