Uyandım. Saat dokuzu yirmi geçiyor. Bilinçsizlik her yanımı sarmış. Üç gibi uykuya daldığımı anımsıyorum. Uykuya geçerken olduğu gibi uyandığım ilk dakikalarda da bir çeşit bulanıklıkla dolu olduğumu hissediyorum. Pencerem ve kapım kapalı uyuduğum için odam kötü kokuyor. Ciğerimden yayılan hava biriktikçe boğuculuğunu arttırmış sabaha kadar. Terlemiş bedenim ve kendimi yatağa bastırışım nedeniyle uykuyla geçen saatler boyunca yatakla bütünleşir olmuşum. Bacaklarımın arasında sıkışan, bir sarmaşık gibi belime, hatta sırtıma kadar uzanan yorganım da kırışmış. Yorulmuş. Yastığımın ortası içe çökmüş ve kafamdan akan terden dolayı ıslak. Fakat bu kurumaya hazır bir ıslaklık. Gece boyunca kısa anlar içerisinde uyanıp yastığımı çevirdiğimi ve yorganımı çekiştirdiğimi hatırlıyorum. Uykunun varlığı bir yapışkanlık doğurmuş. Bu yapışkanlık bedenim ile yatak arasında bir çeşit gizli anlaşma gibi. Yine de bu anlaşmanın her gece uyuduğum anda imzalanıp sabah uyandığım anda da bozulduğunu biliyorum. Her neyse. Yine bir yaz günü. Evde yalnızım. Sadece evde değil her yerde yalnızım aslında. Ama bu başka bir konu. Bedenim yorgun değil. Uyanmamı buyuruyor. Ancak ruhuma çöreklenen sıkışmışlık hissi ve sabahlarımın müdavimlerinden melankolimin o otoriter bakışlarına dayanabileceğimi sanmıyorum. Oysa bir yaz gününden beklentileri olmalı insanın. Sizce de öyle değil mi? Ama bedensel ihtiyaçlarımı giderebilmekten pek de öteye geçmiyorum. Buna ne isim verilir bilmiyorum. Yine uyumuşum. İkinci kez uyandım bugün. Öğleyi biraz geçiyor. Hava bir parça et ve güneş onu kızartıyor gibi gelir bana böyle günlerde. Yatağımın kenarına gelip oturuyorum. Ellerim kenarlara tutunuyor. Başım hafif öne eğik. Bu anı yüzlerce kez yaşamış olmalıyım. İşe yarar olmadığını düşündüğüm onlarca düşünce zihnimin tozlu sandığım koridorlarında koşuşturuyor birkaç dakika. Yavaşça doğrulup pencereme yöneliyorum. Güneşliğimi çekip pencereyi açıyorum. Dışarıdaki hayat içeri girmeye çalışıyor. Biraz temiz hava, gözlerimi kısmama sebep kavurucu bir Güneş, arabaların, insanların ve onlarca diğer şeyin sesleri ve yalnızlığımı hatırlamam için baskı yapan bir şey daha var. Perdemin hafifçe dalgalanması bile peşlerini bıraktığımı ve peşimi bıraktıklarını sandığım yaşanmışlıkları beraberinde getiriyor. "Hareketli zamanlarım!" diyorum. Odamın kapısını açıyorum. Gölgelerden ve ışıktan oluşmuş bir kompozisyon var halıda. Tuvaletimi yaptıktan sonra aynaya bakıyorum. Gözlerimin altları torbalanmış yine. Gri mor arası bir tondalar. Ve yanaklarımla gözlerimi kesin olarak ayırıyorlar. Yanaklarım da sarkık. Yüzümün yıllandığını fark ediyorum. Onda da var artık bazı izler. Bazı tecrübelerin yuvalandığını görüyorum. Yağ içinde parlayan yüzümü yıkıyorum. Burnunum etrafı ve yanaklarımın kulağıma yakın yerleri biraz kızarıyor. Saçlarımın aldığı şekle takılıyorum birkaç saniye. Az sonra mutfak masasındayım. Boğazım kurumuş. Su içiyorum ve bir şeyler yiyorum. Masayı toplamıyorum. Tüm bunları kurulu bir şekilde yapıyorum. Bir tür robot olduğumu ve kendiliğinden oluşan bir plana göre yaşadığımı düşünüyorum bir anda. Kedere söven bir sevinç kısa da olsa yüreğimden yüzüme akıyor. Her zamanki halime geri dönüyorum sonra. Hevesle yapabileceğim hiçbir şey olmadığını düşünüp istemsiz olarak uykuya, yani kahreden düşüncelerin olmadığı o kutsal bilinçsizlik anına geri dönmek istiyorum. Bedenimin buna ihtiyacı kalmadığını algılayamıyorum. Odamın penceresini kapatıyorum. Uyuşuk bir halde yatağıma dönüp kitabıma devam ediyorum. Yirmi sayfa sonra gözlerim ağırlaşıyor. Tekrar uyumuşum. Kalktığımda saat üçü geçiyor. Bilgisayarımı açıp adresime yollanan bütün o aptal iletilere göz atıyorum. Beni eski arkadaşlarımla iletişime geçirecek bir siteyle vakit öldürüyorum. Ne büyük ironi! Olmam gereken benle iletişimimi kesen bu siteler beni, benden habersiz üç beş arkadaşa bağlasa ne olur! Bunu unutmaya çalışıp bir film izliyorum. Suratsız suratımla,hissiz duygularımla belki de bu kısır döngüde öldürmeye kastetmese de ilelebet ellerini boğazımdan ayırmayacak hastalıklı düşüncelerimi az da olsa unutmamı sağlayan ne varsa onu izliyorum.. Geceyi iple çekiyorum. Çünkü gönlümde cenk eden acıları, beynimde alevlenen acıları kısa süreliğine de olsa unutturacak olan bir uyku beni bekliyor! Saf mutluluğa matuf en cılız bir ümide dahi ölesiye muhtaç olduğum gerçeği ne kadar korkutucu! İçimde bir kara delik var. Kara olan ne varsa çekiyor ve sonsuz bir ağırlığa doğru emin adımlarla ilerliyor. Biraz daha kitap okuyorum. Başka dünyaların başka roman karakterlerinde kendimi bulmam zor çünkü o karakterlerin debdebeli, maceralı hayatlarına çok yabancıyım. Yine de kitap okumak en iyi uyuşturucum belki de. Hâlâ içine dalabiliyor olmam ne büyük bir güzellik! Yarının farklı olacağını düşünmüyorum. Ve şuna inanıy. zZzZz!