Benim yaradılışımda fevkalade olan birşey varsa, Türk olarak dünyaya gelmemdir. - Atatürk |
|
||||||||||
|
Ayaklarımızın sesinden başka bir ses duyulmuyor. Sonra, ince bir siren sesi yankılanıyor kulaklarımızda... Kıyamet günü geldi de, İsrafil kutsal borusunu öttürüyor sanki... Yine kaçıyoruz. Tam önlerine geldiğimizde birden bire kapanıyor kapılar. Ya yetişirsin, ya da beklersin tünelde... Kaçırman da, beklemen de anlıktır. Biri gider, bir diğeri gelir hemen ardından. Ama kaçırdığına asla binemezsin. Hep ötekidir gelen, bir başkası... Bir başkası da asla "o" olmaz, içindekiler "onlar" olamaz. Yaşayacakların başkadır, renklerin, kokuların, coşkuların, acıların başkadır. Sevgiler bile bir başkadır, tıpkı onların ve çağrışımların başka olacağı gibi... Yalnızlığı, bir günah gibi sırtlarına giyen üç beş kişi daha geliyor; sessizce geliyor hepsi... Gözleri çok eskilerde kalmış bu suskunlar asla günah çıkarmıyor. Bir uğultu duyuluyor çok derinlerden, kapkaranlık girdaptan gelen ve zamanı durduran bir uğultu. Hızla yaklaşan ışık huzmesi rutubetli duvarların intiharını aydınlatıyor. Ve bir ayrılık gibi hep hazırlıksız yakalanıyoruz, sarı benizli bu yorgun trene... Zamanın içinde kaybolan insanlar hızla zamanlarına dönüşün şaşkınlığıyla bakınıyorlar etraflarına... Sanki yüzyıllık bir uykudan uyanmışlar da, hiç tanımadıkları, daha önce hiç görmedikleri ve bilmedikleri bir zamana varmışlar. Şaşkınlar, ürkekler ve hâlâ suskunlar. Kapıdan çıktıkları an büyük gürültüler içinde yalnızlıklarını unutacaklar. Kapılar yalnızlığa ve eski zamana açılıyor. Kapılar gölgelere, anılara, düşlere açılıyor. Herkes yalnız ve herkes yalnız yol almak istiyor. Düşlerini yalnız kurmak, anılarda tek başına gezinmek istiyor. O sarı ve çiğ yalnızlığın kahredici acısına nedense çok yakışıyor. Bütün çizgiler, bütün yaşanmışlıklar gözler önünde, zaten kimsenin de saklamaya niyeti yok. "Yok" zamanı yaşıyorlar onlar, "yok" zamana doğru yol alıyorlar birlikte ve belki de "yok" olmak istiyorlar. Cam kenarında oturmak istiyor herkes, oysa ne bir ışık, ne bir renk var camların arkasında. Kapkaranlık, ıslak duvarlar bile görünmüyor karanlıkta. Güneş çok yukarılarda kaldı, toprağın altındayız, öldük ve zamanımız gelinceye kadar dolaşacağız bu ıssız trenle birlikte. Yoo, hayır ölmedik henüz, ama çok yaklaştık ölüme... Onun soğuk yalnızlığı tenimizde geziniyor. Hani derler ya, "insan öleceği an bütün hayatı bir film şeridi gibi geçermiş gözünün önünden", işte o anların tadını yaşıyoruz. Bütün hayatımız değil elbette gözler önünden geçen... Sadece yalnızlığı, suskunluğu öğreten aşklar, ayrılık geceleri yaşanıyor, yeniden ve yeniden... Siyah bir çember değil bu, etrafında dönüp durmuyoruz, yol alıyoruz sürekli. Evet, simsiyah bir sarmal bu, hep kendine doğru çekiyor bizi, hep karanlığa ve hep yalnızlığa... Sarmalın uçunu hiç bulamıyoruz. Camlara vuran gölgeler bile yorgun. Karanlıkta hızla yol alıyor, sahipleri yok olan gölgeler... Güneşe ve gürültüye varmaya çok az kaldı. Güneşe ve gürülteye varmak mutlaka gerekiyor mu? Hızla geçiyor öteki tren yanımızdan. Hani bizim biraz önce kaçırdığımız o diğeri... Hızla geçiyor yanımızdan kalabalık... Hızla geçiyor yanımızdan tanıdıklarımız, tanımadıklarımız. Bütün yüzler birbirine karışıyor, bütün yüzler birbirinin içinden geçiyor. Hep birilerine benzetiyorum onları. Belki benzetmiyorum da hatırlıyorum sadece. Hüzünlü bakışlar gözlerime çivileniyor. Yalnızlığa hiç üzülmüyorum. Ağırlaşıyor tren, gidebileceğimiz tek perona girdik bile... Sonsuzluğun içindeki yolculuğumuz son buluyor. Zamanımızı tamamladık ama inmek için hiç kimsenin acelesi yok. Kalabalık belki de çok ürkütüyor bizi... Yalnızlığımızın içinde sonsuza kadar gitsek, hep gitsek... O simsiyah sarmalın ucunu hiç bulamasak. Derinlere, çok derinlere insek toprağın... Güneşin saçlarımızı aydınlatamayacağı, tenimizi ısıtamayacağı en derinlere kadar yol alsak... Ölmesek de, ölüm anını yaşasak hep... Acıtmayan yalnızlığımızla biz yok olsak... Üç dakikalık yolculuk, üç dakikalık yalnızlık ve üç dakikalık ölüm anı. Sonsuzda yol alıyor, zamanı durduruyor, en güzeli de ölüm anını yaşayarak; menekşeli öpüşlerin tadıyla ürperiyoruz. Adresimiz belli. Geliyoruz, hiç korkusuz. Merhaba gün ışığı... İç yolculuğumuz bitti...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Serhan Altıparmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |