..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Gerçek bir sevgide diğer insanın iyiliğini istersin. Romantik sevgide diğer insanı istersin. -Margaret Anderson
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Bireysel > Hilal Fırtına




25 Eylül 2010
Temizlenemeyen  
Hilal Fırtına
Çıkmak istiyordum bir an önce bu hayalet evden. Söyleyecek bir şeyim yoktu. Herkes kendi bilinçaltını ancak kendisi temizleyebilirdi. Ona son bir kez sarıldım ve çıktım.


:AHHB:
“İşte, benim doğduğum ev bu.”
Nasıl da tedirgin ve heyecanlıydı.
Bahçe içinde, iki katlı taş bir evin önündeydik. Onun ne kadar uzak, ilgisiz ve sorumsuz olduğunu söylememle başlayan ve sonrasında iyice büyüyen bir tartışmanın ardından getirmişti beni bu eve, her şeyin sebebi bu dercesine…
Tüm bakımsızlığına karşın, hala çok güzeldi ev.
“Yirmi yıldır kimse yaşamıyor bu evde. Babam bu evi ne sattı, ne kiraya verdi ne de ilgilendi. Mezar gibi kaldı bu bahçenin içinde.”
Evin alt kat pencerelerinde demir parmaklıklar vardı. Üst kat pencereleri ise ahşap panjurlarla kapatılmıştı.
Çok sağlam, devasa bir demir kapısı ve kapının birden fazla asma kilitle kilitlenmiş olması dikkat çekiyordu. Bahçe kapısı da aynı şekildeydi. Ev korunmaya alınmış gibiydi. Hatırlanmak istenmeyen, ama unutulamayan ve ısrarla korunan bir hali vardı.
Bu evin onun bilinçaltı olduğunu anlamıştım.
Demir kapının kilitlerini titreyen elleriyle açtığında, içeri girmek istemedim. Elimden tuttu. Girdik. İçerisi loştu. Bazı pencerelerde perdeler vardı. Her taraf örümcek ağı ve toz içindeydi, korku filmlerindeki gibi.
“Yirmi yıldır ilk kez geliyorum bu eve.”dedi.
Girişte geniş bir hol vardı. Köşede yığılmış birkaç parça eşyanın üzeri, kalın naylonlarla, bezlerle örtülmüştü. Üst kata çıkan ahşap merdivenlerin yanından salona geçiliyordu. Salona girdiğimizde elimi bıraktı ve pencereye doğru yürüdü. Perdeyi aralayıp dışarıya baktı.
“Şu ağaçta salıncak yapardı babam bana. Annem divanda oturup, dantelini örerdi babam beni sallarken.”
Yanına gidip, onun küçüklük halini canlandırmaya çalıştım ağaca bakarken. Salıncakta sallanan, mutlu hatta kahkahalar atan bir çocuk.
Salondan çıkıp, başka bir odaya girdik. Burada da aynı şekilde üzerleri örtülmüş eşyalar bir köşede yığılmıştı.
“Benim odamdı bu.” dedi. Odaya baktı, baktı. Neler düşündü, bilmiyorum. O üst kata çıktığında ben odasında kaldım. Yerler çok pisti. Bir sürü tahta parçası, kâğıt, naylon parçaları vardı. Çöplerin arasından küçük sarı bir top      duruyordu. Kim bilir neler oynamıştı bu topla?
Sonra mutfağa girdik. Raflarda hala tabaklar, tencereler vardı. Titriyordu. Aceleyle hole çıktı. Nefes alamıyor gibiydi. Üst kata çıkan merdivene oturdu ve nihayet anlatmaya başladı:
“Bu ev annemin kendini öldürdüğü evdir aynı zamanda.”
Annesinin intihar ettiğini biliyordum ama bu konuda en küçük bir ayrıntıdan bahsetmemişti bana. Bir yıldan fazla bir zamandır birlikteydik onunla ama o kadar az bahsederdi ki kendinden. Hep uzak, hep dalgın, hep mutsuzdu. Sanki hiç çocuk olmamış, hiç ailesi olmamış, hiç anısı yokmuş gibiydi.
“Annem ben altı yaşındayken öldürdü kendini. Bunu öyle ustaca ve sezdirmeden yapmıştı ki…”
Sesi kızgındı. Bir kez hatırlıyorum annesini hiç affedemeyeceğini söylemişti. Hiç bir kadına güvenmiyordu. Aramızda bir ilişki vardı ama bu benim zorladığım, benim yürüttüğüm ve artık yorulduğum bir ilişkiydi.
“Acaba sezseydik, daha doğrusu babam sezseydi, bir şey değişir miydi?”dedi sonra zor duyulur bir sesle ve devam etti:
“Babam ve annemle parkta oynuyorduk. Günlerden cumartesi ve aylardan nisandı. Benim için belki de hep aylardan nisan ve günlerden cumartesi. Çıkamadım oradan. Üçümüz çok güzel oynamıştık. Annem yemek hazırlamak için erkenden ayrıldı yanımızdan.
Park, ilerde sokağın ucunda, hani şu, gelirken önünden geçtiğimiz park. Babam anneme dışarıda yiyebileceğimizi söylemişti. Annem kabul etmedi. Benim için makarna yapacağını söylerken, bana bakıp göz kırpmıştı.
Çok keyifliydi annem ve ben onun bana tüm güzelliği ile bakmasından büyük bir mutluluk duymuştum.
Annem ya çok iyi gizlemişti kendini ya da artık yaşamına son vereceği için gerçekten mutluydu.
Kendi anahtarlarını yanına almadığını söyleyerek, babamınkileri istemişti.
Annem gittikten sonra komşumuz Aliye Teyze ve Oğlu Mert de gelmişlerdi parka. Babam bankta oturmuş gazete okurken arada Aliye Teyze ile de sohbet ediyordu.
Sonra babam artık gitmemiz gerektiğini, daha alışveriş edeceğimizi söylediğinde, ben de her çocuk gibi ayrılmak istememiştim parktan. Aliye Teyze babama benimle ilgilenebileceğini söylediğinde, kabul etmesi için Mert’le beraber ne çok yalvarmıştık. Babam bizi kırmadı. Alışveriş edip eve gideceğini ve benim Aliye Teyze’yi üzmememi söyleyerek yanımızdan ayrıldı.
Aliye Teyze bizim en yakın komşumuzdu. Sık sık görüşürdük.
Babam, bizi parkta bıraktıktan sonra alışveriş etmiş. Bir arkadaşının iş yerine uğramış ve sonra eve gitmiş. Kapıyı uzun uzun çalmış ama açan olmamış. Evin pencerelerinin kapalı olmasına şaşırmış. Annemin bir komşuya gittiğini düşünmüş. Elindekileri kapının önüne bırakıp, bahçede vakit geçirmiş. Biz eve geldiğimizde babamı kapı önünde görünce şaşırmıştık. Babam annemin gidebileceği bir iki komşuya bakmış ama annem yokmuş.Çok telaşlanmıştı. Sonra Aliye Teyze beni kendi evlerine götürdü.
Babam çilingir çağırmış. Çilingir kapının kilitli olduğunu ve anahtarın da arkasında olduğunu söylemiş. Bu demir kapı eski ama ağır bir kapıdır ve arkadan da sürgüsü vardır. Komşulardan birisinin haber vermesiyle polisler gelmiş. Evden gaz kokusu geliyormuş. Evimize pencere demirleri kesilerek girilmiş.
Annem mutfakta, yerdeymiş. Bir sürü ilaç içmiş. Arkasından bileklerini kesmiş ve fırının gazını açarak yere uzanmış. Yani hiç yaşamak istemiyormuş. Hastanede hemen ölmüş.
Bir insanın kendini böyle katledebilmesi için yaşamaktan ne kadar nefret etmesi gerekir, diye hep sorup dururum kendime.”
Durdu. Sorularının yanıtlarını bulmak istercesine çevresine bakındı. Yerde bulduğu bir çöpü alıp, incelemeye başladı. Sonra başını kaldırmadan devam etti konuşmaya. Ben bir köşede, ayakta durmuş dinliyordum. Hiç yüzüme bakmıyordu. Ben bu duyguyu çoğu kez hissederdim onunlayken. Yoktum sanki. O gün benimle değil de, kendisiyle konuştuğunu yıllar sonra daha iyi anlayacaktım.
“Annemle babamın zaman zaman sorunları olurmuş. Annem her şeyi büyüten, çabuk kırılan, isteklerini ifade edemeyen bir kadınmış. Kendini en iyi öldürürken ifade etmiş.”
Yine susunca, beni fark etmesini istercesine sormuştum:
“Hiç tartıştıkları, kavga ettikleri oldu mu yanında?”
Boş boş baktı bana doğru.
“Benim yanımda tartıştıklarını hiç görmedim. Benden gizlemişler. Benim önümde mutluluk oyunu oynamışlar. Benim sağlıklı yetişmem için. İyi mi yapmışlar?” diye devam etti, gülerek. Ama bu soruyu bana sormuyordu.
“Birileri ben duymayayım diye fısıldayıp durdu annemin sorunlu bir kadın olduğunu. Bilir misin, çocuklar fısıltıları çok daha iyi duyarlar aslında. Çünkü kendilerinden bir şeyler gizlendiğini anlarlar o zaman. Sorularım yanıtlanmadığı için her fısıltıyı dinledim ben de.”
Yine susmuştu. Ama içinden konuşuyordu sanki kendi kendine. Her şeyi anlatmadığını hissediyordum. Canını acıtacak ayrıntılara girmeyeceğini biliyordum.
“Aliye Teyze bizi bırakıp, dışarı çıkıyordu arada.” diye devam etti. “Eve gitmek istiyordum ama babamın gelip beni alacağını söylüyordu. Çok geç olmuştu. Uykum gelmişti. Ağlamaya başlamıştım. Kapıya vurup, bağırdığımı hatırlıyorum. Çok sonra teyzem geldi. Ağlamaktan gözleri kıpkırmızıydı. Onu görünce çok mutlu olmuştum. Ama ağlayarak, eve gidemeyeceğimizi söyledi. Bir türlü sorularıma yanıt vermiyorlardı. Bir fırsatını bulup kaçtım oradan. Yalın ayak evimize doğru koşuyordum. Evin tüm odalarının ışıkları yanıyordu. Bahçe kalabalıktı. Teyzem de arkamdan koşuyordu. Eve girmeyi başarmıştım. Tüm tanıdıklarım oradaydı. Ama babam hiç tanıdık gelmemişti bana. Bir insan bu kadar kısa sürede bu kadar çökebilirmiş demek ki.
Babam, annemin nerede olduğunu söyleyemedi, çünkü konuşamayacak derecede ağlıyordu. Teyzem yetişmişti. Annemin hastalandığını, hastaneye götürüldüğünü falan geveledi.
Anneannem babaannem ne kötü görünüyorlardı. Annemin bir daha gelmeyeceğini anlamıştım. Ilık bir şeyler akıyordu bacaklarımdan. Teyzem kaptığı gibi banyoya götürdü beni. İstemiyorum, çok ağlıyorum, izin vermiyorum üzerimi değiştirmesine. Bulduğum her şeyi fırlatıp, kendimi yerden yere atıyorum. Babam beni alıp, kimsenin olmadığı küçük odaya götürüyor. Bak yandaki şu küçük oda, bahsettiğim oda.” diyerek gösteriyor eliyle bana. O zaman benim farkımda olduğunu yeniden hissediyorum.
“Sonra teyzem yanında bir doktorla geliyor odaya. Babama bir şeyler söylüyor. Sonra yalnız kalıyoruz babamla. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum, “Anneme ne oldu!” diye. Annemin nerde olduğunu sormuyorum bir daha. Onun bir yerlerde olmaktan çok, ona bir şeyler olduğunun farkındaydım artık.
Babam bana sımsıkı sarılıp ağlıyor ve annemin cennete gittiğini söylüyor. Çok bunaldığımı hatırlıyorum. Babamın saçlarını yolduğumu, yüzünü tırmaladığımı, onu tokatladığımı hatırlıyorum.
Teyzem koşuyor, Aliye Teyze koşuyor ama alamıyorlar beni babamın kucağından. Ben babama vurdukça, onu tırmaladıkça babam daha çok sarılıyor bana.”Gelsin annem” diyorum.”Gelemez, artık hiç gelmeyecek. Annen öldü “diyor babam. Karnıma bir ağrı saplanıyor. Kakamı yapıyorum. Teyzem beni tekrar banyoya götürüyor. Her taraf çok pis kokuyor. Yıllardır pis kokular bana hep o günü hatırlatır.”
Bana baktı birden, nasıl da yorgun görünüyordu. Hatırladım o sırada, pis kokulara karşı nasıl da duyarlı olduğunu, umumi tuvaletlere hiç giremediğini.
“Banyodan çıkınca doktor geliyor yanımıza. İlaç içiriyorlar bana. İtiraz etmiyorum artık. Uyandığımda anneannemin evindeydim. Teyzem vardı ve kuzenlerim. Orada kaldım günlerce. Ne annemi ne de babamı sormamışım.”
Ayağa kalkıp, biraz dolaştı evin içinde. Hatırladığı bazı şeyleri kısa kısa anlatıp geçiyordu.
“Bir gün benden iki yaş büyük olan kuzenim ”Senin annen intihar etmiş” dediğinde, sanki anneme küfür edilmiş gibi gelmişti. O kadar çok kızmıştım ki, üzerine atlayıp dövmeye başladım onu. Saçlarını yolup, yüzünü tırmaladım. Teyzem zor ayırmıştı bizi.
Kimse bana o günlerde doğru düzgün bir açıklama yapamadı. Anlıyorum onlar. Böyle bir durumun çocuklar için açıklaması o kadar zor ki. Ama annemin kendi nasıl öldürdüğünü biliyordum. Bunu ilk ne zaman, nasıl öğrendim, hatırlamıyorum.
Annem bir mektup falan bırakmamış. Babam sonra fark etmiş ki annem kendisine ait mektupları, günlüğünü, fotoğraflarını ölmeden önce yok etmiş. Hiç bir iz bırakmak istememiş ardından. Öyle bir bilmece ki bu, hiçbir ipucu yok.
Uzun süre anneannemde ve teyzemde kaldım. Babam gelip gitti. Arada o da kalıyordu. Babaannemde de kalıyorduk. Evimizi hiç ağzıma almamışım.
Bir gün babam artık yeni bir evimizin olduğunu söyledi. Babaannemlerin yan apartmanındaki bir daireye taşımış evimizi. Okula başlayacağımı ve artık orada oturacağımızı söyledi. Babam hala o evde oturuyor.”
Sustu. Babasıyla da iyi anlaşamadıklarını o nedenle kendine ayrı bir ev tuttuğunu biliyordum.
“Babam, anneannemden, teyzemden annemin olduğu bütün fotoğrafları toplamış. Onlara bakarken yakalamıştım onu. Birlikte baktık sonra. Annemin fotoğraflarına bakmak canımı çok yakmıştı. Anlayamadım bir türlü, annemin neden kendini öldürdüğünü ve neden beni bıraktığını. Babam bir defasında büyüdüğümde anlayacağımı söylemişti. Dediği gibi olmadı.”
Kollarını yukarı kaldırıp, gerindi. Boş boş baktı sağa sola ve mutfağa girdi. Gitmedim arkasından. O sırada anlamıştım onun hiç büyümediğini, hala altı yaşında takılıp kaldığını. Döndüğünde gözleri kırmızıydı. Gömleğinin düğmelerini çözerek, tekrar oturdu merdivenin basamağına. Merdiven sanki sahneydi ve rolünü en iyi orada oynayabiliyordu.

Bana döndü. Gözlerimin içine baktı. Nasıl da canı yanıyordu, kimbilir.
“Okul insanın yalnızlığını en yoğun hissettiği yerdir, bilir misin ?”dedi.”İnsanın utancını, ayıbını en çok gördüğü yer. Annesiz olmak değil, kendini öldürmüş bir annenin çocuğu olmak çok koyuyordu bana. Bundan çok utandığımı hatırlıyorum. Teyzem gelirdi veli toplantılarına.”
Uzun bir sessizlik oldu. O aklına geldikçe anlatıyordu. Ya da kendi kendine konuşuyordu. Ben artık ayaklarım ağrıdığı için yere oturmuş, onu dinlemeye çalışıyordum. Arada kalkıp eşyaları karıştırıyor, eline aldığı şeyle ilgili anımsadıklarını anlatıyordu. Sonra birden bana döndü. Beni neden buraya getirdiğini hatırlamış gibiydi. Bana öyle bir bakıyordu ki, orada kendimi fazlalık gibi hissettiriyordu bakışları. Söylenmesi gerekenlerin şu ana kadar anlattıkları olmadığını anlamıştım. Bu eve birlikte girmiştik ancak benim yalnız çıkmam gerektiğini hissediyordum.
“Bu ev böyle durdukça huzur bulamayacağım ben. Benim bu evi temizlemem, eşyaları açmam, belki de hepsini atmam gerekiyor. Ya da bu evi tamamen yakmam… Bilmiyorum. Ama annemin hayaletiyle kavga etmekten çok yoruldum artık. Benim aklımda hep bu ev var. Gelemediğim, giremediğim, çıkamadığım bu ev hep benim rüyalarıma giriyor. Annem hep yanımda ve tüm kadınlarda onu görüyorum ve ona olan öfkemi.”
Şimdi gözlerimin içine bakıyordu. Son derece sakin duruyordu.
“İşte ne seninle ne de bir başkasıyla bu nedenle evlenemem. Bu evi halletmeden, yeni bir ev kuramam kendime.”
Başını önüne eğdi. Perde kapanmıştı. Alkışlanamayacak kadar ağırdı oyun.
Ama onu anlamıştım. Bana bir yakınlaşıp sonra günlerce uzaklaşmasını anlamıştım. Bu ilişkiyi uzun zamandır tek başıma yaşadığımın farkındaydım. Ona evlilik baskım hiç olmamıştı ama demek ki o böyle bir baskı hissetmişti. Şimdi bunu tartışmak çok anlamsızdı.
Çıkmak istiyordum bir an önce bu hayalet evden. Söyleyecek bir şeyim yoktu. Herkes kendi bilinçaltını ancak kendisi temizleyebilirdi. Ona son bir kez sarıldım ve çıktım.
O günden hatırlayabildiklerim bunlar. Ben çıktıktan sonra onun ne kadar kaldığını bilmiyorum. Hatta o evden çıkmayı başarabildi mi, onu da bilmiyorum. Ama içimden bir his onun hala o evde, merdivene oturmuş, öylece beklediğini söylüyor.


     Hilal FIRTINA



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın bireysel kümesinde bulunan diğer yazıları...
Çirkin
Son Cümle
Hikayesiz
Fidanlar Sallanıyor
İstasyondaki Yabancıyı Tanıyorum

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Babamı Bulmak
Bir Gün
Mutfakta Yemek Pişiren Bir Kadın


Hilal Fırtına kimdir?

Öyküsünü Arayan Kadın

Etkilendiği Yazarlar:
Murathan Mungan,Jose Saramago,Çehov, Hasan Ali Toptaş


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Hilal Fırtına, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.