Konuş ki seni göreyim. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Gündelik koşuşturmaların arasında -ki hele hele metropollerde yaşıyorsanız- hiç kimse iç sesinizi duyamaz, düşünüp söylediğiniz sözler ise yok olup gider. Bu hengamede ne siz başkasını dinlersiniz ne de bir başkası sizi dinlemek için kulak kabartır… Fakat kendinizle baş başa kaldığınızda; anı, saniyeyi, dakikayı, günleri, ayları hatta ve hatta geçmiş gitmiş o uzun yılları bile enine boyuna düşünür, ölçer, biçer, tartar ve daha sonra kendi yaşam felsefenize, göre anlamlandırarak, şimdiye kadar fark edemediğiniz tüm ayrıntılardan yepyeni anlamlar çıkartıverirsiniz… Oysa; “Mutluluk; bir cami avlusundaki kuşların, aniden havalanması gibi” demişti bir arkadaşım… Düşünüyorum da gerçekten “bir varmış, bir yokmuş gibi” durumu var bu sözün… Yani; mutluluk ve mutsuzluk, ölüm, doğum, aşk gibi acayip bir belirsizlik barındırıyor içinde… Yani her şey, ama her şey sadece saniyelerde, saliselerde gizli ve siz ancak bunları kendinizi bin-bir parçaya böldüğünüz o yalnız kalma anlarında iliklerinize kadar hissedebiliyorsunuz. Bu sebeple insan en iyi kendiyle konuşur, en iyi konuşmasını da yine kendisiyle baş başa kaldığı zamanlarda yapar… Bu belki, bir uzun yol otobüsünün penceresine başını dayadığı zaman, bir kış günü muhteşem bir kar manzarasını seyre daldığı zaman veya herkes uyurken siz gecenin hırında kendi garınızda hatıraları zihninizin içinden geçirdiğiniz zaman… Sanıyorum ilkokul çağlarımda yalnız kaldığım bir dönemde, evimizin damına çıkıp, yıldızları seyrederken bağlama çalmaya heves etmiş, çöp kamyonlarının, köpek seslerinin, sarhoş bağırtılarının, sokakta rüzgârın önünde uçan kağıt parçasının ayırtına varmıştım… Yine sabahları evimizin penceresine kumrular konardı… Ah, o kumrulara ve çıkarttıkları huzur veren seslere ne şiirler yazdım ben de hiç birinin bu şiirlerden haberi olmamıştı… İstanbul ise bir sürü ev değiştirdim ve bir o kadar insanla tanıştım. Onca insanın sıkıntısını, derdini, heyecanını, dinleyip içimde sakladım… Yine de elimde tek kalan, bin bir emekle özlem, hasret ve sevgimi ifade eden yazılarımdan başka hiç bir şey kalmadı geriye… Üç tane kız kardeşim, üç de abim var benim… Kim bilir hepsi de ne içli, umutsuz aşklar yaşayıp, başkalarıyla evlendiler… Şimdi hepsi çoluk çocuğa karıştı… Evet, her biri, evlenmeden önce kutsal bir emanet gibi mektuplarını, şiirlerini, küçük notlarını bir sonraki kardeşe bıraktılar. Ama ben hiçbirinden böyle bir şey almadım.. Sadece en büyük ablamın sevdiceği için yazıp çerçevelettiği hüsn-ü hat tablosunu alıp evimin duvarına astım. Ben yazılarımı, hiçbir kardeşime emanet edemedim, beni anlayacak hiçbir kardeşim yoktu çünkü. Ve abimler de ablamlar da yuvalarına çekildikten sonra; aşktan, hayallerden, şiirden ellerini eteklerini çekmişler, kendilerini -binlerce benzerlerinin yaşadığı- hayatın kollarına bırakıvermişlerdi. Ben ise hala aynı tas aynı hamam… Kaderime, yazgıma, ona olan hislerimi kimseyi ortak edemeyişimin sıkıntısını yıllarca içimde taşıyıp durdum. Uyku da bir yalnızlık halidir… Ve insan yalnızken en güzel hikayelerini gözleri kapalıyken de çıkartabilir… Kimilerinin, küçük ölüm hali dedikleri uyku anında daha çok kendisiyledir insan. Zira geceler uzundur. Mantıklı bir kafayla düşünüldüğünde insan, onca saat sessizce, kıpırdamadan kalmanın anlamını sanmıyorum ki kavrayabilsin. Evet nihayetinde uyku dinlendirir insanı. Vücudun yorgunluğunu, pasını arındırır. Uyanıkken yapmayı çok istediğiniz bir sürü şeyin düşünü rüyanızda yapabilirsiniz. Örneğin, sevdiğinizle rüyanızda evlenebilirsiniz. Rüyanızda ölmüş anne ve babanızla görüşebilirsiniz. Çok sevdiğiniz dostlarınızla sohbetler edebilirsiniz. Uyurken ruhunuz kuşlar misali kendine sunulan yerlerde dilediğince gezer, dolaşır, koşar, oynar… Hasbelkader yatmadan önce baş ucunuza kağıt kalem koymayı akıl etmişseniz, uyanır uyanmaz aklınıza gelen bin bir parlak fikri kağıda dökebilir, şiir yazar, şarkı bile besteleyebilirsiniz… Bu ne demek? Yazı yazmak ilahi bir ilhamdır… Onun sanatlarından bir sanat, hayatı kavrama, şekillendirme, hissetme yönünde atılmış en güzel adımlardan biri… Evet, “söz uçar yazı kalır…” demişler eskiler. Demek ki önce Allah’a, sonra yazgıya, en nihayet yazmaya inanıp iman etmeliyiz. Kalın sağlıcakla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |