Doğallık sahip olunan değil, kazanılması gereken bir erdemdir.
-Cervantes |
|
||||||||||
|
-1- Gece soğuktu ama yaşam devam ediyordu. Karanlık kışlanın, ancak kendisini aydınlatabilen lambasından komutanın yüzü belirdi. “Yine o sıkıcı hikayelerinden birine başlayacak” dedi Celal. “Yine o sıkıcı hikayelerden biri...” Ben biliyordum. O hikayelerin hiçbiri sıkıcı değildi. Ama burada, yani ölüm ile yaşamın tam ortasındaki çizgide süren mücadelede, anlatılanlar, ilginç bile olsalar dikkat çekemiyorlardı. Hiçbiri çözümü gösteremiyordu çünkü. Hiçbirinde sonuç ve takip edilmesi gereken yolu göremiyorduk. Komutan her zamanki gibi davranıyordu, yani anlattığı o sıkıcı hikayelere başlamadan önce ne yapıyorsa, aynılarını tekrarladı. Kışlanın içinde yavaş yavaş ilerlemesi, ilerlerkenki düşünceli hali ve içerideki herkesin yüzüne tek tek bakması, konuşacaklarının tam da bizim düşündüğümüz gibi olacaklarını işaret ediyordu. Ama ben farklı birşeyler sezdim. Yüzüme bakarken, o alıştığım sakinliği göremedim. Aksine heyecanlı ve endişeli görünüyordu. Kışlanın yatakhanesinin tam ortasında duraksadı. Oldukça sessizdi. Hareketsiz, tıpkı bir heykel gibi duruyordu. Ve birden... “Kalkın ve beni dinleyin!” diye bağırdı. Aslında “beni dinleyin” kısmı gereksizdi. Çünkü bütün yatakhane onun bu ilk çığlığıyla ayaklanmıştı. Sinirliydi ve çılgınlar gibi, tekmeleyecek, yumruğunu savuracak birşeyler arıyordu. Önce yatakhanenin tam ortasındaki tahta masaya vurdu. Ama hızını alamayacak olacakki, daha sonra da, hemen yanı başındaki bir askerin yatağına tekme attı. Ve yine bağırarak: “ Neden ölüyoruz?” dedi... “Bir kişi, bana nedeni söylesin...” Celal komutanı yumuşatmak için çok önceden ezberletilen nedenleri saymaya başladı... “Vatan için komutanım... Hepimizin canları bu vatan için fedadır” dedi... Komutan: “Peki ya insanları..? Ne yapıyorlar bu vatanın insanları..? Onlar için değer mi ölmek..? Sen ortaya canını koyarken, onlar ne yapıyorlar?” Büyük bir sessizlik kapladı yatakhaneyi. Sanki herkes komutan gelmeden önceki gibi uyuyordu. Komutan bağırmaya devam ediyordu... Elindeki gazete küpürünü herkese gösterip.. “Bunun için mi öleceğiz... biz bunun için mi?” diye tekrarlıyordu. Karanlıktan ve komutanın çok hızlı dönmesinden tam olarak göremedim ama sanırım yarı çıplak bir kadın fotoğrafı vardı küpürde. Altında ki yazıyı okuyamamıştım ama merakım komutanın bağırarak okumasıyla bitti. “Manken Banu dün gece bir otel odasında uyuşturucu aleminde basıldı...” O an düşündüm. Neydi komutanın anlatmak istediği şey. Elindeki şeyin sadece bir örnek olduğu, genel komuşmasından anlaşılabiliyordu. Ve bu tepkinin, okuduğu küçük bir yazının, ya da televizyonda karşılaştığı o artık sıradanlaşmış rezilliklerden birinin yaratmadığı, çok uzun zamanın birikmesi olduğu da, o ana kadar hiç görmediğimiz sinirli hali belli ediyordu. Haklı olduğunu herkes gibi ben de biliyordum, ve hiçbir şekilde de o ve onun gibi vatandaşlar için ölmeyi istemiyordum. Onların varlığından ve sayılarının çokluğundan da bilgi sahibiydim. Ama burada, o bilgi, o düşüncede, tıpkı başarısız ve unutulamayan aşklar, yada geride bırakılan fırsatlar gibi düşünülmemeye çalışılınıyor ve beynin en uç noktalarına yerleştiriliyordu. Onların varlıklarının o şekilde olması ve benim burada olmam tamamen kaderin bir ürünü diye düşünürdüm hep. O kaderi değiştirebilecek birşey yoktur. Yaşamak istiyorsam, ancak bu şekilde, kendim olarak yaşayabilirdim. Burada savaşıyor ve ölüyorsak, bize ezberletilenlerden çok daha fazla nedenlerin olduğunu biliyordum. Ve o insanın ya da onun gibilerin, bu koca nedenlerden eksilmesi hiçbir düşüncemi değiştiremezdi. Onlar tıpkı kişilikleri gibi, neden olarakta küçük şeylerdi. Yaşadığım yer Anadoluydu. Ve uğruna canımı verceğim topraklarda. Bu can onun üstündeki devlete ve millete aitti. Benden çoktan çıkmıştı. Savaşılan yer Anadoluydu. Bu yüzdende savaşan askerlerin kafasındaki düşüncelerin hepsi, sıradan bir savaşta hissedilenlerden çok farklıydı. Biz öyle değerler için savaşıyorduk ki, bir tanesi bile tartışmalardan uzak değildi. Biz öyle insanlar için savaşıyorduk ki, bir tanesi bile o değerleri tartışmaktan çekinmezdi. Daha uğruna savaştığın şeyler bile bulanık ve hala belirsizken, kendi düşüncelerinin tam olarak hedeflerini bulması, insan psikolojisinin zaten istemesen bile mutlaka bozulduğu bir yerde imkansızdır. Birinin istediği gibi düşünmesini kimse engelleyemez derlerdi hep ama burada herkes zaten düşünmemek için gönüllü. Acıdan uzak kalmak kendi benliğini oluşturan birkaç temel unsurlar dışında geçmişindeki herşeyi unutmaktan geçiyor. Eğer hala geçmişinle, arkanda bıraktıklarınla olan bağından tam olarak kurtulmamışsan ya da o bağ çok sıkıysa, burada seni düşündüren tek şey ölümünün o geride bıraktıkların üzerindeki etkileri oluyor. “Vatan ve millet herşeyden daha değerli” düşüncesini tam olarak kabullenmelisin. Yoksa, kendini o vatan ve millete adıyamaz, ve değerini onların değerlerinin yanında yok edemezsin. Bu durumda, yani kendi değerin vatan ve milletten çok geride bıraktıkların için daha değerliyse, savaşamazsın. Çünkü canın artık kıymetlidir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © geronimo, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |