Derman Arıyorsan Derdine Dön!
(YOLCU DERGİSİ) 29 Aralık 2007 |
Başkaldırı |
| |
46. yürüyüşüne çıkan Yolcu Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ferhat KALENDER’in diliyle SEYİR DEFTERİ bölümünde adeta meydan okuyan bir manifestoyla karşılıyor bizi: “Elbette ki sıcak olacak, elbette ki yanacağız, elbette ki bizden doğacak güneş, elbette ki içli bir türkü gibi yaşayacağız hayatı. Yürüyünce de durunca da bir endamımız olacak. Gülümsediğimizde bağları çözülecek kargaşanın. Bakın biz gülümsüyoruz. Kimsede karşılığı yoktur bu tebessümün. Dillerimiz söylediğinde, her söylenmiş sözün arkasında duran bir yürek bulacaklar. Kızlarımız delikanlılarımız göğe koşar gibi, gök kuşağı kuşanır gibi yaşayacaklar. Dünya bu coğrafyada sükûn buldu. İnsanı ilk gören, ilk insan dokunuşunu hisseden, ilk kez insansı lezzetle haşr olan bir coğrafyadan bahsetmek, bu coğrafyanın üzerinde yaşayanlardan söz açmak dikkat ve rikkat isteyen bir terennümdür. Burası peygamberler atası İbrahim'in yürüyüşe geçtiği, adalet ve erdemle örülen kozadan yeryüzüne yayılan esenlik bildirisini dalgalandırdığı ilk kale! Bakışlarımızın keskinliği sonsuz toprakları tarayışımızdaki zerafetle kaimdir.” |
|
Morgun Son Delikanlısı
(YOLCU DERGİSİ) 29 Aralık 2007 |
Başkaldırı |
| |
Ferhat KALENDER, yaklaşık sekiz yıldır Yolcu Dergisi’nin editörlüğünü yürütüyor. Kendisini “söz dergisi” olarak tanımlayan derginin aksatılmadan yürütülmesinde bir hayli çaba gösterdiğini bildiğimiz yazar, bu kez dergide yayınlanan ve yayınlanmadığı deneme ve öykülerinden oluşan bir kitapla karşımıza çıktı. Yolcu Dergisi Yayınları’nın bu ikinci kitabı. Daha önce Sıdık Akbayır’ın “Ebebiyat Karın Doyurmaz Çay İçirir” kitabıyla yayın dünyasına oldukça iddialı giriş yapan yayınevi “Morgun Son Delikanlısı” kitabıyla yürüyüşünü sürdürüyor. |
|
Kara Yazılar
(YOLCU DERGİSİ) 29 Aralık 2007 |
Başkaldırı |
| |
Ferhat KALENDER tarafından kaleme alınan KARA YAZILAR, Yolcu Dergisi'nde YENİLGİ sayfasında yayınlandı... Her biri bir sayı için tasarlandı.. Yayınlandığı dönemlerde ilgiyle karşılandı ve hepsi bir arada ilk kez burada yer aldı. İşte ilk bölüm:>>>
<<<"BİZİ BURADA BEKLE! >>>
Adımız eşkıya bellenmişse gereğini yapmalı insan. Dengeler adına üretilen ne varsa üstümüzde karabasandır. Oyunbozan direngenliğinden başkası değil sözlerimiz. Global savaş makinesi insanı ve doğayı kirletmek için kavl etmişse dahası bunu hür dünya adına yapmak gibi masum tarza oturmuşsa vakti gelmiştir bütün kavramları yeni baştan tanımlamaya. Sen tanımlayamıyorsan, tanımlanmış bir nesne olarak yaşayacaksın her daim. Tanımlanmış ve ucuzlatılmış…
Dengeler adına vuruluyorsak, dengeler adına çocuklarımız ve kadınlarımız uygar dünyanın seyirliğine terk ediliyorsa. Dengeler adına kamusal dedikleri at meydanlarından görüntüyü bozuyor için kovuluyorsak, satılıyorsak ekmek parasına, titriyorsak loş sokaklarda, köprü atlarında, cesedimiz kaskatı kesilmişse çukurun birinde; kınında çekilmiş bir hançer ışıltısıyla gırtlağını temizlemeli haramzade semirgenlerin. Duy acıyı ve kör karanlıklarda atılan çığlı nasıl kaybolur ve ateş nasıl bir yüreği kavurur; duy ve inle köpekler gibi…
Bu bahisi siz açtınız. Ama kapatmak bize düşecek mutlaka. Ruhuna alçaklık yuva yapmış soytarılar, şanlı bir tarihi karanlık suretlerin elinde oyuncak yaptı. Bir millet ki hiçbir zaman köle olmadı ve bilmez de ne demektir uşaklık yapmak. Ama yöntemlerimiz çağcıl, ince ayarlı ve sağmal. Kavramlarınızla kuşatırsınız her şeyi. Her şey sanırsın ki yerli yerinde. Piyasa şartlarına ayarlanmıştır; çek, senet, döviz, borsa biraz da… Namusunuz ve namınız dövize endeksli tahvillere muadil. Ve yürüyorsunuz yeryüzünde kibirli ve leşe konan kargalar gibi tünüyorsunuz saraylarınıza sonra.
“Kervanın konakladığı yere ulaştı Ebu Sufya’nın, bir grup müşrik haberci. Dediler, ey Mekke’nin ulusu Ebu Sufyan! Muhammed Bağlıları Bedir kuyularına ulaştı, bizimle gelmeyecek misin? Hayır, dedi Ebu Sufyan, kervala, yola devam edeceğim! Ya şerefin dediler O’na. Parmaklarını uzattı ve gösterdi; benim şerefim kervanlarımın sırtında!”
Şerefi kervanın sırtında olanlarla onurunu yüreklerinde taşıyanlar arasındaki fark ne kadar da derin."
|
|
|
SEYİR DEFTERİ – ( Yolcu dergisi 46. sayı )
Ferhat KALENDER
Elbette ki sıcak olacak, elbette ki yanacağız, elbette ki bizden doğacak güneş, elbette ki içli bir türkü gibi yaşayacağız hayatı. Yürüyünce de durunca da bir endamımız olacak. Gülümsediğimizde bağları çözülecek kargaşanın. Bakın biz gülümsüyoruz. Kimsede karşılığı yoktur bu tebessümün. Dillerimiz söylediğinde, her söylenmiş sözün arkasında duran bir yürek bulacaklar. Kızlarımız delikanlılarımız göğe koşar gibi, gök kuşağı kuşanır gibi yaşayacaklar. Dünya bu coğrafyada sükûn buldu. İnsanı ilk gören, ilk insan dokunuşunu hisseden, ilk kez insansı lezzetle haşr olan bir coğrafyadan bahsetmek, bu coğrafyanın üzerinde yaşayanlardan söz açmak dikkat ve rikkat isteyen bir terennümdür. Burası peygamberler atası İbrahim'in yürüyüşe geçtiği, adalet ve erdemle örülen kozadan yeryüzüne yayılan esenlik bildirisini dalgalandırdığı ilk kale! Bakışlarımızın keskinliği sonsuz toprakları tarayışımızdaki zerafetle kaimdir. Bak şurası ilk evimiz ne kadar da mütevazi ne kadar da insan: Kabe! Orada kan damarlarımızdan çekile çekile yürüdüğümüz çöl… Asla ağlamadık Yemen burçları selamladığında bizi. Çünkü gözyaşlarımızı doğacak çocuklarımızın kundaklarına gömdük. Çünkü biz itiraz diliyle konuşuyoruz. Asla ağlamadık, düşmesin diye merhametin sancağı; Kafkas eteklerinde ayazın kamçısı yaladığında alnımızı. Çünkü gözyaşlarımızı yavuklumuzun koynunda emanet bildik. Yüreği öpülesi binlerce savaşçımız kahrın, ihanetin ve zulmün kol gezdiği neresi varsa orada karşıladı karanlığın bekçilerini. Böyledir, kimsenin ele geçiremediği devrimci ruhumuz. Elbette ki sıcak duracağız!
Atamız İbrahim'in süreği şerefli bir milletiz biz. Rengarenk insanlık; ortak zaman, mekan, tarih, coğrafya, dil ve kültür evreni ile Beyt'ül Atik'te onurlu bir gelecek için yemin vermiş bir topluluğuz. Binlerce yıllık dünya zamanında, durduğumuz, duraksadığımız ve hatta yenildiğimiz bir sürecin içinden geçiyor olabiliriz. Üzerimizde nice soysuz hesaplar yapılıyor, birbirimize kem gözle bakmak için her türlü uğraşı veriliyor olabilir. Kendilerini dünyanın efendisi olarak kodlayanlar, bizler için yalnızca bir soluklanma anından başka bir değeri olmayan dünyayı kendilerinin cennet tasarımları için biçilmiş kaftan olarak görebilirler. Lüks ve şatafat içindeki yaşamlarını daha da üst düzeye çıkarabilmek adına, plan üstüne planlar, tuzak üstüne tuzaklar kuruyor olabilirler. Ama asla fark edemedikleri ve bilmedikleri bir şey var. Biz, geleceğin şafağını hazırlayanlar, iman ettik ki " Onlar tuzak kuruyor, Allah'ta tuzak kuruyor!" Doymak bilmez iştihalarının gelip dayandığı son nokta, içinde boğulacakları kocaman bir boşluk olacak. Bu, kendini sürekli kirleten, iğrençleştiren uygarlık, insanın geleceğine hiçbir katkıda bulunamaz, kaostan başka! Coğrafyamızda işledikleri cinayetler, yüreğimizdeki hıncı büyütmekten, bizleri daha sahici bir duruşa yöneltmekten, yüreğimizdeki hilali daha bir görkemli yapmaktan başka bir sonucu olamayacak. Bir gün mutlaka bir gün, bu tamahkar katillerle bir arada yaşamaya, bu, kendi çıkarından başka bir imanı olmayan ifritlerle aynı havayı solumaya isyan ederek harekete geçecek vicdanı olan herkes. Tarihin sonunu ilan eden şeytan uygarlığı gerçekte kendi kazdığı çukura doğru yuvarlanmak için kendi zirvesine ulaştı. İçimizde dalga dalga yayılan öfkeyi ve bu öfkenin nelere kadir olduğunu çok iyi biliyorlar. Olağanüstü çabayla yürüttükleri enformatik saldırganlıkla kemale ermiş uygarlıklarının albenisini çocuklarımızın önüne sürüyorlar. Tıpkı bir Samoa yerlisinin dediği gibi; " Beyaz adam bize ışık getirdiğini söylüyor. Elinde mum varmış. Beyaz adam, elinde mum tutup, kendisi karanlıkta olan biridir. Mumu gösteriyor, ancak amacı bizi kendi karanlığına çekmek!" Yeryüzünde tarih boyunca sürmüş bütün savaşlarda ölen insandan daha çok insanı bu uygarlık katletti. Yalnızca birinci ve ikinci dünya savaşında 55 milyona yakın insan bu katiller tarafından doğrandı. Kendilerini evrensel barışın havarileri, insan haklarının koruyucuları olarak lanse eden şeytan medeniyeti, muhteşem çöküşünün miladına geldi dayandı.
Çok sıcak duracağız. Çok tedirgin bakacağız. Çünkü yeni bir tarih şafağına doğru akıyoruz. Bilgelik ve esenlik şafağına doğru. Bütün teorilerin, çözümlemelerin, istatistiklerin, bütün kurguların ve kurmacaların kaybolup gittiği bir ışığa doğru… Geri çekilmiş bir medeniyetin çocukları yeniden ve daha görkemli yürüyüşlerine hazırlanıyor. Bu sancı, dünyayı kasıp kavuruyor, kaos kendi yaratıcılarını yutarak tarihin çöplüğüne doğru yol alıyor. Çekildik, vuruşa vuruşa çekildik, ama gözlerimiz keskin, damarlarımızda kan devingen. Neden çekildiğimiz, nasıl geri döneceğimizi öğretti bize. Kafir kılıcı altında Endülüs'ü terk eden şairin çığlığı hayata çağırıyor bizi: "Ey kulları hakkın; kardeşsiniz, kardeş!" Ve biz de tüm küresel şarlatanlara inat cevap veriyoruz Cemil Meriç'in diliyle;
" Yobaz biziz En güzel tarafımızla biz.
Akıl devlerin değil, cücelerin silahı. İnanç asildir.
Medeniyetler inancın eseri. Akıl mühendisleri yaratır, inanç kahramanları…"
|
|