"Yaratıcılık, beynin en güzel şekilde kafa karışıklığına uğramasıdır." - Albert Einstein (kurgusal)"

Yalnızlığın Gölgesinde Geçen Yıllar

yazı resim

Hiçbir dönemimde bu kadar derin bir yalnızlık yaşamamıştım. İnsanların, duyguların ve hatta hatıraların bu denli ucuz, bu kadar sahte olduğunu ilk kez bugün anladım. Yaşadığım olaylar, bana küçücük umutların koca bir ömrü kuşatacak kadar büyük olduğunu gösterdi.

Çocukluğumdan beri hep yalnızdım aslında. Annem babam yanımda olmasa da, o zaman bu duyguyu bu kadar ağır hissetmezdim. Belki Allah, öksüzlüğümü, yetimliğimi perdelemişti; belki de yokluğu var gibi göstererek içimdeki boşluğu hissettirmemişti. Rüzgârlara alışkındım ama ilk kez “neden şimdi?” diye sormadan edemiyorum.

Çocukken minicik bir dünyanın içinde koca bir hayatım vardı. Ve ben, o hayata sımsıkı sarılmaya çalışıyordum. Şimdi dönüp baktığımda, yılların nasıl gelip geçtiğini anlamıyorum. Ne zaman yaşadım, ne yaşadım, hatırlayamıyorum. Her şey bir sisin ardında, bulanık ve kırık dökük sahneler gibi gözümün önünden akıp gidiyor. Şikâyet etmiyorum, sızlanmıyorum. Zamanı yakalama çabasını çoktan bıraktım. Yıldızlar mı sıradanlaştı, geceler mi duyarsız. yoksa ben mi yabancılaştım bilmiyorum.

Artık yorgunluğumu bahane etmiyorum. Çünkü bu yorgunluk gerçekten var. Bazen zihnim bomboş oturuyorum; dakikalarca tek bir düşünce bile olmadan. Sanki ruhum kendini yeniden başlatmak için kapanıyor. O anlarda şunu anlıyorum: Hayatı zoraki sürdürmenin aslında hiçbir anlamı yokmuş.

Yaşam benim için neredeyse tükendi. Gözlerimin sönükleşen ferinde çiğ taneleri birikiyor. Görülmeyeni görmek için bakıyorum, sahteliklerin acıtan yüzüne rağmen. Meğer ben, benden çoktan geçmişim. Yıllar önce terk etmişim kendimi, fakat bunu fark etmem bu kadar zaman almış.

Ve şimdi, içimdeki sessizlik en ağır gerçek gibi çöküyor. Hayatın bana yüklediği yalnızlık, en derin hakikatim oldu. İnsan kalabalıkların arasında da yapayalnız kalabiliyormuş. Ben de işte o kalabalıkların içinde, kendi yokluğuma tanıklık ederek yaşamayı öğreniyorum.

Ve şimdi, içimdeki sessizlik en ağır gerçek gibi çöküyor. Hayatın bana yüklediği yalnızlık, en derin hakikatim oldu. İnsan kalabalıkların arasında da yapayalnız kalabiliyormuş. Ben de işte o kalabalıkların içinde, kendi yokluğuma tanıklık ederek yaşamayı öğreniyorum.

Ve nihayet anladım ki; insanı tüketen hayat değil, içinde kimseye söyleyemediği sessizliktir.

“Ve öğrendim ki; insanın asıl mezarı toprağın altında değil, söylenmemiş sözlerin içinde kazılır.”

Yorumlar

Başa Dön