Umutlarım her zaman gerçekleşmiyor, ama yine de her zaman umuyorum. -Ovid |
|
||||||||||
|
Alelacele saçlarını topladı. Üstüne bir kazak, bir kot pantolon geçirip, babasına seslendi. “Babacığım, ben çıkıyorum. Geciktim zaten.” “Sıkı giyin de üşütme” dedi babası. “Havada kar soğuğu var.” Kız “Tamam” dedi ve babasının yanağına bir öpücük kondurup, evden fırladı. Babası gururla arkasından baktı. Çok severdi kızını. Güzeldi, akıllıydı, duyarlıydı. Hiç makyaj yapmasa bile, hoş bir hali vardı kızın. “Nasıl da başı dimdik yürüyor” dedi kendi kendine. Kız, onun pencereden baktığını sezmiş gibi, arkasına dönüp baktı ve ona gülümseyerek el salladı. Hızlı adımlarla otobüs durağına ilerledi. Bir yandan da içinden minibüse binerse, en azından on beş dakika daha erken varabileceğini düşünüyordu. Durağa varmasıyla önünde bir minibüs durdu. Şanslı gününde olduğunu düşündü. Yedi dakika sonra Kadıköy’e varmış olacaktı. Hemen postaneye gidip faturaları yatıracak, oradan da bankaya gidip, havale işlemlerini yapmaya zaman bulabilecekti. Minibüste oturacak yer yoktu. Fazla kalabalık olmadığı için önemsemedi önce. Sıkıntıyla ayakta durmaya devam etti. Derken iki yüz metre sonra şoför durup, beş kişi daha aldı. Zaten küçük olan aracın içi, binenlerle birlikte adım atılamayacak kadar dolmuştu. İçinden hiddetlendi. Şoförlere bu konuda çok kızıyordu. İnsanların balık istifi gibi üst üste durmasının hiçbir anlamı yoktu. Mümkün olduğunca koltuklara bedenini yaklaştırdı. Arkasında iki adam vardı ve pis kokuyorlardı. Minibüs bir iki kilometre kadar gittiğinde, kalçasında bir elin dolaştığını hissetti ve dehşetle yerinden sıçradı. Tamamen refleksi bir tepki göstermişti. Konuşmak istedi. Bir an çenesinin kilitlendiğini sandı. Adamın gözleri açık yeşildi ve kızla bir kez göz göze gelince hemen kafasını çevirdi. Genç kız yanaklarının yandığını ve öfkenin onu ele geçirmeye başladığını hissetti. Mümkün olduğunca titremeyen bir sesle şoföre seslendi; “Şoför Bey kenara çeker misiniz lütfen!” İstanbul’da minibüslere binen herkes ani frenlere alışıktır. Minibüs yana doğru savrulur. Siz öne doğru fırlarsınız. Sırtınız tekrar koltuğun arkasına yapıştığında, minibüs durmuş demektir. Kız soğuk bir şekilde yeşil gözlü adama döndü. “Sen!” dedi. “İn aşağı! Bu minibüste namuslu insanlar var. Senin gibi ellerine sahip olamayan sapıklar yok.” Şoför, kalın kaşlarını kaldırarak kıza baktı. Yaşlı bir kadının dudakları arasından anlaşılmaz bir fısıltı döküldü. Orta yaşlı bir adam bıyıklarını burarak kızı ve adamı süzüyordu. Minibüstekiler sessizdi. Kız bir an sinirden öleceğini hissetti. Millette tepki yoktu. Yeşil gözlü adam ona doğru bir adım attı. “Ne diyorsun be sen!” diye kükredi. “Sen kimsin de bana sapık diyorsun? Asıl sen in aşağıya. Seni yalancı kaltak!” Kız çaresizce minibüsteki insanlara baktı. Onların yardımcı olacağını düşünmüştü. Adamı yuhalayacaklar, onca erkekten biri çıkıp, adamı kendi eliyle araçtan atacaktı. Namusuna çok düşkün bir milletti bu millet. Ne olmuştu da herkes kafasını bir yerlere çevirmeyi, gözlerini yere dikip suskun kalmayı tercih ediyordu. Sapık herif cesaretini onların suskunluğundan alıp üstüne geliyordu. Kız bir anlığına onu unutup, insanlara döndü; “Sizin karınız, kız kardeşiniz yok mu? Kızınıza böyle bir şey yapılsa, suskun mu kalacaksınız? İlla başınıza mı gelmeli? Bu adam beni taciz ediyor, hiçbirinizden ses çıkmıyor. Ayıp be!” Şoför kımıldandı. İftira kadar en az beş tur daha atması lazımdı. Karnı açtı ve canı deli gibi sigara içmek istiyordu. Dayılandı birden. “İn kardeşim aşağı. İşimiz var, gücümüz var. Şu mübarek günde başımıza bela olmadan in aşağı.” Minibüstekilerden sızıldanmalar yükseldi. “Ayıp yahu, şu günde de yapılacak şey mi?” dediğini duydu birisinin. “Böyle şeylerin günü de mi varmış?” diye düşündü kız. Yeşil gözlü, kıza bir adım daha yaklaştı. Yakasına yapıştı. Korktu kız, hem de çok. O zaman yaşlı adam kalktı yerinden; “İn aşağı! Lafımız hanım kıza değil, sanaydı. Ayıp yahu! Hala buradasın ve utanmadan hala o pis ellerini kıza sürüyorsun. İn, yoksa seni ben döverim!” Yeşil gözlü geriledi. “Senden kim korkar babalık” dercesine baktı ama diğerlerinin kızgın bakışlarını görünce sindi. Kendini dışarı attı. Bazıları “pis orospu” dediğini duydular. Kız duymadı. Geç gelen müdahaleyle rahatlayarak, farkında olmadan bir oh çıkıverdi dudaklarından. Titriyordu . Bir an önce evine dönmek arzusunu duydu. “Ne aptallık!” dedi. “Bu milletin duyarlı olmasını beklemek aptallık. Hangi ülkede yaşıyorsun kızım sen? Kendini Avrupa’da mı zannediyorsun? Senin ülkende, bir deprem otuz bin kişinin canına mal oluyor. Millet o zaman tepki göstermiyor da, eline hakim olamayan bir sapık için ne yapmalarını bekliyordun ki zaten ? İnip o aşağılık adamı dövmelerini mi? Dövseler ne fark edecek? Ne çözümlenecek? Hangi zihniyet şiddetle sorunları giderir? Hangi çağda yaşıyoruz?” “Ah!” dedi içinden. “Ah! Bu ülkede yaşamak bir şans mı, şanssızlık mı?” Gene öfkelendi. Söylenmeye başladı. “Bizim yasalarımızda iş yok. Ben bu herifi mahkemeye verebilir miydim şimdi? Yurt dışında cesaret edemiyorlar, neden? Kadınların da, erkeklerin de hakları yasalarca korunuyor. Yaptırımı ağır. Biz de, buna uygun yasa bile yok. Her konuda herkes avaz avaz bağırıyor. Yok “kadın hakları”, yok “çocuk hakları”. İnsan olabilmeyi başarsak, insan gibi yaşasak ve saygılı olsak, zaten bu sorunlar bu boyutlarıyla yaşanmazdı.” Minibüs ani frenlerden birini daha yaptı. Kız dengesini kaybedip, arkaya savruldu. Yüzünde gülmekle ağlamak arasında garip bir ifadeyle düşüncelere gömüldü. “Deli oluyorum ya!” dedi kız. “Trafiği bile kabus bu ülkenin. Yaya yolunda karşıya geçmek için dakikalarca bekliyorsun. Ne zaman ki araba gözükmüyor, o zaman yürüyorsun. O yol oraya, yayalar için konmuş. Araba durmak zorunda. Araba duracak ve sen geçeceksin. Ne kadardı bunun cezası İngiltere’de? Bir yerlerde okumuştum. Yanlış hatırlamıyorsam, bir araba yaya yolundaki bir yayaya çarparsa ve yaralanmasına neden olursa, yüz bin pound ödemek zorunda. Ölüme sebebiyetin cezası daha ağır. Biz de verirler bir iki yıl, sonra salıverirler. Belki sadece göstermelik bir para cezası alıp çıkar hödük. Dur haksızlık yapma şimdi. Bir milli maç gündeme gelsin, bak bakalım kuzu kurda dönüyor mu, dönmüyor mu? Of, hem de ne ses çıkıyor o zaman . Silahlar patlıyor, kurbanlar kesiliyor. Silahlar her vesileyle patlıyor zaten bu memlekette. Olan masumca evinde oturan ya da yanlışlıkla balkona çıkan zavallıya oluyor. Kaç kişi öldü kaza kurşunuyla! Ne ülke ama... Avrupa Birliğine girmek Avrupalı olmak değil ama biraz daha medeni olmak demek. Bize gereken de bu. Ama bu öyle bir değişim gerektiriyor ki çok zaman alacak. Bunca yıl neden üye olamadık ? Yunanistan ile benim ülkem arasında ne fark var? Kültürüme en yakın toplum onlar. İnsanları bile aynı görünüşte. Onlar üye. Hem de yıllardır üye.” Minibüs durmuş, insanlar inmeye başlamıştı. Kız şaşırdı. İndi. Hala çok kızgındı. Cep telefonunu çıkardı ve babasını aradı. “Alo!” dedi babası. Kız, minibüsün tam karşısında duruyordu. “Alo, baba…” dedi. Sesi ağlamaklıydı şimdi. “Araba istiyorum baba.” dedi. “Bana araba almamız şart oldu artık.” Sanki onun isteğiyle yarın arabayı alabileceklermiş gibi! Adam şaşalamıştı. “Ne oldu?” diyebildi. “Bıktım artık minibüslerde tacize uğramaktan ya. Yetti artık!” Bir damla yaş süzüldü gözlerinden. “Adam herkesin içinde bana el attı ve ben ne yaptım biliyor musun?” O sırada minibüsten inen yeşil gözlüyle göz göze geldiler. Adam sırıttı. Pis, iğrenç, çirkin bir sırıtıştı bu. Kız öfkeyle avaz avaz bağırdı. “Hiçbir şey yapamadım. HİÇBİR ŞEY! Adama dönüp, in aşağı bile diyemedim. Seni rezil, pis, aşağılık, sapık diyemedim! Dönüp, bir tokat atamadım. Namussuz! diye haykıramadım. On dakika boyunca içimden söylendim. Bir kelime olsun çıkmadı boğazımdan. Çıkmadı işte. Çıkmadı!” Artık açıkça ağlıyordu. Yeşil gözlünün yaptığından ziyade, kendisinin yapamadığı gururuna dokunmuştu. Sessiz kalmak onu yıkmıştı. Kendini korunmasız ve zayıf hissetmek onu öfkelendirmişti. Telefondaki ses sakin olmasını, gelip onu alacağını söyledi. Güldü. İsterik bir kahkaha fırladı boğazından; “Yok…” dedi. Derin bir nefes aldı. Toparlanmıştı biraz. “Hayır, yapılacak işlerim var. Gelme. Eve otobüsle dönerim(!)...” Yüzünde acı bir ifadeyle yürümeye başladı. Ama nedense başını dik tutamamıştı bu sefer. 1999, İstanbul
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nihan Koçboğan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |