Evet, bazıları gerçekten zenci doğar Kimi, dünyaya gözlerini bir milyarder olarak açar. Annesine muhtaçken statü sahibidir kimi, hangi okullara, kolejlere ve üniversitelere gideceği bellidir, kimleri yöneteceği, kimlerle dostluk edeceği ve hatta tüm akrabalık ilişkilerinin ona neler kazandıracağı
Kimi medeni haklarla donatılmış olarak doğar, kimi ise en doğal hakları için savaşmaya yazgılıdır. Aynı yaşta, aynı zekâ düzeyinde ve aynı yeterlilik testlerinden geçmiş iki insandan birini zindanlarda çürürken görmüşsünüzdür. Veyahut mahkemede savunmasını yaparken; akan damını onarmaya çalışırken ayağı kayıp düşer biri. Ceketine sinmiş ağır rutubet kokusu yüzünden gizleyemez sınıfını. Bu sınıfın ibarelerinin yer aldığı bir katalog vardır sanki birini kapatsa, diğerinden kendini eleverir. Belki sırf diğerlerinden farklı olduğu için okul kapılarından çevrilir, primitif alametler taşıdığı için potansiyel aptaldır ya da potansiyel katil. İş bulamaz ya da herkesten daha düşük ücretle çalışmaya mahkûm olur. Atacağı slogana karar verdiğinde yürüyüşlerde rastlanır ona ve mitinglerde çare arar. Derisi kara ya da değil, sicilini kararttığının bilincinde ya da değil, diğer insan benzerinin sosyolojik tespit ve analizlerle uğraştığını görür bir gün.
Adam sözgelimi bir tez hazırlamaktadır. Zenci, kaynaklara ulaşmakta ve bunları kurgulamada aldığı kültürün etkileriyle göz kamaştıran bu doğuştan imtiyazlının karşısında en fazla bir done, bir malzeme olduğunu fark eder. Eşitliğin aynı sınavlardan geçmekle kazanılamadığını kısa sürede anlar. Amistadın cesur Cinquesi köle olmadığına emindir ama sezmektedir neden köle olmak zorunda olduğunu. Doğası özgürlüğü arzularken tüm bu olup bitenlerin yabancı bir diyardan, dünyanın öbür ucundan gelmiş olmaları yüzünden gerçekleştiğini bilmektedir az çok. Çünkü farklı olduğunun farkındadır Cinque. Boyunlarında zincirlerle yürürken onlara dönüp bakmayacak kadar elimine ve elitize olmuş karaderili bir soydaşı için Bırak onu diye uyarır arkadaşını. O bir Beyaz! Bir renk ayrımından ibaret değildir zenci olmak. Neredeyse genlerle geçen bir kader meselesidir o, zamanla kemiklere kadar işleyen bir psikolojik gerilimin yüzlere yaptığı dövmedir. Bir adam cumhurbaşkanı olabilir ve zencilikten kurtulamayabilir; bir zenci şizofrenik bir yabancılaşma eğitiminden geçerse beyazlık tahtına oturabilir, inkâr ve inatçılıktır işin özü. Böylesi cenderelerden sonra ortaya bambaşka bir şey de çıkabilir tabii
Zencilere de en çok kölelik yakışır! Çünkü tarih boyunca bu öyle olmuş, hala öyledir
Güvertede kanayan tarih La Amistad dar anlamda bir geminin ismi. Coğrafi keşiflerle talan edilen Doğudan sonra egzotik güzelliği ve ilkel görüntülü insan kaynaklarıyla Batılıya akıtılmaktadır Afrika. Kalın ve siyah derileri ile insandan çok hayvanı andırmaktadır yaratıkları. Bu adamlar doğaya hakim olmak yerine ona yaranmaya çalışmışlar, ufak gruplar halinde yaşayıp basit aletler yapmışlar, yiyecekleri kadar toplamışlar, gerektiği kadar edinmişlerdir. Belli ki zekâ düzeyleri düşüktür. Tanrının onları farklı yaratmasının tek bir sebebi olabilir; üstün ve zarif Beyazın hizmetini görecek bir kaynak oluşturmak.
Yıl 1839 Geminin küpeştesi az sonra başka renkten çığlıklarla kanayacak. Bir grup siyah renkli adam konserve edildikleri ambardan çıkıp haftalar süren acılı yolculuğun hesabını soracaklar. Buna pek sormak denemeyecek, çünkü bileklerindeki zincirin sızısı kemiklerine dayanmış, adamlar ağızlarından kan gelene kadar kırbaçlanmış, ağırlıklardan kurtulmak amacıyla denize atılmış, ayaklarına bağlı taşlarla ölüme yollanmışlar. Sebebini bilmedikleri bir nedenden dolayı tutsak alınıp üst üste istiflenen bu adamların intikam günü gelmiştir. Cinque (Sengbe) adlı bir yerlinin liderliğinde gemiyi ele geçirirler. Tek bir arzuları vardı: Afrikaya geri dönmek. Ama bu uçsuz bucaksız okyanusta evlerine geri dönebilmek için mürettebattan hayatta kalan iki kişiye güvenmek zorunda kalırlar. Ancak tuzağa düşürüleceklerdir. Connecticut yakınlarında, Amerikan donanması tarafından kıskıvrak yakalanacaklardır.
Afrikalı köleler mürettebatı öldürmek suçuyla mahkemeye çıkacaklardır.
Film, La Amistad adlı bir İspanyol gemisindeki kölelerin öyküsünü konu alıyor. Tarihe Amistad efsanesi olarak geçen ve bu gemideki ıstıraplı yolculuğu tanımlayan Orta Geçit bugün pek çok Afrika kökenlinin bile bilmediği bir olgu. Kısa bir pasajla Kuzey Amerika adalet sistemine göre ilk kez beyazlar gibi yargılanan siyah grubun hikâyesi olarak geçiyor tarihi verilerde. Yapımcı Debbie Allenın 10 yıllık mücadelesi olmasa belki de bu tarihi vakıa bu kadar aydınlık bir biçimde ortaya çıkmayacaktı.
Sierra Leonedeki Mende kabilesinden alınıp bir Portekiz gemisine bindirilen Afrikalılar Havanaya getirilmişler, orada Jose Ruiz ve Pedro Montez tarafından satın alındıktan sonra Kübanın Puerto Principe kentine gönderilmişlerdir. İsimleri değiştirilir ve sanki Kübalı çiftlik sahiplerinden satın alınmışlar gibi sahte bir anlaşma düzenlenir. Bir kölelik hayatına başlamak üzere La Amistada yüklenirler. Hür Afrikalılar, Sergio Leonnedeki köle pazarına likör, silah, sigara vs. karşılığı materyal temin eden kara derili soydaşları tarafından beyazlara satılmışlardır ama mücadelelerinde o kadar da yalnız kalmayacaklardır. Önce genç avukat Roger Baldwin (Matthew McConaughey) tarafından savunulurlar. Uluslararası hukuk sözleşmeleri gereği İspanya çocuk-kraliçesi Isabellanın, ibraz ettikleri sözleşme metinleri gereği Jose Ruiz ve Pedro Montezin, Beyaz mürettebatı kılıçtan geçirilmiş bir geminin karasuları içinde ele geçirilmesi nedeniyle de Amerikan yetkililerinin türlü türlü iddialarına maruz kalan bir davadır bu. Theodore Joadson (Morgan Freeman) ve Lewis Tappanın verdiği destekle Roger Baldwin, grubun içinde cesareti, heybeti ve hassaslığı (ve gemideki ayaklanmada gösterdiği başarı) ile dikkat çeken Cinque (asıl adı Sengbedir) ile diyalog kurmaya çalışır. Ancak bir tercüman bulunabilmesine rağmen dil ve kültür; dil ile yaşamı anlamlandırabilme o kadar iç içedir ki, sorunlar çıkar. Cinque ne seçimleri kazanmak isteyen ve bu yüzden Güneyli valilere göz kırpan Başkan Van Burenin hâkimi değiştirmesini anlamıştır, ne de ilk mahkemeyi kazanmanın bir anlamı olamayabileceğini. Avukat: Tamam, hatalıyım, bu ihtimalden bahsetmeliydim. Şimdi ona davanın bir üst mahkemede görüleceğini anlat. Tercüman yapamayacağını söyler. Mendecede -meli, -malı eki yoktur. Bir şeyi ya yaparsın ya yapmazsın.
Bu davayı siyahların kazanması, geçimi büyük ölçüde tarıma dayanan ve köleliği sistemimize etmiş olan Güneyle bir savaşın çıkmasına neden olabileceği gibi İspanya ile de ilişkileri bozacaktır. Amerikan devriminin kurucularından John Quincy Adamsın savunacağı Afrikalı zenciler için bir dönüm noktası olacaktır bu son karşılaşma. Gerçekten bir Amerikan başkanı ile köle olmadığını iddia eden Afrikalı bir yerliyi karşı karşıya getirmiştir süreç. Biri Amerikanın bağımsızlığında önemli rol oynamış, ancak sistemin giderek yozlaşması yüzünden köşesine çekilmiş bir adam, diğeri en temel hakları için mücadele etmek zorunda olan ve Beyazların bakış açılarını algılamakta güçlük çeken başka bir adam. Öte yandan bu dava tüm ideolojik ve politik çatışmaların ötesinde özgürlük hakkı için bir muharebedir eski ve yeni başkan arasında Burada Spielberg bir Amerikan güzellemesine yer verir. Quincy Adams Amerikanın kurucularını yad eder; onların ruhunu yanlarına alabilirlerse gerçek bir Amerikan olunabileceğini savunur. Amerikayı Amerika yapan değerlerin ne kadar yüce olduğunu vs. anlatır.
Güzelleme demişken bir sakatlığı anmadan geçmek olmayacak. Gemide bir kısmını namaz kılarken gördüğümüz Afrikalıların İncilin söylediklerini (yeniden doğuş, ahiret günü, bedenin ölümü, ruhun ölümsüzlüğü gibi) ilk defa duyuyormuş gibi tepki vermeleri manidar ve paradoksal bir durum. Spielberg ya bilmiyor, ya da İslamı gerçek ve tekemmül etmiş bir din gibi görmüyor. İkinci ihtimalde onun Shindlerin Listesi ile vakıf olduğumuz tarih ve insan hakları koruyuculuğunun bir kandırmacadan başka bir şey olmadığını söylemek gerekecek. Değilse, hazır eli zenci konusuna değmişken -canavarlara da dünden aşina olan- Spielbergin ülkemize eğilmesinde fayda olacağını söylemeden geçemeyeceğim. Özgürlük canavarlığı ne Amerikanın ne de çağın aşabildiği bir konu. Yok, Spielberg sorunlarımızın yeterince tarihi olmadığı cevabını verirse bu onun oportünist ve konformist bir yönetmen olduğunu gösterir ki kendisi böyle nitelenmek istemeyecektir kuşkusuz.
Farklı olan rahatsız edicidir
Voltaire Dinin Eleştirisini ve İnsan Hakları Propagandasını kendisi için yazmıştı. Yaşadığım sürece Luther ve Calvinden daha çok şey yaptım demiştir. İstediğinin yalnızca bir sembol olmak olduğu açık gibi. Çünkü bir antisemittir; zencileri değersiz bulur. Onlara bir yük hayvanı muamelesi yapıyoruz ama onlardan daha kötü besliyoruz. Kaçmak istediklerinde bacakları kesiliyor. Ve bütün bunlara rağmen insan haklarından bahsedebiliyoruz. Devamı var: Zenci ırkı bizimkinden tamamen farklı bir insan türüdür Zekâlarının bizimkinden daha farklı olduğunu söylemek pek mümkün değildir; çünkü bizimkinin çok altındadır.
Voltariee göre insan hakları herkes için değildir. Bir ayrıcalıklılık halidir hak sahipliği. Haklara sahip olan izleme hakkına da sahip olur.
Jan Philipp Reemtsmaya göre ırkçılığın kökleri bir izleme öyküsünde yatmaktadır. İzlenen farklıdır, izlenenin farklılıkları anlamsız, tahrik ve rahatsız edicidir. İzlenen giderek duygusal ve entellektüel tepkilerle üretilen sosyal teorilerin baskıcı gücüyle karşılaşır.
Yine Reemtsma işaret eder ki ırkçılık karşıtı her hareket ırkçılığın kurduğu tuzağa düşme tehlikesi içindedir. Çünkü ırçılık karşıtı her mücadele sadece ırkçılığın kendisine sunduğu alanda dolaşacaktır.
Afrikalı köleleri taşıyan La Amistad gemisi sakinlerinin öyküsü orada yaşanıp bitmedi. Spielbergin dediği gibi bu herkesin öyküsü ve halen yaşanmaya devam ediyor. Yasal olarak köleliğe son veren sistemler köleliğin başka biçimlerini beslemeye devam ediyor; gösterilen işgücüne rağmen pek az bir ücret ya da karla çalıştırılan çiftçiler, her türlü sağlıksız koşullarda çalıştırılan göçmen işgücü, borca karşılık çalışma vs. gibi uygulamalar devam ediyor.
Diğer taraftan ırkçılığın ve gerekçesini ırk, din, ideoloji farklılıklarına dayandıran tüm dışlama ve hor görmelerin günümüzde de sınır tanımadığını söyleyebiliriz. Güya Fransa Barbarlık kültür ve uygarlığın karşı tezidir iddiasını unutmuş ve Afrikadaki faşist varlığını hiç mi hiç kötü niyetli estirmediğini anlatmaya çalışıyor utanmadan
Evet, bugün ülkemize 70 Afrika ülkesinin liderlerinin Erdoğan ile görüşmeye gelmesi, Afrikanın özgürlüğüne kavuşması için Erdoğanı liderleri gibi görmesi ülkem adına gurur verici bir gelişmedir
Kara kıtanın alınyazısını inşallah bu millet beyazlatır diyorum
Kalın sağlıcakla