Öküzün rengini dışında, insanın rengini içinde ara. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Sağlam sığınaklardı evler. Açlığın bir kuru ekmekle, yanına katık yaptıkları çeşme suyuyla bastırıldığı, ne feryat figan bağıran bir patronun, ne kalabalık köşelerde kaba hareketlere, itiş kakışlara maruz kaldıkları insanların olduğu, küçük ve yoksul, ama kendi söz haklarının, belki de gerçekten de var olduğu tek köşe. İşte bu yüzden, çok bağlıydılar iki göz, yıkık dökük odacıklarına. Sorunlar elbette vardı. Olmaması söz konusu olabilir miydi zaten? On saat boyunca çalışmak, üç dört saati yollarda tüketip, eh, en fazla iki ekmek alacak kadar para kazanmak. Öte yandan gittikçe bozulan sağlıkları, yaş da ilerliyor... Okula gitmek için, gözlerine delice bakışlar fırlatan, bir de velet var üstüne. Her suçu devlete yüklemenin, politikayı, idareyi çekiştirmenin kime ne faydası oldu ki şimdiye kadar? Eğitim desen derttir bu ülkede, sağlık, sosyal güvence desen ayrı bir dert. Yedi yaşındaki oto tamir çırağı çocuk bile, ahkam keser bu konularda. O çocuk ki, Atatürk'ün Türkiye'ye ve dünyaya hediyesi olan 23 Nisan Çocuk Bayramını bile yaşamamıştır ve bilmez belki de. Hatta televizyondan izleme şansı bile olmamıştır. Aynı çocuğa "açlık" desen bir kitap yazacak kadar çok laf eder ağzı. Dört milyon kaçak işçi çocuk. Milyonlarca işçi, memur. Ve onların bilmem kaç katı insan yeryüzünde. Ayrıca sefaletin, savaşın, duygusuzluğun egemen olduğu on binlerce insan, gezegenin bölünmüş yerlerinde. Ara sıra, yemek molalarında, iş çıkışı ayak üstü uğradığı kahvede, arkadaşlarıyla yel misali konuştuğu konulardan bir kaçı sadece. Düşünmek istemez adam. Saniyeler içinde aklından geçen bütün düşünceleri kovalar hemen. Yakar cigarasından bir tane. Lüks ayında ise, varsa evde canım Rize çayı, yudumlar yavaş yavaş. Bir düşler perdesi çöker gözlerine. İmgelemeler başlar... ‘Gözlerimi kapadığımda, yemyeşil bir dünya görüyorum. Sanki dünyanın başlangıcındayım. Her yerde gür bitkiler… Ah, evet, bak, menekşeler de var. Orkideler, kardelenler, işte gelincikler, papatyalar. Hayır, bunları bilmiyorum. Yeni ve farklılar, ama çok da güzeller. Dağlar ne kadar ulu. Erişilmez ve öylesine vakur... Nehirler, dağların tam da ortasından, bin bir renkte akıyorlar. Ne çok hayvan var. Ah fark ettim de hiç kocaman, taş yığını bina yok. Bir koku var, adlandıramadığım. Beynimi zorluyorum, bulamıyorum. Herhalde hiç tanımadığım, tatmadığım bir koku. Yürüyorum çimenlerde. Toprak yok, yol yok. Yeşil var alabildiğince. Başım dönüyor. Topluyorum kendimi. Öyle delice bir keyif yayılıyor ki bedenime… Yemişler takılıyor gözlerime, dallardan sarkan. Uzanıp almaya korkuyorum. Düşüm bozulacakmış gibi geliyor. Ama izin veremem buna. Birden, on beş yirmi insanın oluşturduğu, çemberi görüyor gözlerim. İnanmazlıkla seyrediyorum kısa bir an. Dans eden, gülen, güldüren, elele, kolkola insanlar. Genci, yaşlısı, çocuğu birlik olup, kaldırıyor başlarını ve bana bakıyorlar. Ürküyorum dışlanmak ve itilmek korkusuyla. Ne de olsa alışık olduğum bunlar! Ayaklanıyorlar. Daha da dehşet içinde kalıyorum. Tamam, işte, şimdi bitti! Bedenim buz kesiyor. Bir saniye sonra kocaman, dünyadan da büyük bir tebessümle bitiveriyorlar karşımda. "Hoş geldin kardeş, gel ver elini, inan dostunuz biz senin." deyiveriyorlar. İlk o anda müziği duyumsuyorum. Kendi dünyamda var olmayan bir müzik. Notası olmayan, çalgısı olmayan, sözü olmayan, bir garip titreşimler yumağı... Teslim oluyorum ezgiye. Sarhoşluk derecesinde açıyorum kollarımı susuzluğuma. Yargı yok, ayrım yok, sınıf yok. Yok öğretilmiş her hangi bir kavram, kavram yok. Yaşamak var sadece. Şaşkınlığım artıyor gitgide. Yabancıyım, elim, bir başınayım bu düşte. Hiç korkar mı insan kendi hayalinden? Oysa korkmaktayım ben, her an daha da çok sevdiğim bu düşten. Sonra beni buyur ediyorlar sofralarına. Yanlış anlamayın, sofra dediysem ne masa var, ne sandalye ortalıkta. Hoş olsaydı da masaya masa olarak değil, başka bir tanıyla yaklaşacaklardı herhalde. Önemsiz diye düşünüyorum. Ben, biz, koltuğa koltuk, yatağa yatak, suya su dedik de ne oldu? Biz değil, bizden binlerce yıl önce yaşamış olanların, söylemlerini günümüze taşıdık da ne oldu? Barışı mı getirdi, sevgiyi, dostluğu mu? Cılız bir gülümseme yerleşirken dudaklarıma, irkiliyorum aniden. Tanımlayamadığım, o kokuyu çözüyorum çünkü. Barışın, aşkın katıksızlığını, saflığını hissetmenin şaşkınlığını yaşıyorum. Çekmek istiyorum sevdiklerimi yanıma. Ortak olmalılar onlar da bu güzelliğe. Var mı böylesi kendi toprağımda? Gelmeliler, yaşamalılar! Gözleri ateş oğlum, cefakarlık örneği karım, yanımda olmanız lazım. Tek başına buruklaşıyor aldığım tat. Dua bu! Benim duam. Anam, babam… Unutmadım onları da... Ne çok sevdim onları, ne çok ağladım gizli gizli ardı sıra. Yüreğimin yarısı, onlara ait oldu hep. Bana yaşamı verdikleri için, perdeler ardında saklı kalsa da, kolları açık bekledikleri için ve her şeye rağmen, beni sevdikleri için. Şimdi, bilmediğim bu zamanda, imgelemelerimde güzelliklerin doruğa ulaştığı, kelimelerin kaybolup, esir alındığım ve adını bilmediğim şu düşte onlarsız olmaz ki, olamam ki zaten. Sonu yaşıyorum apansız; istemezken. Bir el, cılız bir el çekiştiriyor kolumu. Uyanıyorum daldığım rüyadan. "Baba, hadi baba, yemeğe gel." Düşünmek istemez adam. Göze alamaz daldığı rüyadan uyanamayıp, bir şizofren olarak kalmayı. Bakması gereken bir eş, bir çocuk varken, kopartan rüyaların eşiğinde uyuyup, uyanamamayı. Her zaman kolunu çekiştiren, cılız bir elin varlığını reddetmeyi. Uyum sağlamanın güçlüğünü, yeryüzündeki cenneti kuşbakışı izledikten sonra. Devam eder başıboş düşüncelerin, bir cigaranın, bir cam bardaktaki çayın keyfine. Aldanışın zirvesinden inerek, düşüşü yaşayarak, için için hayattan koparak, ölüm yaşını doldurarak yaşamaya. Ve her eve gelişinde, mümkün olduğunca hayal kurmamaya çalışarak... 1997,İstanbul
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nihan Koçboğan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |