..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Egoistlerin en güzel yanı başkaları hakkında konuşmuyor olmaları. -Lucille S. Harper
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
İzEdebiyat - Yazar Portresi - Hulki Can Duru
Hulki Can Duru - Yaşam ve Kitaplar
Site İçi Arama:


Son Eklenenler
  05.07.2010 12:06:25 Muhtelif görüşler 

Atatürk'ün gerçek bir dahi olduğu nereden bellidir biliyor musunuz? Çünkü bütün ahmaklar, bütün beyinsizler, bütün budalalar, bütün kuş beyinliler, bütün gericiler, bütün takunyacılar ona karşı çıkmışlardır.


  04.07.2010 09:55:55 Muhtelif görüşler 

Yeni Dünya Düzeni, Küreselleşme, Globalleşme aslında emperyalist, gerici ve insanlık düşmanı bir yağma ve yıkım sürecinin sürdürülmesi ve paylaşılması içindir.

Dünya halkları buna tüm gücünüzle karşı durun ve birleşin !

  21.06.2010 12:00:09 Muhtelif görüşler 

TOPLUMSAL SAVAŞIMDA İLERİCİ GÜÇLER BAZAN YENİLGİYE UĞRAR.


BUNUN NEDENİ ONLARIN DÜŞÜNCELERİNİN VE GİTTİKLERİ YOLUN YANLIŞ OLMASI DEĞİL, GERİCİ GÜÇLERİN İLERİCİLERE NAZARAN O AN İÇİN DAHA AĞIR BASMASI VE HALKI DİN İLE KANDIRMALARIDIR.


GERİCİLER EKONOMİK GÜÇLERİNİ VE DIŞ DESTEKLERİNİ YİTİRDİKLERİ AN İPLERİ KESİLEN KUKLALAR GİBİ YERE YAPIŞACAKLARDIR.


ANCAK, DİNİ KULLANARAK SİYASET YAPMANIN YANLIŞ OLDUĞUNU HALK GÖRMELİ VE BUNU YAPANLARI CEZALANDIRMALIDIR.


SİYASETİ VE DİNİ KULLANARAK ZENGİN OLANLARDAN HALK HESAP SORMAKTA KARARLI OLMALIDIR.


İLERİCİ VE DEVRİMCİ GÜÇLER GEÇİCİ OLAN YENİLGİYE UĞRAYABİLİR, AMA SONUNDA MUTLAKA UTKUYA ULAŞIRLAR.


BU UTKU YENİ BİR SIÇRAMA YARATIR VE DEVRİM ÇİÇEKLERİ ÇOK DAHA ÇABUK BÜYÜR, HIZLA GELİŞİR.




  07.05.2010 15:06:23 Muhtelif görüşler 

Yeni Dünya Düzeni Çatırdıyor


Yunan halkı ABD'ye, IMF'ye ve Obama'nın küresel düzenine sonunda başkaldırdı. Yunan ayaklanmasını salt terörist grupların eylemlerine bağlamak kendimizi kandırmak olur. İşte gerçek sosyal patlama budur. Halk “devrim” diye haykırarak sokaklara dökülmüştür. Bu halk ayaklanmasıdır ! Çıkan gösterilerde bankalar, iş yerleri saldırıya uğradı, ölü sayısı 3. Daha kötü gelişmeler beklenebilir.


Sahte ekonomik verilerle hem halkını, hem de AB'yi kandırarak aşırı kredi kullanmakla suçlanan Yunan hükümeti şimdi 400 milyar ABD dolar borcunu faiziyle geri ödemek durumunda. Türkiye komşusunun bu acıklı ve “ahmakça” durumundan ders almalıdır. Krediyle günü kurtarma bir yere kadar gider. Sonra saadet zinciri kopar.


Yunan hükümeti Avrupa Birliğinin isteği doğrultusunda acı reçeteyi 6 Mayıs 2010da kuzu kuzu uygulamaya koydu. Fakat halk buna itiraz ediyor. Hükümet ile halkın istemleri birbirine taban tabana zıt. Hani demokrasi vardı? Ne oldu halkın iradesine? İşte bu liberal demokrasinin aslında bir aldatmaca olduğunun en büyük kanıtı.


Bu kriz diğer “zayıf” ülkelere de sıçrayabilir. Moody's göre sırada İspanya, Portekiz ve İrlanda var. Tabi komşuda pişen yakında bize de düşebilir. Avrupa ülkeleri kendi para birimlerine yönelirse büyük bir kaos doğabilir.

Batı Dünyası, özellikle 2003 Irak işgalinden sonra, artık “dünyanın lideri” olma niteliğini ve saygınlığını yitirmiştir. Amerika ve Avrupa Birliği' nin jeopolitik üstünlüğü çöküş sürecindedir. ABD ve Avrupa Birliği'nin geleceği karanlıktır. ABD'nin parçalanmasından söz ediliyor. Euro para biriminin sonu yakın görünüyor.

Dünya için en büyük tehdit G-7 ülkelerinden gelmektedir. Çünkü bu ülkeler çevre felaketlerine neden oldukları gibi, bunların her çeşit dinsel ve etnik teröre açıkça destek verdikleri, mazlum ülke halklarının uyanışını engellemek için o ülkelerdeki en gerici unsurlara arka çıktıkları artık bilinmektedir. Batı dünyası aklını yitirmiş ve paranın kölesi olmuştur. Bu durumdan ancak devrimle kurtulabilir.

Türkiye yakın bir gelecekte krize girmek istemiyorsa, aç kalmak istemiyorsa, Yunanistan'ın durumuna düşmek istemiyorsa, kendi yağıyla kavrulmayı ve Batı'ya hayır demeyi öğrenmek zorundadır.

Bu nedenle AB, IMF ve NATO ile olan ilişkileri dondurmak, bu ülkelere ait askeri ve finansal güç ulusal sınırların dışına çıkartmak, Amerikan ve Avrupa kökenli tüm yabancı kurum ve bankaları -Atatürk devrinde yapıldığı gibi- millileştirmek öncelikli projeler olmalıdır. Askeri bir terör gücüne dönüşen NATO tasfiye edilmelidir. Bunlar yapılmadan dünyada barış ve mutluluğun egemen olması mümkün değildir.

Kamu çalışanları ve işçilerin maaşlarından kesinti yaparak, vergileri yükselterek, emekli maaşlarını dondurarak, akaryakıt fiyatlarına zam yaparak , içki ve sigara fiyatlarına fahiş vergiler uygulayarak, yani faturayı emekçilere keserek kriz önlenemez. Bunun arkası kanlı bir ayaklanma ve faşizmdir.

Hiçbir ülke tüketerek büyüyemez. Tüketerek büyüyen ülkelerin ekonomileri kısa bir süre sonra çökmeye ve krize girmeye mahkumdur. Eğer ülkeler aç kalmak istemiyorlarsa sanayi, tarım, besicilik yatırımları ve ihracatı ön plana alacaklardır.

Ülkemiz Batı'nın taşeronu olamaz ve asla olmayacaktır. Türkiye Batı'nın uşağı ve taşeronu olmak istemiyorsa G-20 grubundan çıkacaktır.

Çünkü Batı'nın çıkarları hiçbir mazlum ülkenin ulusal çıkarlarından daha önemli olamaz. Mazlum ülkeler birleşerek küreselleşmeye ve teröre direneceklerdir.

Kapitalist liberal düzende birey devletin karşısında korumasız durumdadır. Devlet “koruyucu” değil “yok edici” konumdadır. Çünkü devlet egemen sınıfın elindedir. Halkların başkaldırısı ve isyanı bunadır. Oysa devlet “halkçı” bir yapıda olmalıdır.

Türkiye kendisine Batı tarafından biçilen deli gömleğini, hiçbir senaryoyu ve geleceği kabul edemez. Halkımızın devrimci ruhu, ulusal çıkarlarımızı ön planda tutan ve küresel güçlere boyun eğmeyen hükümetleri iktidara getirecek güçtedir. Ülkenin geleceğine emekçi halk karar verecektir.

     


  06.05.2010 15:15:30 Muhtelif görüşler 

Tagore'dan:


Ey yolculuğumun kadını, O sabah, sahilden ayrılan kayığın sesiyle uyandım.

Dalgaların işaretine yanıt vererek sordum:


Umudumuzun ekini, mavi ufuklardan daha uzak olan bir adada yetkinliğe erecek mi?...

     

Gülümsemendeki sessizlik, sorumun üzerine düştü

Güneşin sessizliğinin

Denizin üzerine düşmesi gibi


Günler sırayla fırtına ve sessizlik arasında geçti gitti...

Öfkeli rüzgarlar bir süre için duruldu, ve dalgalar dinleniyor... Sana sordum:


Uykunun kulesi, yanmış bir günün küllerinin gerisinde bir yerlerde midir?...


Yanıt vermedin, yalnız gözlerin günbatımının kızıl buğulu hareleri gibi parladı...


Bu akşam, görüntün karanlıklarda sisleniyor, rüzgarın hırpaladığı saçların yanaklarını okşuyor ve hüznümü kokularla sarmalıyor. Eteğinin kıvrımını tutmak istiyorum ve soruyorum:


Ey yolculuğumun kadını, sonsuzluğun ortasında, sessizliğin içinde, şarkılarımın açığa çıkacağı bir ölüler ülkesi var mıdır?...


Gülümsüyorsun, ve gülümsemen gece yarısı yıldızlarının taşıdığı altın hareler gibi parlıyor...


(Firari, Kül Üzerine Tüveyçler, Rabindranat Tagor)


  20.01.2010 15:08:14 Muhtelif görüşler 

Bir halk ve insanlık düşmanı katili kahraman haline getirenleri

Peşinden it sürüsü gibi gidenleri

Onu kabul eden beş yıldızlı otelleri

Marifetmiş gibi onu baş tacı eden gazetecileri, medya ve basını

Yüce Türk ulusu adına lanetliyoruz !


  11.11.2009 12:43:09 Muhtelif görüşler 

ELEŞTİRİ VE TEŞEKKÜR

 

Biz toplum olarak eleştiriden hoşlanmayız. Teşekkür etmesini de pek sevmeyiz. "Lütfen" sözcüğünü de pek kullanmayız. Nazik ve kibar insanlar olduğumuzu söylemek biraz zordur.

Şimdi ben kalkıp  her türlü görüşün tartışılabildiği böyle bir site için kurucu ve yöneticilerine teşekkür etsem, bunu yadırgayanlar olabilir. Hatta bunu yağcılık olarak yorumlayanlar da olabilir. Tamam kabul ediyorum ben yağcıyım.

İşte bu nedenle böyle bir ortamı sağlayan   -kim olduklarını bilmediğim-   site yöneticilerine teşekkür ediyorum.  Ülkemizin hergün adım adım karanlığa doğru sürüklendiği bir ortamda böyle sitelerin olması insana sevinç veriyor.

 

 

 


  19.09.2009 10:35:36 Muhtelif görüşler 

Kürdizm ve Devrim

 

SİYONİZMİN KÜRT VERSİYONU "KÜRDİZM"

Terör örgütünün siyasal uzantısı  olduğu artık iyice açığa çıkan etnik, ırkçı ve ayrılıkçı bir partinin önde gelenleri ve   terör örgütü  liderince  Ağustos 2009da yapılan  açıklamalar bölücülerin öngördükleri  hedefin  aşiretleri ayrı bir millet gibi  örgütleyerek kendi  ordularını,  güvenlik güçlerini, eğitim kurumlarını oluşturma ve Kuzey Irak'taki özerk bölge Kürdistan ile birleşerek ayrı bir devlet kurma sevdasında olduklarını bir kere daha göstermiştir. Bu nedenle "Güçlü ordu, güçlü Türkiye" gibi söylemlerden rahatsız olmaları çok doğaldır.  

 

Ağır vergiler ve hayat pahalılığıyla ezilen, geçim derdine düşmüş halkın bezginliğinden  cesaret alarak federasyon, özerklik, ayrı dil, ayrı bayrak  gibi istekleri dillerinden düşürmeyenler, kabile ve aşiret taşkınlıklarını, taş atan çocukları, çapulcu tepişmelerini güya bir halkın bağımsızlık savaşı olarak gören ve göstermekte ısrar edenler,  ve tüm bunları “Kürt sorunu” olarak kamuoyuna dayatanlar   terörün siyasal hedeflerini  haklı ve meşru göstermiş olurlar.

 

Oysa sorun "Kürt sorunu" değil, Siyonizm'in Kürt versiyonu  "Kürdizm" yani  "Kürtçülük"tür. Siyonizm Birleşmiş Milletler kararıyla "ırkçı" bir görüş olduğu için insanlık adına mahkum edilmiştir. Aynı uygulamanın  Kürtçülük için de yapılması gerekmektedir.

 

KÖYLÜ PROFESÖR OLABİLİR, AMA AĞA OLAMAZ

Bugün  Kürtler veya kendilerini Kürt olarak tanımlayanlar veya hangi etnik gruptan olursa olsun çeşitli  kökenlerden insanlar istedikleri her yerde ve Türk ulusunun bir parçası olarak özgürce yaşamakta ve gerekli çabayı gösterdikleri takdirde devlet yönetiminde en üst mevkilere kadar yükselebilmektedirler.    Oysa aşiret düzeni ve törelerin egemen olduğu yerlerde bu mümkün değildir. Bir köylü profesör olabilir, ama asla ağa olamaz değil mi?

 

Kurulacak özerk veya ayrı bir etnik devlet sadece aşiret düzenini siyasallaştıracak, ağalık düzeni ve feodal yapıyı pekiştirecektir. Neden? Çünkü, ağaların ve aşiret reislerinin özerk veya ayrı bir  yönetim kurmayı istemelerinin asıl nedeni yıllardır bir karabasan gibi peşlerini bırakmayan toprak reformu tehdididir.  Ayrı bir yönetim kurdukları takdirde  aşiret liderleri  yine yönetici konumlarını koruyacaklar ve dolayısıyla statüko aynen devam edecektir. O halde,  aşiret reisleri günün birinde ellerindeki  muazzam arazileri toprak reformuyla yitirmemek  için Kürtçülük ve terör yoluyla salt kendilerince  denetlenebilecek bir yönetim oluşturarak mülklerini güvence altına almayı, kendi özerk bölgelerinde kendi çıkarları doğrultusunda bir yönetim şekli tesis etmeyi uygun görmüşlerdir. Irak'ta yüksek mevkilere gelen aşiret reislerinden hiçbirinin kendi toprağını köylüye dağıtması diye bir şey söz konusu olmamıştır. Böyle bir şey zaten düşünülemez ve yerel törelere ve geleneklere aykırıdır.

 

Mayınlı arazilerin topraksız köylüye dağıtılması projesinin de aslında ağaların elindeki toprağı korumak için başvurulan  yöntemlerden biri olduğu bu şekilde açığa çıkmış olmaktadır. O halde, aslında ne Türkiye, ne de Kürdistan büyükbaşların umurunda değildir. Önemli olan kişisel çıkarlar ve kişisel özel mülkiyetin korunmasıdır.

 

 

 

İSTERİ VE DEVRİM

Hükümet çevrelerinin timsah gözyaşlarıyla sürdürdüğü  isterik  açılıp saçılmalarda Cumhuriyet yerine  Osmanlı özentisi  -güya tüm bölge halklarını kucaklayacak-  bir İslam federasyonu veya teokratik  bir "Ortadoğu Birleşik Devletleri" kurulmasının ön hazırlık çalışmaları yapılıyor   gibi gizlenemeyen bir coşku sezilmekte, ve her geçen gün bu aymaz coşkuyu güçlendiren açıklama ve uygulamalara bir yenisi eklenmektedir.

 

İmparatorluğu diriltme hayalinde olan bu çevreler Osmanlı Hanedanlığını  sona erdiren, Hilafeti kaldıran,  teokratik devlet düzeneğini laiklik ilkesi ile yıkan, kadınları özgür kılarak erkekle eşit  konuma taşıyan, Türk dilinden Arap harflerini kaldırıp atan, yeni bir alfabe oluşturan, şeriat, gericilik ve dinciliğe karşı en ölümcül darbeyi vuran ve dünyada benzersiz bir devrimi gerçekleştiren Türkiye Cumhuriyeti'ni, Türk ulusunu, Türk Devrimlerini  ılımlı İslam potasında eriterek   adım adım yok etmeyi  bir misyon ve vizyon olarak benimsemiş gözükmektedir.

 

Türkiye'nin bölgedeki varlığından ve diğer Türk  devletleri ile ilişkilerinin güçlenmesinden hiç bir zaman hoşnut olmamış ABD, AB ve İsrail'in de desteklediği bu misyon ve vizyon yurt dışında planlanan ve  hükümete dikte edilerek ortaya koyulan ve ancak halktan gizli olarak meclis kapalı oturumlarında görüşülebilecek  bir  "proje" olduğu kanısını uyandırmaktadır.

 

Kendi ülkesini yok etmeyi kafasına koymuş bir hükümet düşünebiliyor musunuz? İşte ülkenin içinde bulunduğu durum budur. Fransa, Rusya, Küba, Çin gibi ülkeler de halk devrimleri gerçekleştirmiş,  ama onların hiçbiri şeriat, irtica, hilafet kurumu gibi kemikleşmiş   yapılanmalara karşı mücadele etmemiş, ne alfabelerini, ne kadının konumunu, ne de kılık kıyafetlerini değiştirmişlerdir. İşte bu bakımdan Türk Devrimi dünyadaki en kökten, en zor ve en inanılmaz devrimdir. Çok zor koşullar altında doğmuş, iç ve dış düşmanlara karşı destansı bir savaşım verilmiştir.

 

Bu yapılırken kimsenin etnik kökenine bakılmamış, devrim bu topraklarda yaşayan ve  işgalcilere karşı  Kurtuluş Savaşı veren Anadolu halklarının oluşturduğu "ulus" tarafından gerçekleştirilmiştir. Ulus bilince sahip olamayan halklar devrim yapamazlar. Bağımsızlık savaşı veremezler. Her ayaklanma ve başkaldırı da "devrim" olarak tanımlanamaz.

 

Ülkemizi ve ulusumuzu oluşturan insanların çeşitli  etnik kökenlerden geliyor olması  çok doğaldır. Türkiye'nin özünü ve halkların çelikleşmiş birlikteliğini işte bu "Anadolu Birliği" veya "Anadolu Ruhu" oluşturur. Ancak, bu birliğin ve ruhun zayıflatılması, kirletilmesi, aşağılanması I. Dünya savaşından itibaren,  halkların birbirine düşman edilmesi projesiyle inceden inceye planlanan kışkırtma ve siyasal oyunlarla gündeme taşınmış, BOP ve eşbaşkanlık sistemiyle uygulamaya konmuştur. 

 

Bu ülkede hiç kimse etnik kökeni gerekçe gösterilerek   dışlanmamış, yurttaşlık haklarından,  anayasal haklardan mahrum bırakılmamıştır.  Rum, Ermeni, Yahudi ve Levantenlere çok özel ticari ayrıcalıklar bile tanınmıştır. Hatta, Prof. Yalçın Küçük'ün "Sabetayist Hegemonya" tezlerini  dikkate alırsak  bu ülkede tüm kurumlar, fırsatlar ve kapılar Türk kökenli olmayanlara daha fazla açık gibidir.  "Varlık Vergisi,  6-7 Eylül, Sivas Katliamı"  gibi  olaylar karşı devrimci unsurların faşist uygulama ve kışkırtmaları sonucunda meydana gelmiş olup bunları tüm ulusa mal etmek büyük haksızlık olur.

 

Bugünkü mevcut statüko ve koşullarda, şu an, eğer en çok Doğudaki insanımız  sıkıntı çekiyorsa bunun nedeni  bölge insanının  dışlanması veya etnik ayrımcılık değil, ancak, oradaki feodal yapı,  çağdışı töreler, aşiretler, tarikatlar,  ağalar, şeyhler, pirler, Kürtçülük ve terördür.

 

Ağaların halktan gasp etmiş oldukları tüm toprakları halka geri vermek yerine, sınır bölgelerindeki mayınlı arazileri temizleyerek  topraksız köylülere dağıtmak,   bölgenin demografik yapısını güneye doğru kaydırmaya ve   sınır çizgilerini değiştirmeye yönelik  uzun vadeli bir hedef saptırma ve kandırmacanın ön hazırlıklarıdır.  Bu yapıldığı takdirde Türkiye'nin  en hassas bölgeleri ve en uzun sınırı  güneydoğu sınırının güvenliği ve savunma düzeneği iyice zayıflayacak ve sonunda feda edilen Türkiye olacaktır.  

 

Oysa, yapılması gereken  güneydoğu sınırının daha çok tahkim edilerek sızmaların önüne geçilmesi;  ağalara ait köylerin, bucakların, arazilerin koşulsuz halka dağıtılması; ağalık  ve aşiret düzeninin tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Bu yapılınca aşiretler ve etnik diller de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İşte devrim budur.  Yakındır.

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                             

 

 

Anadil ve dil üzerine

ANADİL ve  ANADİLİ

Etnik grupların veya aşiretlerin konuştukları  yöreden yöreye değişen  dillere "anadil" demek dilbilim açısından doğru değildir.  Her şeyden önce  "anadil" ve "anadili" kavramlarını  karıştırmamak gerekir.

 

"Anadil" (langue matrice)  bir ülkede konuşulan genel, ortak ve temel ulusal dildir. Bu Türkiye'de Türkçe, ABD'de İngilizce, Fransa'da Fransızcadır. "Anadili" (langue maternelle) ise kişinin doğduğu çevre ve ortama göre konuştuğu "anne dili" veya ailesinden  doğrudan öğrendiği öznel dildir.

 

Örneğin, bugün Türkiye'de yaşayan Yahudi cemaati kendi aralarında "Ladino" denilen İspanyol-İbrani karışımı  bir "anadili" konuşur. Bu dilde Türklere  "verde", böreğe "börekitas" denir. Özel isimler ve soyisimler Ladino kökenli (Stella, Roza, Liza, Flora) olabilir. Ancak, hiçbir Musevi çocuklarına "Ladino" ile   eğitim ve öğretim verilmesini aklından bile geçirmez.. Bu dilde televizyon yayını yapılması  talep edilirse buna en başta Yahudi cemaati kahkahalarla gülecektir. Çünkü işlevini yitirmiş, bilim dışı kalmış, sözcük dağarcığı kıt bir dil ne işe yarar ki? O ancak folklorik bir nostalji olarak yaşlıları eğlendirebilir.   Aklı başında bir Musevi için  bir dünya dili olan İspanyolca, İbranice veya İngilizce öğrenmek daha mantıklı bir yol olacaktır.

 

O halde,  -işin aslını bilmeden- etnik dillere "anadil" denmesi, "herkesin kendi etnik dilini kullanması, bu dillerde radyo ve televizyon yayınları yapılması"  gibi isteklere yeşil ışık yakılması bu nedenle boş, anlamsız ve gereksizdir. Çünkü, örneğin Kürtçe konuşan veya konuştukları öne sürülen aşiretler veya gruplar bile kendi aralarında anlaşmakta zorlanırlar. Kürtçenin çok farklı ağızları vardır. Köyden köye bile değişkenlik gösterir. Hangi birine öncelik vereceksiniz?

 

Kürt olarak tanımlanan etnik gruplar (Kürtler, Zazalar vs) Farsça, Türkçe veya Arapça gibi dilleri konuşurlar. Ancak, dilleri dönmediğinden, konuştukları Türkçe nasıl şiveli veya kabaysa, konuştukları Farsça ve Arapça’da kabadır. Bu kaba Türkçeyi nasıl ki ayrı bir dil olarak tanımlamak mümkün değilse, aynı şekilde, konuştukları öbür iki dili de ayrı diller olarak tanımlayamayız. Değişik telaffuzların  nedenleri ise anatomik gırtlak yapısı, sentaks, fonolojik ve fonetik algılama yetersizliği ve dikkatsizliği olarak sıralanabilir.

 

Konuşulan bu bozuk Türkçe için bir alfabe uydurup bunu ayrı bir dil kategorisine sokabilir miyiz? Örneğin "Van'da kış mevsimi hakikaten çok soğuk olur" tümcesini yöresel ağızla söylendiği gibi "Vuan'da gış muevsımi hagkigaten cog sogik olir" veya buna fonetik bir alfabe uydurup "Wan'da kış mevsımi xaqiqaten çoq sogiq olir" diye yazabilir miyiz? İşte alın size ayrı dil, işte ayrı alfabe diyebilir miyiz? İşte bugün yapılmakta olan budur. Aşiretlerin konuştuğu bozuk Farsçaya bir alfabe uydurularak ayrı bir dilmiş gibi lanse edilmektedir.

           

Kürtçe batı Fars (İran) dilinin bir lehçesi,  daha doğrusu şivesidir. Batı İran dili ne demek ? Batı Farsça. Yani Kürtlerin konuştukları dil Farsça’nın batı şivesidir, yani Batı Farsça'dır.  Öyleyse, dilleri dönmediğinden, Farsça’yı doğru dürüst konuşamadıklarından bu dile Kürtçe denmesi mantıklı mıdır ?

 

Kürtçe, Zazaca, Sorani, Kurmanca, Zazaki vs gibi tanımlanan aşiret/kabile dilleri Afrika kabile dilleri gibi sözcük dağarcığı az, gelişmemiş dillerdir. Bilimsel, eğitsel ve düşünsel soyutlamaları gerektiği gibi ifade edemezler. Bu nedenle, bu  dillere alt diller veya ikincil diller demek daha doğru olacaktır.

 

 

 

BABİL KULESİ VE ŞİBBOLET

Farklı dillerin, hatta telaffuzun ne kadar yaşamsal bir sorun olduğuna dair  en eski  öykülere Tevrat'ta rastlıyoruz. İlk öykü şöyle: Eski İsrail'de Efraim ve Gilat kentleri arasında savaş başlayınca bir çok Efraimli bölgeden kaçmaya çalışır. Gilatlılar yakaladıkları kaçakların Efraimli olup olmadığını anlamak için onları bir dil sınavından geçirir, çünkü Efraimliler "ş" harfini telaffuz edemiyorlardı.   42.000 kişi bu gerekçeyle öldürülür:

 

"Şeria Irmağı'nın  geçitlerini tutan Gilatlılar, geçmek isteyen  kaçaklara, Efraimli misin? diye sorarlardı. Adam, hayır derse,  o zaman ona, şibbolet de bakalım, derlerdi. Adam sibbolet derdi. Çünkü şibbolet sözcüğünü doğru telaffuz edemezdi. . Bunun üzerine onu yakalayıp Şeria Irmağı'nın geçit veren yerlerinde öldürürlerdi. O gün Efraimli kırk iki bin kişi öldürüldü." (Holy Bible, New International Version,Zondervan Publishing House, 1986, Judges 12: 5-6; Kitabı Mukaddes, Tevrat, Hakimler, 12: 5-6, Türkçe Çev. H. Can) 

 

İkinci öykü ise ünlü Babil Kulesi hakkında olup "dili bir ve sözü bir"  ve "tek bir halk" olan insanların  bir kent ve bir kule inşa etmek üzere biraraya toplandıkları, ancak,   ilahi bir  "dilsel açılım" sonucunda  birbirleriyle anlaşamaz  hale gelip nasıl bölünüp dağıldıkları anlatılır:

 

 "Ve tüm dünyanın dili bir ve sözü birdi.  İnsanlar doğuya doğru göç ederken Şinar bölgesinde bir ova buldular ve orada oturdular.         Birbirlerine dediler, gelin tuğla yapıp iyice pişirelim. Taş yerine tuğla, harç olarak da zift kullandılar.   Ve dediler, tüm yeryüzüne dağılmayalım, gelin kendimize bir kent ve göklere erişecek bir kule bina edelim ve kendimize bir nam yapalım.  Fakat Rab insanların yapmakta olduğu kenti ve kuleyi görmek için aşağıya indi.  Ve  dedi: İşte tek halktırlar ve onların hepsinin  dili birdir.   Bunu yapmaya başladıklarına göre planladıklarını gerçekleştirmede hiçbir engel tanımayacaklar.  Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki birbirlerini anlamasınlar. Böylece Rab insanları yeryüzüne oradan dağıttı ve kenti inşa etmeyi bıraktılar." (Holy Bible, New International Version,Zondervan Publishing House, 1986,Genesis 11: 1-8; Kitabı Mukaddes, Tevrat, Doğuş 11: 1-8,  Türkçe Çev. H. Can)

 

 "Rab" denilen tanrının "kuleyi görmek" için apar topar "aşağı inerek" insanların dillerini neden karıştırdığı ve onları birbiriyle anlaşamayacak bir konuma neden getirdiği etik ve teolojik açıdan tartışmaya açıktır. Çünkü dillerin ayrıştırılması insanların da ayrışmasına ve bölünmesine yol açmıştır.  Yoksa Türkiye'nin de  aynı tevratik yöntem  ile bölünmeye, ayrıştırılmaya ve dağıtılmaya doğru sürüklenmesi mi planlanıyor?

 

Kuşkusuz, Türk üniversitelerinde etnik dillerin dilsel özellikleri, kökenleri  akademik olarak incelenebilir, dilbilimsel araştırmalar ve çalışmalar yapılabilir.  Ama, bu dillerde eğitim vermek, öğrenci yetiştirmek gibi bilim dışı sapkınlıklara zaten  Anayasanın 42. maddesi engeldir.

 

Zira etnik dilde eğitim ve öğretim teröre ve bölücülüğe en büyük desteği vermek anlamına gelecektir. Bunun özgürlük, demokrasi ve insan hakları ile hiç bir ilgisi yoktur. Türkiye Yugoslavya veya Irak gibi bölünürse irili ufaklı kukla devlet sayısı artacak ve batılı güçler bölgede çok daha rahat at koşturabilecektir.

 

 

Açılım ve Saçılım

Kürt ve Ermeni açılımı süreci başladığından beri    hükümetin yurt dışındaki patronlarından aldığı yönerge üzerine "inadım inat, adım kör Murat"   bir   tutumu naçar sürdürmeye kararlı olduğuna;   "şeriatla yönetilmediği için bu küfür ülkesi yıkılmalıdır ve yıkılması için her yol mübahtır" darül harp söylemiyle hiç çekinmeden yolsuzluk ve hırsızlıklara göz yummaya devam edeceğine; " bu açılımları hele bir başlatalım, arkası gelirse gelir, velev ki gelmezse bir adım geri  atar bekleriz, ortalık yatışınca iki adım daha yürürüz, sonra yine bekleriz..." taktikleriyle  Türkiye'ye karşı sanki açıkça ilan edilmemiş bir psikolojik savaşın öncülüğünü yaptığına dair  aydınlarda  ve muhalefette ciddi kuşkular vardır.

 

Öyle ki,  terör örgütünün   savunduğu görüşler  iktidar  tarafından    "Demokratik Açılım" veya "Milli Birlik Projesi" gibi sürekli değiştirilen tanımlarla  kamufle edilerek  kamuoyuna dayatılmakta,  "anaların gözyaşları dinsin" sömürüsüne sığınılarak timsah gözyaşları dökülmekte, sözde barış ve demokratikleşme  reçetesiyle topluma yılgınlık ve bezginlik zokası yutturulmakta,    ulusal kimliğimizi kırmaya  yönelik her tür söylem ve eylem  hükümetçe   silahsız olarak gerçekleştirilmektedir.    Açılımların TBMM'de gizli oturumda görüşülmesinin talep edilmesi de bunların  yurt dışından gelen direktifler olduğu yolundaki varsayımları güçlendirmektedir.

 

Bir çok deneyimli siyasetçi bugün Türkiye ile görülecek hesabı ve kuyruk acısı olanların mevcut  hükümetin "ne yaparsanız yapın ama yeter ki dinime dokunmayın"   sumen altı mesajını fırsat bilerek ulusumuza bedel ve diyet ödetmek için birbiri ardınca kuyruğa girdiklerine dikkat çekmektedir.

 

Bu süreçte, “Türk milleti” veya "Türk ulusu" kavramının "marjinal bir etnik kalıntı"  gibi tanımlanması, "36 etnik grup, zenci-beyaz çağrışımları, Türkiyelilik,   alt–üst kimlik" gibi hezeyanların da terörün  ülkemizde yıllardır yaptığı tahribattan daha fazla bir tahribata yol açtığı yine muhalefet liderlerince  dile getirilmiştir.

 

MGK BİLDİRİSİ

 2009Ağustos ayında yayınlanan son MGK bildirisi  "Kürt Açılımı"na destek verir  bir içeriği yansıttığından  iki muhalefet partisi  buna bir hayli sert tepki göstermiş, CHP ve MHP başkanları 24 Ağustos 2009  günü canlı yayınlarla ulusa, hükümete ve orduya seslenmişler,  önemli uyarılarda bulunmuşlardır.  Orduyu da hedef alan bu uyarı ve  eleştirilerden sonra Genelkurmay  25 Ağustos 2009da  yayınladığı "Zafer Haftası" mesajında   

 

"kültürel farklara saygılı olunduğu, ancak, kültürel farkların siyasallaştırılması,   siyasal temsil aracı olması,  siyasal kimlik  haline getirilmesinin anayasal çerçevede mümkün görülemeyeceğine";

 

"demokrasinin sunduğu fırsat alanlarını kullananlar"ın terör eylemlerini hoşgörmelerinin kabul edilemeyeceğine; 

 

"tartışma özgürlüğünün devletin varlığını riske sokacak, ülkeyi kutuplaşmaya, ayrışmaya, çatışma ortamına sürükleyecek konuları içermemesi" gerektiğine; 

 

Anayasa'nın değiştirilmesi teklif bile edilemez  "Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe'dir."  ilkesine göndermede bulunarak  "ulus-devlet ve üniter-devletin korunmasında taraf olduğunu ve taraf olmaya  devam edeceğine" vurgu yapmıştır.

 

Bu önemli bir vurgudur, çünkü eğer TSK burada "taraf"  ise, öyleyse  "karşı taraf" kimdir? Eğer askeri açıdan  bir karşı taraf varsa, o halde,  her iki taraf arasında bir çatışma olasılığını da öngörmek gerekebilir.  Bu belki de başlamış veya başlayacak bir savaş da olabilir. 

 

Mesajın son bölümünde yapılan "itidal" çağrısını da hem kitlelerin tepkisini hem de TSK'deki olası bir iç kaynamayı yatıştırmaya yönelik bir  tutum olarak  yorumlayabiliriz. Ordu içinde mevcut gidişattan ciddi endişe duyanların olduğu söylememek herhalde safdillik olur.

 

UYARILARI TAKAN YOK
Kimse kendi kendini  ve bu milleti kandırmasın. Yapılan tüm uyarı ve eleştirilere hükümet ve ayrılıkçı çevrelerin zerre kadar aldırdığı yoktur. Çünkü arkalarında ABD ve AB vardır. Türkiye'nin göz göre göre,  "cin şişeden çıktı",  "bu yoldan dönüş yok, bu devlet politikasıdır" gibi hezeyanlı söylemlerle gerçekten de çok tehlikeli ve dönüşü olmayan bir yola doğru  hızla sürüklendiğini izlemekteyiz. Bugün ülkenin geldiği nokta terörle mücadelede başarılı olunamadığının açık bir göstergesidir. Teröre karşı başarılı olmak, terörist yok etmek veya elebaşılarını yakalamak değildir. Çünkü elebaşı yakalandıktan sonra da terör artarak sürmüş ve işte geldiğimiz noktaya bakın.

 

 1915 Çanakkale zaferini kazanmış olan ülkemiz diğer tüm cephelerde yenildiği, daha doğrusu bir çok cephede ordularımız hiç savaşmadan teslim olduğu,  için I. Dünya savaşından yenik çıkmıştır:   Selanik'teki   ordu tek bir mermi atmadan  teslim olmuş (1911), Libya, Mısır ve Filistin'deki  ordular İtalyanlara ve İngilizlere karşı başarısız olmuş (1914-18), Musul ve Kerkük'ü savunan birlikler ise Mondros ateşkesi ilan edilmesine rağmen -pozisyonlarını koruyacak yerde- padişahın emri ve İngiliz ordusunun tehdidi üzerine  geri çekilmiştir (1918).

 

Ateşkesten hemen sonra Müttefik  askerleri Çanakkale Boğazını boylu boyunca ele geçirmiş  ve İngiliz, Fransız, İtalyan donanmaları Çanakkale'den güle oynaya geçerek başkent İstanbul'a gelmiştir. Bunu Çanakkale zaferini küçümsemek için söylemiyorum, gözlerimiz açılsın diye söylüyorum. Mustafa Kemal 1919da Samsuna doğru yola çıkarken müttefik donanması hala Boğazda idi ve İstanbul işgal altındaydı.

 

CHP ve MHP'nin günahları çok olmasına rağmen uyarıları genel hatlarıyla yerindedir. Fakat yeterli değildir. Ülke çapında ilerici kuruluşların  desteğiyle mitingler düzenlenerek bu gidişat, ekonomik durum ve işsizlik seçimlere kadar sürekli protesto edilmelidir. Ancak, burada şu soruyu da sormak durumundayız: CHP ve MHP eğer iktidar olsalardı acaba durum bundan farklı olabilir miydi? Yoksa onların da bu yurt dışından dayatılan çözülme sürecine, şimdi muhalefetteyken direndikleri gibi,  karşı koyamayacaklarını varsayabilir miyiz?

 

Kendi konumlarını korumak, kurtarmak, talan ve yağma düzeninin açığa çıkmasını engellemek  için  iktidar sahiplerinin gözlerini kırpmadan ve bir an için bile tereddüt etmeden   - çünkü onlar için feda edemeyecekleri tek şey haksızlıkla kazanmış oldukları muazzam servetleridir-  ülkeyi her türlü kaos ortamına,  iç savaşa, komşu ülkelerle sıcak çatışmaya sürükleyebilecekleri olasılığı asla akıldan çıkarılmamalıdır. Çünkü, açlık, işsizlik ve ekonomik krizleri önlemenin klasik üç yolu vardır: Şu an yapıldığı gibi gündemi "Ergenekon" veya "Açılım" gibi konularla meşgul etmek, ikincisi faşist darbe,  üçüncüsü savaştır.

 

Ortada hiçbir neden yok iken ABD'nin elindeki demode olmuş füze kalkan sistemlerini -demode olmasa bunları hiç ABD Türkiye'ye satar mı?- açlıktan nefesi kokan bu ülkenin satın almaya kalkışması kimlerin çıkarlarına hizmet ettiğimizin açık bir göstergesidir.  Eğer Türkiye'ye İran veya başka bir yerden bir bir tehdit varsa o zaman sınırlardaki mayınlar niye sökülüyor? Eğer tehdit yoksa bu füze kalkanı sistemi neden alınıyor?

 

 

 

 

 


  22.08.2009 10:38:12 Muhtelif görüşler 

TÜRKİYE KÜRT KAPANINDA

“Demokrasi, eşitlik, kardeşlik, özgürlük, sevgi” gibi sihirli kavramlar siyaset alanında iki ucu keskin bıçak gibidir. Fevkalade istismara açık kavramlardır.   Yerinde, zamanında ve ustaca kullanmasını bilmezseniz sizi yaralar, yok eder... Bunu en iyi kullanan ülkeler İngiltere, ABD, ve İsrail'dir.

 

KÜRT AÇILIMI YENİ BİR PROJE Mİ?

"Kürt açılımı"  yeni bir düşünce, süreç veya "proje"   değildir.   I. Dünya Savaşından yenik çıkmış Osmanlı Devleti'ne dayatılan şartlar arasında   "Kürt Açılımı" da vardı. Acz içindeki Osmanlı hanedanı ve hükümetinin 10 Ağustos 1920de kabul ettiği ve imzalamaktan gocunmadığı  317 maddeden oluşan Sèvres  Antlaşmasının 63 ve 64. maddelerinde Kürt aşiretlerinin millet yapılması ve bağımsız bir Kürt devletinin kurulması kabul ediliyordu.

 

Sèvres antlaşmanın hiçbir zaman yürürlüğe girmediği yolundaki resmi ve bilinen  iddialar doğru değildir. Antlaşma bal gibi yürürlüğe girmiş ve bir çok maddesi uygulamaya konmuştur.  Antlaşma hükümlerince    Ermenistan devleti kurulmuş (Madde 28), Suriye,  Filistin,  Musul, Kerkük elimizden çıkmış, Filistin'de  "milli bir Yahudi yurdu" kurulmuş (Madde 94-97), Hicaz denilen Suudi Arabistan  ayrı bir devlet olmuştur (Madde 98). Antlaşmanın 63 ve 64üncü maddelerine  göre:

 

"Türkiye Fırat nehrinin doğusunda, Ermenistan, Irak ve Suriye arasında kalan bölgede bir Kürt mahalli muhtariyet projesini kabul edecekti. Bu proje, İstanbul'daki İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir kurul tarafından hazırlanacaktı. Antlaşmanın imzalanmasından bir yıl sonra bölgenin Kürt ahalisi Milletler Cemiyetine başvurarak Kürtlerin büyük çoğunluğunun Türkiye'den bağımsız olmayı istediğini kanıtlar, ve Cemiyet bunu onaylarsa Türkiye bu bölgedeki tüm haklarından vazgeçecekti. Bu durumda Musul'daki Kürtlerin bu bağımsız Kürt devletine katılması da engellenmeyecekti."

 

Peki niye bu devlet  hemen kurulmadı da öncelikle Kürtlere "mahalli muhtariyet" yani "yerel özerklik" verilmesi gündeme geldi? Çünkü o yıllarda doğudaki aşiretlerde bir millet olma bilinci, niteliği ve bir devlet kurmak için gerekli eğitimli insan gücü, ekipman, kadro, araç, gereç yoktu da ondan. Onun için önce federatif özerklik verilecek, Türk üniversitelerinde öğrenim görecek geleceğin Kürtçü hukukçu ve siyasetçileri yavaş yavaş yetiştirilecekti.

 

Projenin eğitim ayağı uygulamaya kondu ancak, "Bölgesel Özerklik Projesi" (BÖP) uygulamaya konamadı. Neden? Çünkü o sıralarda  Kurtuluş Savaşı başlamış, Türkler ve Kürtler işgalcilere karşı birlikte çarpışıyordu.

 

Bunun üzerine "proje" ertelendi. Ama iptal edilmedi. Ertelenen "proje" elverişli ortamı bulunca uygulamaya konacaktı. Nitekim öyle oldu. Türkiye içi boşaltılan bir şirket, hortumlanan bir banka gibi haraç mezat küresel tekellere övünçle pazarlandı, satıldı, yağmalandı. "Büyük Ortadoğu Projesi" (BOP) adı altında kendine uyumlu bir eşbaşkan bulan ABD ve AB bu "eski proje"yi uygulamaya koydu. BÖP BOP oldu.

 

POLYANNA AYDINLAR
Osmanlı Aydınları Fransa, İngiltere ve Avrupa'daki demokrasiyi görmüşler, hayran kalmışlardı. Ama,  demokrasiyi kimin, nasıl kullandığına, nasıl yönlendirdiğine, nasıl denetlediğine bakmamışlardı. Demokrasiyi  denetleyenler ülkelerin asal ögeleri, yapıları ve egemen birimleriydi. Örneğin İngiltere'de,  imparatorluğun asal unsurlarını oluşturan İngilizlerdi.   Hindistan, Güney Afrika ve Mısır  imparatorluk sınırları içinde olduğu  halde İngiliz Parlamentosunda  tek bir Hintli, Afrikalı, Mısırlı milletvekili yoktu.

 

Oysa  17 Aralık 1908de açılan ilk Osmanlı Meclisinde  milletvekili dağılımı şu şekildeydi: 142 Türk, 60 Arap, 25 Arnavut, 23 Rum, 12 Ermeni, 5 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp, 1 Romen!
 275 kişilik bu ilk Mecliste Türk olmayan milletvekili sayısı 133, Türk olanlar 142 idi.  Kuşkusuz, Avrupa bu durumdan çok hoşnuttu, çünkü onlar için yarıya yakını Türk olmayan bir meclisi ikna etmek Abdülhamit'i ikna etmekten çok daha kolaydı. 

 

Siyaset bilimcileri, sosyologları olmayan, ekonomi politikadan bihaber,  dine dayalı bir devlet olan Osmanlı devletinin genç  subaylarının ve aydınlarının masonik derneklere üye olarak eşitlik, kardeşlik, özgürlük gibi göz kamaştırıcı kavramların peşinden ağzı açık ayran budalası gibi  sürüklenmeleri, bu kavramların gelişigüzel kullanımının devlet yapısını temelden sarsacağını fark edememeleri, ulus ve tarih bilincinin noksanlığından kaynaklanıyor olsa gerek.


Günümüzde de değişen bir şey yok! Bir din devletine dönüşme sürecindeki ülkemizde aynı mizansen tekrarlanıyor. "Polyanna aydınlar" yine bu kavramların emrinde Avrupa ve Batı’nın hizmetindeler.  “Daha fazla demokrasi”, "tarihi fırsat", "demokratik açılım" veya “Kürt açılımı” diye  tufaya gelenler medya desteğiyle alıştıra alıştıra oluşturulan bir "Kürt Kapanı" ile  ülkeyi parçalamanın düğmesine bastıklarının herhalde farkında değiller. Oysa bakın ABD ve İsrail demokrasiyi nasıl kullanıyor:

 

ABD'DE DEMOKRASİ

Yahudi-Hristiyan karışımı bir inanca sahip olan Mormonlar 1846 yılında Utah eyaletine yerleşmiş,    Salt Lake City’i kurmuşlardı. Ancak, bir süre sonra kendisini Halife (!) ilan eden Utah valisi Brigham Young,   Musa şeriatını uygulamaya koyup çok eşliliğin serbest bırakıldığını ilan etti (1852). Young bağımsız bir şeriat devleti kurma yolunda hazırlıklara  başlayınca ABD’de yer yerinden oynadı. Kimse Mormonların “dinsel özgürlük kısıtlanamaz, çok eşliliğe özgürlük, dinimizi özgürce yaşamak istiyoruz, yasaklar kalksın” ciyaklamalarına kanmadı. Çünkü Mormonlar çok eşliliğin Tevrat’ta yazdığını ve Allahın emri olduğunu iddia ediyorlardı.

 

1857de  ABD başkanı James Buchanan’ın emriyle Federal Ordu  harekete geçti. Mormon militanları ile ABD ordusu arasında  günlerce süren kanlı çatışmalar  yaşandı. 150  militan, asker, kadın, çocuk öldürüldü. Sonunda Amerikan Silahlı Kuvvetleri Utah eyaletinde denetimi sağladı. Amerikan Yüksek Mahkemesi çok eşliliğin ahlak dışı yüz kızartıcı bir suç olduğunu ilan etti. 200 Mormon hapse atıldı.  Çok kadınla evlenmek  Utah eyaletinde ancak 1890da yasaklanabildi.

 

ABD  hükümeti ulusal güvenliğin tehdit altında olduğu durumlarda kimsenin gözünün yaşına bakmaz,   düzene aykırı olduğu saptanan dinsel ve siyasal girişimlere en ufak bir hoşgörü gösterilmez.

 

Bunun en son örneği 28 Şubat 1993te Teksas eyaletinde yaşandı. 51 gün süren bir kuşatmadan sonra FBI  ajanları ve ABD ordusunun özel timleri  zırhlı araç, tank ve topçu desteğinde,  gaz bombaları atarak  Teksas Waco'da bulunan Davidyen (Davidian, Davutçular) Tarikatının merkezine karşı saldırıya geçti. Örgütün lideri David Koresh ile birlikte 21 çocuk, 2 hamile kadın olmak üzere toplam 76 kişi öldürüldü. Bu ABD tarihine “Waco Kuşatması” veya “Waco Katliamı” olarak geçti.  12 kişi kurtulabildi. Kurtulanlar hapse atıldı, mahkemeleri yıllarca sürdü.  Oysa biz ne kadar hoşgörülü ve demokratik bir toplumuz değil mi?

 

İSRAİL'DE DEMOKRASİ

İsrail sık sık seçim yapılan demokratik, çok partili ülkelerden biridir. Nüfusun %80i Yahudi,%20si Filistinli Araplardan oluşur. İsrail'de  İsrail vatandaşı olarak yerleşik 1.200.000 Filistinli Arap vardır. Bunların %83 Müslüman, % 8.5 Hristiyan, % 8.3ü Dürzü'dür.  Müslüman Araplar için İsrail ordusunda askerlik yapmak "zorunlu" değildir. Ama isteyen "gönüllü" olarak orduya katılabilir.

 

  Arapların seçimlere katılması, oy vermesi, parti kurması  tamamen serbesttir. Ancak, Arap partilerin seçimlere katılması ve meclise girmeleri çeşitli yaptırım ve gerekçelerle şu veya bu şekilde engellenir.  

 

 2009 seçimlerinde "İsrail Merkez Seçim Komitesi" üç Arap partisinden ikisinin seçime girmesini İsrail devletinin bölünmez bütünlüğüne aykırı söylemlerde bulundukları  gerekçesiyle yasaklamıştır. Seçimlerden sonra "İsrail Yüksek Mahkemesi" bu yasağı iptal etmiştir. Ancak, gelecek seçimlerde Arap partilerinin seçime  katılmaları yine çeşitli gerekçelerle engellenebilecek ve demokratik düzen sürdürülecektir.

 

120 milletvekilinden oluşan İsrail meclisinde  2009 itibarile Yahudi olmayan   12 milletvekili vardır. Bu sayının artmamasına özen gösterilir. Meclisin İbranice adı "tapınak" anlamına gelen "Knesset"dir. Yani Yahudiler Meclislerini kutsal bir tapınak gibi görüyorlar. Biz ise meclis tavanına çiğ köfte yapıştırıyoruz !

 

PEKİ NİYE ABD VE İSRAİL BÖYLE DAVRANIYOR?

 

Çünkü herkes ve özellikle İsrailli siyasetçiler çok iyi biliyor ki bir ulus için "demokrasi, özgürlük, eşitlik, kardeşlik" gibi kavramlardan çok daha değerli, yaşamsal kavramlar ve ilkeler vardır. Bunlar  ülke bütünlüğü, ulusun varolması, sınırların korunması, vatan, toprak gibi kavramlardır.  ABD dahil dünyanın her yerinde demokrasi bu şekilde "uygulanır". Hiç bir ülke kendi ulusal güvenliği için tehdit unsuru oluşturacak ögeleri, virüsleri desteklemez, beslemez, kendi içinde barındırmaz. Onları yok edemese bile "etkisiz" hale getirir.

 

İsrail "açılım" yapmasını bilmiyor mu? Niye İsrail "Arap Açılımı" yapmıyor? "Böyle demokrasi olur mu?" diyebilirsiniz. Ne derseniz deyin, bugün İsrail dünyanın en başarılı, en zengin, en etkin ülkelerinden biri ve mini bir süper güçtür.

 

JLTV İLE TV-6

"Hotbird" uydusundan 2009 yılında yayına başlayan JLTV (Jewish Life TV, Yahudi Yaşamı TV) isimli televizyon kanalı,  İsrail  kurulduğundan bu yana Arap devletleri ve İslami terör örgütlerine karşı yapılan  savaşlarda  gösterilen başarıları, kahramanlıkları, İsrailli yerleşimcilerin hükümete direnişlerini,  kadın ve erkek askerlerin anılarını, gazi ve sakat kalanların sivil yaşamdaki sıkıntıları dile getiren program ve yayınlar yapıyor. Askerlere, gazilere ve şehitlere büyük saygı ve sevgi gösteriliyor, gençler bu bilinçle eğitiliyor.

 

Bizde ise, şehitlerimizden "kelle", bölücülerden "sayın" diye söz ediliyor; gencecik askerlerimiz bol keseden şehit olurken kodamanların oğulları göstermelik askerlik yapıyor, düzmece raporlarla askerden muaf tutuluyor; ülkesi için kanını döken, teröre karşı savaşan kahraman  generallerimiz, subaylarımız aşağılanıyor, yargılanıyor, iftiralara uğruyor,  cezaevlerinde, hastane köşelerinde ölmelerine, intihar etmelerine neden olunuyor;  bölücülüğü daha da azdıracak etnik dilde yayın yapan TV istasyonları devlet tarafından iftiharla  devreye sokuluyor, üniversitelerde Kürt dili bölümleri açılıyor; yurtsever bilim adamları, hukukçular, akademisyenler ve aydınlar sindiriliyor; bu da yetmiyor  Türk siyasetçiler bölücülerin TV  kanallarında görüş beyan ediyor.

 

Ülke, Osmanlı Devleti'nin son günlerinden daha beter ve acınacak bir duruma düşmüş ve düşmeye devam etmektedir. Bu şekilde paldır küldür sözde "demokratik açılıma" gidişin sonu uçurum ve büyük bir felakettir. Ancak, Türkiye'nin başına bu etnik belayı saran çevreler şunu bilsin ki bu kapan er veya geç  sahiplerini de yiyecektir. 

 

İşgal ordularını İstanbul ve İzmir'de alkışlar ve bayraklarla karşılayanlar ekmeğini yedikleri bu ülkeye karşı ne kadar feci bir yanlışlık yaptıklarını nasıl ki çok sonra fark edip ama nasıl ki bunun bedelini çok ağır bir şekilde ödedilerse Türkiye için kurulan bu tuzak da küresel avcılara ve onların yardakçılarına ayak bağı olacaktır.  Kurt kapanı kurtlar için ise,  o halde, Türkiye'ye kurulmuş olan "Kürt kapanı" da en öncelikle  Kürtler için bir tuzak olacak, ava giderken avlanacaklardır.

 

Osmanlı Devleti'nin tepe yönetimi ve Osmanlı hanedanı   arkalarında mahvolmuş  bir ülke ve milleti kendi makus talihiyle baş başa bırakarak, kimileri Alman denizaltıları, kimileri de  İngiliz savaş gemileriyle  bu toprakları onursuzca terk ettiler, yabancı ülkelere sığındılar.   Osmanlı ile birlikte savaştan mağlup çıkan diğer ülkelerin devlet adamlarının hiçbiri ülkelerinden kaçmadı, kendi ülkelerinin yazgısını kendi halklarıyla hayatları pahasına bile olsa paylaştılar.   Ülkesinin baştan başa mahvolmasına yol açan ve ağır bir yenilgiye uğrayan Hitler bile  onlar gibi kaçıp yabancı bir ülkeye sığınmadı. 

 

Bakalım Türkiye Cumhuriyeti'ni bu hale düşürenleri  almaya hangi devletlerin filoları gelecek ? Tek bir gemiye sığamayacakları kesin !


  11.05.2009 15:14:56 Muhtelif görüşler 

1968LERDEN BİR ANI...


1968 Ağustos sonu liseden bir arkadaşla Fransa'dayız. Bir grup Çek öğrenci ile tanıştık.


O tarihlerde (20 Ağustos 1968) Çekoslovakya Rus, Doğu Alman, Macar ve Polonya ordusundan oluşan Varşova Paktı ülkelerince baştan başa işgal edilmiş. "Prag Baharı" tankların gölgesinde son bulmuş. İşgalin nedeni Çekoslovak başkan Dubcek'in Ecevit tarzı bir sosyal demokratlığa yeşil ışık yakması.


Arkadaşım koyu bir marksist-leninist olduğundan işgale destek veriyor. Ben karşı çıkıyorum.

Çekler, Türk olduğumuzu öğrenince Fransızlar veya İngilizler gibi şaşırmadılar ve hiç oralı olmadılar. Çek gençlerin benden öğrenmek istedikleri ilk şey benim sosyalist veya komünist olup olmadığımdı. Soru doğrudan soruldu: "Sen sosyalist misin?". Yanıtı doğrudan verdim: "Hayır ben felsefi anarşizmden yanayım". Anarşist (!) olmama sevindiler. En kötü insanlar onların gözünde sosyalistler idi... Arkadaşıma bozuldular önce. Fakat o da sonradan onlara hak verince aradaki buzlar eridi.


İki hafta onlarla beraber olduk. Aslında çok neşeli, güleryüzlü insanlardı. İçlerinden bazıları işgal altındaki ülkelerine dönmek istemiyordu. Ancak, geri dönmedikleri takdirde aileleri Sibirya'ya sürgüne gidecekti. Bu şaka değildi ve kendilerine tebliğ edilmişti. Sosyalizm ve komünizmden nefret ediyorlardı. Bu kelimeler geçtiği vakit "hovno" ve "biejdo prdelli" diyorlardı. Bunlar Slavca en ağır küfürler.


Vatan sevgisinin, yurt sevgisinin, işgal altındaki bir ülkenin ezik insanları olmanın ne demek olduğunu ben o Çekoslovak gençlerin yüzlerinde gördüm, onlardan öğrendim. Hepsi de çok öfkeli ve utanç içindeydi. Ülkelerini seviyorlardı. Neyi, nasıl, neden kaybettiklerinin farkındaydılar. Bir araya geldiklerinde coşku içinde gitar eşliğinde ulusal ve halk şarkıları söylüyorlardı. Şarkılardan biri bizim çocuk şarkılarımızdan "Nar gibi domatesle beyaz peynir" ile aynı ezgideydi. Aynı şarkının Türkçesini söyleyince afalladılar.


Diana isimli bir kızla arkadaş olduk. "Vatan, ulus, bayrak, ulusçuluk, yurtseverlik, vatanseverlik, ulusal onur" gibi kavramların kapitalist-burjuva toplumlarına özgü içi boş kavramlar olmadığını ve bunları gerçekte ne demek olduğunu ve ne anlama geldiğini Diana'nın gri-mavi gözlerinden süzülen yaşlardan öğrendim. Bunların bize kendi ülkemizde "öğretilmemiş" olduğunu, veya bunları "öğrenememiş" olduğumuzu o zaman hayretle fark ettim. O kavramlar en azından o gözyaşları kadar değerli ve kutsaldı.




 

 



Etnik şovenizm ve dinsel gericiliğin güçlendirilmesi için tüm kapılar ardına kadar açılırken ulusal kimliğimizin, bilincimizin, istencimizin ve cumhuriyet devrimleriyle büyük zorluklarla elde etmiş olduğumuz kazanım ve özgürlüklerin ayaklar altına alınması, Türk entelijansiyasını sindirmeye yönelik bilim adamları, aydınlar, hukuk, yargı ve medya üzerindeki yıldırma politikaları, Atatürk ve ordunun yıpratılmaya çalışılması kabul edilemez.

Buna izin verenler, bunu hoşgörenler, ülkenin bölünmesini kolaylaştırmak için bilerek dolaylı ve dolaysız yönlendirmeler planlayanlar, yeşil ışık yakanlar, arka çıkanlar, bir gün tüm bunların hesabını vermek zorunda kalacaklarını ve tarihte hangi sıfatlarla hatırlanacaklarını akıllarından çıkarmasınlar.

 


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Hulki Can Duru, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.

 

Bu dosyanın son güncelleme tarihi: 03.12.2024 19:55:21