Kimdir bu çevreciler? Ne yer ne içerler? Nelere karşı, nasıl mücadele verirler? Bu bahsi düşünürken Avrupanın çevreye bakış açısını ve Türkiyenin nükleer santral yapmak için çırpındığı şu dönemleri kafamdan film şeridi gibi geçirirken aniden kelimelerin de boğazıma dizim dizim dizildiğini sizlere bilmecburiye söylemek zorundayım
Birçok kavramın ırzına geçen modern Türk insanının yıprattığı bir yeni kavram daha var ki o da çevrecilik oldu. Öyle ki, mana itibariyle adeta cıvıyan, yayvanlık ve kayganlık kazanan bir kavram olup çıktı. Kime sorarsanız sorun, herkes çevreci artık. Hatta köylü Mehmet ağa, Dünya Bankası, IMF, Çevre Genel Müdürlüğü, mühendisler, avukatlar, TRT, işçiler, işverenler, üniversiteler, elitlerin yüzünü kurtarma(!) çabaları için teşkilatlanmış localar, vahşi hayvan hayatı, tosbağayı, kelaynakları sevenler, sahili temizlemekten zevk alanlar, müzeciler, tarihçiler, hayvanat bahçelerinin müdavim seyircileri, hokkabazlar, madrabazlar, ayı oynatıcılarına dost veya düşman olanlar, gül kokusuna bayılanlar, fesleğen kokusuna hasta olanlar, osuruk çiçeğini bağrına basanlar, emperyalistler, sömürgeciler, yarı sömürgeler, gelişmiş sömürgeciler, gelişmeye yüz tutmuşlar, kumsallarda sere serpe uzanmayı, Boğazda balıkla rakı yudumlamayı dünyalara değişmeyenler, bilmem hangi kuşu sevenler derneğinin kumarbazları, renklerden yeşile (cennet yeşili hariç) maviye toz kondurmayanlar, kalabalıklardan ve gürültüden sıkılanlar, ona veya buna ya da şuna kızıp öfkesini şehir hayatından çıkartanlar, herkes ama herkes çevreci Kalpceğizlerinin bir yerlerinde çevre duyarlılığı taşımayan hemen hemen hiç kimse yok desek romantik bir iddiadan ziyade realist bir tespitte bulunmuş oluruz değil mi?
Anlıyorum ki artık dünyanın şu müthiş yerküresinde biz hayatlarını idame ettiren yerliler olarak 2 durum hususunda mütabığızdır. Öylesine ki gören görmeyen aralarımızda hiç su sızmıyor sanacak. Birincisi; Herkese göre Hitler kötü, böööğğ, zalim, haydut ve cani, hatta bütün dünya lisanlarındaki insana ait menfi tüm sıfatlar bu mendebura mal edilse yeridir. İkincisi ise: Çevre iyidir, güzeldir, oohh mistir hoştur, latiftir. Aslan yattığı yerden belli olur, temizdir, çevreni temiz tut, yeşili koru, ayıyı öp. Temiz tut ki, temiz bulasın, Nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak! Düşüncesindedir
Vallahi bu söylediklerimle çevrenin ne ilgisi var da diyebilirsiniz, bende Tillahi, billahi aralarında bana bir bağ varmış gibi geliyor diyebilirim sizler. Evet, sadece Hitler öğesini bir daha yazmamak kaydıyla bir kenara bırakarak, esas biz çevreciliğin böylesine Avrupa ve Türkiyede itibar kazanmasının, yüceltilmesinin diğer yüzüne bakalım diyorum.
Şimdi, çevreci bir söylemin kamçılanması, kışkırtılması, modern dünya sisteminin mutlaka olması icap eden mecburi palyatif (anlık, geçici) bir tedbiridir. En az yapım masrafları kadar tehlikeli bir patlama veya sızıntıyı önlemek için yapılan teşebbüslerede para harcanan nükleer reaktör misali çerçevesinde kurulacak bir model, bu durumu oldukça kolay bir biçimde izah eder gibi geliyor bana. İdeoloji bazında ise tarihin hep ileriye motive olan motorize bir güç olduğu yanılsaması, bu türden izahlara gerekli ve yeterli bir dayanak sağlar bizlere. Tarihi ilerlemenin önüne geçilemez. Her geçen gün artan bir ivme kazanan ilerleme sürecini, insanın refahı adına sağladığı dev kazançların yanında elbette bazı istenmeyen yan etkileri de olacaktır. Ama bizzat sürecin kendisi ve bu sürecin öznelleri olan gözleri ileriye dönük insanlar, bu yan etkileri bir çırpıda aşacaklardır. Teknolojinin ve geleceğin insanın el ele vermesiyle yeryüzü ve hayat daha da güzelleşecektir. Çevreci şahlanışın (!) arkasında işte böyle insanın gözünün içine baka baka hiç utanıp sıkılmadan, sırf laf olsun diye konuşulan kocaman bir yalan vardır ülkemde. İşin garip tarafı, modern insanın ezici çoğunluğu, ittifak halinde sistemlerinin uydurduğu bu kendi yalanına ne hikmetse inanmış durumdadır.
İkincisi ve daha da kritiği, çok tanıdık siyasi bir manevranın icabadır bu. Bir sosyal muhalefetin önüne daha mutedil biçimlerini koyarak muhalifliği ılıştırarak geçmeye çalışmak. Aslında şunu da düşünmek lazım, tabiatıyla bu mevzuda sosyal bir olayı, suyun kaynaması cinsinden fiziki bir olaymışçasına anlatmak sonradan pek uygun değilmiş gibi göründü banada. Ne var ki, bu anlatımda gerçekten felsefi bir sır, bir hikmetinde saklı olduğu hissine kapıldığımı söyleyip bu kavramında anasının ağlatılmasına gönlüm razı olmayacağı için kelimenin refleksi olarak korunmasına karar verdim Bu sırrı, modern dünyada sosyal hayatın ve insanın iç hayatının maddileştirilmesi; manevi olanla bağlantısının koparılması olarak da algılamanızı düşünen beyinlerinize salık vermek isterim.. Diğer taraftan, aynı durum çevre için de söz konusu ise çevrenin insan-dışılılaştırılarak sadece maddi bir süreç haline getirilmesi, gerek çevrenin haldeki varlığının müsebbibi ilerleme ideolojisinin, gerekse çevreci bu karşı çıkışın doğmasına önemli bir yere sahip diyebiliriz..
Bu hareketin öncüllerinden ilk Avrupanın Alman Yeşil Hareketinin, modernizme karşı koyuşta ki çevrenin merkezi rolünün, çevreci bir temelde kucaklayıcı bir sosyal muhalefet imkânının farkına varmasıyla zuhur etmiş, yeşiller ve bu partinin kurucusu Petra Kelly ve onun izdüşümleri; topyekûn bir dünya sistemini, Batının kültürünü, bilimini, hayat tarzını adeta topa tuttmuşlardı.. Fakat, çevreciliğin hapşırtıcı bir serinliğe sahip hoş bir gribal salgın haline getirilmesi mevzusunu Kellynin alternatif militan hareketi dahi mayıştırıverdi. (Safaride vahşi hayvanları da benzer bir şekilde yakalıyorlardı belgesellerde öyle değil mi?) Aslında, ne Alman Yeşilerl Partisinin, ne diğer ülkelerdeki yine benzer Yeşiller oluşumun oy grafiklerini arttırmalarına karşın ne o eski coşkularını, ne alternatif olma özelliklerini artık taşımayıp, adeta sistemle yeşillenip senkronize oldular.. Böylece bir kere daha akıl ruha, mantık umuda, gerçek hakikate, Realos Fundise galebe çalınıverdi bu süreçte
Yeşiller hareketinin kurucusu Petra Kelly, ilk hallerinde nemenem insanlar olduklarını, coşku ve umutlarını mükemmelen resmettiği için özellikle önem taşıyorlar halen yeşilsevicileri tarafından.. Bayan Kelly, Yeşil Partisinin eski ve ilk başkanı. Daha henüz kırk yaşında, ama hayatı da bu uğurda müthiş mücadeleyle doludur. Kendisi Almanyanın, Bavyera doğumlu, gençliğini de siyasi bilimler okuduğu ABDde geçirmiş muhalif gruplar içinde yürüttüğü mücadelesini 1970de döndüğü Almanyada SPD içinde devam ettirmeye çalışmış bir feministti. O yıllarda sosyal demokrasinin ekolojik bir antinükleer harekete dönüşeceğini umut ediyor, bu umutla da kalkıp 79 senesine kadar sabretmeyi bilmiş, hemen akabinde de SPDden fayda gelmeyeceğini anlayarak Yeşiller Partisinin kuruluş çalışmasına katılmıştır.
Kelly 10 yaşındayken kanserden ölen ablasının ölüm acısının çevreci siyasi atılganlığının kaynağını teşkil ettiğini, daha o yaşlarda çocuk kanseriyle sanayi arasında bir ilişki olduğunu fark ettiğini bir çok defa demeçlerinde dile getirip bu yüzdende önderliğindeki ekolojik hareketin 1982de dünyada ilk defa parlamentoya girerek siyasi bir zaferle bitmez tükenmez enerjisiyle çevreciler arasındaki tutumuyla hatırlanacaklar listesinin Top onenında 1. sırasında yerini alacak yerlidir.. Bugün Almanya Yeşilleri onun savunduğu ve temsil ettiği çizgiden çok uzakta ama Batıdaki yeşil fikirler eğer yeniden neşvünema bulacaklarsa herkes biliyor ki, bu partide şimdi hakim olan Kellynin eko-diktatörler dediği Joschka Fischerin Realos kanadından değil, Kellynin dinamikalternatif çizgisinden güç alarak mücadeleye devam edebileceklerdir..
İşte bayan Kellynin ilk dikkati çeken yanı, elbette ki cesareti, militanlığı ve dobra dobralığıdır bu yüzden. Bütün büyük muhaliflerdeki o coşkulu ruh halini nasılsa o da edinmiş, Kellye göre, 1983te başkanı olduğu Yeşil Partiyi karakterize eden özellikler, börtü-böcek serenatları, dünya batıyor hıçkırıkları değil; tam tersine dört sağlam temel üzerine kurulu yeşil hareket: Ekoloji, saldırganlık karşıtlığı, silahsızlanma ve feminizm olarak pekala sıralayabiliriz.. Üstelik bu özellikler, oldukça insicamlı bir tarzda harmanlanmış, her biri diğeriyle sıkı bağlantılı içerikler ve ayrıntılar taşıyor. Örnek olsun diye size bayan Kellynin savunduğu; Ekolojiye göre nasıl türler ve tabiat kendi iç dinamikleriyle kendini ayarlayan ve sürekli denge haline sahipse, insan da dengeyi muhafaza için neslini ve tabiatını tahribata yönelik her türlü menfi faaliyetten geri durmalıdır. sözünü serlevha edebilirim. Zaten insan ekelojik dengeyi hesaba katmama noktasında böylesine zalim kılan da bozulmuş güç odağı haline dönüşmüş erkek cinsiyetinin tek başına insanlığa sahip olma isteği değil midir sizce de? Bunun için bayan Kelly, hareketin daha çok doğurganlığı ve sükunet tarafını temsil eden kadınlara, kadının karakterlerine uygun bu harekete kendisine ait bir yapılanma içinde kalması gerektiğini savunmuştur Yine dikkat edilirse Kellynin savunduğu feminizm, ülkemdeki içi boş hurma kütüğü feminist bayanların zıpçıktı bir cinsiyetçilik seçiciliğiyle değil, erkeksi özelliklerin bu dünyayı mahvettiğini düşünen bir dünyada siyasikültürel-bilimsel alanlarda kadınsı özellikleri de bir denge halinde yerleştirecek erkeksiliğin zararlarının önüne geçmeye çalışmalarına ön ayak olma mevzusudur..
Elbette kimseden Kelly ile fikir birliği içende olunmasını isteyemeyiz. Ama üzerinde durulası şey çevreci karakterlerde dünyanın bu haldeki gidişine köklü itiraz unsurları bulunduğunu ve uzun vadeli siyasi strateji olarak mevcut medeniyet seviyelerinin üzerine çıkmayı seçmiş ülkemizdeki aydınların, çevrebilimcilerinin, sanatçının, domatescinin, patlıcancının Batıdaki bu alternatif arayışlarını nasıl karşılamaları gerektiğini düşünmeleri üzerinde bir zahmet, Allah rızası için durmaları gerektiği hususudur ki vallahi de can alıcı noktası budur düşüncenin!
Ben Japonyada halen devam eden nükleer felaketi, çernobili de görmüş bir insan olarak, 1980lerde temeli atılan bu Yeşil şahlanışın çıkışını coşku ve sempatiyle takip ettim senelerce. Kellynin sevgilisi Gert Bastian tarafından öldürülmesini hep yadırgadım. Hem bunu fikir planımda olmasa dahi duygusal planda da onlarla benzer hissiyatta olduğumu ülkemizdeki yeşilimtırakçevrecilerin sloganlarını, nükleere karşı hayır diyen ruhsuz kadavra olmaya yüz tutmuş insanlarla aynı kefeye koymacağımı söyleyebilirim, söylerim, söyledim
Son olarak, hiçbir zaman çevreci ideallerimden vazgeçmedim, geçmeyeceğimde, hatta İslamla derin ekolojistlerin görüşleri arasında bir uyuşum olduğu şeklindeki fikirlerimi her temas ettiğim yeşil hareketi destekleyen insanla paylaşmaya devam edecem. İslamın yine yeniden her türlü sorunda modern dünyaya bir alternatif sunabileceğini inancını sonuna karşı taşıyacağım.. Günümüz modern Türkiyesine alternatif bir şeyler çıkarabileceğinin o naif bir anti-modernizmle de değil, her alanda çok çalışarak, gelenekselci bir yenileşmeyi hayata geçire bilecek ve bu ortamı hazırlayarak bu işin oluru da bu oğlum dedirtebilecek, müslümanlara özgün yol bulabileceklerini düşünüyorum. Herkes gibi hem vallahi hem billahi bende her gün hem korkuyla hem de umut arasında ki o ince çizginin üzerinde yaşıyorum. Türkiyeye kurulacak nükleer santralin ülkemi bir doğal afet sonrası kıyamete doğru sürükleneceğinden korkuyorum; Ülkem, Müslüman bilim insanlarının belki tüm insanlığın bu enerji krizini aşmak için yeni bir alternatif ortaya çıkartabileceğini, hatta kendi kıyametimizi belki biraz daha geciktirebileceklerini umut ediyorum. Şimdilik bu kriz ve kusur müfettişlerinin yapılacak olan nükleer santralin tekerine çomak sokmasına gönlüm razı değil, ama ben yine de her türlü muhalefetin, her türlü yeşil hareketin yaptığı eylemlere canı gönülden destekliyorum. Her türlü çirkinliğe ve rezalete karşı birlikte yürümeye de hazırım zaten böyle bir kaygı taşımasam neden bu makaleyi kaleme alayım? Anlıyorum ki aynı düşünce ve platformda zaten birlikte yürüyoruz fakat biliyorum ki ve sizde bilin ki vallahi, billahi, tillahi çarebiziz sevgili dostlarım...
http://twitter.com/yusairmak
https://www.facebook.com/yusairmak
yusairmak@hotmail.com