|
 • İzEdebiyat > Öykü > Deneysel |
1
|
|
|
|
Atla motorsiklete ver elini Arjantin. Beline sarılmamı huy edindin sen biliyorum. Fazla hız yapma olur mu? Ama rüzgarı tüm vücudumda hissedeyim de bir yandan.
Beni sevdiğini söyleme olur mu? İnanmam çünkü. Arjantin bizi bekliyor. Bas gaza Che-pras
|
|
2
|
|
|
|
Hadi yürüyerek göbek eritme vakti. Antik kentten geçerek kumsala gidiyoruz. Sağına soluna bakma her yer çiçek çünkü böcek çıkabilir. |
|
3
|
|
4
|
|
|
|
" Her şey hakkında yazmak istedim. Her şeyi... Bir zamanlar olduğumuz kişileri, her şeyi! Ve en sonunda her şey birbirine girdi ve ben başaramadım. Başaramadım! Neyle başlarsan başla, sonunda o kadar eksik oluyorsun. Lanet olası, saf kibir ve aptallık!"
The Hours Filminden |
|
5
|
|
|
|
İnsanın çocukluğunda beynine ve yüreğine ne doldurursanız yaşamının tüm geri kalanını onlar belirler ama her zaman sizin beklediğiniz biçimde değil.... |
|
6
|
|
|
|
Uzun zamandır anahtar deliğinden içeri giriyorum. Sessizce süzülüyorum, ağır ağır. Eve attığım ilk adımda nedense “N’aber?” diyesim geliyor ama duvarlara konuştuğumu fark edip kursağıma düğümlüyorum naberimi. |
|
7
|
|
|
|
ehliyetsizliğimin bilincindeyim.bilinç yüklüyüm.ruhum kılıçlar üretiyor yeni adalar fethediyorum.duygu adacıkları.içinde sevişiyor ama boşalamıyorum. |
|
8
|
|
|
|
Bulutlar hızla yer değiştiriyor, şu gri olan küçük bir kıza benziyor, gülümseyen, lüle saçlı, elbiseli, kurdelalı ayakkabılı... Ağaç gibi yakındaki bulutlar, bahçeye girdi şimdi kız, kollarını kaldırdı, ağacın dalını tuttu, tırmandı, oturdu dala. Dut yiyor. Büyüdü kız, ders çalışırken ağlıyor, aşık, o bilmiyor. Kara bulutlar arttı, şimşekler sıklaştı, rüzgar kuru yaprakları yüzüme yapıştırıyor, güzel kokuyorlar. Karıncalar üstümden geçiyor, acele yetişmeleri lazım, yağmur geliyor. İşte yine çıktı, küçük kız. Güzelleşmiş, şık giyinmiş, dik duruyor, gülümsüyor, çalışıyor, mutlu. MÜzik sesi geliyor uzaktan. Tanıyorum ben bunu, bir belgesel vardı onun müziğiydi bu. Evlenmiş, yemek yapıyor, kıyafetleri ucuz, saçları dağınık, rengi solmuş, yırtık terlikler var ayağında. Bebeği kucağında, elinde biberon var, kilo almış. Üstü başı perişan. Şimşekler çakıyor. Birileri geliyor, sesler yaklaşıyor, bedenimi buldular. Başka da hiç bir şey bulmazlar.
Yıldırımlar, sahibim geldi, gidiyorum |
|
9
|
|
|
|
Her günkü gibi önce dizlerimin üstünde, ellerimdeki kırışıklıklarda, sol elimin yüzük parmağının altındaki beyazlıkta, kırılgan tırnakların içinde aradım. Yüzümde, göz çukurlarıma birikmiş çapakların altına, yavaşça terliklere götürdüğüm ayaklarımın şekli bozulmuş parmaklarının arasına, baktım. Usulca tuvalete yürürken, lambanın düğmesinin üstündeki izleri de es geçmedim. Lavobada temizlik işini yaparken içim korkuyla titredi, ya buralardaysa ya yıkarken süzülüp akıp giderse... |
|
10
|
|
|
|
Okunacak hiçbir şey yoktur.
Yaşanmıştır ve bitmiştir.
Bu kez yaz'ıl'mamıştır!
|
|
11
|
|
|
|
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında Amerikan edebiyatına damgasını vuran Kurt Vonnegut’un kısa öykü hakkındaki tezi, vakti zamanında Chicago Üniversitesi tarafından kabul edilmemişti. Zaman, üniversitenin yanıldığını gösterdi. İşte Kurt Vonnegut’un verdiği derslerde önerdiği sekiz hikâye tüyosu: |
|
12
|
|
|
|
İmdat, ırzıma geçiyorlar. Namusum elden gidiyor. Yetişin…
Ne alakası var şimdi. Aklıma karpuz kabuğu düşürdü salak.
- Şalvarında ne varsa çıkar, şuraya koy, dedim. Masayı gösterdim. Hiç niyeti yok.
O hala bir fırsat kolluyor. Şaşkınlığımdan yararlanıp kaçacak. Pencereler demirli olmasa uçup giderdi zaten. Kaçamıyor, bağırıp duruyor. Hırsız bizi kendi evimizde faka bastıracak. Vay uyanık vay... Ben de bağırmaya başladım.
|
|
13
|
|
|
|
Selviler neden aklımı dolaştırıp duruyor bu akşam? Hâlbuki ağaç denince aklıma ilk önce Selviler gelmez ki. Ulu çınarlar, köknarlar, ladinler, yabani elmalar, çakal erikleri gelir. Ama illa kirazlar ve onların sonbaharda ateş rengi yaprakları... Dere kenarında dalları sulara doğru sarkan söğütler. Asfalt boyunca uzayıp giden karaağaçlar, çamlar, akasyalar, iğdeler ve tek tük incir ağaçları. Az kalsın unutacaktım. Yaz kış parlak yapraklarıyla capcanlı görünen taflanları severim ben. |
|
14
|
|
|
|
Yalnız kaldığım bu zamanlarda aynı banka oturup yalnızca yazdım,bir anlam aramadım |
|
15
|
|
|
|
zaman kaderi örtüyordu.beklentilerin altından bir asit nehri geçiyordu |
|
16
|
|
|
|
12 eylül'ün çalkantılı günleri,Osman'ın gerçeklik duygusunun oluşması,kayıp bir kuşağın Osman'ın kişiliğinde yansıtılması |
|
17
|
|
|
|
annecim, pastanın soğumasını bekleyen o eski benden eser kalmadı, senin kadar bile olamadım, ne vasiyet bırakacağım biri var ne de vasiyetime yazabileceğim bir pasta... |
|
18
|
|
|
|
Herşey akıyordu,değişiyordu hayat çoğu insanı savuruyordu bu kasabadan,etkilenenler,tutunamayanlar uzun yıllar sonra baktıkları resimlerde ilk bıraktıkları gibi karşılarına resimlerde donmuş olarak çıkıyordu.Çocukken oyun oynadıkları geniş alanlar,sarı güneşin yakıcılığı yeşil alanlardaki su sesleri ...sahip oldukları ve olmadıklarıyla terkettikleri sokaklar... |
|
19
|
|
|
|
Birisi barışı başlatmalı. Tıpkı savaşı başlattığı gibi!
Stefan Zweig
|
|
20
|
|
|
|
Senin ki bilmem kimdedir aslolan anlamı değil Ardına bakma göremezsin Seni yaşamak istiyorum uyan dedi kalk ve git.. |
|
|
|