Ankaraya Övgü

Denizi olmayan bir kenti sevebilir miyim? Bu soruyu geçen sene sormuş olsaydılar hiç tereddüt etmeden sevmem derdim. Bugün bir arkadaşım sorunca pekâlâ sevilir dedim. 1997 yılından beri İstanbulda yaşıyorum. Az da olsa İstanbullu sayılırım. Bu kenti neden seviyorum? Elbette sırf denizi olduğu için değil, medeniyetlerin başkenti olduğu için seviyorum.

yazı resimYZ

Denizi olmayan bir kenti sevebilir miyim? Bu soruyu geçen sene sormuş olsaydılar hiç tereddüt etmeden sevmem derdim. Bugün bir arkadaşım sorunca pekâlâ sevilir dedim. 1997 yılından beri İstanbulda yaşıyorum. Az da olsa İstanbullu sayılırım. Bu kenti neden seviyorum? Elbette sırf denizi olduğu için değil, medeniyetlerin başkenti olduğu için seviyorum. Ben de dahil bu şehrin sakinlerinin başkent Ankarayı küçümsemesi, burun kıvırmasına da artık ayar oluyorum..

İstanbulluların Yahya Kemale atfedilen ancak ne zaman, nerede söylediği belli olmayan Ankaranın nesi güzeldir? sorusuna İstanbula dönüşü! yanıtını bilmeyeniniz yoktur. Bu söz bana son derece yavan, daha ileri gidersem, bayağı espri gibi gelmeye başladı artık. Hatta bu fikir değişikliğime arkadaşlar da inanmayacak belki ama Ankarayı sevdiğimi söylesem bana inanmayacaklarını düşündüğüm için şimdilik susayım en iyisi

Peki, Ankarayı bu zamana kadar neden sevemedim?

Açık konuşmak gerekirse Ankarayı sevmeyenler; genelde bu kenti bir Anadolu kenti olarak Köylülükle, bir memur kenti olarak Bürokrasiyle, başkent olarak da İktidarla bir tuttukları için sevmiyorlar Benim durumum farklı olsa da Ankarayı sevmeyenlerin burjuvadan ve muhalif oldukları için sevmediklerine çok kez şahit oldum. Hatta benim gibi sonradan İstanbula yerleşen tanıdıklarımın çoğunun kendini İstanbullu sanması gibi! Bir de boğaz, rakı ve balık muhabbeti var ki bu muhabbet beni artık çileden çıkartıyor. Sanırsınız bu tipler Allahın her günü, boğazda, rakı ve balık keyfi yapıyor! Az daha muhafazakârlar ise, bir Boğaz havası almaktan parklarda mangal yapmayı, güneş altında çimenlere kıvrılıp horlamayı ve arkalarında bir sürü muzahrafat bırakarak evlerine dönmeyi İstanbullu olmakla eşdeğer tutuyorlar. Ankara köylü, bürokrat ya da iktidar kenti olabilir; ama İstanbul, bir lumpenler, magandalar, tinerci çocuklar ve mülteciler kenti değil mi yani?

Önceleri, Ankaradan hazzetmediğimi, az da olsa tedirgin edici bir yanı olduğunu düşündüğümü bu vesileyle söylemem gerek. Ancak gerek ailemden gerekse çevremde birçok insan Ankarada yaşıyorlar.. Bu sebeple Ankarayı İstanbul gibi karış karış olmasa da kendi yarıçapımda bilirim. Elbette bu, ne Yakup Kadri Karaosmanoğlunun Ankarası, ne de tek parti döneminin anlı şanlı valisi Nevzat Tandoğanın Ankarası Doğrusu ya, bu kenti sevdiğim için, Melih Gökçekin veya Mansur Yavaşın Ankarası demek de bana çok acımasız ve anlamsız geliyor! Gene de sık gidip gelmesem de Bilkentte Ankuvanın önündeki kahvelerde, hele ilkyaz sonlarında oturmuş olmak, çay yudumlayıp muhabbet etmek yeter de artar benim için

Beni İstanbulda en çok kendine bağlayan şey; doğası, tarihi, yaşanmışlıkları, yaşadıklarım ve kaldırımüstü çay ocaklarıyla kahvehaneleridir. Özellikle akşamüstleri, hele ilkyaz sonları ve yaz başlarında, İstanbuldaki kaldırımüstü kahvelerinde oturmanın (bana göre elbet!) hazzını hiçbir şeye değiştiremiyorum. Son yıllarda Taksimdeki otellerin, ya da Teşvikiyedeki pasajların, ya da Nişantaşı kafelerinde oturup bir espresso içmenin lezzetini yaşamış biri olarak, Ankarada bunu bulamayacağımı düşünmüştüm ama, fakat ve lakin yanılmışım işte! Çok sevdiğimiz Ankaradaki çalışma arkadaşımız, Arjantin ve Tunalı Hilmi Caddesinden oradaki mekanlardan söz ettiğinde; İstanbulu aratmayacak demiş olsa da gidip görene kadar içten bir şekilde inanmamıştım. Fakat inandım artık.. Evet, Ankarada çekim ekibimizle birlikte çay, kahve içmeye gittiğimiz mekanlarda bir Ankaralı gibi bizler de keyif aldık. Belki de, misafirperverliğiyle, samimi dostluğuyla Ankara muhabirimiz ve oradaki diğer güzel ekiple birlikte olmanın getirdiği bir duygudur hislerim, bu bilemiyorum.. O daracık caddeyi tıpkı İstanbulun Bağdad Caddesi gibi araba yarışı pistine çeviren görgü yoksunu yeniyetmelere, daracık kaldırımlara park edip, kahvenin önünü, dolayısıyla zaten avuç içi kadar görünen manzarayı kapatmayı marifet sayan otomobil sahibi nevzuhur parababalarına rağmen, gene de o küçük, güneşli ve sevimli mekanlarda oturmaktan sınırsız bir tat aldığımı net bir şekilde söylemeliyim. Bir kentin elbette denizi olmayabilir, ne gam! Ama bir kentin, akşam güneşinde beyaz tentelerini geren zarif kaldırımüstü kahveleri yoksa, o kent, kent değildir, bana göre. Gittiğimizde Ankaranın sele teslim olmuş hali hariç bulunduğumuz mekanlarında hoş vakitler geçirdik diyebilirim.

Bendeniz pek şikemperver yani midesine düşkün biri değilim. Ama gene de insan, Osmanlı-Türk mutfağının yemeklerini özlüyor olmalı buralarda. Örneğin Nişantaşındaki Hünkar, Üsküdardaki Kanaat gibi lokantalar da olsa daha iyi olabilirdi sanki. Yine, Ankarada puf böreği yapan bir lokantayı buralarda hayal edemiyorum. Belki de vardır da ben bilmiyorum.. kim bilir?

Her ne ise, başa dönelim. Yuşaya sormuşlar: Yahya Kemalin nesini sevmezsiniz? Yanıt vermiş: İstanbula dönüşü esprisini! demekten kendimi alamıyorum

Kalın sağlıcakla

Notçuk: Ankarayı anlata anlata bitiremeyen ve gerçek bir Ankaralı olduğuna kani olduğumuz kıymetli çalışma arkadaşımız Selma Hanım kardeşimize değerli zamanını ayırıp ilgilendiği için şahsım ve ekibim adına teşekkür ederim. Sağ olsun, var olsun

Başa Dön