Sanat doğaya eklenmiş insandır. -Bacon |
|
||||||||||
|
Rüzgar gözlerini dikmiş denizi seyrediyordu. Gözleri denizde aklı çok uzaklardaydı. Geçmişiyle geleceği arasında gidip geliyordu ama ne geçmişini hatırlamak istiyordu ne de geleceğini düşünmek… O hep günü yaşamıştı, hiçbir zaman dönüp arkasına bakmamış ve yarınını asla düşünmemişti. Gönül rüzgarı nere eserse o da ardından giderdi. Ondandır ismi kendisine en çok yakışan insan olması… Ne zaman nerde olacağı hiçbir zaman belli olmazdı. Canı esip gitmek istediği zaman onu hiçbir neden durduramazdı. Gözü bir martıya takıldı, masmavi gökyüzünde uçup gitmesini izledi uzun uzun, onun yerinde olmak için nelerini vermezdi ki… Canı sıkkındı Rüzgar’ın bugün. Yine esip gidesi gelmişti artık hiçbir fermanın hükmü yoktu onun için, tüm kilitler nafileydi, tüm öğütler hükümsüzdü bu firari yürek için… Daralmıştı bir kez onun yüreği artık tek bildiği firardı. Her daraldığında çok uzaklara kaçardı. Daralmıştı bir kez gönlü kaçmak istedi yüreği, kaçmak istedi gözleri, kaçmak istedi tüm bedeni… Artık kimse durduramazdı onun firariydi yüreği, firariydi gözleri, firariydi tüm benliği, Rüzgar’ın diğer adıydı firari… Hazan tüm güzelliğiyle geliyordu. Yüreği kıpır kıpırdı. Rüzgar’ı görünce daha bir mutlu olmuştu. Birkaç dakika durdu onu izledi uzaktan, giydiği yırtık kotu da siyah tşörtü de çok yakışıyordu ona. Tüm yakışıklığıyla oturmuş denizi seyrediyor, Hazan’ı bekliyordu. Hazan Rüzgar’ın en çok bu yönün severdi, sadakatini… Dakikalardır onu izliyordu ama o etrafında onca güzel kıza rağmen hiçbirine dönüp bakmıyor, sadece denizi izleyip sevgilisini bekliyordu. Hazan gelmişti, sıcak bir gülümsemeyle oturdu sevgilisinin yanına ama sevdiğinin gülüşleri zorakiydi her halinden belliydi. Nedeni sorduğun da cevap alamamak daha çok sıkmıştı canını. Bu suskunluk alacağı en kötü cevaplardan daha da acıydı. Tüm ısrarlarına rağmen Rüzgar’ın ağzını bıçak açmıyordu, bir kaya kadar bir dağ kadar sessizdi. Hazan da sustu cevap alamayacağını anlayınca, o da sessizliği seçti, sevdiğinin konuşmasını sessizce bekledi. Neden sonra gözyaşlarına hâkim olamadan “seni yıllarca sensizlikte bekledim, biraz da sessizlikte beklerim, yeter ki geleceğini bileyim, beklerim” dediğinde Rüzgar suskunluğunu bozdu, “bekleme” dedi ve yine sustu. O gün ağzından çıkan tek kelimeydi bu. Hazan bu kelimeyle vuruldu ve sustu. Biliyordu bu kelimenin ardında çok daha acı kelimeler gizliydi onları duymamak için seçmişti sessizliği. Artık iki sevgilide susuyordu. Denizde susmuştu, martılarda tek konuşan vardı ayrılık… İki yüreği de bekleyen bir acı vardı, yalnızlık… Birbirlerini bu kadar çok severken ayrılığın getireceği bir yalnızlık girmişti aralarına ve kapıyı açıp yalnızlığı içeri alan Rüzgar’dı yani o seçmişti ayrılığı ve bir açıklama yapması lazımdı gözyaşlarına hâkim olamayan Hazan’a… Rüzgar sessizdi, sessiz olduğu kadarda sakindi. Ama en az Hazan kadar üzgündü, yüreği yanıyordu, yanlış yaptığını biliyordu fakat firari gönlüne söz geçiremiyordu bir türlü. Hatalı olduğunu bildiğinden susuyordu çünkü konuşmaya yüzü yoktu. Daha fazla dayanamadı, gözlerini denizin en uzak noktasına dikip konuşmaya başladı. “Hazan inan beni affet demeye bile yüzüm yok. Affetme, belalar oku ardımdan, ahlar et, ne desen ne söylesen haklısın ama bil ki artık buralarda durmaya gücüm yok… Biliyorum nedeni soracaksın neden diyeceksin ama sevdiğim işte işin kötü yanı ortada düzelte bileceğimiz herhangi bir nedenimiz yok. Tek dert benim, benim firari yüreğim… Elimde değil Hazan’ım, duramıyorum bir yerde kalamıyorum uzun süre. Ben hep kaçak yaşadım hayatı. Benim bağlanıp kaldığım hiçbir yer hiçbir yürek olmadı. Sende kalmayı çok istedim günlerce bunun savaşını verdim ama affet yapamadım, başaramadım… Ben firari doğmuşum firari yaşamışım bir ömür, bu saatten sonra değişemem. İlk firarımı altı yaşındayken okulun ilk gününde yaptım. Daha küçüğüm çok akıllı laflar ediyorum diye herkes bana çok farklı bir gözle bakıyordu. Bir gün annemle babam kavga ederken, annem babama, babamda anneme bağırıyordu beni anlamıyorsun diye, o gün geçtim onların karşısına “tabi anlaşamazsınız birbirinizi duymuyorsunuz çünkü birbirinizi dinlemiyorsunuz ki, ikiniz de aynı anda bağırıyorsunuz birbirinize oysaki sırayla bağırsanız daha iyi anlaşırsınız,” dediğim günden beri babam bu çocuk çok zeki diyordu gördüğü herkese. Sonunda daha altı yaşındayken okula yazdırdı beni, iyi ki daha önce dememişim yoksa galiba üç dört yaşında başlardım okula. Tüm arkadaşlarım dışarıda koşup oynarken benim elime bir defter birde kalem verilmişti ve benden sayfalar dolu çizgi çekmem bekleniyordu. Oysaki ben dışarıda arkadaşlarımla oynamak istiyordum. Birkaç çizgi çektim sıkıldım, oturduğum sırada pencere kenarındaydı ve dışarıyı izlemeye başladım. Daha fazla dayanamayıp sınıftaki çocukların meraklı bakışları arasında yerimden kalkıp kapıya doğru gittim, dışarı çıkarken öğretmenimizin “oğlum nereye” sözlerini duymazdan gelip kaçtım. İlk firarımı o gün yaptım. Ertesi gün babamın zoruyla gittim okula ama her sıkıldığımda her fırsatta yine kaçtım. İlkokulu babamın zoruyla bitirdim. Ortaokula gelince okumam gerektiğini anlamıştım çünkü okumayana kimse kıymet vermiyordu, okuyanlar daha çok seviliyordu. Artık okuldan o kadar sık kaçmasam da yüreğim ne zaman daralsa çareyi firarda buldum. On iki on üç yaşındaydım, ablamın düğünü vardı. Babam bana koyu renk bir takım diktirmişti, annemde bembeyaz bir gömlek almıştı. Abartısız diye bilirim ki o gün damattan bile yakışıklıydım, o gecenin en yakışıklısı bendim. Tüm gözler benim üstümdeydi. Ama benim yüreğim bir yanar dağ gibi yanıyordu sanki iki taşın arasında kalmış eziliyordu. Herkes çok mutluydu, herkes gülümseyip oynuyordu ama ben çok üzgündüm çünkü ablam başka bir eve gidiyordu. Daha dün gece bizim evdeydi bizimleydi ama bu akşam olmayacaktı. Birkaç saat sonra gidecekti. Daha düğünün başlamasına yarım saat olmasına rağmen ben çok sıkıldım ve kaçtım hiç kimseye haber etmeden. Cesaret edemedim ablamın gitmesini görmeye, onu görmemek, için kaçtım. Tabi akşamına evde babamdan saatlerce fırça yedim belki annem olmasaydı dayak bile yerdim. On altı yaşına geldiğimde bu sefer firar eden ben değildim, annemdi. Annem bir daha hiç dönmemek üzere bizi bırakıp gitmişti. Ablam benim gözyaşlarımı silerken korkma o bizi cennette bekleyecek demişti. Annemin cennete gittiğinden şüphem yoktu benim asıl korkum bu yaşantımla cennet bana çoktu. Annemi bir daha göremeyeceğimi düşünüyordum. Annemin o güzel yüzünü artık rüyalarımda bulup, en temiz hayallerimde saklıyorum. Annem bizi bırakıp gittiği gün ona son görevimizi yapmak için camiye gittik. Son namazı kılınacaktı. Ablam geride kadınların yanında ağlıyordu sessiz sessiz, bende ablamın ellerinden tutmuş gözyaşlarımı saklamaya çalışıyordum gururumdan. Babam beni çağırdı gittim çaresiz. Beni aldı cenaze namazını kılmak için safın en önüne imamın hemen ardına götürdü. Yan yana durduk bir ara babamın gözlerine baktım kıpkırmızı olmuştu ama hiç yaş akmıyordu sanki gece boyu kan akmıştı. Daha sonra gözlerim annemin tabutuna takıldı, ilk önceleri bakamadım ama sonra uzun uzun baktım. Annem birkaç adım ötemde yatıyordu, görüyordum kokusunu duyuyordum daha şimdiden özlüyordum ama koşup sarılamıyordum, dokunamıyordum, hasretime kavuşamıyordum, çaresizce beni bırakıp gitmesini bekliyordum. Çok az bir zaman kalmıştı annemin bizi bırakıp gitmesine. Daha fazla dayanamadım, namazın ortasında, ikinci tekbirde hem de namazın bitmesine daha iki tekbir varken, namazı, annemi, babamın çatık kaşlarını geride bırakıp kaçtım. Annem benden gitmeden ben gitmiştim annemden. Göze alamadım annemin arkasından bakmayı, firarda buldum daralan yüreğimi ferahlatmayı. O gün boş boş gezdim sokaklarda, iki elim cebimde. Akşam eve geldiğimde babam sessizdi. Ablamın düğününde kaçtığım için fırça atan adamla şimdiki adam arasında dağlar kadar fark vardı. Babam, bana ilk defa bu kadar sıkı sarılıyordu ve ilk defa yanımda ağlıyordu. Üstelik hiç kızmadı sadece uzun uzun ağladı. Ablam bırakıp gitmişti, annem bir daha hiç dönmeyecekti, babamla yapa yalnız kalmıştık. Bir iki yıl sonra babam beni karşısına alıp uzun uzun hayattan ve hayatın gerçeklerinden bahsedip kelimelerin sonunu yalnız yaşanmıyor oğlum diye bitirdi. Her eve bir kadın lazımdı. Bizim evde de bir kadın olmalıydı. Evin işlerini yapacak, babamın yalnızlığına ortak olacak. Herkes için çok normaldi üstelik olmalıydı ama bu karar benim yüreğimi yaktı. Annemin odasında annemin yatağında annemin yerinde başka bir kadın olacaktı, bu büyük bir yangındı. Ama babamda haklıydı, hayatın gerçekleri vardı ve her eve bir kadın lazımdı. Sesimi çıkarmadım olur der gibi kafamı salladım zoraki. O günden sonra lal oldu dilim, evde bir daha hiç konuşmadım. Bir sabah babam en temiz elbiselerini giyip hazırlandı, annemin yerine gelecek kadını getirecekti eve. Ben bir bahane bulup gitmedim babam ve ablamla, işim var akşama gelirim eve dedim. Babamla ablam gittikten sonra evimizi gezdim, annemin hatıralarına sarılıp ağladım. Yatağına uzanıp kokusuna sarıldım akşama doğru evden çıkıp kaçtım… Bana yine yollar vardı, bana yine yeni diyarlar vardı bu gönlü bir tek firar rahatlatırdı. Ve bir daha hiç dönmedim, annemin odasında, annemim yatağında, annemin yerinde başka bir kadının olduğu eve. Babamı da bırakıp kaçtığım gün daha bir özgür oldum, artık hiçbir yerde duramaz oldum. Ne zaman yüreğim sıkılsa ne zaman daralsam çareyi kaçmakta buldum. Hep kaçak bir hayat yaşadım, düzenli bir hayata hiç alışamadım. Görmediğim şehir gezmediğim diyar yapmadığım iş kalmadı. Gönlüm nere eserse ora koştum. Bir gün dönüp arkama baktım, kaçtığım bir şeyler vardı adını bilmediğim, beni durdurmayan bir neden vardı sebebini kestiremediğim. Sonra sen çıktın karşıma. Senden önce de olmuştu birkaç gönül verdiğim ama hiçbirini senin kadar sevmedim. Hiçbir yerde duramadığım gibi hiçbir gönülde de duramadım. Girdiğim her gönülden firar ettim. Hiçbir gönülde kalmak için çaba göstermedim, daraldığım gün sebepsiz çıkıp gittim. Bir tek sende kalabilmek için senle kalabilmek için çabaladım ama affet yapamadım, yenildim, tükendim yine bu daralan yüreğim firara gebe, anladım… Evet, Hazan ben bugün bir daha dönmemek üzere gidiyorum. Arkamda darmadağın birini bırakıyorum. Kalabilmeyi becere bilseydim kalmak için dünyaları verirdim ama biliyorum yapamam, firari yaşayan bu gönlümü durduramam. Anlayacağın benden hayır gelmez sana, bu gün bırakmazsam bile yıllar sonra bir yerde bırakır kaçarım. Demiştim ya bir neden vardı beni durdurmayan, kaçtığım bir şeyler vardı diye. Artık biliyorum neden kaçtığımı kimden kaçtığımı. Kendimden kaçmışım yıllarca, güçsüzlüğümden kaçmışım, çaresizliğimden kaçmışım. Ve biliyorum bir ömürde kaçacağım. Hep firari yaşadım ve hep firarı olacağım. Çünkü böyle alıştım artık değişemem. Ben hiçbir zorluğun üstesine gitmedim. Daha altı yaşında başladım gönlüme zor gelen işlerden kaçmaya. Ablamdan, annemden, babamdan en sevdiklerimden kaçtım yüreğim daraldığında. Hiçbir güç hiçbir hüküm bağlayamadı bu firari gönlümü. Yine daraldım, yine sıkıldım; şöyle baktım bize artık adını koymamız gereken bir ilişkimize devam edemeyeceğimi anladım. Evlenip yuva kurup düzenli ve sürekli bir işte çalışmanın bana çok uzak olduğunu anladım. Bunları yapamamaktan korktum çünkü bunlar zor gibi geldi bana ve gönlüm yine kaçmayı seçti. Her zorlukta kolayı seçen gönlüm yine işin kolayına kaçtı çareyi bırakıp gitmekte buldu. Affet beni diyecek yüzüm, kalıp mücadele edecek gücüm yok. Beni affetmeni beklemiyorum hatta affetme ömrün boyunca. Ardımdan belalar oku ahlar et hepsini ve daha fazlasını hak ediyorum ama sen bu yaşadıklarının zerresini hak etmedin, üstelik terk edilmeyecek tek kişiydin. Seni bırakıp giderken sana mutluluklar dileyemem, gönlünde bu kadar yara açmışken. Benden sonra kimseye güvenemeyeceğini kimseyi sevemeyeceğini ve asla mutlu olamayacağını çok iyi biliyorum. Bu hayvanlığıma rağmen susarak gösterdiğin büyüklüğün karşısında eziliyorum ve inan hiç kimsenin utanmadığı kadar kendimden utanıyorum. Şimdi giderken bilmeni istediğim tek şey var, eğer yüreğim esmeseydi deli deli, gönlüm firari olmasaydı, becerebilseydim kalıp mücadele etmeyi kalabileceğim tek yer sendin, seve bileceğim tek kişiydin. Ata bilseydim gönül gemimin demirini, sığınmak istediğim tek limanım sen olurdun. Kaçmayacağımı, terk etmeyeceğimi bildiğim bir kara parçası verselerdi vatanım olsun diye, adını kitabelere Hazan diye yazardım, ömrümün sonuna kadar kara gözlerinde kalırdım… Evlada Hazan’ım… Dönememek üzere gidiyorum ben! Ve ilk defa birinden giderken bu kadar çok zorlanıp bu kadar çok üzülüyorum…” Rüzgar son cümlelerini söylerken kafasını öne eğmiş, gözlerini saklıyordu, akan yaşları göstermemek için ama sesinin titremesi onu ele veriyordu ve Hazan ilk defa Rüzgar’ın ağladığına şahit oluyordu. Rüzgar susmuştu, denizde susuyordu, Hazan zaten susmuştu. O gün tek konuşan vardı ayrılık… Onunda dilinden düşmeyen tek şarkıydı, yalnızlık… Artık iki sevgili ayrıydı, artık tüm sözcükler boştu, yazgılarına ayrılığı yazmıştı Rüzgar’ın firari yüreği. Hazan’ın yanan yüreği talan olmuştu. Tüm rüyalar yalan, bütün hayaller sahipsiz kalmıştı. Bu büyük aşka Rüzgar’ın firari gönlü son noktayı koymuştu. Ama biten yazgılarına son sözcükleri Hazan yazdı. Son sözler onun dilinden döküldü. Onun sözcükleri yazıldı sonsuzluğa. Tam Rüzgar kalkıp giderken, kendisine çok yakışan yırtık kot pantolonu ve siyah tişörtüyle tüm yakışıklığıyla giderken Hazan’ın son sözleri için beklemişti. Saygısızlık olmasın diye dinleyecekti ama duyduğu her söz kalbinden vurdu Rüzgar’ı ve adım atmaya takati kalmamıştı duyduklarından sonra. Olduğu yere çöküp kalmıştı. Dünya yıkılsa kımıldayacak gücü yoktu. Hazan çoktan gitmişti. Artık Hazan yoktu sadece acı bir ayrılık koyu bir yalnızlık birde Hazan’ın son sözleri kalmıştı Rüzgar da… Rüzgar denize bakarken kulağında hala Hazan’ın son sözleri vardı ömrü boyunca asla unutamayacağı: “Şimdi ne desem ne söylesem boş… Yalvarsam yakarsam gitme kal diye biliyorum yine de bir çaresi olmaz. Tamam, seni çok seviyorum, evet, gitmeni istemiyorum ama sana kal da demeyeceğim, yolun açık olsun… Beni affetme, ardımdan belalar oku, ahlar et diyorsun. Korkma ah edip bela okuyacak halim yok. Bir gün olsun ağzımı açıp ne YARADANA, ne bir canlıya ne de bir cansıza senin adını anıp tek kelime kötü söz söylemem. Ama elimde olmadan bedenimin ettiği, gözlerimin, ellerimin, yüreğimin, tenimin benden habersiz beni dinlemeden yapacağı beddualara engel olamam… Ben hep zor olandan kaçtım diyorsun, hiçbir gönülde kalmadım kalamadım diyorsun. Ve bunu bile bile geldin bana. Benden gideceğini bile bile geldin. Şimdi de gidiyorsun. Git yolun açık olsun. Ama belli ki yalnız yaşayamıyorsun. Her gittiğin yerde kendine bir sevda bulmuşsun bırakıp gittiğin. Ve yine yeni sevdalar bulacaksın bir gün bırakıp gideceğin. Sende çok iyi biliyorsun ki gitmek kolay zor olan geride kalmak. Onun için ne ablanın gidişini bekledin ne de annenin onlar gitmeden sen gittin. Ama unutma ki arkada kalmaktan daha zoru var yalnız kalmak. Sen böyle devam ettiğin sürece yalnızlığa mahkumsun. Şimdi güvendiğin o yakışıklılığın ve gençliğin seni bırakıp gittiği gün misafir olabileceğin bir gönül bulma imkanın olmayacak. Ve şimdi seni seven seni isteyen o gönüllere dönmeye yüz bulamayacaksın. Eğer bir gün yapayalnız kalırsan bu dünya da, sana bir tas sıcak çorba yapacak birini bulamazsan, bilirsen nerde olduğumu hiç çekinme gel bana. Evet, şu saniyeden sonra sana gönlümü asla açamam ama evimi açarım ve çaresiz kaldığın yıllarda sana bakarım. Bunu ne sana olan sevgimden yaparım -zaten o zaman yüreğimde sana ait bir sevgi olmasının imkanı olmaz- nede bak sözüme geldin işte ben demiştim diyerek intikam almak için yaparım. Bunu bir tek şey için yaparım, bana senin gibi sevmeyi bilmeyen, sevilmeyi hak etmeyen firari bir yürek yerine sevgi dolu bir yürek verdiği için o yüreğin gerçek sahibine teşekkür etmek için bakarım sana… Şimdi gidiyorsun yolun açık olsun. Gittiğin yerde de gönlünce yaşayacaksın. Gönlüne eseni yapacaksın. Bunaldığın zaman zorlukların üstesinden gelmeye çalışmak yerine yine kaçacaksın. Sen firari doğmuşsun, firari yaşayacaksın çünkü sana göre hayatın sadece bugünü var. Ne düne bakıyorsun ne yarına sen hep bu günü yaşıyorsun. Ve zannediyorsun ki ömür en fazla altmış yıl ama unutma ki hayat sadece 50 – 60 yıllık bir ömürden ibaret değil, tahmininden de uzun. Şimdi gidiyorsun yolun açık olsun. Dön bir bak arkana kaç hazan bıraktın. Ardında kaç yaralı yürek var. Ardında ne ağıtlar var. Yazgına yazılanlarda neler var. Bu kaçış nereye kadar. Bu firar nereye kadar… Bu zulüm kime yarar, neden bu acılar. Artık durmalısın bir yerde, yeter aldığın ahlar, unutma ki bu dünyanın birde mahşeri var!..”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © mehmet acar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |