..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
"Denemeler"de gördüðüm þeyi Montaigne'de deðil, kendimde buluyorum. -Pascal
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Varoluþçuluk > Murat YOLYAPAN




19 Aralýk 2002
Deðersiz Ýnciler  
Murat YOLYAPAN
Kabuðu açýlmýþ istiridyelerin incisi artýk büyümez!


:BBJC:

   Bir zamanlar, dalgalarýn sonsuza kadar sakinliðe mahkum olduðu bir koyda, geçimini denizin incilerinden saðlayan bir köy vardý. Köy, doðanýn yer göstermesiyle masmavi okyanus ve yemyeþil orman arasýnda kalan, altýn sarýsý bir kumsalda kuruluydu. Evlerse, bu muhteþem güzelliði bozma endiþesiyle kumsala inci bir kolye gibi düzgün sýralanmýþtý.
   Bu köydeki bütün evler ve kayýklar birbirinin aynýydý. Ýnsanlarda öyle… Yüzyýllardýr denizden esen rüzgar, insanlarý hep bir örnek yontmuþ ve güneþ, tenlerini hep ayný renge boyamýþtý. Bu yüzden, köye gelen yabancýlarýn köyü büyük bir aile sanmalarýna þaþmamak gerekir. Tüccarlar, çoðu zaman, karýþtýrýp yanlýþ kapýyý çalarlar hatta yanlýþ kiþilerle pazarlýða bile tutuþurlardý. Gelin görün ki hiç kimse onlara benzerliklerini kabul ettiremezdi. Hatta þaþýrýp da birine baþka bir isimle hitap etseniz, ona hakaret etmiþ gibi azarlanmaktan kurtulamazdýnýz. Durumu düzeltmek için tek yapmanýz gereken þey; aslýnda kendisinin ne kadar da farklý olduðunu söylemenizdir. Bu kez de, saatlerce, bu farklý yaratmak için ne kadar çok uðraþtýklarýný dinlemek zorunda kalýrdýnýz. Sözün kýsasý, köydeki herkes herkesten nefret ederdi. Ama ne gariptir ki, bir örnek olan nefretleri bile benzerliklerini güçlendirmeye yarardý.
   Ýnsanlarý bir arada gülüþürken görmek imkansýzdý. Zaten beceremezdi de… Yüzlerinin küçümsemeye hazýr çizgileri, gülmeye çalýþtýklarýnda ancak hasetçi bir ifadeyle kasýlýp kalýrdý. Sözlüklerinde ki ‘yücelmek’ kelimesinin karþýlýðý çoktan ‘diðerlerini alçaltmak’ olarak deðiþmiþti. Týpký, bir zamanlar Bilge Dedenin anlattýðý ‘On Dað’ hikayesinde olduðu gibi:
   Hikayeye göre birbirinin eþi olan on dað varmýþ. Bu daðlar dünyanýn en yüksek daðlarýymýþ. Boylarý aynýymýþ ama hiç birinde ‘en büyük’ olma sevdasý yokmuþ. Zaten dað olmanýn sýrrý mütevazý ve ketum olmakmýþ. Çünkü tabiat, sýrlarýný ancak güvendiði daðlarýn içinde saklarmýþ.
   Günlerden bir gün tepelerinde Zümrüdüanka kuþu görünmüþ. Dev kanatlarýyla üstlerinde süzülüp duruyormuþ. Maksadý dünyanýn en yüksek daðýný bulmakmýþ. Yuvasýný ancak dünyanýn en yükseðine kurabilirmiþ. On daðý görünce aradýðýný bulduðunu anlamýþ, anlamýþ ama hangisinin en yüksek olduðuna bir türlü karar verememiþ. Bir saðlarýndan bakmýþ, bir sollarýndan… Bir milim fark bile görememiþ. Bir de daðlarýn kendisine sorayým demiþ:
   “Ey yüce daðlar! diye seslenmiþ. Söyleyin bana hanginiz daha yüksek?”
   Daðlar önce þaþýrmýþlar kendilerine seslenen sese; çünkü Davut Peygamberden beri hiç kimseyle konuþmamýþlar. Ama bakmýþlar ki bu Zümrüdüanka Kuþu, “ne sorarsýn” diye karþýlýk vermiþler, tok sesleriyle.
   “En yüksek daðý ararým,” demiþ Zümrüdüanka. “Kimse o dað söylesin bana. Yuvamý onun üzerinde kuracaðým…”
   Ve devam etmiþ:
   “Ne mutlu ona ki benim yavrularýmý üstünde barýndýracak; ismi masallarla, efsanelerle anýlacak; yiðitlerin rüyasý, aþýklarýn sevdasý olacak ve hiçbir dað ondan daha yüce ve daha þanlý olmayacak…”
   Bu sözler daðlarýn içine zehrini akýtmýþ. Hepsi o dað ben olsam diye iç geçirmiþ. Açýp gözlerini bakmýþlar, kim ki o dað diye. Ama kendileri de bir fark görememiþler. Sonra tüm güçleriyle gerinmiþler, belki biraz uzayabilir miyim diye… ne yazýk ki çabalarý boþunaymýþ; bir milim bile yükselmek, binlerce yýl demekmiþ.
   Bakmýþlar ki görünüþte bir fark yok, farký içlerin de aramýþlar. Sahip olduklarý sýrlarý hatýrlamýþlar birer birer. Hepsi de tabiatýn en nadide sýrlarýymýþ. Zihinlerinde evirip çevirdikçe iyice kanaat getirmiþler ki o dað olsa olsa ben olurum! Bir daha batkýlarýnda, artýk diðerleri küçük görünmüþ gözlerine. Zaten kibrin merceðinde her þey küçük görünürmüþ. Baðýrmýþlar hep bir aðýzdan: “Vallahi benim o en büyük!” diye.
   Sonra baþlamýþ aralarýnda bir büyüklük kavgasý. Daha önce kim görmüþ koca daðlarýn mahalle kavgasý ettiklerini! Ama hýrslarýndan açmýþlar aðýzlarýný yummuþlar gözlerini. Sýrlarýný baðýra çaðýra açýk etmiþler evrene. Ýþte o an topraklarý gevþeyivermiþ. Kayalarý çakýl taþý gibi sapýr sapýr dökülüyormuþ! Meðer topraklarýný bir arada tutan þey ketumluklarýymýþ.
   Savrulup gitmiþler rüzgarla. Artýk hiç biri dünyanýn en yüksek daðý deðilmiþ, ama oralar dünyanýn en büyük çölü olmuþ. Zümrüdüanka kuþu da çekmiþ gitmiþ, yuvasýný Kaf Daðýna kurmuþ.
   Bu hikaye anlatýlmayalý uzun yýllar olmuþtu köyde; çünkü köyün Bilge Dedesi yýllar önce çekip gitmiþti buralardan. Dayanamamýþtý insanlarýnýn bu kadar çirkinleþmelerine.
   Ýyi baþlayýp kötü biten masallar gibi, en baþtan beri her þey böyle kötü deðildi tabi ki…
   Önceleri, bir evde bir çocuk aðlasa bütün anneler koþar, biri diðerinin hakkýnda kötü düþünse gidip özür dilerdi. Gözlerinde güneþ parçacýklarýný, yüzlerinde ormanýn huzurunu görürdünüz. Ýnsanlar, ayný kayaya tutunmuþ bir avuç midye gibi yaþar, ayný denizden bulduklarýný ayný sofrada yerlerdi. Doðanýn verdiði her þey herkesindi. Neleri varsa paylaþýrlardý. En çok da sevgilerini…
   Her gece, kumsalda yakýlan ateþin etrafýnda daire olurlar, ýþýðý aralarýnda tutup karanlýðý arkalarýna atarlardý. O gün topladýklarý istiridyelerden inci ararken saatler sessizlik içinde geçer, gündüzden topladýklarý baharatlý duygularý yüreklerinde demlenmeye býrakýrlardý. Çükü her þey gece olunca demlenmeye baþlardý; orman, deniz ve toprak buram buram kokardý. Huzur yüzeyden derinlere çöker, orada tortulaþýr. Böylece, yaþamýn incisi büyürdü aðýr aðýr.
   Keþke her þey böyle aðýr aðýr devam etseydi!

   Bir gece içlerinden biri “Neden büyük bir þenlik düzenlemiyoruz! dedi.
   “Ne iyi olur! Dedi baþka biri. Dostluðumuzun ateþini harlatýrýz!”
   Herkes bir þeyler söylüyordu:
   “Ta okyanusun karþýsýndan bile görünür!”
   “Kocaman bir masa kurarýz, sonra onu ne güzel süsleriz!”
   “Danslar ederiz!..”
   “Þarkýlar söyleriz!..”
   “Oyunlar oynarýz!..”
   “Yarýþmalar yaparýz!..”
   “Her sene ayný günde tekrarlarýz…”
   Birden herkes susup Bilge Dedeye baktý; onaylanmayý bekliyorlardý. Fakat o kaygýlýydý. Neden sonra konuþtu:
   “Yapmayýn,dedi. Henüz cýlýz olan ateþinizle en deðerli cevherinizi iþlemeye mi kalkýyorsunuz? Ya henüz mücevher olmadan ateþiniz sönerde, cevheriniz simsiyah kalýverirse?”
   Herkes Bilge Dedenin söylediklerini dikkatlice dinlerdi. Çünkü o konuþtu mu kimsenin göremediði uzaklardan konuþurdu. Hatta bir zaman onu gelecekten haber veren sandýlar da evinin önünde biriktiler; ben ne zaman evleneceðim, bizim çocuðumuz ne zaman olacak, daha ne kadar yaþayacaðým? diye. O ise buna çok sert çýkmýþ, “gelecekten ancak bilgisiz þarlatanlar haber verebilir. Ben sadece iþin sonunu söylüyorum. Bunda sihir yok, þaþýlacak bir þey de yok. Tanrý geleceði söylememiþse de, geleceðinizi yapacak kurallarý söylemiþ. Her þey bu kurallara göre deðiþir. Siz, denize attýðýnýz taþýn dibe çökeceðini biliyorsunuz, ben biraz daha fazlasýný...”demiþti
   Bilge Dede dünyadaki bütün hikayeleri bilirdi. O gecede bir hikaye anlattý:
   “Adamýn biri ölüm yataðýndayken, yanýna biricik oðlunu çaðýrmýþ:
   “Oðlum, demiþ. Sana çok deðerli bir miras býrakacaðým. Can kulaðýyla dinle. Bahçedeki kuyunun dibinde bir yaratýk yaþar. O yaratýk senin ikbalindir. Baþýna sonsuz mutluluðun tacýný takar. Yeter ki sen onu her gün besle. Sen onu besledikçe o büyür ve zamaný gelince kuyudan kendi kanatlarýyla çýkýverir. Sakýn acele etme. Günde bir kazdan fazla verme. Yoksa… diyip, daha cümlesini tamamlayamadan son nefesini vermiþ.
   Oðul, babasýnýn acýsý geçtikten sonra vasiyetini hatýrlamýþ. Kuyunun baþýna gitmiþ, içine bakmýþ. Kuyu en karanlýk geceden bile daha karanlýkmýþ. Sanki dünyadaki tüm karanlýklarýn güneþi o kuyuymuþ. Ýçeri doðru seslenmiþ, ama kuyu sesini yutuvermiþ. Bir taþ atmýþ. Kuyu öyle derinmiþ ki saatler sonra ancak bir ses iþitebilmiþ. Gelen ses ne sesinin yankýsýna benziyormuþ, ne çýðlýða, ne de iniltiye… Ne bir maymununki kadar inceymiþ, ne de bir aslanýn ki kadar dolgun… Adam, bu acayip ses olsa olsa kuyudaki yaratýðýn sesidir, diye düþünmüþ. Babasýnýn vasiyetine uymuþ, yaratýðý beslemeye baþlamýþ. Her gün bir kaz atýyormuþ, sonra da kuyudan gelen sesi dinliyormuþ. Günlerle birlikte ses de güçlenmiþ, biçimlenmiþ. Dinlediði sesten yaratýðýn her gün daha büyüdüðü anlýyormuþ. Ama yýllar geçmiþ, hala kuyudan çýktýðý yokmuþ. Bu arada geleceðin hayali her akþam adamý zaptediyormuþ. Hayalleri sabrýný süpürüyor, tüm dünyanýn kendi adýný öðreneceði günü fýsýldýyormuþ. En sonun da dayanamamýþ, bir gün kuyuya iki tane kaz atmýþ. O gün yaratýk daha fazla büyümüþ. Ýki kaz… Üç kaz… Derken develer, inekler atýlmýþ. Ve bir gün yaratýk kendi kanatlarýyla dýþarý çýkmýþ. Adam tam ona emredecekken, yaratýða yem oluvermiþ!”
   Bilge Dede, hikayeyi bitirdikten sonra þöyle devam etti: “Ýste dostlarým, o kiþi acele etmiþ; çünkü karanlýk kuyuda geçmesi gereken süre, yaratýðýn faydalý olmayý öðrenmesi için gerekli olan süreymiþ. Sizde içinizdeki inciyi sabýrla beslemeye devam edin. Kabuðu açýlan istiridyenin incisi artýk büyümez. Bekleyin civciv yumurtayý içerden kendisi kýrsýn.”
   Fakat bu kez insanlar Bilge Dedenin endiþelerini yersiz buldular; ‘Kendi aralarýnda eðlenmenin ne zararý olabilirdi ki!..’

   Gecikmeden þenlik hazýrlýklarýna baþlandý. Önce, köy meydanýný çevreleyen büyük bir masa yaptýlar. Orta yere dað kadar odun yýðýldý. Herkes, þenlik gecesine özel kostümler hazýrlayacaktý; çýlgýn, rengarenk, acayip… Yapýlanlar sýr gibi saklanýyordu; her þey þenlik gecesine sürprizdi.
   Þenlik günü, dev masa binbir çeþit yiyecekle donatýldý. Üzeri denizin ve ormanýn verdikleriyle süslendi. Havanýn kararmasýyla odunlar yakýldý. Bu, dünyanýn en büyük þenlik ateþiydi. Ýnsanlar evlerinden kýyafetleriyle çýkýp ortaya gelmeye baþladýlar. Ýþte o an kahkahalarýný duymalýydýnýz! Birbirlerine bakýp iki büklüm kendilerini yere atýyorlardý!.. Sonra masaya geçildi. Ama gülmekten fýrsat bulup da yemeklerini yiyemediler. Çalgýcýlar neþeli ezgilere baþladýðýnda masalardan kalkýp ateþin etrafýna koþuþtular. Herkes dilediði gibi dans etti. Yorulunca orta boþaltýldý, hazýrlanan oyunlar oynandý. Artýk gülmek canlarýný yakýyor, çeneleri aðrýyor, midelerine kramplar giriyordu. Sonra hep bir aðýzdan içli þarkýlara geçildi. Bu kez de hüzünleri coþuyor, kahkahalarý gibi hýçkýrýklarý da setsiz çaðlýyordu.
   Tüm gece boyunca coþkularýnýn sandalý onlarý bir neþenin, bir hüznün kýyýlarýna taþýdý durdu. Sabaha karþý artýk iyice hýrpalanmýþ bedenleriyle ateþin etrafýnda sýzýp kaldýlar.

   Daha ertesi gün, seneye yapacaklarý þenliklerin planlarýný kurmaya baþladýlar. Ve böylece þenlikler her sene tekrarlanarak devam etti. Önce köye gelen inci tüccarlarý geliþlerini þenliklere denk getirdi. Onlar da baþkalarýna anlattý. Sonra onlarý görmeye diðerleri geldi. Bunlar genelde zengin insanlardý. Kýsa zamanda, soylu hanýmefendi ve beyefendiler, þehirlerin sýradanlaþan renkli gecelerini bu köyün ‘sade’ ‘doðal’ ‘egzotik’ ortamýnda soluklandýrmayý adet edindiler. ‘Üstelik hava deðiþikliði sýhhatlerine de iyi geliyordu!..’ Fakat köylülerin içten davetlerine karþýlýk þenliðe katýlmýyorlar, köyün etrafýndaki tepelere kurduklarý çadýrlardan seyretmekle yetiniyorlardý. Kim bilir, beklide yapmacýklýklarýnýn bu doðallýk içinde saklanamayacaðýndan korkuyorlar; ya da bu insanlarýn farkýna varamadýklarý soyluluk zýrhlarýndan korunmasýz hale gelmenin tehlikeli olacaðýný düþünüyorlardý.
   Misafirler, köyden ayrýlmadan önce inci kolyeler almayý ve karþýlýðýnda cömert paralarla köylüleri sevindirmeyi görevleri sayardý. Köylülerin bu iki günde kazandýklarý para, bütün sene tüccarlardan kazandýklarýndan daha fazlaydý; çünkü zenginlerin arasýnda, köylülerin göremediði bir rekabet vardý. Özellikle büyük incilerden yapýlma kolyeleri satýn alma konusunda üzeri nezaketle gizlenmiþ büyük bir yarýþ… Bazen, alýþ veriþ bir mezata dönüþüveriyor, birbirlerine fýrlatýrcasýna söylenen fiyatlar havada uçuþuyordu… Kadýnlar kocalarýnýn kulaklarýna týslýyor, fesatlýkla kýzýþan suratlar yelpazeleniyor, etten püften konularda çýkan tartýþmalar büyük kavgalara dönüveriyordu. Önceleri bu durumdan köylüler kendilerini suçlu buldular. Onlar, kimsenin kavga etmesini istemezdi. Büyük incileri hediye edip bu tatsýzlýðý kapatmayý denediler. Bu kez þehirliler, köylülerin haklarýný koruyan yýrtýcý avukatlar gibi parladýlar: “Ne demekti bu! Tabi ki kahraman dalgýçlarýn haklarý verilmeliydi. Büyük inciler derinlerden çýkardý, bunu herkes bilirdi. Onlarý çýkarmak için hayatlarýný tehlikeye atanlar onurlandýrýlmalýydý.”
   Ýþte hastalýðýn mikroplarý, aðýzlardan sýçrayan bu kelimelerle bulaþtý:
   Büyük inciyi bulan…
   Daha derinlere dalan…
   Daha kahraman…
   Daha çok para…
   Daha çok onuru hak ediyor…

   Hastalýðýn mikrobu üreyebileceði yere; yüreklere yerleþti...
   Yabancýlar gittikten sonra, ateþin etrafýnda geçen gecelerde mikrop usul usul yayýldý. Mikrobun çürüttüðü yerler þüphe veren bir aðrý yapýyordu. Ve oyulan deliklere sahte gözler yerleþti. Bu gözler, ömür boyu hayran hayran bakarak kurbanýný bir yanýlsamanýn içinde tutsak edecek ve görmeyi unutturup görülmeye alýþtýracaktý. Artýk ateþin çevresinde geçen gecelerde insanlar, düþtükleri kýsacýk dalgýnlýklarda bu gözlerin önünde yeni deðerlere göre biçilmiþ elbiselerini deniyorlardý.
   Mikrop yayýldýkça dalgýnlýklarý da arttý. Bilge Dede belirtilerden hastalýðýn teþhisini koydu: Adem’den beri insanlýðýn en büyük düþmaný þimdi köyünü ele geçiriyordu. Ýyileþtirmek için nice þifalý hikayeler anlattý, ama nafile…
   Köylüler, içlerinde alýþtýklarý hayranlýðý çevrelerinde göremeyince bozuluyorlardý. Kendilerini fark etmeyen gözler iyi niyetli olamazdý. Artýk her þey apaçýk ortadaydý; dost görünen bakýþlarýn arkasýndaki tüm hikayeyi biliyorlardý. Þimdiye kadar iyi niyetlerinden yararlanmýþlar, haklarýný kendi aralarýnda bölüþmüþlerdi. Þimdi sýra kendilerindeydi… Sessiz geçen saatler, sinsi bir hesaplaþmaydý.
   Hastalýk yüreklerini tamamen sardýðýnda yaþam, onlarý tecrit etti. Ýnsanlar, kapatýldýklarý sanallýk içinde büyüklük oyunu oynayarak zamanlarýný tükettiler:
Terazinin kefesine koyduklarý taþlarla yaþamlarýnýn deðerini anlamaya çalýþýyorlar; sonrada kendilerine bir ‘en’le baþlayan unvan buluyorlardý. En hamarat, en güzel, en bilgili ve en çokta en cesur olmak vardý. Bir en’e sahip olanýn, çevresindeki herkes düþmaný olabilirdi. Çünkü diðerleri de kendini en sanýyordu! Ayný konuda iki en olamazdý. Oyunun kuralý böyleydi. Yok bunu kabul etmezlerse, baþka birilerinin hakemliði gerekirdi. Böylece köylerine gelen yabancýlar, dört gözle beklenmeye baþlandý.
   Þenlik gününe hazýrlýklar yine devam ediyordu. En hamaratlar en güzel giysileri dikip, en güzel yemekleri yapýyor; en güzeller, ayna karþýsýnda güzelliklerine zarafet ve sevimlilik ekliyor; en bilgililer güya þimdiye kadar yanlýþ bilinen gerçekleri çözümlüyor ve hatta deniz kabuklarýna bakarak geleceði söylüyordu. En cesurlarda, en derin denizlerde en büyük incileri çýkartmakla meþguldüler.
   Zengin beyefendiler ve hanýmefendiler artýk tepelerin üzerinde deðillerdi, masalarda oturup ve köylülerden hizmet bekliyorlardý. Þenlik alaný bir tiyatroya dönüþmüþtü; her þey seyircilere dönük yapýlýyor, yüzlerden zafer aranýyordu. Zafer çoðu zaman intikam demekti. Ama sýra en büyük inciyi seçmeye gelince…
   Onurlarýný baþka birine kaptýranlar gururlarýna yediremeyip kazananý dövüþe davet ediyordu. Onlar köyün ortasýnda birbirine girince, kavga ailelere sýçrýyor, çoluk çocuk herkes yumruklaþýyordu. Zenginler için asýl eðlence buydu. Dövüþenlerin üzerinde bahis oynanýyordu. Ve Bilge Dede bu rezilliðe dayanamadý ve köyü terk etti. Ama bir gün dönmek üzere…
   Ve yýllar sonra bir þenlik günü geri döndü. Köyde yine herkes kavga ediyordu. Bilge Dedeyi fark edenler donup kaldýlar. Sessizlik tüm insanlara sýçradý; çünkü bilge dedenin boynunda iri bir elma büyüklüðünde bir inci asýlýydý! Kimileri inanmayýp inciye dokundu, gerçek olduðunu anlayýnca çýðlýk attýlar, bayýlanlar oldu. Zenginler inciye sahip olma hýrsýyla kendilerinden geçti. Köylüler uðrunda dövüþtükleri incileri fýrlatýp attýlar. Bilge Dede köyün ortasýna gelince herkes sustu.
   “Ýþte size dünyanýn en büyük incisi. Ben, onu denizin en derin yerinden çýkardým. Ve o hak edenin olacak.”
   Zenginler tüm servetlerini baðýþlýyorlardý. Fakat Bilge Dede hepsini köyden kovdu. Ortaya bir ateþ yaktý. Etrafýna oturdular. Ýnciyi teker teker köylülerinin eline verdi. Eline alan uzun süre onu tutuyor, okþuyor, yüzüne sürüyor, avucunda sýkýyordu. Sahip olmanýn yanýlsamasýna düþmeye yakýn Bilge Dede onu alýp baþkasýna veriyordu. Yürekler incinin paylaþýlmasýndan çýlgýna dönüyor, hýrs keskin, soðuk bir rüzgar gibi yürekleri sýzlatýyordu.
   Bu seremoni, geceden sabaha, sabahtan gün batýmýna kadar sürdü. Ýnsanlar neredeyse bu paylaþýmý kanýksayýp geçmiþ günlerini özleyeceklerdi, ama hastalýk buna izin vermiyordu. Sonra kayýklara binildi, koyun dýþýna doðru kürek çektiler. Ýnci, Bilge Dedenin elindeydi. Denizin en derin yerinde durdular. Güneþin kýpkýzýl ucu az sonra suya gömülecekti. Bilge Dede inciyi öyle uzaða fýrlattý ki kimse arkasýndan atlamaya teþebbüs bile etmedi. Ýnci güneþle birlikte denize gömüldü.
   Þimdi herkes ayný duygu paylaþýyordu. Kaybettikleri, tüm kaybedilenleri hatýrlatýyordu. Bilge Dede, istiridyenin kabuðunun tekrar kapanacaðýný umdu.






Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn varoluþçuluk kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Kuyu
Iþýk ve Aynalar

Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Kalpazan Þair

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Açlık [Þiir]
Deniz Kýzý [Þiir]
Çevremizi Temiz Tutalým [Þiir]
Yýlan ve Yunus [Þiir]
Þiirim [Þiir]
Hadi Fondip! [Þiir]
Tarzan [Þiir]
Yolun Sonu Dosta mý Varýr [Þiir]
Ebru [Þiir]
Ya Dýþýndayým Çemberin Ya Ýçinde [Þiir]


Murat YOLYAPAN kimdir?

Yaratýlýþýn ana dili anlamlardýr. Bu dili öðrendiðimde, yabancýlýðým sona erecek.

Etkilendiði Yazarlar:
Pir Sultan Abdal,Halil Cibran,Mevlana, Erich FROMM


yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Murat YOLYAPAN, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.