Biliyorum… Artık ben, aynı ben değilim. Geç de olsa idrak ettim bunu. Çok çabaladım, direndim, kendimle savaştım ama ne yapsam eskiye dönemiyorum. Dün ile bugün arasında sıkışıp kaldım; nefes alamayan bir gölge gibi. Hangi korkum varsa, hepsi birer karabasan olup üstüme çöktü.
İnsanlar geldi geçti dostlar arkadaşlar hiçbir şey aynı olmadı. Hayat, bana masallardaki gibi "bir varmış bir yokmuş"la başlayan hikâyelerin koca bir yalan olduğunu fısıldadı. Düşlerim artık aşka sığınmıyor. Gözlerimin önüne ekmek peşinde koşan çocuklar geliyor ve ben, onların masum yüzlerinde utanıyorum. Gözyaşlarım da değişti; eskisi gibi sevda sözü getirmiyor yüreğime. O ince titreyen kuşlar çoktan susmuş.
Ne zaman bu yalnızlığın koynuna düştüm bilmiyorum. Kaldırımlar biliyor sadece; gülerken, koşarken, ağlarken, severken hep onlarla paylaştım sessizliğimi. Ne yana baksam yalnızlığımın kokusu var. Köhne odalarımın duvarlarında yankılanan hüzün bile yok artık; çünkü ne köhne bir odam kaldı, ne de konuşabildiğim duvarlar.
Sevmenin değerini anlamak için kaybetmem gerekiyormuş. Özlemenin derinliğini bilmek için beklemem, güneşi açsın diye karanlıkta sabretmem gerekiyormuş. Nereden esip geleceği belli olmayan rüzgâr gibi savruldum. Kalbimdeki yangını söndürecek ne bir yağmur vardı, ne de gözyaşı. Yıllar geçti alevlendi ne kadar hüzün varsa. Ne ilaçla iyileşen, ne de zamanla kabuk bağlayan bir yaraydı bu. Artık biliyorum; bazı acılar insanın kaderine mühürlenir. Ve insan, en çok yalnızlığıyla dost olmayı öğrenir.