..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Aşkın aldı benden beni. -Yunus Emre
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Deneysel > emre aksoy




24 Kasım 2009
Bilincin Orta Yerinde  
emre aksoy
Altmış beş yaşlarında, hayatının boşa geçmişliğinin verdiği bunalım ve ölüm korkusu ile acı çeken bir doktorun iç dünyasına açılan, okurken kendinizden birer parça görebileceğiniz, karamsar temalı biröykü... (yazı ile ilgili yorumlarınızı yazarsanız sevinirim)


:AHBB:
Karma karışık düşüncelerin aydınlattığı, hemen ardından gelenlerle bu düşüncelerin gölgede kaldığı ve bu kısır döngünün –altmış beş yıl boyunca- bir traktör tekerleği gibi delik deşik ettiği; simsiyah, yapış yapış asfalt bir yolun orta yerinde; ihtiyar bedeni, tir tir titreyerek ve anlamsızca yol alıyordu.
Nedensiz bir karamsarlık, ruhuna sis gibi çökmüştü. Sanki hiç bir zaman mutlu olmamıştı ve olamayacaktı. Bu karamsarlığın bulaştığı düşünceleri, etrafında kendinden bağımsız bir şekilde fır fır dönüyordu. Adeta çevresinde, küçük, özerk bilinççikler oluşmuştu.
Bir müziğin; iğrenç ötesi bir müziğin ses dalgalarının, hava taneciklerinin arasında salınarak çıkardığı tınıyı işitmeye (daha doğrusu “bir şeylemeye”) başladı. Anlamsız yankıların bütünleşmesinden oluşan bu müzik, zamanın bal kıvamındaki akışına aldırmaksızın zihninin boş koridorlarına seke seke, büyüyerek yayılıyordu. Çevresini alışılmışın dışında; daha önce hiç tatmadığı ve hayal bile edemeyeceği duyularla algılıyordu. Ne görüyor, ne duyuyor; ama etrafındaki olmayan şeyleri daha net algılıyordu.
Bir anda o büyük traktör tekerleğinin, üzerinde gittiği yolu parçalayarak, hızla ona doğru yaklaştığını fark etti. Bunun, tekerleğin son gelişi olduğunu; artık dayanacak gücünün kalmadığını anlamıştı. Her şey birbirine girmiş; saçma müzik, garip duyular, karamsar düşünceler, ihtiyar ve hassas kalbini pes etmeye çoktan ikna etmişti.
. . .
Ve tekerlek amacına ulaştı. Ruhunun derinliklerinden uzanan, sarmaş dolaş düşünce uzantılarına temas ettiği her şey son buldu.


Ruhunu, bilincini artık hissedemiyordu. Şimdi –ki şimdiden söz bile edilemezdi- kâinat onun için “hiçbir şey” den bir fazlaydı; sadece, sadece o boğucu müzik vardı, bütün varlığı bundan ibaretti. Zamanın sonsuzluğuna yayılmış; her saniyesi, her anı bir bütün olan bu müzik; hiçliğin melodisi…
Nasıl bir şey olduğunu her canlı varlık gibi merak ettiği ve her canlı gibi “ölümüne” korktuğu ölümü tecrübe ediyordu. Hiçlik… Bunun asla zihninde canlandıramayacağı bir kavram olduğunu zannediyordu; fakat şimdi hiçliğin getirdiği sorumsuzluğun ve sorunsuzluğun tadını çıkarıyordu. Ondan geriye yalnızca bu melodi kalmıştı.
                 ...
               
Yavaşça, koskocaman bir ömrün yükünü taşıyan göz kapaklarını araladı. Zihninin içi umaç çorbası gibiydi; nasıl umaç çorbası dünden kalan yemeklerle yapılıyorsa, onun da zihni geçmişten kalan karamsar düşüncelerle çalkalanıyordu. Bu bunalımın ve uyku sersemliğinin tir tir titrettiği yumuşak elleriyle uzanarak, başucunda duran ve Beethoven’ın dokuzuncu senfonisiyle çalan telefonun alarmını kapattı. Üstündeki kaşındırıcı yün yorganı yana çekerek yatağından kalkıp banyoya gitti.
Yüzünü hızlıca yıkadı, sonra karşısındaki büyük varaklı aynadaki suratını, her yaşlılık bunalımı yaşayan insan gibi, hüzünlü bir dikkatle incelemeye başladı. Bembeyaz ince yüzü, yaşına rağmen az kırışıklık barındırıyordu. Yakışıklı görünüşüne çenesindeki yara izi de hafif bir asilik katıyordu. Hiçbir zaman, hayata ve insanlara karşı asi biri olacak gücü kendinde bulamamıştı. Ama yüzü onun bu zayıf kişiliğini balçık gibi maskeliyordu. Bunun farkındaydı ve ortaya çıkardığı sonuçlarının dayanılmaz acısını çekiyordu. Hayata dair biraz daha bencil olsaydı bugün daha mutlu olabilirdi; ama olan (Belki de olacak olan) olmuştu artık. Bir zaman makinesini çalıştıran sözlü komut olmadığı sürece, “keşke” demenin pek bir faydası olmayacağını elbette biliyordu.
Bu gün işe gitmek istemiyordu, zaten gitmeyecekti de. Hatta bir daha hiç gitmeyecekti: Emeklilik yaşının geldiğin diz kapaklarındaki yoğun sızıdan anlayabiliyordu. Keşke tek derdi bu ağrılar olabilseydi. Yaşlılığın yarattığı bu ağıların, maneviyata etkisi o kadar güçlüydü ki, ruhunun acıları yanında bunlar, sadece “ağrı” olarak bir hiçti; onun en küçük derdi bile olamazlardı.
Bu düşüncelerden kurtulmaya çalışarak, banyodan çıkıp çalışma odasına gitti. Çalışma masasının karşısındaki koltuğa oturduğunda, dizindeki ağrıların iyice artmış olduğunu fark etti. Dişini sıkarak, geçmişte pek de eğlenceli olmayan anılarının mekân olgusunda bütünleştiği odasını incelemeye başladı. Burada yaşadığı bütün sıkıcı günler gözünün önünde hologram gibi canlanıyordu. Sonra gözü, karşısında duran büyük kitaplığa kaydı. Teker teker kitapları gözden -anıların süzgecinden- geçirmeye başladı. Kitaplığın tam ortasında Kırmızı bir kitap gözüne çarptı. Yavaşça yerinden kalkıp, kitabı eline aldı. Ona kızı gibi şefkat göstererek kapağını açtı ve başındaki notu okudu. O tatlı el yazısının kıvrımlarında gözlerini gezdirirken bunaltıcı bir his dalgası tüylerini diken diken etti. Lise yıllarındayken ilk ve tek sevgilisinin hediye ettiği kitaptı bu. Onu ölesiye sevmiş bütün umutlarını boşaltıp, yerine onu yerleştirmişti. Ve bir gün kızın onu terk etmesiyle boşalan umutlarının yükünü, ömrü boyunca omuzlarında taşımıştı. Bir daha, hiçbir sevdiği kadına duygularını açamamış, hiç sevgilisi olmamıştı. Çekingen tavrı onu yalnızlığın çivi gibi sularına atmıştı. Evlenememiş, çocuk ve torun sahibi olmanın mayhoş tadına varamamıştı.
Gözünden gelen bir damla yaş, süzülerek dudağının kenarına ulaştı. Daha fazla üzülmemek için kitabı kapatıp, yerine yerleştirdi. Sonra bakışlarını, alt raflara kaydırdı. Kilosunu bir liradan satsa milyoner olabileceği ve gençliğindeki müzisyen olma hayallerini hamam böceğini ezer gibi ezen tonluk tıp kitaplarına derin bir nefretle baktı. Ünlü bir besteci olmanın vermiş olabileceği haz, ona hastane köşelerinde geçirdiği geceleri zehir etmişti. Şimdi, onun için, bu zehir gecelerin mükâfatı olan (sözde) bol miktardaki para, bankamatik ekranındaki sembolik üç beş rakam kadar değersizdi.
Gözlerini yumdu ve bir süre düşünmemeye çalıştı. Günden güne yok olan mutlu zamanların ve eriyen güzellikleri buharlaştıran karamsar düşüncelerin kara tahtadan farkı olmayan ruhunda çıkardıkları dayanılmaz çığlıkları, onu bu yarı trans halinden çekip aldı. Gözünü açtı ve iki adım geri geldi. Kitaplığın yanında aslılı duran fotoğraf çerçevesini eline aldı. Çocukluk döneminde çekilmiş siyah beyaz bir fotoğraftı çerçevenin içindeki.      
Uçsuz bucaksız bir tarlanın başında, babasının kucağındaydı. Tepelerinde büyük bir zeytin ağacı duruyordu. Arkalarındaysa amcasının, kırmızı olduğunu hatırladığı, traktörü vardı. Babası da kendiside çok mutluydu. Babası biricik oğluyla vakit geçiriyor olmanın tadını çıkarıyordu. Kendisi de çocukluğun getirdiği sorumsuzluğun ve sorunsuzluğun –farkında olmadan- tadını çıkarıyordu. Hayatının hiçbir döneminde o kadar mutlu olamamıştı.
Fotoğraftaki küçük kendisine olan kıskançlığın doğurduğu bir göz damlası gözünden kopup, dudağının yanına kaydı ve iki damla bir olup, çenesindeki yara izine yerleşti.
Gerçekleşmemiş hayaller, geçmişe duyulan özlem. Ve bu iki gerçeğin doğurduğu daha çok acı veren, daha büyük bir gerçek: “Ölüm korkusu”. Ölüme çok yakın olduğundan haberdardı ve sonucunda neler olacağını bilmediği için de doğal olarak korkuyordu. Belirsizlik onun bu delik deşik ruh halinin esas sebebiydi.
Bu cehennem acısından kurtulmanın yolu neydi? Alnını ıslatan bir delik belki derdine derman olabilirdi. Ama bunu yapabilecek gücü de kendinde bulamıyordu. Ölene kadar bu acıyı çekmeye mahkûmdu.
. . .
     Gözünden bir damla yaş daha koptu ve diğerlerinin gittiği yolu takip ederek, onlarla bütünleşti. Oluşan büyük damla yer çekimine karşı koyamadı ve fotoğrafın üzerine damladı. Damla traktörün büyük tekerleğine denk geldi. Ve o anda içinde bir şimşek çaktı.
Asla bilinemeyecek bilinmezliklerden en önemli ve en korkunç olanını; gözünde canlandırabilmesini bile sağlayan o rüyayı hatırlamıştı. İçindeki bütün ölüm korkusu son bulmuştu. Rüyasında, ölümün tatlı bir şey olduğunu tecrübe etmişti. Bu karamsar rüya; onun, gece yarısı kurak bir çölde, yapış yapış bir bataklığa batmış ruhunu; tatlı, mutluluk saçan bir ışıkla aydınlatmıştı.
. . .
          



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Boş Umutlar [Şiir]


emre aksoy kimdir?

Yazmayı ve okumayı çok severim. Genellikle öykü ve deneme yazarım.

Etkilendiği Yazarlar:
Özdemir Asaf; Cemal Süreya..... TOLSTOY.....


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2025 | © emre aksoy, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.