"İşimden büyük tat aldığımı söylemeliyim." -John Steinbeck |
|
||||||||||
|
Gabriel García Márquez kimdir? Gabriel García Márquez, 1928’de Kolombiya nın Aracataca kentinde doğdu. Büyükannesiyle büyükbabasının evinde ve teyzelerinin yanında büyüdü. Başkent Bogota’daki Kolombiya Ulusal Üniversitesi’nde başladığı hukuk ve gazetecilik öğrenimini yarım bıraktı. 1940’lardan başlayarak uzun yıllar gazetecilik yaptı. Öykü yazmaya 1940’ların sonlarında başladı. Yayınlanan ilk önemli yapıtı, Yaprak Fırtınası’ydı. 1961 de yayınlanan Albaya Mektup Yazan Kimse Yok adlı romanını, Hanım Ana’nın Cenaze Töreni(1962) adlı öykü kitabı ve Kötü Saatte(1962) izledi. Yazar en tanınmış romanı Yüzyıllık Yalnızlık’ı(1967) Meksika’ya ilk gidişinde yazdı. Yüzyıllık Yalnızlık’taki bir bölümden etkilenerek yazdığı öykülerini İyi Kalpli Erendina(1972) adlı kitapta toplayan yazar daha sonra sırasıyla Mavi Bir Köpeğin Gözleri (1972), Başkan Babamızın Sonbaharı (1975), Kırmızı Pazartesi (1981), Kolera Günlerinde Aşk (1985), Labirentindeki General (1989) yayınladı. Yazarın Türkiye’de yayınlanan diğer kitapları arasında Bir Kayıp Denizci, Sevgiden Öte Sürekli Ölüm, Aşk ve Öbür Cinler, Şili de Gizlice, On İki Gezici Öykü ve Bir Kaçırılma Öykü sayılabilir. Kitaptaki roman karakterimiz, 90. doğum gününü kutlamaya hazırlanan yaşlı bir gazeteci ve yazar, müzik eleştirmeni ve kendi deyimiyle bir haber şişiricisidir; aynı zamanda devlet okullarında İspanyolca grameri ve Latince hocalığı da yapmıştır. Kitabın ilk bölümünde karakterimiz geçmişini ve kendini anlatıyor. Kendini; çirkinliği, çekingenliği ve çağ dışılığı ile fersahlarca uzaktan fark edilebilen, hayatta hiçbir becerisi, parlak hiçbir yanı olmayan, soyu tükenmiş birisi olarak tanımlıyor. Sömürge döneminden kalma bir evde, annesiyle babasının yaşayıp öldüğü yerde, hayatını ömrünün sonuna kadar kadınsız ve parasız olarak geçirdiğini anlatıyor. Annesi ve babası hakkında şunları söylüyor: Elli yaşında veremden ölüp giden, pek çok yeteneklere sahip bir anneyle, geçen yüzyıldaki Bin Gün Savaşı nı ve daha pek çok iç savaşları sona erdiren Neerlandia Antlaşması nın imzalandığı günün sabahı dul yatağında ölü bulunan, hata yaptığı asla görülmemiş, kuralcı bir babanın şımartılmış oğluydum.[1] Tüm hayatını yalnız geçiren ve yanında kendisine aşık sadık hizmetkarı Daminia dan başkası olmadan bu şekilde öleceği günü bekleyen bu adam, aslına bakarsanız bir kere evlenmeye kalkışmış, Kaçak Gelin’in erkek versiyonu olarak sırra kadem basmıştır evlilik günü. Tüm hayatını genelev mahallesinin müdavimi olarak geçirmiş, iki kez yılın müşterisi seçilmiş, ömrünce hiçbir kadınla para vermeden yatmayan yaşlı adamın şimdi tek bir düşüncesi vardı: 90. doğum gününde kendine bakire bir yeni yetme ile aşk gecesi hediye etmek... Doksan yaşını yazdığı Pazar yazısında bunun yazdığı son yazı olduğunu da ekliyor ve istifasını veriyor hayata. Tam veda etmeye hazırlanırken, eskiden tanıdığı bir genelev patroniçesi olan Rosa Cabarcas’ı arıyor ve bu isteğine uygun bir kız bulmasını istiyor eski dostundan. Romanın giriş kısmından gelişme bölümüne girmesi genelev patroniçesinin ona bulduğu ve uyuması için kediotu katılmış bromür içirdiği, sabahları fabrikada düğme dikerek yaşayan 14 yaşındaki kızın olduğu odaya girmesi ile başlıyor. Yatağın üzerinde anadan doğma çıplak ve korumasız bir halde gördüğü kızı o gece sadece hayranlıkla seyrediyor karakterimiz. Kadınların baştan çıkarma hünerlerinden haberim yoktu benim, bir gecelik sevgililerimi ben hep hoşluklarından çok ücretleri için seçmiştim, çoğunlukla yarı giyimli olarak ve her defasında birbirimizi olduğumuzdan daha iyi hayal edebilmek için karanlıkta yatarak, sevgisiz sevişirdik. O gece, uyuyan bir kadının vücudunu, arzunun zorlamalarına kapılmadan ya da edep duygusunun engellerine takılmadan seyretmenin inanılmaz zevkini keşfetmiştim.[2] Romanın dönüm noktası adını bilmeyip de Delgadina [3] adını verdiği genç kızın odasına girmesi ve onu görmesidir. Márquez belki de karakterini 90 yaşına bastırdığı gece olan bu değişimi gerçekten manevi bir ölüm ve yeniden doğum olarak görüyor ve bunu da romanının bu kısmında okuyucuya hissettirmeyi başarıyor. Roman, karakterimizin 90 yaşında aşkı keşfetmesi, cinselliğe farklı bir bakış açısı, sahiplenme, koruma, şefkat duygularıyla ilk kez tanışması ve arınan bir aklın yeniden doğuşunun hikayesi olarak devam etmektedir. Yaşlı gazeteci, hayatındaki bu sevinç veren değişimi herkesle paylaşır. Bu değişimleri anlatırken dikkat çeken bir nokta, sabaha kadar seyrettiği Delgadina’nın hayali ile onu görmediği zamanlarda da onunla yaşıyormuş gibi zamanını geçirebilmesi. O günden sonra kızı belleğimde o kadar net biçimde tutuyordum ki, onunla canımın istediğini yapıyordum: Uyandığında su rengi, güldüğünde bal rengi, kızdırdığımda köz rengi oluyordu. Keyfimin değişmesine göre türlü yaşlarda ve koşullarda kılıktan kılığa sokuyordum onu: yirmi yaşında aşık bir acemi kız, kırk yaşında bir salon orospusu, yetmiş yaşında Babil kraliçesi, yüz yaşında bir azize. Puccini den aşk düetleri, Agustín Lara dan bolerolar, Carlos Gardel den tangolar söylüyor, şarkı söylemeyenlerin şarkı söyleme mutluluğunun ne olduğunu hayal bile edemeyeceklerini bir kez daha anlıyorduk. Bugün bunların bir sanrı değil, doksan yaşımda hayatımın ilk aşkının yeni bir mucizesi olduğunu biliyorum artık.[4] Roman boyunca dikkat çekici diğer bir ayrıntı, roman boyunca Delgadina’nın hiç konuşmamasıydı. Márquez in bile yazarken içine düştüğü çelişkiler bir kaç noktada fark ediliyordu. İlk kez gülümsemişti. Daha sonra, hiçbir nedeni olmaksızın yatakta sırtını döndü bana ve hoşnutsuz bir ses tonuyla şöyle dedi: Salyangozları ağlatan Isabel di. Karşılıklı konuşuruz umuduyla heyecanlanarak, aynı ses tonuyla sordum: Kimindi onlar? Yanıt vermedi. Sesinde avam takımına özgü bir tını vardı, sanki kendisinin değildi de içinde taşıdığı bir yabancının sesiydi. İşte o zaman ruhumdaki en küçük bir kuşku gölgesi bile yok oldu: Onu uyur haliyle tercih ediyordum.[5] Burada yazar Delgadina yı uyur haliyle tercih ederken kitabın başka bir yerinde arkadaşı Casilda Armenta nın ağzıyla, karakterimizi Delgadina’yı uyandırıp konuşması için cesaretlendiriyor: Yani kıskançlığının sana söyledikleri doğru olsa bile, hemen kalk git o zavallı kızcağızı bul; her ne olursa olsun, yaşadığın güzelliği kimse alamaz elinden. Ama şurası da kesin, büyükbaba romantizmine kapılayım deme. Uyandır onu [6] Bu satırlar, Delgadina nın kişiliği olmayan sadece üzerine hayallere kapılmak için vücudu ödünç alınmış, dış güzelliğine aşık olunan bir karakter olduğu savımızı güçlendiriyor. Kitabın ismi Benim Hüzünlü Orospularım olduğu halde okuyucunun tahmin ettiği gibi kitap, orospu olarak adlandırılan kadınların hayatlarına ışık tutma maksatlı yazılmamış, bu bakımdan toplumsal mesaj verme gibi bir kaygısı yok. Sadece son kısımlarında eski anılar şeklinde bir grup kadının hayatını çok kısaca tasvir ediyor. Yazar kitabın içinde yazmayı düşündüğü bir kitaptan bahsediyor, bu kitabın adı da Benim Hüzünlü Orospularım. Şöyle söylüyor karakterimiz: Bir keresinde bu yatak öykülerinin başıboş hayatımın sefil yanlarını anlatacak bir kitap için iyi bir malzeme olacağı gelmişti aklıma, kitabın adı da gökten inivermişti sanki: Benim Hüzünlü Orospularım.[7] Oysa ki kitapta okuduğumuz üzere yazar, karakter ile kendini özdeşleştirmiş ve bu şekilde bir cümle yazmış ise, kitapta yatak öykülerini değil, 90 yaşında yaşadığı ilk aşkı anlatıyor. Direk olarak orospu olarak adlandırılan kadınların hayatını anlatmak için yazılmamış olsa bile, okunduğu zaman akılda bazı sorular bırakmıyor da değil...Örneğin bu kitabın adını Benim Hüzünlü Orospularım yapan şey neydi? Sonra diğer soru geliyor: Orospu ne demektir? Delgadina, yaşlı gazeteci ile birlikte olmamasına rağmen bir orospu ise eğer, onu orospu kılan şeyler nelerdi? 1- Sadece beyinsiz bir vücut olarak algılanması 2- Gel, denildiğinde gelip, git denildiğinde gitmesi 3- Kaderine karşı çıkmaktan aciz olması 4- Kendini para için boyun eğmek zorunda hissetmesi? Belki de Delgadina, yaşlı gazeteciye aşıktı, aşık olması orospuluk mevhumunda bir değişiklik yaratır mı acaba? Kendi isteğiyle gelmiyor, tüm kitap boyunca konuşmuyor, sadece çıplak ve uyutulmuş vaziyette orada yatıyor. Kısacası Delgadina kimdir, bilmiyoruz. Merak ediyor muyuz? Kesinlikle evet. Şaşırtan bir diğer nokta, Rosa Cabarcas ın değişik üslubu ile dillendirdiği hayal gücü: Sandal ağacı dalıyla sıcak banyoda bekletilip ipek kağıdına sarılı olarak evine yolluyorum, hepsi de bedava.[8] Rosa Cabarcas kendisi de aynı meslekten olmasına, zamanında kendisi de aynı şeyleri yaşamasına rağmen nasıl böyle ifadeler kullanmaktadır? Kendi cinsine karşı olan saygısını kayıp mı etmiştir? Orospuluk öyle ise: 5- Kendi cinsine ve vücuduna saygısını kaybetmek zorunda bırakılmış ve buna alıştırıldığı için hiçbir şeyi yadırgamayan kadın? Oysa ki genelev işletmecisi kadınların hepsinin her zaman böylesine kendi cinslerine ve vücutlarına saygılarını kaybettiklerini sanmıyorum. Elbet onların da içinde durumlarına isyan eden bir yan vardır, fakat hayatta kalmak için uyum sağlamak zorunda kalmışlardır: Ben genç kızlık rüyalarımı alavere, dalavereci birisine kaptırdım. Çarklar dönüyordu, döndükçe de beni öğütüyordu. Öğütüle, öğütüle bugünlere geldim. Ve hep birilerinin çarklarında un ufak ettikleri, hayallerinin denizlerinde boğulan kızlara Analık yapmam için, her öğütülmüşten kalanı da sen öğüt, diye bırakıp bırakıp gittiler. Öğütüle öğütüle öğütmeyi öğrettiler...Bugün on dört tane kızım var, acımasızca onları öğütüyor, bu çarkta yarınlara hazırlıyorum. Korkunç, ama gerçek. Bir on beşinci kızım daha var. Kimden olduğunu bilmiyorum ama ben onu dokuz ay karnımda taşıdım, gizlice doğurdum, özel yurtlara beni bilmesine engel olarak bıraktım. Bizden de bir kişi kurtulsun istedim. Ama olmadı, olmuyor, birileri bulup çıkartıyor ve onu çarklarının arasına almak, öğütmek istiyor. Fakat benim kızım benim düştüğüm tuzaklara düşmeyecek. On dört kızımı bu pis çarkta öğütenler onu öğütemeyecek...On dört kızımın hepsi orospu olsa da, anaları orospu olsa da, on beşinciye izin vermiyorum...İşte kızım, işte kızlarım, işte ben...[9] Genelev işletmecisi kadının bu söyleminden yola çıkarak orospu: 6- Hayalleri kırılmış, hayat çarklarında döndükçe öğütülen, öğütüldükçe öğütmeyi öğrenen, kaderine isyan eden kadın Genelev işletmecisi kadının anlattıklarından, onun da bir zamanlar aynı meslekten olduğunu ve şu anda bu kadının saygı ve hürmet görmekte olduğunu anlıyoruz. Bu çok ilginç bir çelişkidir ve bu durumu Tolstoy da Kreutzer Sonat adlı eserinde dile getirmiştir: Fahişeliği bir an için yapan kadın genellikle alışılageldiği gibi hor görülüp küçümsenirken, uzun süreli fahişelik yapanlar saygı ve hürmet görürler.[10] Genelev işletmecisine göre, O, gücünü kanıtlamış, çarklardan geçmiş, öğütülmüştür, öğütüldükçe öğütmeyi de öğrenmiştir. Güçlü olması, ayakta kalması, hayatına devam edebilmek için bir şekilde harekete geçmesi gerekiyor kadının, belli noktalarda artık sırtını kimseye dayayamaması, güvenecek kimsesinin olmaması, dostluk duygusunu bile zamanla kaybetmesi anlamına geliyor bu. Hayat ona son sürat öğretmeye devam ediyordu, yalnızca güçlülerin ayakta kaldığını. Güçlü olmak için en iyisi olmak gerekir; başka çare yoktur. [11] Rolleri sırayla oynayacağız. Biri olmadan öteki de yoktur ve kimse kendisi aşağılanmadan aşağılamayı öğrenemez. [12] Bu alemde belli bir dayanışma varsa da, dostluk yoktu. [13] Orospu: 7- Her şartta ayakta kalması gerektiğine inanan, bu yüzden güç odaklı yaşayan kadın 8- İnsanlara güvenini kaybetmiş ve zamanla sevgi, dostluk duygularını yitiren kadın Sevgisini yitirmeye doğru giden yolda sevgi duyabileceği her şeye var gücüyle asılmaya, tutunmaya çalışır kadın, insan yönünü her zaman yaşatmak ister O. Ama sevmeye hakkı olmadığı söylenmiştir kendisine. Aşkı düşünmeyeli çok uzun zaman olmuş. Benden kaçıyor sanki; ben artık hesapta yokmuşum, o da zaten benimle rahat edemiyormuş gibi. Oysa aşkı düşünmezsem, bir hiç olurum. [14] Radyoda eski bir şarkı çalıyordu: Aşklarım daha doğmadan ölüyor. [15] 9- Aşık olmaya ihtiyaç duyan ve bunun ona yasak olduğu yargısıyla yaşayan kadın Benim Hüzünlü Orospularım, ismine rağmen içeriğinde toplumsal bir gerçeğin yansımasını tam anlamıyla vermiyor, sadece konu çerçevesinde yaşanılan bir aşkı anlatıyor, belki de o aşkla bu kızı dönen çarka düşmekten bir noktada kurtarmasının öyküsü. Anladığım kadarıyla zaten yazarın romanını yazarken böyle bir toplumsal kavramı ve yaşayış şeklini anlatma gibi bir kaygısı da yoktur. Bu sebepten dolayı, orospu kavramının da derinlerine inmeyi amaçlayan bu incelemeyi hazırlarken roman dışındaki kaynaklardan da sıklıkla yararlanılmak durumunda kalınmıştır. Romanın yazınsal olarak genel bir değerlendirmesini yapar isek, yazarın romandaki dili çok yalın, akıcı ve cesur. Doğallıkla kendini yerden yere vuran bir özeleştiri cesaretine sahip Márquez... Satırlarında onu bir arkadaşımız, tanıdığımız biri yapan bir içtenlik hakim. Sadece olay kurgusu çok masalsı, kitabın çoğu yerinde gerçekçilikten uzaklaşıyor. Özellikle karakterimiz yazdığı aşk mektuplarıyla tüm ülkede meşhur olurken, sanki hayatına bir melek dokunmuş gibi masalsı gelişmeler meydana geliveriyor. Yine de usta bir kalemden çıkmış yalın ve dürüst bir roman. Güzel tasvirleri, özeleştiri ve kişilik analizlerini içinde barındıran, akıcı diliyle hemencecik sıkılmadan okuyabileceğiniz, zaman harcamaya değecek bir kitap... Kısaltmalar: a.g.e. : Adı geçen eser s. : Sayfa yay. : Yayınları Notlar: [1] Benim Hüzünlü Orospularım, Gabriel García Márquez, Can yay., 2005, s. 16 [2] Gabriel García Márquez, a.g.e., s. 32 [3] Delgadina’nın öyküsünü anlatan bu İspanyol romansında kral, öz kızı Delgadina’ya aşık olur, ama kız onu reddeder. Kral onu razı etmek için bir kuleye kapatır, su ve yiyecek verilmesini yasaklar. Kız oradan geçen herkesten su ister, ama kimse vermez. Sonunda babasının isteğine razı olduğunda kralın hizmetkarları ona su getirirler, ama onu susuzluktan ölmüş olarak bulurlar.(Çev.) Belki de yazar burada kıza Delgadina derken aynı zamanda onu kızı gibi de sevdiğini anlatmaya çalışıyor. [4] Gabriel García Márquez, a.g.e., s. 62 [5] Gabriel García Márquez, a.g.e., s. 76 [6] Gabriel García Márquez, a.g.e., s. 96 [7] Gabriel García Márquez, a.g.e., s. 18 [8] Gabriel García Márquez, a.g.e., s. 49 [9] Genelev, Yılmaz Ergül, Beyaz Balina yay. , 2001, s. 116 [10] Kreutzer Sonat, Tolstoy, Bordo-Siyah yay. , 2003, s. 37 [11] On Bir Dakika, Paulo Coelho, Can yay. , 2004, s. 73 [12] Paulo Coelho, a.g.e., s. 137 [13] Paulo Coelho, a.g.e., s. 154 [14] Paulo Coelho, a.g.e., s. 74 [15] Paulo Coelho, a.g.e., s. 113 Benim Hüzünlü Orospularım Gabriel García Márquez İspanyolca Aslından Çeviren: İnci Kut Can Yayınları 2005 Eda Keskin Ünlem Sanat Dergisi, Ocak Şubat 2006
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Eda Keskin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |