En bilge insanlar bile arasıra bir iki zırvadan hoşlanırlar. -Roald Dahl |
|
||||||||||
|
Uffff!!! Bu merdivenleri hergün çıkmaktan bıktım. 8:34, 8:35 hah zamanım var çok şükür.West Rusiplip,Epping evet evet Epping trenine binmeliyim.Yine mahşer yeri gibi kalabalık olmaz umarım tren.Evet geliyor işte.Bu sesi “ses” olduğu için hiç sevmiyorum ama (çünkü çok kötü bir ses tonu) metronun geldiğini haber verdiği için çok seviyorum. Bu ne kalabalık böyle!Hergün bu işkenceyi çekmek zorunda mıyım ben? Yok arkadaş binmem ben buna;binersem eğer sağ çıkamam...Bir diğeri geldi zaten,bu tren diğerine göre daha ferah görünüyor.Her zamanki yerim boş olsa bari. İşte trendeyim; yine bu kalabalığın içindeyim,yine aynı kalabalığın.Hep aynı insanlar sanki,hep aynı yüzler,aynı giysiler,her şey aynı gibi, her sabah bu trende her şey aynı... Rayların acı çığlık sesleri içinde gidiyoruz şimdi -daha doğrusu gidiyorum- Bu uğultu beyin hücrelerimi eritiyor gibi.Yerimde de değilim ya biraz o yüzden huzursuzum.Mile End istasyonuna gelmişiz bile.Burada pek kimse inmez.Şu adam niye sürekli bana bakıyor anlamıyorum.Benim görmediğimi zannediyor şapşal. Her sabah her sabah yeter ama! Bu mavi gömleği giymekten de bıkmadı mı bilmem.Ya şu kadın saçlarını başka türlü tarayamaz mı?! Şu zenci arkadaşın saçı da bana parktaki kirpileri hatırlattı.Hepsi ne kadar yapmacık bu yüzlerin.Hiçbirinde hiçbir ifade yok.Ağlamayı;gülmeyi,hüzünlenmeyi,sevinci hiç mi tatmadı bu yüzler?Yoksa bu trende,sabahın bu saatinde mi böyle oluyorlar anlamıyorum;aslında bunu anlamak da istemiyorum burdaki birçok şey gibi. Bethnall Green duragındayım şimdi.Şu ince sesli kız da anons etmese farkında değilim;iyi oluyor her durakta anons edilmesi.Ne kadar sıkışık olmuş bir anda tren.Yerim de boşalmamış henüz....Boğulacak gibi hissediyorum kendimi bu şehirde.Her daim yağmurlu havasının insanına da çökmüş o depresif yönünü sonuna kadar yaşamakta Londra.Aslında benden sonsuz derece alakasız olan şu insanlar,kuklalaşıp üstüme üstüme geliyorlar.İşte biri Pinokyo;burnu uzun yine.Bu adamın yalancı olduğunu düşünüyorum.Bir diğeri de Pamuk Prenses; demek ki bu bayan da çok saf biri.Gelmeyin üstüme! Siz benim çocukluğumda kaldınız, gelmeyin istemiyorum... Bu koşuşturmacada Liverpool St. durağına varmışız. Burada inenler olur.Yerim boşaldı yaşasın! Üç duraktır dikiliyor indi sonunda.Şöyle bir yerleşeyim kendi yerime,sonra değmeyin keyfime.Böyle güvende hissediyorum kendimi bu canavarların içinde.Ah kafam!! Yavaş yavaş girsenize şu kapıdan.Birden hareketlenmemize,çok hızlı gitmemize rağmen bu yol hiç bitmeyecek gibi geliyor bana.Tıpkı hayat gibi.Birçok kez işte bu istasyon son dediğimizde bir de bakıyoruz yanılmışız.Daha bir sürü istasyon varmış ileride.O istasyonda daha bir sürü insan bizi bekliyormuş,bir sürü acı, bir sürü ızdırap...Ben bunları düşünürken çoktan Bank istasyonunda olmuşuz. Burda işadamları iner genelde. Şu kravatlı amca niye inmedi bilmem. Evet, yine kıpırdanmalar bitti,kimisi gazetesine kimisi kitabına eğdi yine başını. Hazır kimse bana bakmıyorken, tekrar bir gözlemleyeyim şu insanları. Baştan aşağı ne kadar sahte, soğuk ve itici geliyorlar bana.Hepsi rengarenk giysiler içinde birer plastik oyuncak gibiler.Şu kalabalığın içinde kendimi bu insanlardan soyutlanmış hissetmek,onlardan olmamak beni mutlu ediyor. Kalabalığın içindeki yalnızlık ise sonsuz acı veriyor... St. Paul durağını çoktan geçip Chancerry Lane durağına gelmişiz. Bir an şu koca,upuzun trenin içinde tek başıma olduğumu hayal ediyor; rahat bir nefes almak ne güzel diyorum.Ama bu düşüm yine o ince sesli kızın anonsuyla bitiveriyor.Tren hareketlendi, kıpırdanmalar,bakışmalar bitti. Kafalar eğildi,gözler kapatıldı.Hep aynı şeyler, aynı rutinlik. Holborn durağına doğru yol alırken içimi son iki durak kalmasının sevinciyle taptaze bir duygu kaplıyor. Aslında bu ve bunun gibi içimde var olan taze duyguların bu trenin, bu sahte kalabalığın içine girince yok olduğunu fark ediyorum. Yüzlerce insan,yüzlerce akıl,yüzlerce iş,meşguliyet...Ve ben bunların içinde kendimi herkes kadar önemli,herkes kadar önemsiz buluyor; herkes kadar özgür, herkes kadar bağımlı hissediyorum. İşte Holborn’dayım.Yarısı boşalır trenin, bu yarım nefes kazandım demektir.Sanki herkes Holborn’a gidiyormuş da benle dalga geçer gibi bu trene binmişler.Son durağa doğru yol alırken, kendimi biraz daha mutlu hissediyorum.Sanki ilk bindiğim an gibi yüzler hiç değişmemiş: Mavi gömlekli bana bakan adam,işte Pinokyo ve işte Pamuk Prenses. Hep aynılar. Zaten sahteliğin,sıradanlığın,çirkinliğin ve boşvermişliğin farklısı olur mu?! Ve geldik durağıma...İşte Tottenham Court durağındayım. Bir aydır her sabah yaşadığım rutinliğin son bulması beni rahatlatıyor ama bu rahatlık kısa sürüyor.Çünkü beynimi,aklımı,hücrelerimi -adımlarımı hızlandırdıkça- bir kalabalığın içindeki yalnızlıktan kurtulup; daha acı, daha büyük bir kalabalığın içine sürüklenmek duygusu kaplıyor. Şehrin kalabalığı ve benim yalnızlığım...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © tugba yılmaz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |