Ben bir kuşum; uçtum yuvadan... Artık ben nerede, eve dönme isteği nerede?.. -Leyla ve Mecnun, Fuzuli |
|
||||||||||
|
Oldukça yoğun bir gün geçirmiş, dinlenme salonuna yorgunluk kahvesi içmeye gitmiştim. Yeni bir misafirim olduğu haberiyle odama döndüm. Siyah takım elbiseli, otuz yaşlarında, oldukça düzgün fiziğiyle misafirim, odamda beni ayakta beklemekteydi. “Merhaba, benimle görüşmek istiyormuşsunuz buyurun sizi dinliyorum.”dedim. Gülümseyerek. Karşımda ne istediğini bilen biri edasıyla gözlerimin içine bakıyor ve beni süzüyordu. “Merhaba” dedi işaret etmiş olduğum sandalyeye oturarak, “Bana yeni bir ülke yaratmamı ve yeni bir başlangıç yapmamı istiyorlar. Sizce bu mümkün mü?” dedi. Beklemediği bir darbe almış boksör gibi afalladım. “Biraz daha açık konuşamaz mıyız? Yaratmak, inşa etmek gibi mi?” dedim. Birazda afallamamı savuşturmak için. Güldü ama yılların yorgunluğu, hayal kırıklıkları, serzenişleri, özlemlerini okuyabiliyordum yüzünden. Gülerek bunları kapatmayı beceremiyor sanki çokta umursamıyordu. “Benden kaçmamı bekliyorlar, bilmezler ki özlemlerimden dolayı hep kaçtım. Artık kaçacak yerim kalmadı. Bugün elime ulaşan bir mektupla.” dedi ve derin düşüncelere daldı. Tekrar konuşmaya yeltendi nedense sustu. “Pekâlâ, uzunca bir süre laflayacağa benziyoruz. Bu arada bir şeyler içmek ister misiniz?” diye sordum. Kabul etmeyerek bir sigara yaktıktan sonra devam etti konuşmaya… “Gidecek başka bir ülke yok, yaratmaksa; bizi şekillendiren, elmas gibi yontan etkenleri unutamayacağımıza göre ya da beynimize format atamayacağımız gibi, gitmek ya da kaçmak adına çırpınışlar da nafile. Yeryüzünde bulunan canlılar arasında kendini en iyi kandırabilen ya da tek kandırabilen biz insanlar, kendi içimize yöneldiğimizde ancak bunu fark edebiliyoruz. Oysaki denizi besleyen dereler, çaylar, nehirler gibi değil mi? bizi de acılarımız kırıklıklarımız sevinçlerimizdir besleyen. Deniz nasıl ki onlarsız olamıyorsa, bizim kaçışlarımız da nafile.” Dedi. Soluklanmadan ve beni de hayrete düşüren tane tane konuşmasıyla sıkıntılarını anlatan değil de nasihat eden birinin edasıyla konuşmaktaydı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşmanın şaşkınlığı ve bu sohbetin de hangi mecraya doğru kayacağının merakıyla dinlemekteydim. “Kaçışlar, nebatat bahçelerinde seyre sergilenmiş, köklerinden, yurtlarından koparılmış ve güneşin az olduğu ülkelere getirilen limon ağaçlarına benzer. Güneşle beslenen bu ağaçlara, projektörler ve suni güneşlerle yaprakları doyamayacağına, kurumaktalar zamanla. Bizler de köklerimizden ve gerçeklerimizden kaçarak kendimizi kandırmaktan başka bir şey yapmamaktayız. Kendimize uygun olan koşullardan; acı, güzel ne varsa kaçmak, işkenceden başka bir şey olmazsa gerek.”dedi. Birkaç kez müdahil olmak geçti içimden. Öyle kendinden emin ve buna müsaade etmeyecek gibi konuşuyordu ki cesaret edip bölemiyor ve usulca öğretmenini dinleyen öğrenciye çevirmişti beni ve ben de uslu bir öğrenci olmaya kararlıydım açıkçası. “Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gider ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. Ama gidebilirsek. Daha gölgemiz düşmeden hayata, kalın kapıları kapatmakta nesine. Oysaki kalın kapıları aralamak gerek. Uzaklaştırdığı ellerine uzanıp zorla boynumuza dolamak gerek. Bin yıllık yalnızlıktan sıyrılmışçasına sarılmak, rüyalarını bile kucaklamak gerek.” dedi. Ve uzunca bir süre sustu. Söyleyeceklerinin henüz bitemeyecek gibi olduğundan, göz uçlarımla süzmekten başka bir şey yapmıyor ve bu duygu fırtınalarına iten nedeni ve neden özellikle adımı belirterek benimle görüşme isteğini düşünüyordum. Ve devam ederek… “Oysaki neleri heba ettik kaçmak adına. Hayat, cömert tanrıların bir hediyesi değil midir bizlere. Güzelliği, acıları, sevinçleri, hüzünleriyle bir bütündür. Bir taze kadın gibidir. Gem vurmasına izin vermeli duygulara, istediğine boyun eğmeli. Annem hep öyle yapmamı istedi. Ama bugün bunun pekte doğru karşılandığını ya da adil olduğunu kabullenemeyecek kadar kederliyim. Yine de böyle olmalı. Sizce?” diye sordu. Öfkeli, kin, nefret dolu bir bakışla. Neden susuyor ve dinliyordum ki. Evet, kesinlikle benimle alay ediyor bir şeyleri gözüme sokarak öğretmek istiyor gibiydi. Gözlerimin içine öyle bakıyordu ki karşısında duramayacak kadar öfke saçıyordu. İçimden, sanki tüm bunları ona yaşatan benmişim gibi bana baktığından hiddetleniyordum. Ve ilk defa varlığından ve konuşmasından rahatsız oluyordum. Sualine cevabımı beklemek gibi bir niyeti yoktu. Soluklanmadan… “Hayat, bizlere sunarken nimetlerini sonsuz, sınırsız, bizler perde perde kabul eyledik. Ne yazık ki hep işimize gelenle ilgilendik. Ya anlık zevklerimizin kurbanı eyledik ya da kaçtık. Yeni kurbanlar yaratarak. Ve ben böyle bir yaşamı tercihle karşı karşıya bırakıldım. Birilerinin kurbanıyım.” dedi. “Kabullenmeyebilirdin.” Kendimi tutamadan ilk defa sözünü keserek dedim. Cevap vermeye gerek duymadan uzun bir süre sustu. Bu sefer beni süzen kendisiydi. Gözleri kan çanağına dönüşmüştü ve o an çocuklar gibi ama sessiz derinden ağladığını gördüm. Görüşmem maçı kazanmaya yeminli bir boksörün randevusuna dönüşmüştü. Buna kuşkum kalmamıştı. Bu sefer beklenmedik başka bir yumrukla büsbütün afalladım. Bu gözler hafızamın yabancısı olmadığı gözlerdi, beni çok eskilere, meslek hayatıma başladığım ilk yıllara götürdü. Hafızam tazelenmekteydi. Güzel bir kadının gözlerini hatırlattı bana. Şaşkınlığımı daha atamamışken üstümden… “Peki, doktor bey siz nasıl becerebildiniz yeni bir ülke inşa etmeyi? Annemin de muhtemelen bilmek istediği cevaptı bu. Ama bugün cenaze merasimiydi. Yazık hiçbir zaman öğrenemeyecek.” dedi. Asıl can alıcı söyledikleri bunlardı benim için. Evet, çokta yabancısı değildim anlattıklarının. Başım önüme düşmüştü. Bu sefer içten, acıklı ama hıçkırarak ağlayan bendim. Ne kadar zamandır ağladığımı bilmiyordum. Başımı kaldırdığımda, masamda bulunan fotoğrafım ve adını dahi öğrenemediğim misafirim yoktu. Ama adımı biliyordu. idriskenc@hotmail.com ROSTOV-RUSYA 12.06.07
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © idris Kenç, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |