Sorularla dolu bir kitap... hiçbir zaman eksiksiz olamaz. -Robert Hamilton |
|
||||||||||
|
Dışarısı içerisine göre hayli soğuktu.Bahçe kapısının yanındaki bekçi kulübesine şöyle bir baktı.Pos bıyıklı,kısa,şişman bekçi ellerini göbeğinin üzerinde birleştirmiş uyuyordu.Rahatladı.Bu sabah kendisini havanın soğuk olmasını bahane ederek içeriye sokmaya çalışmayacaktı.Yorgun bedeninin yükünü zavallı bacaklarına vere vere kah olduğu yerde durup dinlenerek kah bir yerlere tutunup soluklanarak bahçenin ortalarına kadar ilerledi.Yaşlı çınarın altına gelince durdu.Bu ağacı nedense çok severdi.Hemen hemen her sabah buraya gelir, otururdu.Karşıdan bakınca kolları göğü kucaklıyormuş gibi görünürdü.Bu semtin en yaşlı sakini bu ağaçtı işte!Belki de bu yüzden severdi bu çınarı.Kendisine benzetirdi bazen.Öyle ya her ikisi de gün görmüştü,ihtiyardı,hatıralarla doluydu günleri.Acı hatıralarla…Ve en önemlisi ikisi de konuşmayı sevmezdi pek.Oysa burada herkesin konuşmaya ihtiyacı vardı.Ne konuşacaklardı peki?Ortalıkta hep aynı muhabbet dönmüyor muydu?Ya havanın sıcak olmasından şikayet edilirdi ya da soğuk olmasından.Çoğu zaman da ağrılardan,sızılardan konuşulurdu.İnsan yaşlanınca hastalıklalar en önemli gündemi oluyordu.Sonra konuşulacak bir şey kalmayınca televizyonun sesi kalırdı ortalıkta.Uzun,derin,umutsuz bir sessizlik çörekleniverince yüreklere televizyonun abes sesi yankılanırdı duvarlarda.Huzur evi denen bu ‘’acıhanede’’ herkes kalbinde kalan bir parça ümide sarılıp oğlunu,kızını,torununu,kardeşini beklerken zaman bir lastik gibi uzar, uzar, uzar…Sonra da ağdalaşırdı.İşte bu kahrolası umutsuzluktan bir nebze olsun uzaklaşabilmek için soluğu burada,yaşlı çınarın altında alırdı.Burada hiç olmazsa çiçekler konuşur,böcekler konuşur,kuşlar konuşurdu. Kafasını kaldırdı.Ağacın bulutlardan yüce dallarına,asaletli gövdesine baktı.Kimi zaman bu ağaçta koskoca bir ömür görürdü.Yaşanmışlıklar.Sonra kendi hayatını düşünürdü.75 yıl!’’Allah’ım, koskoca bir ömür acısıyla,hayal kırıklıklarıyla ve çoğunlukla kaybedişlerle geldi geçiyor.’’diye inledi.Kayıplarıyla kazançlarıyla 75 yıl şimdi büyük bir toz bulutu halinde uzaklaşıyordu kendisinden.Ne kalmıştı geriye?Kime inandırabilirdi geçmişini?Kabustan farkı yoktu.Bazen kendisi de bir gecede gördüğü kabus olduğunu düşünürdü geçmişinin.Unutmaya çalışırdı.Ama olmuyordu işte.Kalbinde durmadan kanayan bu yara kabuk bağlamadıkça da olmayacaktı,unutamayacaktı.Beyaz başörtüsüyle gözlerini sildi.Hatıralar üşüşüyordu,istila ediyordu beynini.Engel olamıyordu yine. ‘’Bana bak hatçe yarından tezi yok görücüler gelcek! Evi toparlıyıver.Everecez seni.’’diye gürlemişti babası.O karşısına bunları söyleyerek dikilince eli ayağına bağlanmıştı sanki,dili tutulmuştu.İnanamadı duyduklarına,demek bu yaşında evlendireceklerdi kendisini.Boş boş bakınca bir süre babası yine gürlemişti:’’Yürü kız, ne bakıyon saf saf !Hemen başla işe.’’ Korkmuş mutfağa kaçıvermişti.Yok yok bunları söyleyen babası olamazdı.O severdi kızını.Olsa olsa zalim analığı kendisinden kurtulmak için babasının aklına girmişti.’’Dursun bak bu kız böyüdü artık.Everelim gitsin.’’ Diye babasına sinsi sinsi sokulmaları aklına geldikçe öfkesi de hüznü de bir kat daha artıyordu.Ama elden ne gelirdi mecbur evlenecekti.Ertesi gün görücüler gelince şaşırıp kalmıştı.Evleneceği kendisinden bir iki yaş küçük bir topaldı.İşte o zaman büsbütün soğumuştu babasından.Demek o da analığı gibi kurtulmak istiyordu kendisinden.Yoksa niye bir topalla alelacele evlendirecekti ki kızını.Hem de annesinin acısı bu kadar tazeyken yüreğinde.Evlendikten sonra şehre taşınacaklarını duyunca dünyası yıkılmıştı başına.Evini,toprağını,anasının mezarını bırakıp nasıl giderdi? Hem şehir dedikleri kurtlar sofrasıydı. Köyden ayrılırlarken babası gözü yaşlı yanına yaklaşmış, başını okşamıştı. ‘’Affet kızım.hep senin için.Zaten analığın huzur vermezdi sana.Böylesi daha eyi.Hem yine gelirsin.Gelirsin dimi Hatçe?’’ Başını yere eğmiş tek bir cevap vermemişti .Yüreği parçalanıyordu sanki.Çok kırgındı.Kafasını sallamıştı yalnızca.Araba köyden uzaklaşırken ağlayarak köyünün uçsuz bucaksız tarlalarına bakıyordu. ‘’Hatice teyze! İyi misin? Kötü gözüküyorsun.Hadi içeri girelim,kahvaltın yaparsın.Bir daha bu soğukta dışarı çıkmak yok.’’Genç hemşire koluna girmişti.Ama duymuyordu kızın söylediklerini.Kulaklarında babasının yıllar öncesinden kalmış sesi yankılanıyordu yalnızca: ‘’Hem yine gelirsin.Gelirsin dimi hatçe?’’ Gitmemişti.Köyüne bir daha hiç gitmemişti.Babasının ölümüne bile. Güleryüzlü,genç hemşire kahvaltısını yatağına kadar getirdi.Gülümseyerek dışarı çıktı. ‘’İşte artık burada yaşayacağız.’’ demişti kocası eski,yıkık dökük bir binayı göstererek.Etrafına bakındı.evler sokaklar harabeliği andırıyordu.Yoksulluğun göklere yükseldiği bu yer İstanbul olamazdı.Öyleyse burası neresiydi? Sormadı.Artık konuşmuyordu.Günlerce sustu.Kocasının ne iş yaptığını bile sormamıştı.Zaten kocası Hasan da pek konuşkan sayılmazdı.O sustukça kocası da üzerine düşmüyordu.Nasıl olsa alışacaktı ayrılığa,hasrete. Sadece konuşulanlardan Hasan’ın İstanbul’un güzel semtlerinden;içinden böyle açlık feryatları yükselmeyen yerlerinden, birinde büyük bir üniversite de hademe olduğunu anlamıştı.Dış dünyaya kapılarını tamamen kapamıştı artık.Ta ki hamile olduğunu öğrenene kadar. Kapı aniden açıldı.Yine genç,güleç hemşire…’’Aaa…Olmuyor böyle ama Hatice teyze.Hiç dokunmamışsın yemeğine.’’ Hamile olduğunu öğrenince dünyalar onun olmuştu.Yaşamak için yeniden bir sebep bulmuştu işte! ‘’Erkek olursa adını Ahmet koyalım, dedemin ismi.Kız olursa da senin istediğin bir isim koyarız.Ne dersin?’’İlk kez sevgiyle bakmıştı Hasan’ın gözlerine.’’Kız olursa da ismini Meryem koyalım.Rahmetli anamın ismiydi.’’ ‘’Kucağına oğlunu alınca ağlamıştı uzun zamandan beri ilk defa.’’Sen umudumsun benim, içimdeki güvercin…’’demişti.’’Senin için yaşayacağım bundan böyle.’’Her şey güzel olacak sanmıştı.Öyle olmamıştı oysa.Daha beş yaşına gelmeden çalmışlardı oğlunu, almışlardı canının içini.Günlerce deli divane gibi sokaklarda koşmuştu.Kim ne yapardı şuncacık çocuğu? Sonra’’Oğlun öldü.’’ demişlerdi.Son bir kez göremeden yüzünü gömmüşlerdi oğlunu toprağa. Kalbi hızlı hızlı çarpmaya başladı.Onun ufacık elleri, gülümseyişi…Tepsi yere düşüverdi aniden. ‘’Aman Allah’ım! Hatice teyze ne oldu sana böyle? Neyin var?’’Hemşire kızın telaşı herkesi korkutmuştu.Tansiyon aletini ararken kapıdaki kalabalığa sesleniyordu:’’Hanımlar,beyler!Lütfen dağılın!Önemli bir şey yok.’’ ‘’Yeter artık hatçe,ağlama1 O benimde oğlum ben de üzülüyorum ama seni böyle görünce kahroluyorum.Gitmediğimiz doktor kalmadı.Kendine gel artık nolur!’’Hasan’ın yalvarışları günlerce sürmüştü.Ama olmuyordu intiharı bile düşünmüştü.Kaç kez ölümün eşiğinden döndüğünü hatırladı.Neden intihar edememişti ki? İçindeki yasakçının nasihatleri miydi sebep? Vicdan mıydı? Kim bilir belki de imandı.Adı her ne olursa olsun yapamamıştı işte. ‘’Ah Hatice teyze!Tansiyonun fırlamış.Ne yaptın sen böyle kendine? Al iç şu ilaçları.’’Hemşirenin verdiği ilaçları geri itti.’’Beni dışarı çıkarın.’’Hemşirenin itiraz etmesine fırsat vermeden yalvaran gözlerle inledi:’’Beni çınarın altına götür.Lütfen!’’Karşı duramamıştı hemşire. ‘’Peki, gidelim.’’Aşağı indiler,çınarın altına oturdu.Gözlerini kapattı,düşündü.Neler olmuştu sonra?Hasan da ölmüştü.Peki neden?Anlamsız bir anaşiye kurban gitmişti.Evlerine gelen polisler Hasan’ın öğrencilerin yaptıkları bir eylemde havaya gelişi güzel atılan bir kurşunla vurulduğunu söyleyince inanamamıştı önce.’’Aman gözünü seveyim amirim. Öğrencinin elinde silah ne arar?Hem Hasanımın heç suçu falan yoktur.Her sabah işe gidip gelir.Yalan de! Nolur yalan de! Yok de, Hasan ölmedi de!’’Tüm yalvarışları boşunaydı.Hasan da ölmüştü.Onu da içinden bir parça kopararak toprağa vermişti. Yorgun gözlerini tekrar açtı.’’Söyle bakalım çınar efendi! Bunca asırlık ömründe benim çektiğim çileyi çektin mi sen? Sen de buna yaşamak mı dersin? Acı çekmediysen, içinde kanayan yaraların yoksa nasıl inandırabilirsin kendini geçen yılların hayat olduğuna?’’Haklı olduğuna inanan acılı insanların kendilerine duydukları güveni hissederek söylemişti bunları. Derin bir nefes aldı.Uzakta ellerinde çikolatalar,şekerler bir grup gencin geldiğini fark etti.Onların geldiğini gören Huzur evi sakinlerinin buruk sevinci içlendirmişti onu.Kendi derdini bir an için unutarak sıcak bir gülüşe,içten sohbetlere ve biraz da ilgiye muhtaç sevdikleri tarafından bir kenara itilmiş bu insanların acıları için üzüldü.İşte tam bu noktada hüzünleri ayrılıyordu birbirinden.O sevdiklerini kaybetmişti.Onu kenara iten hayattı.Oysa bu insanları yanlığa terk eden kendi sevdikleriydi.Hangisinin daha zor olduğunu kestiremedi.Öyle ya da böyle gelip geçiyordu ömür.Yanından gelip geçen genç misafirleri umursamıyordu şimdi.Dalgın bakışlarını ufukta bir noktaya sabitlemiş, geçmişe dalmıştı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Gülnihal Bulut, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |