..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Kötü bir barış, iyi bir savaştan daha iyidir. -Puşkin
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Toplumcu > Kudret Tozlu




21 Ağustos 2007
Bodur Tevfik  
Kudret Tozlu
Devlet ihalelrinde ki ayak oyunlarında daha toydular. Pek anlamazlardı. Kredili pasta nasıl ele geçirilir, devletin malı nasıl incitmeden yenilir, kubbe nasıl habbe yapılır, deveyi hamuduyla yutmanın yolları nelerdir... Para bu! Başka şeye benzemez ki! Aşığa maşukasını unutturur. Sesi çok uzaklardan bile hoş gelir. Damarlarına kadar hissedersin. Öğrendiler... Öğrettiler! Davulcunu halinden zurnacı anlar hesabı anlaşıverdiler.


:BFFC:
Beter Hilmi, Çiçek pasajının vazgeçilemez bir öğesidir. Her masada ayrı bir yeri, aranan, özlenen hoşbeş lafları, mimikleriyle süslü muhabbeti vardır. Dobra ve hazır cevaptır, tek kusuru gereğinden fazla oynaktır. Her yöne akar her konuya yansır. Onun dilinde sakızlaşmış sözüdür. ''İnsan aradığını pazar da, Bodur Tevfik aradığını mezarda bulur '' der. Meğer her öz deyimi gibi bu da doğruymuş! Japonya’nın Osaka şehri neresi… Çin sınırına yaslanan Kırgızistan’ın Bişkek şehrinin varoşları neresi!…Bodur Tevfik, yirmi yıldan sonra aniden bodoslama karşıma çıkıvermez mi? Sarı ineğin yanında bulunan ya huyundan ya tüyünden alır derler ya! Neredeyse tipi değişmiş, kalıbına değin Japonlara benzemiş. Elindeki afili valizini yere bıraktı, hınzırca mozak sırıtışıyla boynuma sarıldı. Sonra da geçti karşıma oturdu.
-Allah! Allah! Fesuphanallah diye şaşkınlıkla mırıldandım. Bayram desen değil! seyran desen hiç değil! Sen nerden çıktın Bodur Tevfik?
Yüz yüze son görüşmemiz seksenli yılların sonundaydı. O zamanlar Karayipler’e, Haiti adalarına gidiyordun. Uzunca bir zaman sonra Londra’dan bir ara Tahran’dan ve de Kualalumpur’dan ve nihayet en sonunda Japonya’dan ayak seslerin gelmişti.
Yıllar önce fincan gibi açılan, şimdi ise ufaldıkça ufalan gözlerini ileri geri oynattı
-İşte Buradayım ya! Dedi. Sana yetmez mi?
- Elbette yeter yetmesine de! Aklımın uçkuru çözüldü. Tutamıyorum hele bir kulak ver. Yellim Yellim höykürmesini sende işit.
Türkiye’de daha yurt dışına çıkmanın adı bilinmediği, cebinde kazâra on dolar bulunanın yedi sülalesine tornistan yapıldığı o yetmişli yıllarda, gözü kara, tıfıl bir genç halinle yayan yapıldak yola çıkmıştın. Senden nice yıllar sonra yola çıkan çömezlerin, Ali Cengiz’in uygar yöntemlerini bir güzel öğrenip milletin ebesini bellediler. Teşvikti, ihaleydi, hortumla bankaların sulanmasıydı, yıkanacak sütlü kahverengi ya da aklanacak kara para, hayali ihracat derken cukkalarını bir iyice doldurdular. Bu günlerde ise ellerine geçirdikleri medyatik iletişim oyuncaklarıyla, içimizle dışımızla, oramızla buramızla, bin bir türlü oynuyorlar.
Dünün kuzu gibi güdülen çocukları, şimdilerdeyse koyunlaşan saf torik bizlerse onlar ne yaparsa alkışlıyoruz ne derlerse kabul ediyoruz. Hani dinsizin hakkından imansız gelir derler ya! Lafın kısası…
- Yahu! Sen onların piri üstadı sayılırsın. Ortalığı yıllarca toz duman götürürken sen ülkende olmalıydın! Ne işin vardı okyanus ötesi dünyada?
Ellerini iki tarafa açtı, esnedi, kafasını kaşıdı.
- Uzun hikaye dedi. İleride bir gün anlatırım.
İşte böyle dostlar! Neticede, Bodur Tevfik bizim mekâna postu serdi. Konuktur, ilgi alâka gösterilmelidir geleneğiyle birkaç gün şehri gezdirdim. Eskilerin Firunze adını verdikleri bu şehre bayıldı. Daha sonra da ufaktan ağzında günlerce ıslattığı baklayı ustaca çıkarıverdi. Osaka şehrinde halı kilim el dokumaları antika eşya satan bir işyeri vardı. Gelir düzeyi hayli yüksek olan Japon halkının en büyük hastalığı ise bu tür natürel eşyalara sahip olabilmekti. El sanatları hele birde antika özelliği taşıyorsa onları çılgına çeviriyor, sahip olma tutkusu gözlerini karartıyor, yürekleri hamam tokmağı gibi dövünüyordu.
Dolayısıyla tabîi ki! Bizim Bodur da bire mal ettiğini, elliye, yüze kakalıyor, böylece kaymaklı kadayıfı, tabiri câiz ise Sütlü Nuriye’yi götürüyordu. Bu günlerde alıcıların talebi patlayınca kendisinin mutasyona benzer bir şekilde Asyalılaşan, merhabalısı aklına düşmüş, adresi bulunca da soluğu burada alıvermişti.
İşin asıl nedeni buydu!
Çıkarı ve idefiks hırsı onun benim karşıma getirmişti. Yoksa ben hiç ama hiç umurunda değildim. Üniversite yıllarında bizim ekmeksiz bitirim grubumuzda Kayserili bir Eyüp vardı. Susuz kuyudan istenildiğinde insanoğluna su içiren Yahudi Agop dahi onu karşıdan görse kaldırım değiştirirdi. Tek baş edemediği Bodur Tevfik’ti. Çoğu geyik muhabbetinde aynı konuyu sıkça anlatırdı.
'' Bir gün Sahaflardan Beyazıt’a üniversiteye doğru yürüyordum. Cami altına, yaşlı çınar ağacına ulaşınca sağ sol gümbürdemeye, silahlar patlamaya, kurşunlar etrafımda dans etmeye başladı. Avlunun dış duvarındaki dehlize kendimi zor attım. Köşede taşa çöreklenmiş alaca derili bir yılan esnemeyle uyanıp, neden rahatımı bozdun diye bana ters ters bakmaya başlamaz mı? İmdat burada yılan var! Diye bağırmayla bir solukta kendimi dışarıya attım. Ortalık hala toz dumandı. Üstelik “Öldüm, vuruldum” diye bağıranlar, havada uçuşan kurşun sesleri de işin cabasıydı. Korku ödüme düşünce can her şeyden kıymetlidir diye bir diğer dehlize kendimi zor attım.
Birde ne göreyim! Fincan gibi gözleriyle Bodur Tevfik’ de, eli çenesinde düşünen adam heykeli gibi karşımda bana bakıp durmaz mı? Hem de ikimiz de bir delikte! İki metrekarelik bir yerde!
İmdat burada Bodur var diye panikledim, can havliyle bir önceki deliğe o yılanın yanına vardım,
kös kös yanına çöküverdim.
Görüyorsunuz şimdi sağ salim hayattayım. Dostlar bir düşünün! Ya O zaman yılan korkusuyla Bodur’la aynı delikte kalakalsaydım! Acaba ne olurdu halim! '' İşte yan takoz Eyüp’ün düşüncesi böyleydi.
Ne çare ki töremiz var, geleneğimiz var, raconumuz var. Konuk eşikten içeri adımını attı ya! Can düşmanımızda olsa yeri başımızın üzerindedir. Kenar mahalleler, şehrin varoşları, dağ köyleri derken bizim Bodur bir haftada aradığını buldu epey malı kelepire düşürüp yükünü tuttu. İçti kımızı, yedi at etinden hazırlanan kazı pastırmasını, balı, kaymağı, nadide av etlerini… Baktı ki ortalık yedi veren gülleri kaynıyor.
Hamsi figürlü, düğme göğüslü Japon kızları nerede! Orta Asya’nın başı bulutlarda yok olan, tanrı dağlarının üflediği, beslediği, servi boylu, al yanaklı, badem gözlü, cennet kaçkını kısrakları nerede! Vuruldu!... Zembereği boşalmış tambura döndü. Çoktandır unuttuğu kavak yelleri başında esmeye başladı. Aksilik bir de aylardan nisandı. Sonuçta nisan, mayıs ayları derken, elliye ramak kala oynamaya başladı Bodur’un gönül yayları! Konuktur ne isterse yeridir, sözünü kesik atınca, bir gece aldık yemeği yenir, sazı sözü dinlenir bildik bir restorana damladık. Yemekler gerçekten enfes, müzik damardan vuruyor, ortalık da gırla tantana cümbüştü. İçerisi fıkır fıkır kaynıyordu. Salondaki kalabalığın sadece üçte birisi erkekti. Gerisi ay parçası, gün parçası, kısrak genleri depolanmış ceylan sürüsüydü. Buralarda eğlence ortamı çok farklıdır. Bizim oralara pek benzemez. Çizmeyi aşmadığı, insanlığını unutmadığı süre herkes birbirinin dostu ve arkadaşıdır. Her insan eğlencenin doğal bir parçasıdır.
Bodur dostumla bir masaya geçtik. Masamız bildik olmanın ayrıcalığıyla orkestraya en yakın, erketeye oldukça yaraşır bir masaydı. Orgcu Şansal beni görünce hemen masamıza damladı hal hatır sordu. Sağ olsun! Delikanlıdır. Yol yordam bilir. Sibirya stepleri gibi saçsız kalan başına, Pamir çalısı gibi ağzını örten bıyıklarına rağmen gerçek bir sanatçıdır. Onlarca parçayı üç dört değişik dilde çalma ve söyleme becerisine sahiptir.
- Bu günlerde Anadolu, Asya’ya akıyor galiba! diye imlemeyle anıştırdı.
Bodur Tevfik’i tanıştırdım.
- Dostumu söylüyorsan, o artık Japon halkından sayılır. Bize benzer bir tarafı kalmamış dedim.
- Yok! Öyle değil dedi. Bir süredir ortalıkta değişik insanlar türedi. Hepside senin pasaporttan taşıyor. Neyse dedi elini boşlukta salladı. Bazıları biraz sonra aramıza düşerler, o zaman görürsün. Masadan kalktı sahneye işine döndü, mikrofonu eline alınca da Bodur Tevfik’in Osaka’dan buralara geliverdiğini içeridekilere duyurdu. Memlekette olsa haberi işitenler çil yavrusu gibi kaçışır, ortalıkta Çengelköy hıyarı gibi ikimiz kalakalırdık. Görünüşe bakılırsa, anlaşılan Bodurun nâmı henüz buralara ulaşmamış. Hareketli bir misket havası ortama yayılınca karşı masalardan bir maral süzüle süzüle masamıza kadar geldi. Bodura içtenlikle gülümsedi. Güzel gözleriyle masayı selamladı. Servi endamlı, beline kadar uzanan simsiyah düz saçları, kuzguncuk karası badem gözleri, insan harikası güzel bacaklarını ortaya seren kısacık giysisi ile Asya kırması melez bir kısrak karşımızda duruyordu.
Bodur Tevfik’i oyuna davet etti.
Alı al moru mor hale giren Bodur ömründe rastlamadığı böylesi teklifle birden afalladı. Aniden lodosa yakalanmış balıkçı teknesi gibi sallanmaya başladı. Gözleri siyam kedisi gibi kısıldı. Vücut diliyle bana şimdi ne olacak der gibi bakınca,
-Adettendir! Telaşlanma rahat ol dedim. Bu sadece deniz aşırı ülkeden burada konuk oluşuna gösterilen inceliktir.
Bodur yarım saat sahnede kaldı. Tam anlamıyla bir bukalemun gibi ortama uyuverdi. Nerdeyse yarı salonla senli benli oldu.
Şansal sahneden uyardı.
- Canbolat bey gelenlere dikiz!
Gözlerimi giriş kapısına çevirdim. Kıyafetleri doğulu olduklarını anlatan üç kişi karşıdan göründü. Önde görünenin üzerinde siyah cepken, yakasız beyaz gömlek, potur siyah şalvar vardı. Saçları kıraçlaşmış diğeri ise koyu renk elbiseli, kırmızı kravatlıydı. En arkadaki genç adam, bej kazağı, blucin pantolonu, at kuyruğu saçı, kulağında ışıldayan küpesiyle sıra dışı özgürlüğü simgeleyen birisiydi.
Sakın beni yanlış anlamayın! Öyle şekle, kıyafete takılı kalan aymazlardan değilimdir. Bazen bu özgür giyimin altından, bilemezsiniz ne cevherler çıkar. İşte o zaman afallar, peruğu düğün pistinde düşmüş kokana gibi ortalıkta apışır kalırsınız. Bu nedenle ben her zaman böylesi yorumlardan uzağımdır. Garson kızın gösterdiği bir masaya yerleştiler. Onlar yerlerine ısınmadan içeriye yeni bir grup daha sökün etti. Vay canına! Bunlar benim sabık dostum Yengeç Suat’ın kuyruğuna takılmış konuklarıydı. Beni göremeden yanı başımdan geçtiler, daha önceden ayırttıkları loca odaya yerleştiler.
Şansal, dahası da var şimdilik bunlarla idare et dercesine karşıdan sırıtmaya başladı.
Ay! Ay! Dostlar, bu Yengeç Suat var ya! Bu Yengeç Suat….Bir yıl kadar önce arayıp beni bulmuştu. Beter Hilmi’nin hesabı ben de ökseye basmıştım. Kendisi emekli müsteşarlardandır. Şimdi ise büyük bir holdingin bölge danışmanlığını yapıyor. Benimle tanıştığında derdi büyük bir ihaleyi kapmaktı. Bu Orta Asya’nın genç cumhuriyetlerinin zayıf oldukları ince noktalarından biride ihale kurallarıdır. O zamanlar devlet ihalelerinde ki ayak oyunlarında daha toydular. Pek anlamazlardı. Bizim uzman danışmanlarımız ve diğer girişimcilerimiz, atalarının soyundan gelen insanlara, bu işlerin pratiğini öğretme inceliğini gösterdiler. Kredili pasta nasıl ele geçirilir, nasıl bölüşülür, devletin malı incitmeden nasıl yenilir, kubbe nasıl habbe yapılır, Deveyi hamuduyla yutmanın yolları nelerdir, yuttuktan sonra da, ben deve görmedim o nasıl bir şey diyebilmenin ve bunu halka inandırmanın püf noktaları nelerdir. Dahası devlet malı yandan çarklı yöntemlerle, usturupluca nasıl iç edilir. Bu işi gerçekten, bizim uzmanlar kadar iyi kimse bilemez. Ne demezsiniz! Memlekette yıllarca emek harcayıp ter dökerek bu işin pratiğini öğrendiler. Dile kolay! bu konuda işin ehli oluncaya kadar az mı kahır çektiler!
Geçmiş zaman diliminde, benimde bulunduğum otel odasında Yengeç Suat karşısında ki üst düzey yetkiliyi uyarıyordu. Odada sadece üç kişiyiz.
- Bak dostum! Krediyi biz halledeceğiz. On beş milyon dolar! Sizin bu projeye altı ay uğraştık, bütün masalardan geçirdik. kırpa kırpa beş milyonu kurtarabildik. Bu projeniz daha fazlasını yemiyor. Şimdi bu beş milyonun üçü bizim, ikisi sizin. Bizim musluk başındaki adamlara ödememiz oldukça adisyon tutuyor. Size havadan iki milyon kalıyor. Hem para alıyorsunuz hem de projeniz gerçekleşiyor. Ne diyordunuz?
Para bu! Başka şeye benzemez ki! Aşığa mâşukasını unutturur, sesi çok uzaklardan bile hoş gelir. Damarlarına kadar hissedersin. Öğrendiler! Öğrettiler! Davulcunun halinden zurnacı anlar hesabı anlaşıverdiler. Yengeç Suat ile sazan yöneticiler bir kazanda beraberce kaynadılar, kaynattılar. İş pişince, köprünün altından çok sular akınca Yengeç Suat bizi unutuverdi.
Bir kaç gün sonra süklüm püklüm yanıma geldi. ''Bu insanların kafası basmıyor bu gibilerle iş olmaz'' diye hödükleşerek gitti. Üç ay sonra işe başlanınca öğrendim. Eşek herif! Beni boğaz köprüsü gibi mostralık kullanmış, neticede dostlarımla işi pişirip ihaleyi kapmıştı. Anlaşılan deveyi hamuduyla çoktan götürmüşlerdi. Bana ancak avucumu yalamanın kaldığını öğrendiğimde çoktan iş işten geçmişti. Anlaşılan yine yeni bir ihale için kollarını sıvamış. Ortama çıkmış… Hayırlı olsun! ^Bâki kalan şu kubbede, hoş bir ses sedâ imiş.
- Vay! Beter Hilmi Vay! Biz nelere maşa olduk be birader!
Alkış sesleri müziği bastırınca kendime döndüm. Şansal, oynak bir oyun havasıyla damardan girince, pistteki kısraklar derinden kişnemeye başladılar. Potur şalvarlı da meydandaydı. Bir elinde bandajı yeni açılmış iki tomar parayı yağmur gibi etrafa yağdırıyordu. Demek ki iyi bir voli yakalamış, evlere şenlik, ağır âbi kıyağıyla efkâr dağıtıyor. Paranın o iç gıcıklayıcı şıkırtısı, uçarken havada çıkardığı sesler, Akdeniz uskumrusu gibi kınalı yapıncakları sıra dışı uçuruyor, oynamaktan öte zevkten dört köşe hoplatıyordu. Dostum Bodurun bir saattir masaya uğradığı yok. Ortalığı kolaçan ettim. Adanalıların masasına rampaladığını gördüm. Göz göze gelince elini salladı. Ben iyiyim merak etme der gibiydi.
Çok merak ediyorum ya!
Kapıda yine birileri göründü. Daha doğrusu giren çıkanlar çoktu ama beni ilgilendirenler farklıydı. Bunlar Amerikan tıraşlı, iyi giyimli, beyaz yakalı iş adamı tiplemesi, yeni yetme iki soydaşımdı. Garson kızın güç bela bulabildiği son masaya da onlar yerleşti.
Şansal, mola arasında yanıma ulaştı. Anlaşılan ağzı doluydu.
Hemen ötmeye başladı.
- Şu yeni gelenler var ya! Yengeç Suat’ın rakipleri bunlar. Yani bir ipte oynayan iki cambazlar. Hafta başı ihale belli olacakmış. Anlayacağın birisinin anası ağlayacak.
-Yapma Şansal dedim! Bu kadar bilgi sana fazla değil mi? Bu kadar derinlik bozmasın seni?
- İşte şimdi ayıp ettin! Biliyorsun buraları dilin bağını kopardığı yerler. Buralarda iki kişinin bildiği sır değildir! Sır saklayan gecenin ikinci yarısında dayanamaz kusar. Az sonra gözlerinle göreceksin! Biraz yerleşip yayılsınlar. İki tarafta bilgi için ayrı zamanlarda beni masalarına davet edip sözde hava basacaklar, ama dertlerini ben biliyorum. Alkolün ve yanlarındaki güzellerin tesiriyle mayışmaya başlarlar. Bende ufaktan tüyoları alırım.
- Severim seni, dedim. Konuştukların hepsi doğrudur. Locadakilerle olan kuyruk acımı çok dinledin, göreyim seni bir yolunu bul şu yengecin rakiplerinin olduğu masaya beni üfleyiver.
- Emrin olur beyim dedi, bu benim için çok kolay olacak.
Usturupluca sahneye işine doğru akıverdi. On dakika sonra Garson kız elindeki kartvizitle çıkageldi. Beyler benimle tanışmak istiyorlarmış! Kartvizite göz gezdirince, gözlerimin ötesinde kulaklarımda oynamaya başladı.
Vay ki vay! Yengecin görünen rakibi, hali hazırda görevde olan filan kişinin yeğeni değimiymiş? Aldı beni bir korku! Hem de devasa bir korku! Öyle ya! Yıllardır memleketimizi soyuyorlar, gıkımız dahi çıkmıyordu. Hem de doyduk yeter artık gideceğiz deseler de bırakmaz, yeniden seçer başımıza geçirirdik. Öyle de battık, böylede batıyoruz dercesine bu bizim için babadan kalma eski bir alışkanlıktı.
İyi de anlayamadım, ne diye buralara kadar onca cefâya katlanıp külfete girdiler. Yoksa balıydı, kaymağıydı derken, güzel yurdumun gerisi de, derisi de tükenmiş miydi? Vardım masalarına; tanışıp, konuşup, koyulaştık, kaynaşıverdik. Anlattıkları arka bahçelerini duyunca yüreğim cız etti. Arkalarındaki o lobiye başkan gıcıktı. O yüzden hiç kazanma şansları yoktu! Güçlerinin etkisi domdom kurşunu kadardı. Anlaşılan o ki Yengeç Suat, lazer ışınlamayla işi şüphesiz bitirecek, malı götürecekti.
Konuşurken bir ara Yengeç’in gözü uzaktan bana ilişti. Masadakileri de görünce yerinden bir zıpladı ki görmeye değerdi. Mabadına kazara zıpkın yemiş sünger avcısı gibiydi. Onun bu halini görünce öyle bir keyiflendim ki hiç sormayın. Sanki televizyonda magazin programı seyreden gecekondu bıçkınının neşesine ulaşmıştım. Aslanım Suat! Bu sefer zokayı yuttun sen. Adalet yerini bulacak, beni mostralık köprü kullandığın, sayemde iç oğlanı olarak aralarına girdiğin o şirkette tu kaka olacaksın.
İhale yarından sonra pazartesi saat beşte sonuçlanacakmış. Masadakilere hiç şanslarının olmadığını ama locadakileri göz ucuyla gösterip, isterlerse onlarında nal toplayacaklarını söyledim. Çocuklar gibi sevindiler, filan kişinin yeğeni adeta höykürdü.
- Şimdilik bu da bize yeter! Yengeç Suat iki haftadır bizimle kedi, fare oyunu oynuyor diye hiddetle tısladı.
İhaleye katılan diğer şirketleri ve ihale komisyonu başkanının adını bana yazıp verdi. Sonra heyecanla elimi tuttu.
- Eğer dediğin doğru çıkarsa Pazartesi akşamı yine burada zaferi birlikte kutlayalım.
-Pekala olur! Dedim demesine de yinede alındım.
Bu yeni yetmeler, edepten, terbiyeden yoksunlar. Bunlara esaslı bir ders vermeli,
Kadırgalı Arif, Samatyalı Ateş Kemal, ya da Paşalı Efe Ferhan! Bunların suratlarına birer Osmanlı şamarı patlatmalı! Kızarmış enselerinde boza pişirip raconu anlatmalılar.
- Koçlar! Bizim ortamda kuraldır, söz ağızdan çıktımı geri dönülmez; ya olursun... ya ölürsün! Bu er kişi olmanın raconu dur.
Adam sende! Ne anlar ki bu canım beyzadeler, sanal alem patladı, mantar gibi iletişim oyuncakları çıktı, anlayacağınız tüfek icat oldu, mertlik bozuldu. O! eskidendi. Artık bu küresel çağımızda, kör tuttuğunun, işgüzar yuttuğunun derdine düştü. Kim takar! Mertlikmiş, dostlukmuş, vefaymış, insanlıkmış, onlar şimdi geçmiş masallara dönüştü. Hepimize geçmiş olsun…
Saatime baktım. Neredeyse gece yarısı olmuş, millette henüz tık! yok. Ne bir yorulan var, nede çıkıp giden. Neyse ki gelen gün pazardı. Bu arada bodur dostum beni galiba tamamen unuttu. Allahtan! alkolle barışık değil de ipin ucunu elinde tutuyor. Gördüğüm kadarıyla zevkten dört köşe olmuş. O masa, bu masa oyun pisti dolanıp duruyor. Sanki yalancı cennette yılların yorgunluğunu boşaltmak istiyordu. Bir süre etrafı seyrettim. Yine birileri kapıdan sökün etti
.Hah işte! Bir bunlar eksikti. Kapıda görünen bizim civanmert vurgun timiydi.
Şansal onları görünce neşeyle bana taş attı.
- Gözünaydın! İşte gece asıl şimdi başlıyor.
Vurguncular içerde boş masa bulamadılar. Pistte yoğun bir kalabalık bulunuyordu. Eğlence nerdeyse tavan yapmış, patlamak üzereydi. Benim masaya gözleri ilişince aradığını bulmuşçasına bana doğru yöneldiler. Eyvah ki! Eyvah! Deve kuşu misali başımı masanın altına da soksam artık faydası yok. Nede olsa Kumkapılı’yız, kıyakçılık uğruna serden geçeriz. Karşımda dikilen Çolpan ellerini masaya koydu. Panter gözlerini üzerime dikti. Hışımla konuştu.
- Abi ya! Üzerine Sibiryanın boz ayısı mı oturdu? Yoksa Issık Göl kumkuması gibi dilinimi yuttun? Nereden esiyor sendeki bu soğuk hava! Gelin kızlar! dedi. Masaya çöküverdi.
Çolpan’ı kardeşim gibi severim. Amerikan Üniversitesinde siyaset okuyor. Babası da üst düzey emniyet görevlisidir. Ailecek Anadolu’ya tutkundurlar. Mevlana,Yunus Emre, Karacaoğlan ve Bektaşi Veli’yi bizden çok iyi bilirler. Öküzün altında buzağı aramayacak kadar da kendisiyle barışıktır. Ayrıca hiçte uçkuru kopuk değildir.
Buralarda doğup büyüyen ender kafatası avcılarındandır. Hedefi, ötelerden gelen halkının soydaş diye sahip çıktıkları, saygı gösterdikleri insanların, bukalemun cinsleridir.
Bir kere takmış onları kafasına! Öylesi birisine rastladı mı artık onun kurtuluşu yoktur. Bu timden onmayacak bir vurgun yer. Öyle ki, Akdeniz’in mavi sularında iki yüz metre derinlikte anafora takılan sünger avcısının yediği vurgun, o timin yaptıkları yanında sivrisinek ısırığı gibi kalır.
- Yapma Çolpan! Aynı kandan aynı candansın. Anayurt, Ata yurt bir ocak desem de laf dinlemez
- Bu tür asalakları, sizin oralarda asit kazanına atıp neden yok etmezler? İşte görüyorsun zararları halkıma dokunuyor diye hayıflanır.
Ooof ki, Ooof! Çeker, çoğu zaman içini bana döker.
- Bu adamların; dalaverecilik, magandacılık, kalleşlik, tilkilik, üç kağıtçılık damarlarına kadar işlemiş, akılları beyinlerinden fırlamış, apış aralarına yerleşmiş der öfkeyle havayı koklar durur. Avına gözü ilişti mi, yandı gülüm keten helva! Pasaportuna kırmızı damgayı vurduruncaya kadar uğraşır. Havaalanında geri dönmez yolcu ettikten sonra öfkesi ancak diner o zaman nefeslenir. Sonra ilk fırsatta yine ava çıkar.
- Uyma kızım! Sen derslerine çalış! Desem de kısrak inatçılığıyla anlamazdan gelir. Biz memlekette yıllarca uğraştık! Bu soysuzların kökünü kurutmak için. Nerede! Eskisinden daha çok ayrık otları gibi sürüp etrafta fink atıyorlar. Çaremiz tükenince bizler bir arada yaşamaya alıştık. Hayatımızın bir parçası artık onlar diye defalarca anlattım. Anlaşılan bu savaşları, bu asalaklar kendi içlerinde de çoğalınca ve gerçeği görünceye kadar sürecek.
Timdeki Çolpan’ın kankası Ayça’yı tanıyordum, yanlarındaki yeni arkadaşlarını gösterdim.
-Bu ay parçası konuğunuzda kim?
Ne kadar delifişek olsalar da, kızların giyimi, kuşamı oldukça zevkli ve asildir. Konukları da kendileri gibi şirin sempatik ve sportmen yapılıydı. Ama deri giysiler içersindeki kıyafetleri oldukça sıra dışı görünüyordu.
Çolpan
-Bu arkadaşımızın adı Çağla, aynı okuldayız, o şimdi hazırlıkta İngilizce öğreniyor,
gerisini sonra anlatırım der gibi işaret çaktı. Ona döndü.
-Bu da Canbolat Abi. Akdeniz den gelmesine rağmen bizden biri olup çıktı. Bize benzer, her taşın altından çıkar, yazarlığının ötesinde çocukla çocuk, büyükle büyük, deliyle deli, veliyle velidir.
-Vay canına! dedim içerimden. Kızcağız iki kelimeye beni tastamam nasılda çiziverdi. Helal olsun!
Haftaya vizeleri başlayacaktı. Birkaç gündür özellikle Çağla’yı dolaştırıyorlardı. Bu akşamda o yer senin, bu yer benim koşuşturmuşlar, acıkınca da son durak buraya düşüvermişler.Yemek siparişlerini garsona iletince, servis gelinceye kadar eğlenceye karıştılar, hazır olunca da geldiler yemeğe oturdular.Bizim kayıp Bodur’da aniden masada bitiverdi. Tanıştırdım. Konumunu öğrenince fazlasıyla ilgi gösterdiler. İngilizceyi ana dili gibi konuşması, yılların yorgun maceralarını abartılı anlatışı kızları uçuruverdi. İçim ansızın korkudan yanmaya başladı. Korkunun sıcaklığı ayak parmaklarıma kadar ulaştı. Ne de olsa Bodur benim konuğumdu. Çolpan ise cin gibi zeki bir kızdı. Ya bir süre sonra Bodur’un gerçek yüzü ortaya çıkarsa, ben o zaman ne yapardım. Bu kızların sezgi güçlerinin olağanüstü olduğunu biliyordum. Dahası altıncı hislerinin ötesinde çok az insanda bulunan yedinci his yeteneğine de sahiptiler. Zavallı Bodur Tevfik, amazon gezgincisi gibi ayakları yerden kesilmiş sanki ağzı kulaklarında, attıkça atıyordu. Sonuçta Şansal yardımıma yetişti, bir punduna getirip masadakileri oyuna düşürdü. Çolpan iki turdan sonra yanıma geldi, kibarca özür diledi, konuğun olduğunu sonradan fark ettim, rahatsız ettik bilmiyorduk dedi.
-Sözümü olur Güzelim! Ben senin ağabeyin değil miyim?
Rahatladı. Çağla’yı işaret etti.
-Aslında soylu ve filozof kızdır. İki ay önce deli gibi sevdiği çocukluk aşkını bir araba kazasında kaybetti. O günden beri hala psikolojik gözetim altında bulunuyor. Ailesi akademisyen. Anlayacağın şu an tedavisiyle biz uğraşıyoruz.
-Desenize dedim. Onu da kendinize benzeteceksiniz!
-Fena mı olur? Diye karşılık verdi.
-Şu haline baksana! Böyle kendi haline bırakacak olursak, kurtlar sofrasında meze olur.
- Haklısın! Dedim. Ben sadece şaka yaptım. Keşke herkes sizin gibi olabilselerdi.
Çolpan arkadaşları çağırınca kalktı onlara katıldı. Bir ara kayboldular, galiba bahçeye hava almaya çıktılar. Bizim Bodur da onlarla birlikte yok oldu. Masa boşalınca Yengeç Suat hemen yanıma damladı. Epeyi çakırkeyif görünüyordu.
- Can dostum benim diye boynuma sarıldı. Ellerimi tuttu. Biz seninle eski dostuz! Gel şu savaş baltalarını gömelim eski günlere dönelim, ha! Ne dersin?
- Ne demezsin! Dedim. Biz gerçek dostlarımıza hiç düşman olmadık bunu sende bilirsin, hiç eski dost düşman olur mu?
Rahatladı. Uzunca bir oh çekti. Alçak sesle fısıldadı.
- Sana aslında çok şey borçluyum. Geçmişte bize hayat veren ihaleyi sayende kazandık, ama şirket sana oyun oynadı. Benim elimden ne gelirdi ki?
- Boş ver dedim. Acı patlıcanı kırağı çalmaz! Artık o hesaba dönemeyecek kadar uzun zaman geçti
Çolpana yakalanmak korkusuyla fazla oturmadan sıvıştı. Elbette duymuş olmalıydı. Çolpanın av listesinde adı ön sıralardaydı. Bir hayli zaman geçince, kızlar Bodur’la birlikte döndüler. Masada fazla oyalanmadan yine hep birlikte piste yöneldiler. Bir ara gözlerim Çolpan’a takıldı.
Vay canına yandığım! O, altı on beş Kadıköy vapuru gibi istim üzerindeydi. Ümit ederim ki Bodur onun bam teline dokunmamış olsun. Biraz sonra tatsız, tuzsuz abus bir çehreyle masaya gelip oturdu. Anladım ki olanlar olmuş, fincancı katırları çoktan ürkmüştü. Uzaklarda tamtam sesleri çalmaya başlamış gibiydi. Fazla dayanamadı. Afyonu patladı!
-Nereden çıktı bu hödük ya!...
     İçimden, piyangodan çıktı kızım, bende farkına varmadım diye duymazlıktan geldim. O! yemedi, hiç kül yutmazdı, faka basmazdı.
- Duydun, Duydun! dedi. Konuğun diye boşuna yalpalayıp tornistan yapma! Haberin olsun konuğun yarın bizi İtalyan lokantasında yemeğe davet etti, Çağla’ya fena taktı, biraz kazıdım öttürdüm. Ne mal olduğu ortaya çıktı. Birde, yemekte yalnız, yani sensiz olacağını söyledi. Aklınca zokayı yuttuk!
Sonra gözlerime baka baka esefle içini çekti.
-Özür dilerim dedi. Konuğun az rastlanır cinsten çamur bir insanmış. Hem hinoğlu hin, hem de ender rastlanan bukalemun. Bir zamanlar senin anlattığın gibi ne kadar aynı gibi görünse de, şap şeker olmuyor. Her neyse dedi. Nasıl olsa yarın, ak mı? Kara mı? Yel mi? Bora mı? Meydana çıkacak. İş artık senden çıktı bana ihale oldu haberin olsun!
- Haklısın dedim. Çok Haklısın! Her koyun kendi bacağından asılıyor ama kokusu etrafı rahatsız ediyor. Her zaman ki gibi iş olacağına varır. Tamam, anlaştık iş senindir.
Elimi dostça vurdu, kalktı kalabalığa karıştı.
O gece eve sabaha karşı döndük. Hemen odalarımıza çekildik. Uyandığımda neredeyse öğle olmuştu. Bodur Tevfik hala uyuyor olmalıydı. Biraz sonra oda uyandı. Duşla kahvaltıyla akşamın laflarıyla birkaç saati geçirdik. Bodur dostumu mahzun bir tedirginlikle seyrettim. Zavallı karşımda idam fermanından habersiz oturuyordu. Oldukça düşünceliydi. Belli ki kafasında kırk tilki dolaşıyor, kendince kuyruklarını birbirine değmesini önlemenin hesabını yapıyordu. Ne yapmam gerektiğine bir türlü karar veremedim. Bir süre sonra dayanamayınca aklıma geleni söyledim.
- Bu akşam üniversitenin özel bir yemeği var. Hadi yine şanslısın, böylece ülkenin entelleriyle de tanışacaksın diye zarfladım. Hemen panikledi. Anında tepki gösterdi.
-Ben gelemem! Sözüm var sen yalnız gidersin.
-Yahu! Dedim, ısrarcı bir tutum izledim. Kambersiz düğün mü olur? Yemeği birlikte yer, sonrada söz verdiğin yere birlikte gideriz.
- Olmaz dedi. Sesini yükseltti.
- Yalnız gitmek zorundayım! Belki gecede dönmez orada yatıya kalırım.
-Vay canına! Kaçamak ayakları ha! Neler oluyor?
- Ne dersen de! dedi. Suskunlaştı, birkaç kez kafasını kaşıdı. Galiba bir süre daha buralarda kalacağım. Bu nedenle kendi başıma kalacağım bir daire tutmalıyım.
Kendi kendimi fırçaladım.
- Oğlum Canbolat görüyorsun! Sen onu kurtaracağım diye can derdine düştün. Kedi ise et derdinde haberin olsun! Yavuz hırsız ev sahibini bastırır derler ya! Meğer ne kadar da doğruymuş. Bırak ne hali varsa görsün!.
- Pekâla dedim. Elbette özgürsün istediğin gibi davranabilirsin.
Hazırlandı, giyindi, zaman geçmeyince içeri dışarı gelgitleriyle epeyi yoruldu. Sonra bir aksilik çıkmasından korktu. Erkenden evden çıkıp gitti. Ben de telefonu elime aldım, işime odaklandım. Yengeç’in başına ulaşacak taşları, gereken yerlere usul usul fırlatıverdim. Akşam vakti beklediğim haber geldi. Komisyon başkanı görevden alınmış, onun yanlı duruşunun, ileride kötü yankılar vereceği uyarısı kabul görmüştü. Geç saatlerde gelen haberse olaya son noktayı koydu. Dedikodudan rahatsız olan ilgili Bakan, duruma tepkisini gösterince oyun çökmüş, ihalenin yasal boyuta dönüş süreci başlamıştı.
Saka kuşum, telefonda olanları anlatınca ona teşekkür edip ahizeyi yerine koydum. Müzik çalarda ki özgün türkülerin eşliğinde semaverin sunduğu tavşan kanı çayı yudumlayıp haberin keyfini çıkardım. Sonra vefalı kitap dostlarımla bir araya geldim. Telefonda ortama saygı gösterip densizlik yapmayınca uyuyakalmışım.
Kötü haber tez duyulur derler ya! Sabahın erken saatlerinde telefon can havliyle bağırmaya başladı. Bir kafanın koparılmak üzere olduğunu hissettim. Arayan Çolpan’dı. Adresi yazdırdı, saat on’da mutlak orada olmamı istedi. Merak ettim.
- Neresi ki, bu adres!
- Bir arkadaşımızın evi dedi.
Yüreğim birden daraldı, içim sıkıntıyla esnemeye başladı.
- Ben gelmesem dedim. Biliyorsun çok önceden anlaşmıştık, sizin av sahanıza, yasak arazinize ayak basmıyorum..
- Bu kez durum oldukça farklı, o yüzden gelmelisin dedi.
Ses tonu oldukça ciddiydi. Birden telaşa kapıldım
-Ne oldu ki? Yoksa bir kaza mı?
Kahkahayla gülmeye başladı.
- Endişelenme ağabey dedi. Karşında ki acemi bir çaylak değil. Bizim konuğun gece boyu ötüşü özellikle seni ilgilendiriyor. Öylesine kustu, magandalığın bütün öğretilerini o biçim gösterdi ki, finali seyretmek öncelikle senin hakkın oldu. Gel de gör!
Oldum olası bu kızın işlerine aklım ermez. Burnumu hiç sokmam. Bu küresel gençlik, kozmik enerjiyle çok farklı yetiştiğinden, benim onları anlamam olasılığı hiç yok. Neme lazım herkesin bir yoğurt yiyişi var. Bana ne!
Ama bu kadar zaman sonra ilk defa çağırıyor. Gitmeme şansım olmadığını da biliyor. Belirtilen adrese saat on da vardım. Elimdeki adres dokuz katlı apartmanın en üst dairesiydi. Kapıyı Çolpan açtı, içeriye girince hayli şaşırdım. Salon oldukça zevkli döşenmiş her köşesinde estetik sanat tütüyordu.
- Burası ne kadar güzel!
Çolpan
- Kimi zaman Çağla burada kalıyor dedi. Daire erkek kardeşinin. O Kanada’da konsolosluk görevlisi. Genç kızın mutfaktan sesi duyuldu
- Geliyorum!
Çolpan, Ayça’nın annesinin rahatsız olduğunu söyledi. Bu yüzden partiyi sona ermeden terk etmek zorunda kalmış. Çağla elinde ki tepsiyle salona girdi.
-Hoş geldiniz. Çaylar ve kekler hazır!
-Yahu iyi hoşta! Bodur Tevfik nerede? Yoksa aşağıya mı attınız?
İkisi birden konuştu.
- Daha beter! Gece ki uyku ilacının tesirinden yeni kurtulmuş olmalı.
Kilitli odayı açtılar. Bodur ortadaki geniş yatak üzerinde oturmuş şaşkınlıkla bize bakıyordu.Çırılçıplaktı! Kızları ve beni aniden görünce utandı, pancar gibi kızarıverdi. Ağlamaklıydı.
-Elbiselerim dedi elbiselerim çalınmış! Birden farkına varınca üzerini örtmek için çarşafa uzandı. Çolpan ondan önce davrandı. Atılarak çarşafı elinde topladı.
- Hayır dedi. Olduğun gibi kalacaksın!
Bodur mosmor çaresizlik içersinde olduğu yere büzüldü. Çağla film başlamadan diye neşeyle seğirtti, çay tepsisini alıp geldi. Koltuklara yerleştik akşamın öyküsü CD’yi seyretmeye başladık. Bodur Tevfik yaşamında ilk defa faka basmıştı. Başı önündeydi. Çolpan onu ikaz etti. Bizimle birlikte sonuna kadar seyretmek zorundasın.
Vay canına! İki saati aşan kayıtta neler vardı neler. Bodur Tevfik gördüklerine duyduklarına inanamıyor gibi kızardıkça kızarıyor, abus çehresi adeta erguvanlaşıyordu. Karnıma birden sancı saplandı. Candan dost olmasak ta her şeye rağmen ortak geçmişimiz, bir arkadaşlığımız vardı. Ya da ben öyle sanıyordum. Bu derece alçalacağını, bu derece küçüleceğini ve bu kadar çamur atacağını düşte görsem inanmazdım. Attığı pislikler, kustuğu safsatalar, gerçekten yenilir yutulur cinsten değildi. Ya görüntüde ki hareketleri, adilikleri hele benim hakkımda döktüğü naneler! Alkollü değildi. O türlü bir kusura da sığınamazdı. Fenalaştığımı, yüzümün külleştiğini fark eden Çolpan oynatıcıyı kapattı. Elimi sıkıca tuttu.
- Özür dilerim. Ama bilmen, daha ötesi de görmen gerekiyordu.
Hışımla Bodur Tevfik’e döndü. Sesi öfkeden tutuşmuş adeta yanıyordu.
-Elimizde bulunan listeden yardıma muhtaç dört üniversite öğrencisi seçtik. Merak etme seçimi kendimiz yapmadık. Bu öğrencilere yaşadığın ülke ölçülerinde, eğitimleri sona erinceye kadar her ay burs vereceksin. Kredi kartlarını inceledim. Gelir durumun oldukça yüksek düzeyde. Biraz sonra birlikte bankaya gideceğiz orada yapacağın sözleşmeyle bursların tamamını ödeyeceğini garanti edeceksin. Akşamüstü saat beş’te uçağın var. Biletin alındı. Hava alanına seni biz götürecek ve yolcu edeceğiz. Bu kayıt ve bankada ki resmi belgeler bizde kalacak. Eğer zaman içersinde yanlış davranacak olursan gereği yapılacaktır. Hiç şüphen olmasın.
Çağla elbiseleri getirip yanına bıraktı.
- İçeride banyo var duş alabilirsin dedi. Rahat ol ikimizde yanında olacağız. Pasaportun ve uçak biletin Çolpan’da duruyor.
O sessiz sedasız banyoya girerken biz de salona geçtik. Üçümüzün de içi buruktu. Her şeye rağmen bizler insandık. Yaşadıklarımız hiçte hoş değildi. Efkarlandım.
- Karamanın koyunu, sonra çıkar oyunu diye mırıldandım.
Çolpan beni teselli etti.
- Üzülmemelisin! Olması gerekendi oldu, yapılması gerekendi yapıldı. İşte görüyorsun, mızrak çuvala sığmıyor. Hem bütün dünyada değişmez bir kuraldır, kendi düşen ağlamaz!
Onlarla vedalaştıktan sonra ayrıldım. Asansörden dışarı çıktığımda hala yukarıdaki yaşadıklarımın ağırlığı ve baskısı altındaydım. Ağaçların hışırtısıyla esen serin hava eşliğinde yürüyünce biraz kendime geldim. Bu benim kaderimdi. Yunus’un kapısından eğri odun, benim kapımdan da doğru insan anlaşılan hiç girmeyecekti.
-Yoruldum dostlar. Yoruldum!
Çamurlaşmış iki yüzlü insanlarla, dost sandığım vefasız insansılarla uğraşmakla bir ömür tükettim. Heyhat... Elden ne gelir ki! Töremiz var geleneğimiz var insanlığımız var. Biz gelenden öte, göndereni bilenlerdeniz. Öyle ya! Konuk eşikten içeri adımını attı mı, yeri başımızın üzerindedir. Biz buradayız dostlar. Hep burada olacağız. Bu bizim işimiz. Boşuna dememişler!

Dünyasına!
Güvenme dünyasına…
Dünya benim diyenin!
Dün gittik dün Yasına... ( Anonim )




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Prof. Abuzzittin
Ak Gönül

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Orta Asya Gerçeği [İnceleme]


Kudret Tozlu kimdir?

İnsanın özüne, doğanın kendisine, inancın özgürlüğüne, dostluğun, yaşamın erdemi olduğuna inananlardanim.

Etkilendiği Yazarlar:
A.Maalouf,C.Aytmatov, O.Pamuk .


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Kudret Tozlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.