Bilinç ruhun sesidir, tutkular ise bedenin. -Rousseau |
|
||||||||||
|
Nasıl yani diye sorunca: Yuşa yarın git bir kitapçıdan: “Devlet Ana”yı al oku. Öyle konuşalım dedi. Hayret ettim. Ama içime de bir merak düşürdü. Kitaba para vermemek için tam 3 ay salladım! Ancak merakıma yenilip gidip aldım kitabı. Sonuçta tavsiye üzerine aldığım bir kitaptı ve tavır aldığım bu güruhun yazarına para kazandırmak içkiye para vermek ile eş değerdi… Devlet Anayı burun kıvırarak okumaya başladım. Burun kıvırarak diyorum, zira solcu ve çoğu “Köy Enstitüsü” mezunu yazarların köy romanları ve izdüşümleri midemi bulandırırdı. Evet Tahir de solcuydu ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu kim bilir nasıl çarpıtmış ve ne çamurlar atarak, pislikler sürerek kirletmişti! Fakat hiç de öyle olmamıştı. Kitabı okudukça sardı beni; hayretler içindeydim ve itiraf ederim, sayfalar ilerledikçe “Yahu keşke bitmese bu kitap” diye söylendiğimi bile hatırlarım… Daha önce elime kazara geçen Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun, Oğuz Özdeş’in, Feridun Fazıl Tülbentçi’nin, Michael Zevaco gibi yabancı komünist yazarların tarihi kitaplarından hiç bir tat alamamıştım fakat “Devlet Ana”dan aldığım keyif gerçekten farklılık arz etmişti. Daha sonraları Dede Korkut’tan, Evliya Çelebi’den, Naima Tarihi’nden ve Çorum ağzından devşirildiğini öğrendiğim renkli bir üslup, ustaca kurulmuş olayların dantel gibi örgüsü, tam Anadolu ağzı diyaloglar ve inanılmaz zenginlikte ki tarih bilgisi beni kitaba çakıverdi… Hoş kitapta Yunus Emre’ye şarap içirilmesine ve benzeri birkaç noktaya “Yaptın yine yapacağını” diye içerlemiş olsam da Kemal Tahir yabana atılacak bir romancı değildi. Üstelik bu adam şimdiki gerizekalı solcular gibi devletin altını oymuyor, bu devlete ve köklerine sahip çıkıyordu!!! Ben de o vakit genç bir ülkücüydüm ve devlet deyince damarlarımda ki kanın akışı değişir, tüylerim diken diken olurdu! “Devlet Ana”yı okudum çarpıldım. Sonra aldım bir daha okudum… Sonra bir daha… İnanır mısınız her seferinde farklı heyecan ve zevk alıyordum. Artık Kemal Tahir’i Solcuların Cemil Meriç’i gibi görmeye başladım. Keşke bir de komünist olmasaydı da dedim ama adamın seçtiği yol buydu… Peki kimdi Kemal Tahir? Nazım Hikmet’in en yakın arkadaşlarından biriymiş! Deme yahu! Birlikte Yavuz zırhlısında isyan çıkarmaya teşebbüs etmişler, vay vay… Bu yüzden açılan askeri davada suçlu bulunarak on beş yıl ağır hapse mahkûm edilmiş ve İstanbul, Çankırı, Malatya, Çorum, Nevşehir cezaevlerinde tam 12 yıl hapis yatmış. 12 yıl mı? Nerden baksan bir ömür abiciğim… Aldığı bu cezayı da aklım almamıştı. Komünist olduğuna kızıyor, içerleniyordum beri taraftan “Devlet Ana”yı yazan bir yazarın hain olacağına ihtimal dahi vermiyordum. Teşebbüs halinde kalan bir suç için verilen bir ceza bu kadar ağır olmamalıydı diye düşünüyordum! Belli ki, o da memleketini, tarihini, kültürünü başka türlü seviyordu. Vatanseverlik bizim tekelimizde değildi ya! Bu fikirleri dostlarımla açık bir şekilde dile getiremiyordum belki ama adamın üslubuna, anlatımına, fikirlerine, acayip ilgi duymaya başlamıştım. Sonra abimizin bütün kitaplarını tek tek satın almaya ve nefret etmek için bir şeyler aramaya başladım. Beyoğlu’nda Avrupa pasajındaki kitapçı Ali abimden Tahir’e ait eserlerden: Sağırdere, Esir Şehrin İnsanları, Esir Şehrin Mahpusu, Yorgun Savaşçı, Kurt Kanunu, Bozkırdaki Çekirdek, Yol Ayrımı… gibi eserleri satın aldım. Bir ara “Yahu, bunlar nasıl bir akıllar?” gibi karakteristik Kemal Tahir cümleleriyle mukabelelerde bulunuyordum. Kemal Tahir, ne Osmanlı tarihine öteki solcu vatan haini yazarlar gibi bakıyordu, ne köye, ne de eşkıyaya… Evet farklıydı, fakat bu farklılığın nereden geldiğini biliyordum. “Coğrafya kaderdir” desem iyi bir realist bir tespitte bulunmuş olur muyum sevgili okuyucum ama böyle hissediyordum. Okuma alanım genişledikçe meseleyi daha iyi anlamaya çalışıyordum. İdris Küçükömer’in “Düzenin Yabancılaşması”nı, Sencer Divitçioğlu’nun; “Asya Tipi Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu”nu da okudum. Bu arada “Türkiye Defteri” gibi aklın başında bir kaç sol dergileri ve Kemal Tahir’e sahip çıkan “Fikir ve Sanatta Hareketi”ni de bulup buluşturup okumalar yapmaya ve yakın takibe almış oldum. Devlet Ana yazarını Cemil Meriç’e ve Yahya Kemal’e benzetiyordum sanıyorum; o sadece bir romancı değil, aynı zamanda bir tarih filozofu gibi geliyordu artık bana. Ve en ilginç olanı, Osmanlı tarihini Batı için geçerli olan o lanet şemaya oturtmayı Tahir kesin bir dille reddediyordu. Bunun tabii sonucu olarak Batılılaşmaya karşı çıkıyordu ve kafamız abiyle tutmaya başlıyordu. Hep “bir de komünist olmasa ve açık saçık sahneler yazmasaydı” diyordum. Tarih okuyordu, çünkü Kemal Tahir’e göre, tarihle ilişkimizin kesilmesi felaketimizin asıl kaynağı idi. Bir milletin yolu geleceğinde değil, tarihinde kesilirdi; bir toplumu tarihsiz bırakmak demek, silahsız, teçhizatsız bırakmak demekti. O halde tarihle yeniden ilişki kurmanın bir yolu bulunmalıydı. Esasen başka türlü var olmak imkan sızdı. Bu yorumun ve “kerim devlet” görüşünün bizim o günlerdeki görüşlerimize bir hayli benzediğini söyleyebilirim. Kendi iddialarımızı arkadaş ortamlarında güçlendirmek için yeri geldiği zaman “bakın, sıkı bir Marksist olmasına rağmen Kemal Tahir de sağcılar gibi düşünüyor!” diyordum. O Türk’ün devlet kurma dehasından ve Osmanlı düzeninin insancıllığından söz ediyordu, biz cihan hakimiyeti mefkuresinden. Bu mefkurenin Osmanlı tecrübesiyle büyük ölçüde hayata geçirilmesi “kerim devlet” anlayışının bir sonucu olduğunu rahat bir şekilde dile getiriyordu. Fethettiğimiz coğrafyaları sömürmüyor, aksine adalet götürüyorduk; işgalci değil, kurtarıcıydık. Bu gerçeğin farkına varan Bizans köylüleri ve daha sonra Balkan toplulukları, çok zaman feodallerin zulmünden Osmanlı’nın adaletine sığınmışlardı. Nitekim Devlet Anada Saint Jean şövalyesi Notüs Gladyüs feodalizmin kıyıcılığını sembolize ediyordu, Mavro ise Türk’ün insaniyetine ve adaletine sığınmış Bizanslı köylüydü. Feodal dönemi yaşamamıştık; bu yüzden Osmanlı toplumunu Batı tarih şemasına oturtmak mümkün değildi; çünkü Batı başka biz başkaydık; Batı’nın ahlakı egoistti, bizim ahlakımız altruist; Batı kıyıcıydı, biz alçakgönüllü ve adil… Bu görüşler bir çeşit milliyetçilik değilse neydi? Eğer Türk milliyetçiliği Türk’ü sevmekse, hiç kimse Kemal Tahir’in milliyetçi olmadığını söyleyemezdi. Yıllarca yattığı hapishanelerde Türk insanıyla haşir neşir olmuş, onu sevmiş, ruhuna nüfuz etmişti. Üstelik yakından tanıdığı insanlar hep orta Anadolu’dan katıksız Türklerdi; onların dilini alıp roman dili yapmıştı. Hakikat şu ki, ham bir Marksist olarak girdiği hapishaneden yetkin bir romancı olarak çıkan Tahir, Türk insanını 12 yıl boyunca yakından gözleyerek ve tarih okuyarak geleneği olduğu gibi yazmış, bu şuurla Türk romanının peşine düşerek bunu belli ölçüde başarmıştı. Türk romanı diyorum, çünkü Kemal Tahir’e göre Türkçe roman başka, Türk romanı başkaydı… Evet “Hadi canım Sen de Komünistlere benzemeye başladın” dediğinizi duyar gibi oluyordum ama Kemal Tahir bal gibi de bizden biriydi; hiç şüphesiz, duygularını ve yaklaşımını milliyetçilik kelimesiyle ifade edemezdi; kuşatıcı yerlilik kavramına düşkünlüğü zannedersem bu sıkıntıdan kaynaklanıyor olabilirdi. Yerli bir sosyalizmin peşindeydi ve Osmanlı düzeninde sosyalizminin paralelini arıyordu. Çıkarmayı planladığı aylık derginin adının sloganı bu bakımdan ilginç gelmişti: “Gerçek yerli düşünce, gerçek yerli sanat”. Bu slogandaki yerli kelimesini büyük harflerle yazmıştı. Kısacası, Kemal Tahir kelimenin tam manasıyla ve her haliyle yerli bir aydınımız, entelektüelimiz, şairimiz ve yazarımızdı… Ve belli ki Allah’ın verdiği akılla düşünmeyi iyi bilen bir yazardı. Bir görüşe körü körüne saplanmıyor sık sık “Yahu, gene yanıldık, ne avanakmışız!” diyerek gerçeği aramayı başarabiliyordu. Gerçeğin çok değişken ve her an uyanık olunmazsa onu yakalamanın çok zor olduğu kanaatini dile getirmekten asla çekinmiyordu. “Her şeyi her sabah yeniden düşünelim!” dediğini yıllarca yakınında bulunan Ayşe Şasa’dan az okumadık herhalde. Bunun bütün peşin hükümlerden ve art düşüncelerden arınmak için yapılan bir çeşit egzersiz olduğu ve ona sağlıklı düşüncenin yolunu açtığı muhakkak. Bazı gerçeklerin farkına varıp da bunları seslendirmeye başlayınca çevresindeki bazı insanların son derece rahatsız olduğu anlaşılıyor. Açıkçası, beni ve benim yaşıtlarımdan birçok okuru kendisine bağlayan görüşleri Kemal Tahir’e sayısız da düşman kazandırmıştı. Osmanlı hakkındaki bütün genel geçer görüşleri elinin tersiyle itip Batılılaşmaya şiddetle karşı çıktığı için özellikle Kemalist solcular tarafından nefret ediliyordu, hatta kalp krizi geçirip ölmesine, dostlarının birinin evindeki akşam yemeğinde genç bir Marksist aydının “Sizin kitaplarınızı toplatmak lazım!” diyerek yaptığı ağır saldırının sebep olduğu söylenirdi. “İsa’nın Son Akşam Yemeği”ne benzetilen bu trajik hadisenin teferruatı Dr.Hulusi Dosdoğru’nun Batı Aldatmacılığı ve Putlara Karşı Kemal Tahir (1974) adlı kitabında yazar. Evet ister inanın, ister inanmayın solcu yazarlar arasında ölümüne üzüldüğüm tek yazar Kemal Tahir’dir. Geçen hafta pazar günü “Kurt Kanunu”nu tekrar okudum. Yani yakın tarihimizin tersine çevrilmiş gerçeklerini bir bir anlattığı bu romanlarından ben oldukça istifade ettim. Sahi Tahir bugün yaşasaydı, günümüz solcu geçinen kerestelerin hakkında ne düşünürdü, yoksa yine her şeyi her sabah yeniden düşüne düşüne yeni sol ile ilgili nasıl bir kitap mı yazardı doğrusu bunu da merak ediyorum…… Selamlarımla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |