Kitaplarla dolu bir oda, ruhlu bir beden gibidir. -Cicero |
|
||||||||||
|
-Bir ihtiyacın var mı diye sordum. - Yok sağol. Hemşireler gayet iyi bakıyorlar. Hem ölmek üzere olan bir adamın ne tür bir ihtiyacı olabilir ki? Ona baktım. Sadece kırk beş yaşında. Ama oldukça yaşlı; yüzü, bedeni, görmeyen bakışları. Haklıydı. Doğuştan kör ve ölmek üzere olan bir adamın ne tür bir ihitiyacı olabilirdi ki? -Bilmem. Belki sana bir şeyler okumamı istersin. Yutkundu. Boğazından bir çamur topağı geçmişti sanki. Başını bana çevirdi ve ben kaçırdım gözlerimi onun gözlerinin olmadığı herhangi bir yere. Nasılsa asla bilemeyecekti nereye baktığımı. Yoksa bilebilir miydi? -Aslından senden bana bir şey anlatmanı istiyorum. Bunun üzerine çok düşündüm. Bana güneşin doğuşunu anlatmanı istiyorum. Çok merak ediyorum. Neden bilmiyorum ama öyle işte. Bir sessizlik. Şaşırmış mıydım? Belki. -Ama dedim, izin vermedi cümlemi tamamlamama. -Biliyorum biliyorum. Doğuştan kör bir adama bunu nasıl anlatacağını düşünüyorsun. Ama anlat işte. Kendine anlatıyormuş gibi anlat. Hep bunun harika bir manzara olduğunu duydum. İnsanı rahatlatan, mutlu kılan. Şu sıralar böyle şeyler hissetmeye çok ihtiyacım var. Bunu en iyi sen biliyorsun. -Aslında kafama takılan şey bunu sana nasıl anlatacağım değildi. O da var ama benim sorunum çok daha basit. Ben daha önce hiç izlemediğim gün doğumunu. Onun şaşkın yüz ifadesini hiçbir zaman unutmayacağım. Peki ya o? Asla görmedi ve görmeyecekti kendi şaşkın yüz ifadesini. Sinirlendiğinden nasıl kızardığını ve alnındaki damarların nasıl da şiştiğini. Ve daha da garip yanı tüm bunların, benim gören gözlerim hiçbir zaman görmedi doğuşunu güneşin. Hangisi daha acınası bilemiyorum. Hangimizdi daha kör olan? -Ama merak etme. Yarın ilk işim bu olacak. Ve sana elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım. -Salak herif seni. Ben olmasam böyle bir şeyi görmeden ölüp gidecektin. Yüzünde yine o tebessüm. Ne diyebilirim ki? Pencereyi kapadım. Kapının yanına gittim. Acaba biliyor muydu ayakta olduğumu? -Gidiyor musun? -Zorundayım. Halletmem gereken işler var. Yanında kalıp daha çok sohbet etmek istediğimi biliyorsun. -Mazeret bulmana gerek yok. Güneşin doğuşunu hiç izlememiş olmana inanamıyorum. Sen benden daha körsün. -Tamam Max, üstüme gelme. -Hadi uzaklaş burdan, kör herif seni. -Yarın görüşmek üzere. Gerçekten de halletmem gereken bir iş vardı. Mary benimle önemli bir konu hakkında konuşmak istiyordu. Ve ne diyeceğini de çok iyi biliyordum: ‘İnan seninle ilgili değil. Konu benimle alakalı. Gördüğün gibi yürümüyor işte.’ Gördüğüm gibi mi? Artık bir şeyleri gördüğümden tam emin değildim. ‘KÖR HERİF SENİ’ Mary ile aramda geçecek olan muhtemel diyalog beynimin içindeki koridorlardan bir trenin hızı ve kendine güveniyle akmıştı. Tamamen istem dışı. Benim asıl düşündüğümse çıkmaya çalıştığım hastane koridorlarıydı. Her şey bembeyaz. Ayaklarımın altından akan fayanslar, doktorlar, hemşireler ve hatta hastalar. Mide bulandırıcı bir huzur. Benim aklımda Max vardı. O bunları hiç görmedi. Bu yüzden çok mu şanslıydı? Her şeyin o kadar da beyaz olmadığı bir kafedeyim. Karşımda Mary. Anlattıklarını dinlemiyorum. Çünkü onunla zaten konuştum. Hastane koridorlarında. Kafamın içindeki o siyah koridorlarda. Benimse kafamda Max var. O da aşık olmuştu bir seferinde. İnsanın görmediği bir kadına aşk duyması. Maalesef acının görülmesi gereken bir yüzü yok. Bir kalbin varsa ve sevdiyse birini, kör ol ya da olma değişen bir şey olmaz. İz aynı izdir. Max bir konuda şanslıydı ama. İhanetin bir yüzü vardı. Ve benim bu gören gözlerim sevdiği kadının ona ihanetini gördü. Belki Max de görmüştü bir şekilde. Anlamıştı, hissetmişti; dokunuşundan, ona Max deyişinden. Belki de en başından beri biliyordu. Hatta onunla çıkmaya başlamadan önce. Şimdi düşünüyorum da Max’in sevgilisinin aşığının burununu kırıp, kızı Max’den ayrılması için zorladığımda ne hissediyordum gerçekten? Bunu sevdiğim bir insanın ihanete uğraması beni sinirlendirmiş olduğu için mi yaptım yoksa kör bir adamın bu şekilde aldatılması kanıma mı dokunmuştu? Bence bunu kendim için yaptım. Kendimi Max’in yerine koydum. Kör oldu gözlerim. Sonra gidip o adamın burnunu kırdım. Ve Mary de gidiyor işte. Kafamdaki konuşmadan çok daha kısa sürdü. -Dost kalacağız öyle değil mi Max? -Tabi ki Mary. Sonsuza kadar(!) Peki ben ne durumdayım? Masada öylece kalakalmışım tek başıma. Sonra sokağa çıkıyorum. Aynı soru. Sonra eve varıyorum akşamın bir saati. Yatağımın kenarına oturuyorum iğreti. Peki ben ne durumdayım? Aynı cevapsızlık. Aynı ezici cevapsızlık. Yatağa uzanıyorum. Gözlerim tavana asılı. Aynı Max gibi. Sadece onun tavanı biraz daha siyah benimkinden. Her zaman aldığım sakinleştiricilerden bu sefer iki tane alıyorum. Biliyorum, duvarların hepsi birden yüklenecek göğsüme. Deliksiz bir uyku uyumayalı kaç sene oldu? Çarşafa dolanan uykularım. Bedenim dağılmış yatağın dört bir yanına. Ve yine aklıma geliveriyor Max. Aynada nasıl bir iz bıraktığını asla bilemeyecek. Beş sene boyunca bıraktığı bıyığın kendisine yakışıp yakışmadığını da asla bilemeyecek. -Neden bıyık bıraktın Max? -Bazen bir yüzüm olup olmadığı konusunda şüpheye düşüyorum. Böyle anlarda elimi bıyıklarıma götürüp evet diyorum kendime: bıyık bırakıyorum, öyleyse varım. HaHa… Bu komik değildi Max ama yine de güldüm. Gözlerimden yaşlar gelmişti gülmekten. Yanından ayrıldıktan sonra ağlamıştım Max. Kanser olduğunu sana söyleyememiştim. Artık bıyığın yok. Bir süre sonra bir yüzün de olmayacak. Ve benim senin için her gün ağladığımı göremeyeceksin Max. Hayatı anlamıyorum. Tüm bu olanları ve olmayanları. Güneşin doğmasına yarım saat var. Yola çıksam iyi olacak. Usulca kalkıyorum yataktan. Hiç yatmamış gibiyim. Yalanlıyor beni birbirine dolanmış çarşaf ve yorgan. Başım ağır mı ağır. Bir dağ sanki başım. Kar yağıyor dışarda. Kar taneleri ne kadar öfkeli olabilirlerse işte o kadar öfkeli yağıyorlar. Her yer bembeyaz. Mesela kaldırımlar, mesela yollar, mesela yol kenarlarına park etmiş arabalar. Sokak lambalarının turuncu ışıklarına karışan beyazlık. Hoş görüntü. Ve ne zaman böyle güzel bir manzaraya şahit olsam aklıma hemen Max gelir. Onun asla böyle bir şey görmeyecek olması… Acele etmek gerek; hem de çok acele. Karlar kapamadan yolları. Arabadayım işte. Yollar henüz buz tutmamış. Ancak gecenin buzlarının çözülmesine az kaldı.yükleniyorum gaza. Issız bir beyazlığı eziyor tekerlekler. Duyabiliyorum. Max diyorum yine kendime. Kesinlikle o da duyardı. Bunun için görebilmesine gerek yok. Neyse ki gerek yok. Gölün kenarına çekiyorum arabayı. Ufukla kesişiyor bakışlarım. Büyük bir şey olmak üzere. En azından böyle hissetmek istiyorum. Çıkıyorum arabadan. Birkaç adım atıyorum. Sanki yaklaşabilecekmişim gibi güneşin doğuşuna. Gözlerimi kapatıyorum: Karanlık. Artık görmüyorum ağzımdan çıkan buharı. Tek görebildiğim soğuğun tenimde bıraktığı iz. Ne kadar uzaksam ufka, Max’e de o kadar uzağım. Bir iki adım atmakla nasıl yaklaşamıyorsam güneşe, bir süreliğine gözlerimi kapatmakla da Max olamam. Farkındayım! Lanet olsun. Her şeyin farkındayım. Ama şimdi zamanı değil bunların gözlerimi gölün bittiği yere dikiyorum. Güneş tam ordan doğacak. Ve bir daha hiç doğmayacakmışçasına dikkatliyim. Güneş bugün son kez doğacak ve bir daha batmayacak. Ve Max içn bu da fark etmeyecek. Farkındayım. Lanet olsun! Her şeyin farkındayım. Hastanenin beyaz koridorlarındayım yine. Ayaklarımın altından akan beyaz zemin. Kaldırımlarda karları ezmenin bıraktığı hissi, bu beyaz zemini adımlamak bırakmıyor. Biraz daha tedirgin oluyorum bu yüzden. Adımlarım yabancı bu koridorlara, bu beyazlığa. Ama Max, o var işte. Odasının bulunduğu kattayım. Güneşin doğuşunu gören gözlerle gidiyorum yanına. Uzun zamandır benden bir şey istememişti. Üzerimde isteğini yerine getirmiş olmamın verdiği mutluluk. Mutlu olmayalı, uzun zaman olmuş. Kafamda cümleleri toparlamaya çalışıyorum. Nerden başlamalı anlatmaya. Ve en önemlisi nasıl bitirmeli? Güneşin doğuşu tam olarak nerde biter ki? Artık zaman yok. İşte kapıdayım. Ve o benim geldiğimi anlamıştır bile. Yavaşça aralıyorum kapıyı. Hoş geldin demiyor. Aldırmıyorum, uyuyor olmalı. Kapıyı iyice açıyorum. Ama adımımı atmıyorum içeriye. Boş yatağa bakakalıyorum. Tertemiz çarşaf ve yorgan. Sanki üzerinde hiç yatılmamış gibi. Sanki orda hiç olmamış. Görmeyen gözlerini dikmemiş tavana. Ben oturmamışım yanı başındaki koltuğa. Benden istememiş pencereyi açmamı. Bir yatak bundan daha boş olamazdı herhalde. Ama hayır. Ben biliyorum bu sahneyi. Şimdi arkamdan bir hemşire yaklaşacak sessizce ve bana onun başka bir odaya alındığını söyleyecek ve boğazıma düğümlenen o şey dağılıp gidecek. Göz pınarlarıma dolan yaşlar dağılıp gidecek. Tüm bedenimi saran bu yalnızlık hissi dağılıp gidecek. Her şey yine aynı olacak. Ben yine doğuştan sahip olduğum huzursuzlukla yaşamımı sürdürürken bir yandan da Max için ağlayacağım ara sıra. Her şey aynı boktanlığından devam edecek. Ve bir hemşire geliyor gerçekten. Max’e bakan hemşire bu. Ve bana diyor ki ‘Kardeşiniz için üzgünüm. Sabaha karşı…’ Dinlemiyorum gerisini. Ben güneşin doğuşunu izlerken kardeşim de o sıra ölüyormuş meğer diyorum kendime. Max bunu biliyor muydu acaba? Koridorun sonunda hemşirelerin diyaloğuna kulak misafiri oluyorum. -Birbirlerinin nerdeyse tıpa tıp aynısı. -E heralde kızım, ikizlermiş. Ne garip değil mi? Biri kör olarak doğmuş. Evet diyorum içimden, çok garip. Ve şimdi biri toprağın altında, diğeri üstünde. Hayatı anlamıyorum gerçekten.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © mesut direngi, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |