Kıssalardan Hisseler

Dün gece uyku tutmadı. Üstüne; çayı, kahveyi fazlaca kaçırınca uyku, biri gibi aldı başını gitti

yazı resimYZ

Dün gece uyku tutmadı. Üstüne; çayı, kahveyi fazlaca kaçırınca uyku, biri gibi aldı başını gitti
Gece, uzun zamandır görüşemediğim, sohbet edemediğim kadim dostum Kadir ile WhatsApp üzerinden saatlerce yazışıp durduk. Yeni işinden, Bursada kurduğu turşu fabrikasından; üretim için gezdiği şehirleri, köyleri, kasabaları, köylüleri, insanların durumunu, tutumunu, devleti ilaahir Dostumun parmakları ağrıyınca arayayım dedim. Konuşmasında kulaklara küpe iki kıssa anlattı. O iki kıssayı ve bağladığı durumu sizlerle gönül gönüle paylaşmak istiyorum

o kıssadan biri:

Bir gün Ormanlar Kralı Aslanın canı sıkılıyormuş, akıl hocası Tilkiyi çağırmış:

-Bir şeyler düşün de, neşemizi bulalım!

-Şu aşağıdaki patikanın başında duralım, karşımıza ilk çıkanı dövelim!

-İyi de, durup dururken adam dövülür mü?

-O kolay, senin niye şapkan yok, der döveriz!

Gitmişler yolun başına, kısmetlerine tavşan çıkmış.

-Senin şapkan niye yok diye bir dalmışlar yer misin, yemez misin?

Ertesi gün yine aynı pusu, yine kısmetlerine tavşan çıkmış, zavallı yürüyemiyor, gözü filan şiş, sekiyor, topallıyor:

-Ulan, senin niye şapkan yok? diye bir dayak daha

Üçüncü gün Aslanın adalet damarları kabarmış:

-Yahu, şapkası yok diye, her gün pat küt adam dövülmez ya!

Tilki, kolay! demiş:

-Sigara almaya yollarız, ya filtreli alır ya filtresiz, hangisini almışsa, öbürünü almadı, diye döveriz!

Kısmetlerine yine zavallı tavşancık çıkmaz mı, yüzü, gözü sarılı, titriyor:

-Git bize sigara al, gel!

Aslanla tilki keyifli keyifli gülerken, tavşan biraz gittikten sonra dönüp sormuş:

-Affedersiniz ama sigarayı filtreli mi alayım, filtresiz mi?

deyince aslan hemen bozulmuş.

-Gel lan buraya!

diye kükremiş:

-Senin niye şapkan yok?

Kadirin naklettiği ve ilkine göre, daha çok bilinen ikinci kıssa ise aldığım notlara göre şöyle:

Kuzu, akarsuyun alt tarafından su içerken, kurt bağırmış:

-Suyumu bulandırıyorsun!

-Kurt amca, ben suyun alt yanındayım!

-Olsun, ben seni yemeyi kafama koydum!

Kadir, bu iki kıssadan çıkardığını şöyle bağladı:

Kurt kuzuyu yemeyi, aslan tavşanı dövmeyi kafasına koymuşsa, ne yaparsa yapsın nafile

Peki gerçekten öyle midir? Gerçekten ne yapılsa, nafile mi?

Aslında bir bakıma öyle. Çünkü adalet güçlüden yanaysa, güçlü olan her zaman haklıysa, evet! O zaman, gerçekten ne yapılsa nafiledir! Bu kıssalar, her şeyden önce, demokratik bir Hukuk Devletinde yürürlükte olması gereken Adalet, Doğruluk ya da Hakgözetirlik ilkelerine terstir. Ters düşmesi de, Adaletin her zaman güçlüden yana gerçekleşiyor olmamasından dolayıdır. Platondan beri tartışılan bir sorundur bu: Devletin I. Kitapında (338 c), Thrasymakhosun ağzından şu görüşü dile getirir Platon: Doğruluk (Adalet), güçlünün işine gelendir.

Aslında Platon, Devletten önce de Adalet kavramının tanımı üzerinde durmuştur. Bir anlamda Devletin Thrasymakhosu, Platonun Gorgiasındaki Kalliklestir. Onun, En iyi olan, en kudretli olandır görüşüne de karşı çıkar Sokrates ve: Ne Adalet güçlünün işine gelendir, ne de iktidar sahibi olarak en Kudretli olmak, en iyi olmayı gerektirir! İşte o yüzden, kurdun En Kudretli olarak kuzuyu yemesinin, ya da aslanın en Kudretli olarak tavşanı dövmesinin. Adalet, Doğruluk ya da Hakgözetirlik ilkeleri bağlamında meşru gösterilmesine imkân yoktur.

Uzun lafın kısası: Thrasymakhosların zannettikleri gibi, Adalet, Güçlülerin işine gelen değildir

Dostumun anlattığı bu hikâyeler uzun zamandır gülmeyen yüzümü, neşemi az da olsa yerine getirdi. Bir sürü şey düşündürdü. Yaşadığım son şeyleri tekrar tekrar düşünmek zorunda bıraktı beni. Yine anlattığı bu kıssalar Oktay Rifatın o Karga ile Tilki adlı şiir kitabının ilk şiiri olan Ahmet şiirini hatırlattı Kitapta şiir, Büyük balık küçük balığı yutar demişler dizesinden sonra şöyle devam eder:

Onu sardalyeler düşünsün;

Sen balık değilsin ki Ahmet!

Mek parmak, mek parmak daha,

Sonu selamet

Adaletin, Doğruluğun, Hakgözetirliğin olduğu her yerde, her zaman umut vardır diye düşünenlerdenim. Paul Eluardın Aydınlık şiirinde Hiçbir vakit tam karanlık değil gece. / Kendimde denemişim ben, / Kulak ver, dinle. / Her acının sonunda açık bir pencere vardır, / Aydınlık bir pencere. / Hayal edilecek bir şey vardır, / Yerine getirilecek bir istek, / Doyurulacak açlık, / Cömert bir yürek, / Uzanmış açık bir el, / Canlı canlı bakan gözler vardır. / Bir yaşam vardır yaşam / Bölüşülmeye hazır. der

Oktay Rifatın dediği, mek parmak, mek parmak daha sözünü adalete ve başka her alana uygularsak sıkıntıdan ziyade selamet bulacağımızdan eminim.

Adalet, herkese lazım ve o varsa, selamet de kesinlikle vardır.

Hadi bir atasözü de ben yazayım: Aşığın gözü kördür. Yani aşkı kendine aşık olmak sanan, gururunu, kibrini ayaklar altına alamayan bir kimsenin aşkına, sevgisine, sözlerine güvenmek doğru değildir. Zira âşıklar kusur aramaz, bencilce davranamaz, kendi kabuklarına çekilmiş olsalar da bir süre sonra doğru iletişim şeklini bulup sizinle iletişim kurmayı denerler. Yanlış anlaşılmalar, küsmeler, susmalar, uzaklaşmalar aşkın doğasında vardır! Dil tutulabilir, nazlanabilir, sevgi görmek, tutkuyu görmek isteyebilirsiniz. Bu duyguların aşırılığı gözleri kör, aklı bulanıklaştırıyor olsa da aşk için çekilen çilelerin tümünün kutsal olduğuna inanıyorum ben. Çünkü dünyanın en duru en saf insan duygusu bana göre aşktır, sevgidir, muhabbettir. Bu duyguların kıymetini hiç bir meta ile ölçemezsiniz

Kalın sağlıcakla

Başa Dön