İçine koyabileceğin bir karanlığın olmadan, bir ışığın olamaz. -Arlo Guthrie |
|
||||||||||
|
2016’de hepimiz öleceğiz ama bunu kimseye söyleyemiyorum. 3 Ekim 2002 Doğru dürüst ne bir işim var, ne de kenarda param. 24 Ekim’de karım beni boşuyor, artık evim de yok sayılır. Bu kadar bilgiyi boşuna taşımışım sırtımda. 4 Ekim 2002 Eşim özgürlüğü seçti. Yıllarca en önemli şeyin özgürlük olduğunu savundum durdum. Eşim iyi bir öğrenci çıktı. Şimdi ayrılma vakti. 5 Ekim 2002 Yarım kilo kestane alıp anneme gitmek istiyorum. Ama... O kadar parayı kestaneye vermem. Üstelik annem de uzakta. 6 Ekim 2002 Gazeteye ilan verdim: “Görme özürlü, yaşlı yakınlarınızla sohbet ediyor ve onlara roman okuyorum.” Üç kuruş için beş kuruş ödeme yaptım. Üstelik arayanlara açmıyorum telefonu. Ben hem salak hem aptalım. 9 Ekim 2002 Otobüste, yanımda oturan içine kapanık adam doktordan geldiğini, şeker hastası olduğunu söyledi. Bunun modern zamanlar hastalığı olduğunu, sanayi devrimi öncesi böyle bir hastalığa rastlanılmadığını, tedavinin ise doğal (katkı maddesi olmayan) beslenmeyle mümkün olabileceğini mırıldandım. Aklına yattı. Seneyi köyde geçirmeye karar verdi. Ben de geleyim demek istedim, diyemedim. 10 Ekim 2002 Gündüz bir meslektaşımın işten çıkartıldığını öğrendim, gece de bir arkadaşımın, para gönderemediği için kardeşini okuldan almak zorunda kaldığını. Telefonda kahkahalardan kırıldık. Ey hayat! Bu kadar da üstümüze gelinmez ki. 13 Ekim 2002 Gençti ama hastaydı. Gazete almaya giderken apartman komşumuz, kapıcı İlyas Beyin karısının öldüğünü söyledi. Öleceğini biliyorduk. O zamanlar derinden duymuştum üzüntüsünü. Şimdi, öyle kaldım. Ölmüştü. Bitmişti virgül. Noktayı koymuştu... 1995’in soğuk aylarından biri. Yatıyorum. Eşim öğle paydosunu fırsat bulmuş eve gelmiş. Nasıl ağlıyor, ne kadar içten ağlıyor, nasıl güzel ağlıyor. Yatağa yanıbaşıma oturdu. Söyleyemiyor. Öylesine doğal ki. Bekliyorum. “Ablan aradı, baban ölmüş, çok üzgünüm...” Eşimi o haliyle unutamıyor olmam ne tuhaf. Yağmur yağdığı zaman evin odalarına akan, duvarların nemden kabardığı, uyandığımızda yorganı sabahları ıslak bulduğumuz zor günlerdi. Gözlerini sildim. Biraz sonra gitti. Yeniden yorganın altına girdim. “Babam ölmüş...” 19 Ekim 2002 Bugün eşimle son yemeğimizi yedik. Bol sulu patatesli barbunya. Domates salatası. Taze beyaz ekmek. Hz İsa ve 12 havarisinin “Son Yemek”inden farklı kuşkusuz. Fark ise biz iki kişiydik ve hiç konuşmadık. 20 Ekim 2002 11 yaşlarında falanım. Gemlik’te ablamla beraber yaşıyoruz. Ben okul sonrası ortalıktan kayboluyor, iskelede ya da kayalıklarda balık avlıyorum. Becerebildiğim söylenemez. Saatlerce orada dikilip bir veya iki tane tutabiliyorum, o da sümüklü ya da kaya balığı. Ablam da eve döndüğümde basıyor fırçayı. Bir seferinde eve yarım torba balık getirdim. Onları bir güzel tepsiye dizdim üzerlerine de isimlerini yazdım. Hayret ablam kızacağına aferin demişti bana. İnanamamıştım bu değişikliğe ondaki. Bu bir kez olabildi ancak. Sonra yine sümüklü balık veya kaya balığı. Hem zaten yarım torba balığı da ben tutmamıştım. Yanıma gelen bir abi yakalamıştı. Eşimden ayrılacağım şu günlerde hatırladığım şeye bak. Neydi o günü unutulmaz kılan. Sevgi ve ilgi görmüştüm ablamdan. Sevgi ve ilgi. Ne kadar az. 21 Ekim 2002 Yarın evden ayrılıyorum. Döner miyim? Giysilerim ve kitaplarım var. Ara ara almaya gelirim. İyi de nereye taşıyacağım. Ev yok. Hiç böyle çaresiz kalmamıştım. Nere gideyim. Kimin yanına. Yok kimse. Belki bu son yazım olur. Yunus Emre gibi yollara mı dökülsem. Üzülüyor insan. 22 Ekim 2002 Misafirim olan arkadaşım odaları gezerken banyodaki küveti görünce bir itirafta bulunmuştu: “İnanır mısın ben hiç küvette banyo yapmadım. Yapabilir miyim?” Yanıtım “elbette” olsun isterdim ama şofben bozuktu. Yapamadı. Şimdi neredeyse saatlerdir duşun altındayım, takıldım bizim arkadaşa. İlk karşılaşmamda küvette yıkanmanın zorluklarından bahsetsem. Etkilenmez. İlla yaşayacak, öyledir. Ona küvet mi hediye etsem. Paket yapması zor olacak. 23 Ekim 2002 Yaşamımın tuhaf olaylarından biridir: Çaresizliğimin son günü bir ışık yanar: Bavulumu topluyor, eksikliklerimi tamamlıyorum. Bir telefon, kolejin biri beni çağırıyor. Evde son günüm, gitmeye hazırlanıyorum, moral olağanüstü bozuk, böyle bir haber. Hoş tabi, enerji verici. 24 Ekim 2002 Pis bir otel odası. Havasız. Pencere açmak akla gelmiyor gibi. Sıvalar kabarmış. Bakmadım ama voltu 40 falan bir ışık tepede. Yusuf Atılgan ‘nın Zebercet’i gibiyim içeride. Daha önce de kalmıştım burada. Çıkarken otelin kapısından etrafıma bakmadan hızla uzaklaşmıştım, birileri görmesin diye. Şimdi rutubetli yatakta uzanmışım. Çamlıbel’in Han Duvarları’nda dolaşıyorum. Gözlerim nemli. Olsun silerim geçer. 25 Ekim 2002 Bavulu bırakacak yer bulamadım. O da geldi iş görüşmesine. Şeytan tüyü mü var nedir, iş görüşmelerinde her zaman etkilemişimdir karşı tarafı. Hep golü ben atmışımdır, onlar da beni işten. Sorun, dürüst olmamaları. Bir sözüm vardır: Beni almak kolaydır, tutmak zordur diye. Sözlerini yerine getirmezler. Ben de sorun çıkartırım. Neyse, görüşme oldukça olumlu. Yanıt haftaya. 26 Ekim 2002 Aklıma takıldı: Dünkü görüşmede, “Evli misiniz” denildi, “evliyim” dedim. Alışkanlık mı, uygunsuz bulunma endişesi mi, tuhaf. 27 Ekim 2002 Şimdi yirmili yaşlara gelmiş yeğenlerimle hiç ilgilenemedim. Geçenlerde aradım, bozuktu bana. Nasıl anlatmalı ki. Annesi beni sevmezdi, eve almadı. Doğru dürüst cebimde para olmadı ne arayabildim ne bir yerlerde oturup yemek yiyebildik. Büyüyünce anlarlar belki deyip bekledim. Hataymış. Şimdi küçük yeğenimi aksatmamaya çalışıyorum; ona kitaplar alıp yolluyorum. Sayfa aralarına da harçlıklar bırakıyorum. Ancak buraya kadar. Yeniden başa döndüm. Para suyunu çekti ve iş yok. O da küsecek şimdi. 28 Ekim 2002 Eminim: Çıktığım bütün kızların ilk ve son günlerinde yağmur yağıyordu. Başlaması da bitmesi de hayırlı olmuş. Kimin için? Bilemiyorum. 29 Ekim 2002 Rüyada uçmayı garip biçimde çok önemsiyorum. Uçabilmek, özündeki saflığı, temizliği gösterir bana göre. Gördüğüm rüya: Çocukluğumun geçtiği bir yamaç. Aşağıya patika yoldan iniliyor. Üç kişiyiz. Ben, eski eşim ve onun kardeşi. Eski eşim bir şey istiyor benden ve bunun için aşağıya inmem gerekiyor. O endişeli, kardeşi konuşmuyor, ben neşeliyim. Elimde siyah şemsiye. Bırakıyorum kendimi boşluğa. Havadayım, uçuyorum. Şemsiye ters dönüyor, hala havadayım, düşmüyorum. Şakalar yapıyorum, etrafım yemyeşil. Uçabiliyorum, eskiden olduğu gibi. 30 Ekim 2002 İki öğrencim ziyarete geldi. 01’e kadar sohbet ettik. İçtikçe dilleri çözüldü. Hayret, serseri görünüşlü etiketleri vardı ama “Bu dünyaya neden geldiklerini” kafalarına takmışlardı. 31 Ekim 2002 Aykut’a olanları anlattım telefonda. “Gel buraya, ben sana bakarım” dedi. Eskiler doğru söylemiş: Az olsun öz olsun.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © irfan yıldız, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |