..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Materyalist bir dünyada yaşıyoruz, ve ben de materyalist bir kızım -Madonna
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Eleştiri > Politik Olaylar ve Görüşler > emre




24 Ekim 2008
"Marksizmin" "Ekonomi - Politiği"  
emre
... bu pisliğin diyalektiğinden kaynaklanan bir durumdur, oluşur ve yok edersin . Tıpkı ceset gibi ya gömersin yada yakarsın , tutup da saklamazsın . Bu toprağın nükleer atığı , pisliği “etnisite” üzerine demokrasi kurmaya çalışan aydınıdır , dergisidir , gazetesidir , sivil toplum kuruluşudur , partisidir . Bu adamlar ne tarih anlar nede kültür 30 yıldır kalıplaşmış laflarla insanların beyninlerini .ikerler ve halkımızın ve gençliğin siyaset-bilimi eksikliğinden faydalanırlar .


:AIJI:

“sen bildiğin yoldan devam et , bırak diğerleri konuşsun”

Bilimsel eleştiriye dayanan her görüşü memnunlukla karşılarım . Kamuoyu denen şeyin hiç bir zaman ödün vermediğim önyargılarına gelince , önceden olduğu gibi , şimdide büyük Floransalının özdeyişini benimsiyorum :”segui il tuo corso, e lascia dir le genti”

Marks’ın Kapital de (Kapital-1 syf.19 ) “Dante”nin “İlahi Komedya”sından alıntı yaptığı bu söz yaklaşık yüz elli yıldır bilimsel sosyalizmin teori ve pratiğine karşı yürütülen psikolojik harbin bilimsellikten uzak eyyamcı yanını göz önüne sermektedir .

Hani Tarihin Sonuydu ?

Gerek Marks ve Engels’in yaşadığı dönemde burjuva ekonomi-politik öğretiler çerçevesinde , gerekse soğuk savaş döneminde bilimsel-sosyalizme karşı büyük bir psikolojik harp yürütülmüştür . Bu harbin entelektüel anlamda neo-con ideologları olan Daniell Bell’den Fukuyama ve Huntington’a uzanan düşünsel pratik soğuk savaş dönemi anti-komünist cephelerde benimsenmiş , Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin çökmesi ile başlayan tek kutuplu Amerikan-Emperyalizmi hakim küreselleşme çağında ise dünyaya resmi ideoloji olarak dayatılmıştır .
1960’lı yıllarda Daniell Bell tarafından yayımlanan “İdeolojilerin Sonu” adlı kitap kapitalist blok tarafından benimsenmiş ve propaganda edilmiş , Amerikan gizli servisleri ile yakın temas kurmuş bir siyaset-bilimcisi olan Fukuyama tarafından ortaya atılan “Tarihin Sonu” tezi ile “tarihte insanlığın siyasal evrim sürecini tamamladığını ve son aşama olarak liberalizme ulaştığını böylece kapitalizim, insanlığın ulaştığı en son ve mükemmel aşama olarak karşımıza çıkmaktadır” bu söylem küreselleşme döneminin resmi ideolojisi haline gelmiştir .

Emperyalizm : Kapitalizmin En Yüksek Aşaması

Lenin’in 1916 yılında tekelci-kapitalizme dair yaptığı tahliller güncelliğini bugünde korumaktadır . Bilindiği üzere olagelen iki dünya savaşıda kapitalizmin temel gereksinimi olan hammadde ve ekonomik-pazar arayışından doğmuştur . Kapitalizm serbest-piyasa ekonomisinin anarşisinden ( tekelleşmede bunun sonucudur ) dolayı kendi yarattığı güçleri denetleyemez hale gelir ve belirli periyotlarda bunalımlar yaşar . Her ekonomik bunalım üretimin hızla düşmesini , iç ve dış ticaret hacminin azalmasını ve işsizliği doğurur . Bunun sonucu olarak üretimin yeniden hızlanması için yeni ekonomik-pazar arayışlarına girer ve buda emperyalizmi doğurur . Zaten zamanlama açısından bakacak olursak gerek birinci ve ikinci dünya savaşları gerekse Amerikan’ın Irak ve Afganistan işgalleri kapitalizmin doğurduğu buhranlar sonucu ortaya çıkmaktadır .
Tabii küreselleşme döneminde Irak ve Afganistan topraklarının işgalinin neo-liberal ekonomi politikalarından dolayısıyla Amerikan ekonomisinin çöküş içerisine girdiği ve kapitalizmin her büyük bunalım sonrası kendini yenilemek için tekrarladığı toprak işgali olduğu ne bize nede dünyaya egemen güçler tarafından anlatılmadı .
Bu bir demokrasi projesiydi ve modernite Ortadoğu topraklarına da ulaşmalıydı . Tabii bu düşünsel yapının zemini birden hazırlanmadı , adamlar ilk önce kavramların ırzına geçti sonra orospulaşmış bu kavramlar ile insanların beyinlerini yıkadılar . İkinci paylaşım savaşı sonrası devletler anlaşma imzalamış artık bir devletin başka bir devlet toprağını ilhak etme hakkı kalmamıştı. İşte Huntington bu aşamada devreye giriyor ve “Uygarlıklar Çatışması” adlı tezi ortaya atıyordu.

“Batı Uygarlığı” ve “Diğerleri”

Evet , Huntington “Uygarlıklar Çatışması” tezinde temel olarak bunu vurguluyordu , batı uygarlığı ve diğerleri . Doğu toplumlarında batının modernite ve demokrasi anlayaşını inşa etmek gerekiyordu ve görev Sam amcaya düşmüştü . Bu kesinlikle emperyalizm değildi , emperyalizm artık bir paranoyadan , saçmalıktan ibaretti . Bu bir uygarlık projesi idi . Dünyada iki bin dil olmasına karşın , yalnız iki yüz devlet vardı . Artık batı diğerleri için bir özgürlük mücadelesi içerisindeydi . Toplumları diliyle , kültürüyle , tarihi ile , inanışları ile , ticaret yolları ile anlarız fakat batı yeni bir metot bulmuştu etnisite . Doksan sonrası batının özellikle doğu toplumlarına bakış açısı ne tarih anlar ne de kültür , insanları etnisite ile anlamaya başladılar ve bu öğretiyi bir özgürlük mücadelesi olarak yaydılar . Doğu bloğu ülkeleri kaç parçaya ayrıldı bunların hepsi renkli devrimlerle , Soros’larla , işbirlikçi aydınlarla oldu . Bosna’da , Ruanda’da , Irak’da , Sudan’da , Afganistan’da otuz yıldır T.C’de yaşananlar bunun en net örneğidir . Aynı topraklarda yüzlerce yıl kardeşçe yaşamış insanlar etnik kışkırtmalar ile özgürlük masalları ile birbirine düşürülüyor ve bu katliam ortamını modern dünya sessiz sakin izliyor . İşte insanlığın ulaştığı en son ve mükemmel aşama , modern zamanlar …
Fukuyamalar , Huntingtonlar gelir geçer gerek dünya sistemi gerek ülkeler bu tarz müstemleke aydınlarını her daim bulmuşlardır . Bunlar düşünce tarihinin nükleer atıkları , pislikleri olarak yerini zaten almışlardır . Mesela Amerika nükleer atıklarını koyacak yer bulamıyor ve bu yüzden bu topraklara nükleer tesis kurması için hükümete talepte bulunuyor , görünen nükleer tesis kurulacak ve kimselere duyurmadan bu atıklar bu topraklara gömülecek . Bu pisliğin diyalektiğinden kaynaklanan bir durumdur, oluşur ve yok edersin . Tıpkı ceset gibi ya gömersin yada yakarsın , tutup da saklamazsın . Bu toprağın nükleer atığı , pisliği “etnisite” üzerine demokrasi kurmaya çalışan aydınıdır , dergisidir , gazetesidir , sivil toplum kuruluşudur , partisidir . Bu adamlar ne tarih anlar nede kültür 30 yıldır kalıplaşmış laflarla insanların beyninlerini .ikerler ve halkımızın ve gençliğin siyaset-bilimi eksikliğinden faydalanırlar . Fakat bu adamlara bir pislik , nükleer atık muamelesi değil ısrarla özgürlük ve demokrasi fedaisi muamelesi yapılır ve her köşede , her ekranda bu adamları görürüz . Evet şu aşamada bu pislikleri gömecek gücümüz yok ama tarih bu üzerine düşen bu sorumluluğu çoktan yerine getirmiştir ve bu insanlara hak ettiği muameleyi Amerikan-Köpeği muamelesini yapmıştır .

“Ergenekon” , “Neo-Liberalizm” ve “Doğmamış Bebeğe Don Biçmek”

Franz Kafka “Dava” adlı romanında haksız yere olagelen bir yargılama sürecini , bu süreç içerisinde mahkemenin , hukuk sisteminin bozukluğunu ve insanın içine düştüğü yalnızlığı vurgular . Ve bu yalnızlığın sonucu olagelen ve kavramlaşan “korku” yu …
Albert Camus “Dava”yı incelerken “Korku Çağı” başlığı altında kaleme aldığı yazısında şu düşünceyi dile getirir “ 17. yüzyıl matematiğin çağıydı , 18. yüzyıl doğa bilimlerinin , 19. yüzyıl ise biyolojinin . Bizimkisi yani 20. yüzyıl ise korkunun çağıdır …”
Dava sürecine baktığımız zaman derin devletin (mit, jitem) faşist politikalarına , gladyoya yön verenler ve bu uğurda kullanılan her türlü pisliğe bulaşmış insanlar ile bunun yanı sıra İlhan Selçuk , Doğu Perinçek gibi Doğan Avcıoğlu ekolünden gelme kişilerle Atatürkçü Düşünce Derneği ile bağlantısı olan emekli paşalar ve cumhuriyet mitinglerinin oluşumunda rol oynamış kişiler yer alıyor . Bunun yanı sıra siyasal-islam çizgisinde yer alan anti-emperyalist ve küreselleşme ( neo-liberezim) karşıtı bir tutum almış milli çözüm dergisinin bazı yazarlarının ve Sinan Aygün gibi Melih Gökçek ile Ankara’yı parsellemiş godomanların da soruşturma kapsamında göz altına alındığını görüyoruz . Dava kapsamındaki bu kişilere baktığımız zaman hepsinin ortak özelliği küreselleşme karşıtı söylemler . Aslında bu davanın toplum üzerine salmak istediği iki tür korku var birincisi küreselleşme karşıtı söylemler , ikincisi sol cunta yani darbe söylemleri…
A.B.D eksenli yürütülen propaganda darbe söylemleri ile adeta doğmamış bebeğe don biçiyor . Tablo aşikardır halk , memleket içindeki oligarşik yapılanmaları yok edecek , sosyalist bir devrim inşa edecek halk hareketinden ve onun örgütlenme araçları olan parti ve sendikalardan yoksundur . Dolayısı ile batı tarafından okunan tabloda hızlı ekonomik-kültürel kalkınma için en gerçekçi görünür metod sol cuntadır . Bu arada sol cunta heveslisi falan değilim bunun sosyolojik çıkmazları nettir , lakin mevzuya geniş açıdan , A.B.D eksenli bakmaya çalışıyorum . Ha birde şu var sol cuntayı koyacak olanda halen NATO üyesi olan T.C. ordusu . Batı tarafından kolaylıkla okunan fakat bizim devrimci-sosyalist olarak kendini niteleyen yazar , çizer , dergi , gazete , sivil toplum kuruluşları ve partiler mevzuyu “egemen sınıfların çatışması” olarak görmekte . Bunlar ya salak bir halttan anlamayan adamlar yada A.B. fonlarından , soroslardan yemlendiklerinden tabloyu çarpıtıyorlar . Evet gerek Doğu Perinçek gerek İlhan Selçuk daha önce dediğimiz gibi Doğan Avcıoğlu ekolünden gelme insanlar geçmişte 9 mart beklerken 12 mart çıkmış ve darbeyi yemişlerdir . Yani sabıkaları vardır . Fakat sol cunta ne bu orduyla olur nede bu kadar sessiz sakin olur . Mesela geçmişte Yön daha sonra Devrim , Türk Solu , Aydınlık gibi dergiler , genel olarak 12 mart öncesi gençlik hareketi bu söylemi dillendirmiştir ve bir beklenti vardı . 27 mayısı yapan ordu daha ilerici bir hamle yapabilirdi . Lakin gerek 12 mart sonrası ordu içindeki tasfiyeler gerekse 12 eylül sonrası ordunun ve yetiştirilen Harbiyeli kuşağın bu tarz devrimci-milliyetçi bir tavır alamayacağı aşikardır .
“Korku Çağı” ve “Neo-Liberalizm” işte tablo bundan ibaret . Amaç , aman sol cunta falan olmasın biz önlemimizi baştan alalım bide ne bu herkes küreselleşmeye sallıyor , sol-sağ ideolojik tutum gözetmeksizin bu adamları sindirelim . Mevzu bundan ibarettir , kulağa hoş gelen sol jargonlarla saçma sapan konuşmanın bir alemi yok aklı-selim veya onurlu olmak bu tabloyu görmek için yeterlidir…

“Avrupada bir hayalet dolaşıyor –Komünizm Hayaleti-“

Marx ve Engels “Komünist Partsi Manifestosu”na bu sözler ile giriş yapar ve devam eder “Avrupanın bütün güçleri bu hayaleti defetmek üzere kutsal bir ittifak içine girdiler : Papa ile Çar , Metternich ile Guizot ,Fransız radikalleri ile alman polis ajanları.”
1848 de Marx ve Engels tarafından Avrupa’ya salınan hayalet bugün yalnız Avrupa kıtasında değil diğer altı kıtada da benliğini belli etmiştir. Özellikle 20. yüzyılın ilk ayrısında yeşeren anti-emperyalist ulusal kurtuluş savaşları ve 21. yüzyılda çöküş sürecine giren küresel tekelci-kapitalizm bu olguyu doğrular cinsten . Dünya Marksist-Leninist ekonomi-politik i yeniden keşfediyor . Emperyalizmin böl-parçala-yönet çılgınlığı bütün dünya halklarında yeniden anti-emperyalist bir tavır oluşmasına neden olmaktadır . Emperyalizmin kapitalizmle olan göbek bağından dolayı oluşan bu anti-emperyalist tutum , tavır kesinlikle “küçük burjuva milliyetçiliğinin en radikal , en sol halleri ile karma-ekonomik” modeller şeklinde değil özel mülkiyetin olmadığı , üretim araçlarının halkın elinde olduğu , artı-değer sömürüsün olmadığı , insanın insan tarafından sömürülmediği tıpkı ilkel toplumda olduğu gibi üretim araçlarının kar güdüsü ile değil toplumsal ihtiyaçları gidermek amacıyla kullanıldığı , herkesin hür , eşit ve kardeşçe yaşadığı sosyalist bir temelde olması gerekir .
Emperyalizmin Lenin tarafından tahlili , kapitalizmin tekelci aşamada sahip olduğu belirtileri çok açık bir şekilde gösterir .
“Üretimde ve sermayede görülen yoğunlaşma öyle yüksek bir gelişme derecesine ulaşmıştır ki , iktisadi yaşamda kesin rol oynayan tekelleri yaratmıştır … Banka sermayesi sınai sermayeyle kaynaşmış ve bu mali sermaye temeli üzerine bir mali oligarşi kurulmuştur … sermaye ihracı meta ihracından ayrı olarak , özel bir konum kazanmıştır … dünyayı aralarında paylaşan uluslar arası tekelci kapitalist birlikler kurulmuştur… en büyük kapitalist güçlerce dünyanın toprak bakımından paylaşılması tamamlanmıştır . “ (V.İ.Lenin / Emperyalizm Kapitalizmin En Yüksek Aşaması)


“Bilinç Gökten Düşmedi” , “Aydın Sorunsalı” ve “J.P.Sartre”

Evet ; bütün burjuva-demokratik toplum düzenlerinde aydın adı verilen kültür-sanat sorunsalları ile uğraşan elit bir sınıf olacaktır . Bu sınıfın temel misyonu nedir ? Ona bu misyonu kim vermiştir ? Bu sorular üzerine biraz kafa yoralım .
Hoimar Von Ditfurth’ un dediği gibi bilinç gökten düşmedi , beynimiz yaklaşık bir milyon yıllık bir evrim sürecinden geçti ve bilinç halka halka kendini oluşturmaya başladı . Aynı şekilde “Diyalektik-Materyalist Tarih Felsefesi” de kendini birden doğurmamış halka halka oluşturmuştur . Bilimsel-Sosyalizm bir nevi burjuva değerler üzerine kurulmuştur . Burjuva Klasik Alman Felsefesi , Burjuva Fransız Devrimi ve Burjuva İngiliz Ekonomi-Politiği . Ve Marx “Feuerbach Üzerine Tezler” adlı felsefi incelemesinde düşünce tarihinin bütün kalıplarını yıkan o meşhur sözü söyledi “ “Filozoflar dünyayı değişik biçimlerde yorumladılar , oysa sorun onu değiştirmektir.”
Evet değişim esas sorunsal bu . Değiştirmek emekten , özgürlükten , kardeşlikten ve barıştan yana bir dünya kurmak , bu düşü , bu tarihsel zorunluluğu düş olmaktan çıkarmak teoriyi pratiğe geçirmek , insanın insana , emeğe , ülkesine ve dünyaya yabancılaştığı bu modern zamanlarda insanlık onurunu yeniden göğe çıkarmak …
Kapitalist toplumda insana bu bilinç aşısını yapacak tabiî ki egemen-devletsel mekanizmalar değil gerçek anlamda aydınlarıdır , sanatçılarıdır . Sanat içerisinden toplumu dönüştürme anlayışıdır . Var olana isyan eden , hayata olan ve olagelen her şeye karşı eleştirel bir tutum alan , hür ve bağımsız , kavgacı ve devrimci bir tavır-tutum dur .
Peki aydın kimdir ? Bu soruya J.P.Sartre’nin “Aydınlar Üzerine” adlı denemesi ile yanıt vermeye çalışalım . “ Aydın kimdir ? Kendisini ilgilendirmeyen şeylere her zaman burun sokan , küresel insan ve toplum kavramı adına kabullenilmiş gerçeklerin ve bundan kaynaklanan davranışların tümünü sorgulama iddiasında olan birimidir ? Bu işlevi yerine getirmek için kim görevlendirmiştir onu ? Onun özelliği kimse tarafından görevlendirilmemiş olması , konumundan dolayı kimseye borçlu olmamasımıdır ? Öyleyse o bu özelliği ile canavarlaşmış toplumların ürünü bir canavardır . Onu kimse istememekte , kimse tanımamaktadır . Söyledikleri , yazdıkları karşısında duyarlı olunabilir , ama var oluşuna pek aldırılmaz .”
Sartre sorduğu sorularla aydın üzerine gayet net bir tanım yapıyor , herhalde Nobel Edebiyat ödülünü reddedişi söylemleri ile tutumunun birebir uyuştuğunun en somut göstergesidir . Bilindiği üzere Marx’da çalışmalarını yokluk içerisinde sürdürmüştür . Yoldaşı Engels’in maddi ve manevi yardımları sayesinde eserlerini tamamlayabilmiştir . Ne Bismarck’ın teklifini kabul etmiş nede düşünce ve eylemlerinden ödün vermiştir . Yokluk içinde ve bir o kadar da onurlu .
Beklide Gothe’nin “Faust” da işlediği gibi “ruhsal olarak özgürlüğe kavuşmanın yolu maddi arzulardan ve bencilikten sıyrılmakla mümkündür”


“Marx” ve “Gizli Başyapıt”ın Kahramanı “Frenhofer”

Bundan yaklaşık iki ay önce kapitalizmi-küreselleşmeyi , özelleştirmeleri eleştiren insanlara burjuva-medyası ve devlet erkanı dinozor gözü ile bakıyordu .
Tarih ,
14 eylül ; Lehman Brothers iflas etti . Merrill Lynch, Bank of America'ya satıldı .
16 eylül ; ABD Merkez Bankası (FED) 85 milyar dolar vererek AIG sigorta şirketini kurtardı.
20 eylül ; 700 milyar dolarlık "yardım paketi" ABD Kongresi'ne sunuldu.
26 eylül ; ABD'nin en büyük bankası Washington Mutual'a hükümet el koydu, arkasından bankanın varlıkları 1.9 milyar dolara JP Morgan'a satıldı.
28 eylül ; Fortis Bank, Benelux ülkeleri tarafından 11,2 milyar dolara kamulaştırıldı. İngiltere'de Bradford&Bingley mortgage şirketi millileştirildi.
Kriz Avrupa’ya dalga dalga yayıldı ve devlet müdahaleleri boy göstermeye başladı .
A.B.D temsilciler meclisi kurtarma planını reddetti borsa tarihinin en düşük seviyesine ulaştı .
1 Ekim ; 700 milyar dolarlık "kurtarma planı" ABD Senato'sunda kabul edildi.
Küresel kriz dalga dalga bütün dünyaya yayılıyor . Ve dünya yıllardır küfür ettiği Marx’ı yeniden anlamaya , Marksist-Leninist ekonomi-politik’i yeniden keşfetmeye başlıyor . Mesela T.C de TÜSİAD ısrarla devletin ekonomiye müdahale etmesini , IMF ile yeni bir antlaşma imzalanmasını vurguluyor . Tamam IMF i anladık da devlet müdahalesi ne demek ? Kapitalizm gerek dünyada gerek memleket de çelişkilerini her geçen gün biraz daha keskinleştirmektedir .
Peki her şey güllük gülistanlık iken nereden çıktı bu kriz yoksa buda mı paranoya ? Kapitalizm bu krizi atlatırda böyle bir şey yaşanmadı Marksist ekonomistlerin abartılarından ibaretti derse şaşırmamak gerek .
Kapitalizm bunca zaman ayakta kaldı ise bu kuşkusuz Marx ve Engels’in sayesindedir. Bakın Marx ne demiş “ Faiz getiren sermaye ve kredi sistemindeki gelişmeyle, bütün sermaye kendisini çiftleştirmiş ve bazen de üçleştirmiş gibi görünür; aynı sermaye, ya da hatta belki de aynı alacak talebi, çeşitli şekillerde farklı ellerde, farklı biçimlerde görünürler. Bu 'para-sermaye'nin daha büyük bir kısmı tamamen hayalidir. Yedek fon dışında bütün mevduat, banker üzerinden alacak talebidir ve ama mevduat olarak hiç bir zaman mevcut değildir .” (Kapital -3 syf. 417)
Borsa fetişizmine ve spekülasyonlara dayalı bir ekonomi-politik . Şu an dünyada 60 trilyon dolarlık meta olmasına rağmen 190 trilyon dolarlık bir parasal değer var . Yaklaşık üç katı bir fazlalık , köpük var . Bu temel ve basit yaklaşım neo-liberalizmin içine girdiği buhranın nedeninin ve kapitalizmin kendi yasasından yani serbest-piyasa ekonomisinden kaynaklanan ve bunun getirisi tekelleşme ve düzensiz , programsız üretim metodundan kaynaklanan sorunsallar olduğu aşikardır .
Az öncede değindiğimiz gibi Marx yeniden keşfediliyor . Hürriyet gazetesi yazarı eski aydınlıkçı Soner Yalçın bizlere Marx’ın Engels’e yazdığı mektubu hatırlatıyor .
Bilindiği üzere Marx’ın en büyük korkusu anlaşılmamaktı. Bu nedenle kendini Balzac’ın “Gizli Başyapıt” romanındaki ressam kahramanı “Frenhofer” a benzetmektedir. Nedir peki gizli başyapıtın öyküsü . Frenhofer uzun çaba ve uğraşlar sonucu eserini tamamlamış , bilgisine güvendiği arkadaşları ve kendisine hayran genç ressamlara göstermiştir . Fakat arkadaşları Frenhofer’ın yaptığı resimden hiçbir şey anlamadıklarını söylemiş ve onla dalga geçmişlerdir . Ressamın eseri soyut resimdi ve o tarihte soyut resim henüz keşfedilmemişti . Bu nedenle meslektaşları tarafından anlaşılamamış ve Frenhofer intihar etmiştir .
Sanat tarihçileri Balzac’ın “Gizli Başyapıtın”ı uzun yıllar incelemiş çağının ötesinde bir akımı nasıl keşfettiğini anlamaya çalışmıştır . Marx’da Engels’e yazdığı mektupta kendisini romanın kahramanı Frenhofer’a benzetir ve anlaşılmamaktan korkar .
Marx gerek tarih-felsefesi gerekse ekonomi-politik alanında yaptığı devrimlerle 150 yıl sonrasını görmüş ve çağının ötesini yakalamıştır . Düşünsel sistemi her daim güncel ve devrimci niteliğini korumaktadır .


Harami var deyip korku verirler , benim ipek yüklü kervanım mı var!

“ Karacaoğlan” dizelerinde böyle haykırmış , dağa , taşa , insanlara … Mesela Dante’nin “İlahi Komedyası” nda “sen bildiğin yoldan devam et , bırak diğerleri konuşsun” söylemi-tavrıda bize “Pir Sultan”ın “dönen dönsün , ben dönmez isem yolumdan” söylemini-tavrını anımsatıyor . Bu topraklarda tarihin her döneminde kimseye eyvallahı olmayan insanlar çıktı , gerçi sol bunların edebiyatını-terminolojisini kuramadı ama … Örneğin Marx bir makalesinde doğu toplumları ile batı toplumlarını ayıran temel farkın özel mülkiyet anlayışı olduğunu vurguluyor . Evet tarihsel süreç içerisinde değerlendirdiğimiz zaman bu coğrafya ne şatafatı sever nede kibiri … Galiba tarihimizi iyi anlamamız , kültürel anlamda muhafazakarlaşmamız ve her türlü entelektüel birikimi bu değerler üzerine kurmamız gerekiyor .
Marx , kapitalin birinci cildinde “Alman okur İngiliz tarım ve sanayi işçilerinin durumuna omuz silker , yada iyimser bir şekilde Almanya da işçilerin durumu bundan iyi düşüncesi ile kendini avutursa , ona açıkça şunu söylemeliyim” : “De te fabula narratur!”
“senin hikayeni anlatıyorlar!”
Galiba Karacaoğlan ile Marx’ın bu söylemi aynı kapıya çıkıyor .
DÜNYANIN BÜTÜN İŞÇİLERİ BİRLEŞİN !








.Eleştiriler & Yorumlar

:: cevaben...
Gönderen: ergin / , Türkiye
7 Kasım 2008
Emre bey öncelikle bu denli geniş ve kapsamlı bir yazıyı kaleme alma girişiminizden dolayı sizi tebrik ederim. Görüşlerinize katılıp katılmamak bir yana kendinizi ifade ettiğiniz oldukça açıklayıcı bir yazı olmuş. Asıl mevzuya gelince. Sizin yaptığınız tespitlerin hemen hiç birine katılmıyorum. Bundan sakın kapitalist olduğum sonucunu çıkarmayın. Zengin falan da değilim. Orta halli bir ailede iş bulmak yırtınan bir insanım. Sağcı ya da sizin "anladığınız anlamda" solcu da değilim. Öncelikle kapitalizmin çöktğü ya da komünizmin hayat bulmaya başladığı tezlerinizin yanlış olduğu kanısındayım. Bana göre sistem egemen batının elinde olduğu sürece bu değişmez bir gerçek olarak kalıcaktır. Ayrıca dünya üzerinde ( çok sevgili küba dahil) hiç bir ülke yoktur ki, kapializmin sevgili yurtlarıyla ilişki kurmak ve bu sisteme eklemlenmek istemesin. Komünizmin ya da sosyalizmin temel yanlışı insnaları ekonomik, sosyal ve kültürel olarak bir potada toplama hevesidir. İnsan doğası gereği arzu eder ve daha fazlası için çabalar. Yasak olanı çiğner ve sınırı aşmadan yaşayamaz. Bu kapitalizmin ortaya çıkardığı bir gerçek değildir. Kapitalizm bunu yalnızca körüklemiştir. ABD'de ortaya çıkan kontrollü olarak yaratılmış, uydurma bir krizdir. Ssitem temizlik yapmış ve abd rakiplerine kazık atmıştır. Kapitalizm ise özünde zaten finansal hareketlere bel bağlamış bir sistem değildir. Kapitalizm de üretir ve tüketimi pompalar. Üretmeden tüketim olmayacağını üzerine basa basa vurgular. Kapitalizmin içerisinde üretmeyin, tüketin anlayışı yoktur ya da aynı kitaplardan farklı sonuçlar çıkarıyoruz. Bence kapitalizm, finans kesiminin foksiyonunu azaltarak özüne dönmüştür. Türkiye'de yaşanan süreçte ise hengi cephelerin yok edildiği ya da bunların neyle ikame edildiği değildir sorun... Bence bu tür yaklaşımlar 80 döneminde ABD'nin kuklası olarak hareket eden sağ ve sol kuşakların halen daha uyanamadıkları bir kullanılmışlık duygusu ya da bu kullanılmışlık duygusunun farkına varmaktan kaynaklanan "hazmedememe" sorunu sonucu ortaya çıkan yorumlardır. Dünya romantik söylemlerle bir vara varamaz ve varmamıştır. Her türden ideoloji, amaçlar için birer araçtır sadece. Daha fazlası değil. Kanada gibi kapitalist bir ülke, sosyal devlet anlayışı çerçevesinde bugün akla gelecek tüm konünist ve sosyalist ülkelere fark atıyorsa artık bizim romantik komünistlerimizin de düşünme vakti gelmiş de geçiyordur bile. Unutulmaması gerekir ki, halk hiç bir zaman bu türden siyasetle ya da stratejik mevzularla ilgilenmez.. Zaten solun bugün elistist ve tepeden bakmacı bir kisveye bürünmesindeki sebepde halkın değil kendi gündemlerinin peşinde koşmalarıdır. Halk daima hızlı ve adil yargı, temel hak ve özgürlükler, sosyal devlet ve geleceğinin garanti altında olmasına bakar.. Geri kalan hiç bir şey halkın hoş memeleket kurtarma muhabbetlerinin ötesine geçmez... Daha kendi içinde bile birleşmekten "acizken", karnı aç bir halka işçilerin birleşmesinden bahsetmek ise yalnızca çocukça bir avuntu olabilir. Gelişmiş devletlerde, seçimler ekonomik plan ve özgürlük ve hak talepleri üzerine konuşulan yarışlar şeklinde geçer ve gündem bunlar üzerine belirlenir. Gelişmemiş ülkelerde ise din, ordu ve karalama üzerine siyaset yapılır... Yeni bir döneme girmişken gözümüzü hala açmazsak o düzeye gelmek dahi zor olacaktır... Devlet bir bütündür ve onu birleştirmeye çabalak yerine ayrıştırmaya uğraşacak her türden hareket ya da fikir de gidişat değişmez ise tarihin raflarındaki yerini alacaktır. Saygılar...




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
... Berfin... [Şiir]


emre kimdir?

Mesleğimin mühendislik olcağına dair söylemler var . Felsefe ve sosyoloji ile ilgileniyorum , aynı zamanda amatör bir fotoğrafçıyım. . .

Etkilendiği Yazarlar:
K.Marx , J.P.Sartre , Oscar Wilde , Balzac , Goethe , Susan Sontag , F. Kafka , Jean Baudrillard , Peter Bürger , Nihat Genç , Ali Şeriati ...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2025 | © emre, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.