AZM, BİR KADIN, BİR ÇOCUK, BİR BEBEK
Azmiye bir haber daha geldi gardiyanlardan biri getirdi haberi, kulağına fısıldadı onu sağlık muayenesi için koğuştan çıkardığında, uzun koridorda. Erkek kardeşi Azmiye ait ne varsa elden çıkarıyormuş. Azmi ona güvenmekle ne büyük hata ettiğini anlamıştı. Adam sevgilisiyle paraları harcayıp duruyormuş, turistik yerlerde, lüks bir araç almış. Dededen kalma çok değerli araziyi satmış. Yüz dönüm arazi onlarca kişi Azmiden istemişti, Azmi daha da değerlenir diye satmamıştı; aslına bakılırsa oraya, büyük bir tesis açmayı düşünüyordu, bir ortak ya da yatırımcı bulup. Azmiyi en başka türlü çıldırtan bu haberdi; kardeşin ihaneti. Ölene ağlarsın üzülürsün geçer ya da geçmez, alışırsın belki yokluğuna; ama mal başka, atadan kalan tarla başka; mal canın yongasıdır derler ve o tarlaya bin bir güçlükle ektiği ürünler, sonbahar ayında, en erken ekim ve kasım ayı, o tatlı soğukların başladığı zamanlar, çalışmanın zevkli olduğu
zamanlar gündüz güneş olurdu, akşama doğru kuru soğuk başlardı, bazen iş geceye kalırdı, ateş yakar, yanan odun kokusu ne güzeldir, bazı günler köyden dostu Muzaffer gelirdi yanına, ateş yaktığında gelirdi, çay var mı? diye sorardı, Azmi de çay yok ama güzel dayak var der, gülerdi Muzaffer, gülüşürlerdi.
En son Muzaffer patlıcan getirmişti, ateşin közünde patlıcan pişirip yemişlerdi, el yakmıştı, tadı odun kokusuyla çok hoştu. O ateş çok kıymetliydi, ısı verirdi, ve düşüncelere dalmasını sağlardı gökteki yıldızlarla, çayın tadı, yediği lokmalarla.
Traktörün yanında, gece soğuk olurdu, buğday ekimi kışın başında yani Kasımda olurdu, ve o akşam ya da geceler ısırırdı soğuk, ayaz olurdu ve ateşin ısısı üşüyen içini de güzelce ısıtırdı, çay ve sigara içtikçe keyiflenirdi. İş yapmak acıktırırdı ve
yanına aceleyle getirdiği ekmek, soğan zeytin, peynir, helva gibi kahvaltılıkları büyük bir iştahla yerdi, hayatının yapayalnız; ama en keyif aldığı zamanlar yaşadığı için yaratana teşekkürle dolardı ruhu. Meditasyon yapmak gibi. Evreni, tarih öncesi yaşamları, varlıkları, insanları ve hayvanları hayal ederdi. Allahı en derinden hissettiği anlardı. Çocukluğundaki gibi. Karanlığın içinde odun ateşinin başında tek başına olmak başka bir zevkti, okuduğu kimi romanlarda bahsedilirdi bu ateşten, maceracı ve para kazanmak derdiyle uzak yerlere giden gezgin ruhlu yazarların gerçek yaşamlarında dağlarda yaktığı ateşler gibi.
Ama elbette orada sessizliğin içinde kibar canlılar vardır, hayalet gibi. Islak havalarda salyangozlar, kurbağalar, solucanlar ortaya çıkardı. Burada insanların fark etmediği çok sessiz bir şiir yazılırdı ve bu ayrıntılardaydı, şair gibi görürdü bunu Azmi. Bakmayı, incelemeyi severdi. Baktığını anlayabilmeyi.
Bir baykuş fısıltı gibi geçer, bir başka gece kuşu öter, sürülmüş tarlanın, toprağın kokusu onu alıp eski, en eski mutlu günlere götürürdü. Gökte irili ufaklı yıldızlar parlardı, işte onlara bakıp dalar, bu en mutlu olduğu zamanlardı ve sigara yakınca başka olurdu elbette, sevinçli on yaşındaki haline dönerdi. Hayatı kavrayıp tutan kutsallığın iri göğsüne başını yaslardı bebek gibi, onu yaşatan, ona motivasyon, azim veren tek şeyin o olduğunu anlardı. Onu Azmi yapan şey buydu. Toprak, doğa sevgisi. Ağaç sevgisi, orman. Tabiat, tartla kenarı boylu boyunca ağaçlarla doluydu, babası dikmişti bunları, çoğunlukla incir ağacıydı bunlar, erik, elma, armut.
Tarlanın bir kısmı boştu, orda hayvanlar otlar gezerdi çayırlarda. Oturup çayır manzarasında sigara içip hayallere dalar babasıyla ailesiyle geçirdiği günleri anardı tatlı tatlı, çocukluğunun geçtiği..
Azminin içinde başka türlü bir isyan parladı günün birinde, zehir gibi hissediyordu kendini, bakışları akrep gibi parlak olmuş, çatmaya yer arıyordu. Azminin aldığı haber onu fena sarsmıştı, içi delinmiş gibiydi, o kutsal bölgede devasa bir yarık açılmış gibiydi. Ciğerine ateş düşmüş gibiydi. Gece tarla sürüp çay içerken geçirdiği romantik, çocukça coşkulu ve kutsal geceler ondan çalınmış gibi hissetti kendini, ruhunda ve yüreğinde taşıdığı o kız gibi geceleri kirli ve kanlı ve vebalı bir kötü el darmadağın etmiş sanki, bozmuştu içindeki bütün güzellikleri ve iyilik dolu hisleri sanki. Tecavüze uğrasa bu kadar kötü hissetmezdi. Düşündükçe daha çok sinirleniyor, hasar alıyordu. Çıldırıyordu. İçini alevler sarmıştı, alevleri söndürmek için bir sürü telkin veriyordu kendine. İntikam dürtüsü canlanıyordu, olanı hazmetmeye çalışıyordu ama ne için? İnsan haksızlığa uğramışsa bunun hesabını sormazsa ve karşı tarafa bedelini ödetmezse insanlığının, taşıdığı ruhun ve kalbin ne anlamı var?! İnsan denen varlık hesap soruyorsa, hakkını gasp edene gereken dersi veriyorsa insandır. Kötülük yayan insan imha edilmelidir, insan üst üste hırsızlık yapıyorsa kolları kesilmeli mesela, her şeyi yumuşattılar, bozdular erkekleri, insan hakları mahkum hakları diye bir şey icat ettiler.
Onların yöntemleriyle cezaevine düşen azılı suçluların hiçbiri iyileşip düzelmiyor. Saldıkları adamların üst üste cinayet işledikleri ve cezaevinden izinli çıkarak cinayet işledikleribildiğiniz şeylerdir. Ağır suç işleyenleri saldıkları ve devleti yönetenlere bir siteden hakaret etti diye ufak çocukları o gece evine baskınla içeri aldıkları malumunuzdur.
Evet, Azmi bu dünyadan sessiz sedasız gitmeyecekti. Çünkü adalet mekanizması işlemeyen ülkede sessiz sedasız, uslu biçimde ölmek Azminin karakterine tersti, güreş yaptığı dönemdeki hırslı ruhu canlanmıştı, yenilmez olmak için dağlarda antrenman yaptığı zamanlar, kan ter içinde kaldığı zamanlar. Çimene ya da toprağa uzanırdı, karşısında, karanlık gökyüzünde binlerce yıldız ışıldardı. Onlara bakmak iyi hissettirirdi. İçindeki iyiliği, başarma arzusunu hissederdi.
Hapiste geberip gideceğim diye düşünürken dışarı çıkmanın bir yolunu bulmalıyım diyordu içinden, gözüyle bir takım araştırmalar yapmaya başlamıştı bile, ve sanki gözleri ondan bağımsız bir varlık gibi araştırmasını sürdürüyordu, avluya çıkınca metrelerce yüksek tel örgüye, kulelerdeki eli uzun namlulu silahlı görevli memurlara bakıyordu. Bunları alt etmenin yolu var mı, bunlara görünmeden nasıl kaçabilirdi buradan?
Günler haftalar zor aylar geçerken çeşitli düşüncelerle, kaçma düşünceleriyle bilim adamı gibi ilgileniyor, kütüphaneye gidip kitaplar okuyor, düşüncelere dalıyor, yasaklı bir ayindeymiş gibi (tarih öncesi) hareket ediyor, kimseyi eskisi gibi bam güm dövmüyor, sorun çıkaranların karşısına geçip delici ve yiyici bakışlar atarak öğütler veriyor, öğütlere uyulmadığı vakit ne yapacağını açık seçik anlatıyor ve pek işe yarıyordu taktiksel hareket tarzı, korku salıyordu, adam dövmeden ve ona sövmeden de sükûneti sağlayabiliyordu ve bu herkes için iyiydi. Sorunların çözümü zihinsel yollarla daha iyi çözülüyordu. Karşı tarafı sözle dövmek, ona zihinsel tokat atmak mesela. Sopaya hır güre hiç gerek yok o zaman. Mesele karşı tarafa söz geçirecek bir otoriteye, itibara sahip olmakta, öyle bir kalite, yetenek barındırmakta yatar. Bu da iyi bir kalbe, kocaman bir kalbe ve güçlü bir ruha sahip olmakla ilintilidir, hepsi vardı Azmide, sadece onların çıkmasına, sezgilerine bıraktı kendini ve yetti. Ve eskiye nazaran hayranları çok artmıştı, eskiden; yine dayak yiyeceğim moloz heriften, şunu biri gebertse de kurtulsak diye korkardı mahkumlar ondan, ama artık Azmi durduk yere ya da gerekli olduğu için kimseyi pataklamıyor, kalpleri çeken güzel sözleriyle öğüt veriyor, cahillere ve azılı suçlulara yol gösteriyordu, durduk yere onlara dayak çekerken, sabah bir posta, akşam bir posta, gece yatmadan da son posta dayak çekerken şimdi durduk yere onlara iyilik yapıp duruyordu. Bir tekme, bir yumruk, bir kafa darbesi. Olmadı sert bir tekme. Tek eliyle, tek yumrukla yirmi kişiyi pataklayabilirdi. Gücü öyle büyüktü. Bu güç çalışmayla disipline edilse de Tanrı armağanıydı.
Al sana bir paket sigara
Al sana çorap, ayakların çok üşümüştür, o yırtığı kaç kez diktin yine söküldü, at onları artık, gece sıçan ayak baş parmağını kemirmese ben gelip kemireceğim. O bitik çorapları atmazsan kemiririm kesin
Atletin bok gibi olmuş sana şunu aldım kantinden
Herkese benden baklava bu akşamGeçen ay çıkan arkadaş yollamış, onu hurda haşat etmiştim, Necmiyi hatırlarsınız. Mektup yazmış, mektupta şöyle diyor, bana attığın o dayağa çok şey borçluyum usta diyor, artık mafya ayaklarını tamamen bırakmış, o tiplerle dostluğunu bitirmiş, belediyede yol işçisi olarak çalışmaya başlamış, dağ köyünün birinde yol çalışması yaparken bir kıza vurulmuş, evlenmiş. Başta bana çok kızmış; ama uzun uzun düşünmüş dediklerimi.
Bana kazara lan dediği için onu patakladığımı bazılarınız bilmez, yeni gelenler için diyorum, o ara aslında lan bahaneydi, onu dövmem gerektiğini hissettim, giriştim, burnu patlamıştı, kan kaybından ölecek diye çok korkmuştum, gençti ve buralar ne çok kan olmuştu; ama adamdı, mertti, beni Azmi abi patakladı demedi, lavaboda düştüm dedi, kalbimi çaldı. Çıkana kadar ses etmedi, kızgındı bana ama
beni görünce yere baktı, sevdim bu çocuğu. Ben ona gözümü pis pis dikince önüne bakardı.
Azmi etkili ve derin sözler, ruhani sözler kullanıyordu, iyilik saçmaya çalışıyordu. Hayatından kesitler anlatıyordu ders niteliğindeki olayları, arıza çıkaranlar, kötülüğün peşinden sonsuza kadar gidecek olanlar, kayıp tipler Azmiye aşık olmaya başlamış, onda baba, çok yürekli bir yön varmış diye düşünüyor, ona Allaha saygı gösterir gibi saygı duymaya başlamışlardı. Allah, peygamber tanımaz en acımasız tipler Azminin yola getirici sözleriyle içlerinde bir ışık uyandığını hissetmeye başlamışlardı, iyilik yılanı deliğinden çıkarır derler. Azmi asla dincilik yapmıyordu, onlarla her şeyi açık seçik ve küfürlü konuşuyordu, çözümleme yapıyordu ve sık sık onları çizdiği manzarayla güldürüyordu. Can yakan ve köpek gibi ısıran gerçekleri masaya yatırıyordu. Onları ister istemez eğlendiriyordu, anlattıkları kara mizah içerirdi çoğunlukla. Anlatısını sunarken aniden bağırıp çağırmaya başlar, o anları yeniden yaşamaya başlardı, o anlara yeniden dönerdi.
Delirmiş gibi görünürdü o anlar. Yarım kalmış şeyler, hesaplaşmalar, bir sürü acı, zorluk ve belalar. Piç insanlar, aşağılık insanlar, çeşitli travmalar. Kendini öyle güzel ifade ediyor ki, film gibi, meddah gibi, işte bu hayranlarını çok etkiliyordu ve şanı sürekli artıyordu, o çok etkin bir anlatıcıydı. Kuru kuruya konuşmuyordu, coşuyordu ve bazen anlatısının bir yerinde ağlamaya başlıyor, ağlayarak ilerliyordu. O kadar samimi ağlıyordu ki birçok mahkum da ağlamaya başlıyor, ağlama abi, üzme kendini diye teselli veriyordu bizi de ağlatıyorsun. Azmi bu hayatı bitmiş tiplerde en önemli faktörü harekete geçirmişti, kardeşlik bilinci, tek ve bütün olma bilinci ve bu bilinç ülkeyi korur güvende tutar ve her engeli aşmasını sağlardı, kardeşlik şuuru. Bağı! Sımsıkı bir bağ. Birimiz
hepimiz için hepimizi birimiz için. Tersinden de söylenebilir. Kimsenin ziyan olmasına izin vermeyen şuur. Devleti de devlet yapan bu şuurdur. Ama devlette bu yok. Kardeşlik bilinci halkta var. Azmi koğuştakileri ve bütün hapishanedekileri namıyla kendine öyle bir bağlamıştı ki; bir sözüyle her şeyi yaptırabilirdi. Kimse korkuyla geri çekilmezdi, aşkla Azminin emrini yerine getirirlerdi ya da gerekirse ona siber olurlar, ölürlerdi. Çünkü azmi ezilenlerin, sömürülenlerin yanındaydı. Ve onların gelişmesini istiyordu, gayreti bu yöndeydi.
Azminin kafasına eserse karşısına kim çıkarsa yerle bir edebilirdi, hiç umulmadık anda, kaç adamın kolunu ayağını kırmıştı, ne çok adam dövmüştü. Ve Azmi; neden bu solucan sürüsüyle vakit kaybedeyim ki? diye düşünüyordu, bütün enerjisini hapishaneden kaçma düşüncesi ve hayallerine sabitlemişti, kütüphanede kitap okurken düşüncelere dalıyordu, orası sessiz sakin bir yerdi, en başta orası sessiz diye gitmişti, bir mahkumdan duymuştu, adam oraya kafa dinlemek ve kitap okumak için gidiyordu ve orada huzur bulduğun söylemişti.
Yatağı Azmiye çok yakındı, dostuna diyordu ağlayarak. Artık suç işlemeyeceğim. Yaşlı bir adamdı Rüstem, 65a yaklaşmıştı ve öteki; senden bir halt olmaz. Sen değişmezsin demişti. Azmi zaman geçtikçe en sevdiği adamlardan biri oldu Rüstem. Rüstem ilginç biriydi doğal halleriyle, bir keresinde Azmi onu plastik kaba çıkışırken yakalamıştı, patates soyacaktı ve uzandığı patates dolu kap devrilmek üzereydi, plastik kaba; dur orda, sakın kımıldama! Bak dur diyorum! diyordu, plastik kap bir kişiymiş gibi konuşuyordu onunla.
Azmi, sorun çıkaran tiplere biraz sert baktı mı yetiyordu ve arızalı mahkum bundan anlamasa bile Azminin arkasını kollayan bir ton adam vardı, onlar sırt sırta verip gerekeni yapardı. Azmi arkasını kolladıkları için şaşardı, ben bu o. çocuklarının kemiklerini kırdım; ama hayret, onlar arkamdalar diye düşünür, gülerdi içinden. Acımasızlığı kaybolup gitmişti herkes ona iyi davranıp alttan aldıkça. Ve onları sevmeye başlamıştı, kendiliğinden gelişiyordu, al abim bir sigara yak diyordu yalakalardan biri, öteki dışardan karsının yeni aldığı gömleği getiriyor, sana hediyem olsun, sana çok yakışır diyor al giy. Azmi cezaevine girmeden hayat boyu edindiği o şaşmaz insanlığa yeniden dönmüştü, yüreğinde karşı koyulmaz bir insan sevgisi vardı ve o sinsi suçluların küçük ve tatlı düşünceli halleri, eylemleri onu kendine getirmişti, o nefret, dünyayı yakıp yıkma dürtüsü yok olmuş, kalbine bulasan zehir akıp gitmişti, adeta bebek gibi temizlenmişti, ezip pataklayıp böcek gibi ezdiği adamlar çevresini sarmış, Azmi onlara hikayeler anlatıyordu, hepsi de Azmiyi can kulağıyla dinliyordu. Başından geçen bir ola bir şey. Arka planda hep hapishaneden kaçmaya dair araştırmalar Azmiden ayrı bir merkez gibi işleyişini sürdürürken azmi ateş alan bir barut gibiydi, Allahtan vahiy almış gibi hissediyordu kendini, kıpır kıpırdı, bir görevi vardı hayatta, bir işi, sorumluluğu. Adalet yerini bulmalıydı, kardeşine en ağır işkenceler yaparak onu öldürmeliydi.
Hapishaneye alışmıştı, burası sanıldığı kadar korkunç değildi, zaten Azmi o günlerde korkunçtu, kişinin kendisi korkunçken dışsal bir korkunçluğu algılamaz, Azmi delirmiş gibiydi ve bu ruh haliyle kavrayamamıştı hapishanenin ruhu ve kalbi ezen yönünü, nefret doluydu, can yakmaktan zevk alır olmuştu. Ve o psikopat kişilikten kurtulup ayılınca şöyle düşünmeye başladı buradan sağ çıkmayı başarmalıyım, çevresinde ne kadar gözü dönmüş adam olduğunu fark ediyordu, sükûnetle, aklı başında düşünebiliyordu, burada bu tekinsiz heriflerin bir bıçağıyla ölmek birkaç saniyelik işti.
En temiz sevdiği adamların ilki Aliydi. Belki Aliyi de bu işe dahil ederdi, Ali en güvendiği mahkumlardandı, başlarda Ali onun arkasını çok kollamıştı. Aynı gün koğuşa getirilmişlerdi. Ali içeri girer girmez ona sigara vermişti, Ali uyanıktı, fırsatları kaçırmazdı, çok zeki biriydi. Buraların yani cezaevlerinin namını çok önceden duymuştu, buralarda ruhunu ve kalbini bulan nice adam tanımış, onlarla dost ve ahbap olmuştu, bir zamanlar işlettiği mekan sebebiyle. Ali, yanındaki fena bakışlı adamı fark edip tezgahında son kalan malları satmaya çalışan pazarcı gibi değil; eski bir kurt gibi gözlerini ona dikip kararlı biçimde şöyle demişti: Taş gibi bakıyorsun. Sevdim seni. Her taşın içinde yontulmayı bekleyen bir heykel, bir eser vardır. Birilerini öldürdüğünü duydum, her neyse. Ben de birilerini öldürdüm, o ruhu burada sürdürmemeliyiz. Aynı gün, aynı saniyeler saliseler içinde yıkıntı gibi hissederek giriyoruz bu çöplüğe, artık evimiz yudumuz burası, asla çıkamayacağız buradan, gardiyanın sana dediklerini duydum, sen de benim hikayemi duydun sanırım, özgürlüğü rüyamızda görürüz ancak. Artık kimseyi öldürmeyeceğim. Hz. İsa yeryüzüne inse, bana dese ki şu adamı öldür, dünyayı karıştıran bu adam dese. Yapmam.
Azmi, bu adamı çok sevdi ama ya çok korkak, çakalın teki ya da tilki gibi zeki biri diye düşündü.
Git başımdan birader diye tersledi onu. Seni kırmak istemiyorum, iyi birisin sanırım.
Ali, güldü.
Canımı sıkanın yüreğini sökeceğim. Psikolojim bitik.
Bak kızgın boğa, bunlar bizi ezer, çiğ çiğ yer, sen benim arkamı kolla, ben seninkini. Göz Kırptı.
Tam koğuş kapısının önündeler, ağır demir kapı rakkk diye gürültüyle kapandı, koğuştaki herkes sus pus oldu bir anda, radyasyon sonucu aniden donup kalmış gibiydiler, duran film karesi gibiydiler, herkes bu yeni gelen iki mahkuma gözünü dikmişti, yer gibi bakıyorlardı belki, merakla, acıyarak, kim bilir hangi düşüncelerle, koğuş denen uzay mekiğine iki yabancı getirilmişlerdi, uzay mekiği zaten dar, burası zaten çok dertli, bu gelen iki geri zekalı de kimdir, kafa tutan sert birileri mi, yoksa bir iki dayakla yola gelecek tipler mi, biraz korku var koğuştakilerde, ne olacak, anlaşabilecekler mi, hastalıkları var mı çekilmez, dertlerine dert mi katacak bu yeni sefiller? Bütün gözler yeni gelenlere kilitlenmiş, kimi elde sigara, kiminde çay bardağı, tespih, kimi bir şey yiyor, kimi bir şey dikiyordu. Uzanmış oturan hareket eden nehir gibi kalabalık bir anda donup kalmıştı. Sert bir donmaydı, çözülmesi zaman alacaktı.
Azmi, bir donmuşlara baktı pis pis bir Aliye.
Kaç gündür uyuyamadım, doğru düzgün yemek yiyemedim, lütfen bizi kavgaya bulaştırma, bir rahat uyku çekeyim. dedi Ali
Hayret, Azmi de aynı durumdaydı.
Azmi ona uysal biçimde bakmıştı.
Ali de ona gülümsedi, bir omzuna dokundu,
Şansımız varsa kaçarız buradan.
Azmi, birden kaybettiği hayatının içinde yıldız gibi parlayan karısını kızını gördü, ağlayacak gibi oldu, çocuk gibi ağlayacaktı nerdeyse. O omzuna dokunan eli sevdi, çok hoşuna gitti bu, bu dokunuş mu ailesini hatırlamasına sebep olmuştu, galiba, işini ve hayatının
bitiğini düşünürken hiç tanımadığı birinin ona bel bağlaması, ondan yardım istemesi, bir ortaklık teklif etmesi, güven bağı kurma istemi onda bir kendine güven, bir iyilik yaratıp canlandırmıştı, alinin hareketi
gururunu okşamıştı, bittim, artık hiçbir boka yaramam, mahvoldum diye düşünürken adeta bir ışık ona göz kırpmıştı. İnsanlığa, hayata düşman kesilen ve ruhen çöküşteki adamda, biri işe yarayabilirsin dürtüsü yaratmıştı, her şey bitmedi. Belli belirsiz bir ışık hissetmişti ama farkında değildi henüz.
Arkamı kollayacaksın, ben de seninkini, anlaştık mı?
Azmi, düşündü onun gözlerinin içine dik dik bakarak, sakın beni satma diyordu bu bakışlar, gülümsedi, sigara yakacaktı,
Ayı mı oynuyor karşınızda şeytanın çocukları!? Hoş geldiniz! Geçmiş olsun demek yok mu? diye bağırdı Azmi koğuşun merkezine doğru. Nerde bu çakmak? diyordu. Sigara elindeydi.
bir deri bir kemik kalmış hastalıklı mahkum fırlayıp yanaştı, çakmayı çaktı.
Azmi, ona baktı hoşlanarak, teşekkür ederim kemik torbası dedi. Sen neden bu kadar zayıfsın, yoksa yemek yemiyor musun?
Zayıf mahkum can, geride, makamında oturan şişman mahkuma baktı, cezaevi menüsünde et yok, varsa da etleri ona pişirip verirler. Gözüyle işaret etti şişman adamı, etleri yer, kalırsakemiler suyu vs. bize bırakır. Köfte kırıntıları kalır. Kokusu bile yeter.
Bir ölüm sessizliği çığlık gibi yayıldı havasız koğuşa, ardından biri güldü ve ardında öteki ve kahkahalar başladı. Koğuş yeni gelenin kendini ifade etme biçimini pek tutmuştu ama hepsi değil.
Azmi, sigaradan birkaç nefes çekerken Ali fısıldadı.
Birader kafan mı güzel, az sakin ol, usul, yol yordam var. Onlara böyle hitap etmek de nerden çıktı?
Azmi, coşkuyla bağırdı: Selam yine, at herifler! Alayınızı öpüyorum. Biz geldik! diye bağırdı yine, yanıt alamadı. Yeni gelenleri böyle mi karşılıyorsunuz, sizin neyiniz var? Gelmişini geçmişini öptüklerim! Delice bir kahkaha attı.
İçerdeki herkes bu sözleri küfür olarak algılamıştı.
Azmi devam etti: Hemen bize çay ya da kahve yapın, aksi halde burası çok karışacak!
Ali kulağına fısıldadı: Aga, ne yapıyorsun? Sıçtım batırdın, edecekler ağzımıza! Deli misin nesin, en baştan böyle sıçılır mı?! Ben de seni akıllı biri sandım, az sonra çiğ yiyip bitirecekler bizi.
Adamlardan biri diklenip öne çıkınca Azmi sakince seyretti, iyi yarı adam iki yumruk salladı, Azmi olduğu yerde direk gibi sabitti; ama lastik gibiydi hızla öne ve sağa doğru eğildi, sonra öne sola doğru, (boksör kaçışı) iri yarı adam deli olmuştu, yumruğu isabet ettiremediği için, yine yumruk sallıyordu ki nefretle bağırarak; neye uğradığını şaşırdı, Azmi onu koldan tutup duvara doğru savurdu, iri yarı adam duvara öyle sert çarptı ki; ağlamaya başladı acıyla. Kolu yerinden çıkmıştı. Kolunu sanki devasa iş makinesi dişlisine kaptırmıştı, aklı ermedi o hıza ve güce.
Beş adam atak yapıp çullanacaktı azminin üstüne, yaralanan en güçlü arkadaşlarını görünce şaşkına döndüler, korkuyla aç köpekleri gibi durdular, en güçlü adamı böyle yaptıysa, yen gelende biri hikmet vardı, büzüşüp yerlerine oturdular içlerinden hırlayarak nefret dolu bakışlarla tısladılar kendi aralarında sohbete başladılar
olayı hiç olmamış gibi davranmaya başladılar.
Koğuş kalabalıktı ve azmi ilerlerken herkes geri çekilip ona yol veriyordu, sanki gelen büyük bir komutandı, büyük bir hükümdar ya da savaşçıydı, o yere yumuşturulup atılan iri yarı adam duvara kafa atandı, diş gücüyle kilolarda ağırlık kaldırırdı, kemik kıran derlerdi ona. Kalabalık nehir gibi çekiliyordu kenara, azmi önde, ali arkadaydı, mahkumlardan biri siyah pardösünü hemen koydu
Azminin omuzlarına: Üşüme beyim, burası soğuk, kalorifer çalışmıyor bu ara. dedi kısa boyluydu, vicdansız müdür işte.
Bu müdür bozuntusu neden yakmıyor kaloriferi? dedi Azmi, durmuştu.
Pardösüyü sunan cömert gözlüklüydü, o da çok zayıftı. Adı Resuldü, dedi ki: Kavga oldu, cezalandırıldık, üç beş ayının kavgası yüzünden hepimiz ceza yedik.
Azmi koğuşun en arkasında padişahlar gibi oturan, bir tür makam sahibi gibi oturan çakır gözlü adamı fark etti, buranın kaskın kurdu bu şişman ve iri adam olmalıydı, Azmi boynunu sağa sola eğip çatırdattı, iki elini yumrum biçimine getirdi, sağ elinin yumruğunu sol el avuç içine şak diye çarptı, omuz kaslarını gerdi, savaşa hazırlanır gibiydi ya da ölmeye.
Resul şöyle dedi; on a bulaşma.
Ama Azmi usul usul adımlarla o karanlık bakışlara doğru ilerlerken düşüncelere dalmıştı.
Azmi, yeşillikler içerisinde bol ağaçlı dağ köyünde yöresinde bir numara bir pehlivandı bir zamanlar. Gücü o günlerden kalmaydı, ve eşsiz teknikleri vardı, bir puma kadar esnek olurdu, çevik ve çok hızlı olurdu, o zamanlar kiloluydu, şişman sayılırdı, göbekli şişman bir adamın hızlı olmasını hayal edemezsiniz, gözlerinizle görmeniz lazım, yıldırım gibi hızlı olup rakibe dalardı, bacaklara, tek ya da çift dalmak derler güreşte. Uzun yıllar çalışmıştı, zevkine. Bütün bilgi ve birikimi yıllar önce köyünde edinmişti, köydeki güreş bilen ustalardan ders almıştı, normal güreşi ve yağlı güreşi iyi bilirdi. Serbest ya da grekoromen. Taş gibi ya da çelik gibi eğilip bükülmez bir gücü vardı.
O gençlik dönemlerinde su içer gibi zeytinyağı içerdi, öküz gibi yerdi, tereyağı bal Kasları, eti yoğunlaşmış, çalışa çalışa kaya gibi derinleşmiş ve çok dayanıklı hale gelmişti, pehlivanken dağlarda antrenman yapardı. Kütükleri çekerdi ipe bağlı, dişleriyle tutardı ipi, at gibi çekerdi, büyük kayaları kaldırırdı. Yoğurt yerdi, süt içer, bir seferde on yumurta yerdi. Ondaki güç sıra dışıydı, alışık olmayan bir tipteydi. Güreşteki ve pehlivanlıktaki ömrü
çok kısa sürmüştü, hakemlerin hakkını yediğini düşündüğü için küsüp bırakmıştı sporu genç yaşta, bir dostuyla babasının işi olan ve deneyim sahibi olduğu hayvancılık işine girmişti. Babasından devraldığı ufak çaplı işi (20 sığırlık ahır, süt hayvancılığı) çok büyültmüş, sonra et hayvancılığına yönelmişti.
Azmi, sonunda çakır gözlü adamın oturduğu masaya yanaştı. Bir şey diyecekti, Ali hemen koldan hafifçe tuttu ve kendine çekti onu, Azmi sinirli biçimde aliye baktı, aslına bakılırsa Azmi o masayı ve ardındaki adama çatacak, masayı yerle bir edecekti, Alinin konuşan bakışı ona şöyle demişti, sakin ol dostum.
Çakır gözlü adam çayından bir yudum aldı, Ali şöyle dedi: Çay varsa içeriz, buyurun dedi çakır gözlü adam
Ama Azmi kaya gibi bakıyordu.
Ali dedi ki: burası pek büyük sayılmaz, biz yeni gelenler olarak kavga gürültü üstemeyiz. Ama o ayı yanlış yaptı ve dayağı yedi. Azmi çok kişiyi öldürdü.
Ben de yaptım bir şeyler. Azmi sen ne dersin?
Azmi, kayıtsızca gülümsedi.
Azmi, buraya düşmenin sıkıntısını hissediyor benim gibi. Ama kafası bozulursa katliam yapabilir. Benden söylemesi.
Azmi, aniden dedi ki çakır gözlüye: Arkadaşım iyi konuştu, diyecek söz yok ama sen gerçekten de anonim bir esere benziyorsun, dayım da yeşil gölüydü, onu hatırlattın bana.
Çakır gözlünün yanındaki atıldı: ben senin anonim.
Ali şöyle dedi: Küfretmedi. Senin ön lobun ya gelişmedi ya da cahilsin.
Koğuşun patronu zayıf adama el işareti yaptı: Kes sesini!
Ali: Adı sanı belli olmayan tarihi eser gibi görkemli görünüyorsun demek istedi dostum.
Çaylar geldi.
Azmi ve Ali oturdu.
Azmi, çayından içti, dedi ki: Çayını iç sakince başlayacağız.
Neye? dedi yeşil gözlü.
Seni sakin sakin döveceğim
Yeşil gözlü ne diyeceğini bilemedi. Ama şu aklına geldi son anda: Sen barışçı bir arkadaşa benziyorsun, anlaşalım.
Önce dayağımın tadına bakacaksın ki canın acıyacak ve o zaman barışın tadını ve anlamını çözeceksin.
Sağdan soldan üç adam fırladı aniden.
Azmi fırıldak gibi masadan kalkarken aliyi kenara itti; beni öldürseler bile karışma!
Azmiyi pataklamak istiyorlardı; ama azmi koğuşta kedi gibi manevralarla onların saldırılarını boşa çıkarıyordu.
Azmi, her birine birer yumruk indirdi, üçü de yere serildi, Azmi çok çabuktu. Azmi gelen var mı diye bakındı çevresine, beş kişi daha çıktı birden, çullanmak istediler; ama Azmi kıvraktı, sırtlan sürüsüne benzeyen nefret dolu yaratıkların hepsini yere serdi, birinin dişleri gitti, birinin burnu, birinin kaşı patladı, birinin kulağını ısırdı, ve yeşil gözlüyü dövmeye başlayacaktı, arkadan biri yanaştı ve tavayı yeşil gözlünün başına öyle sert indirdi ki; yeşil gözlü bayılacak gibi oldu, öteki geldi, bir yumruk indirdi, birkaç adam daha gelip tekme yumruk salladı, hac görevi gerçekleştirecekmiş gibi sıra sıra vurmak isteyenler geldi ve içlerindeki nefreti, isyanı püskürttüler, yıllardır bu adamın zulüm ve baskısına ve sömürüsüne katlanıyorlardı. Azmi, diğerlerine engel oldu. Çünkü yeşil gözlü af dileyip yalvarıyordu, bağışlanma diliyordu. Ağlıyordu.
Azmi yeşil gözlü ve çetesini de yola getirip tövbe ettirmiş, onları adeta ölümüz bir bağla kendine bağlamıştı ruhundaki iyilikle. Her biri Azmi için ölebilirdi gerekirse. Azmiye tapıyorlardı insanlığına, birlik beraberliği artıran, motive eden sözlerine ve her şeyin eğlenceli haline de inebilen kararlı tarafına.
BİTMEDİ. DEVAMI VAR. KOYACAĞIM TEMİZE GEÇEYİM.
BU METİN İYİ KIZLAR AŞIK OLUR ROMANINDAN.