Bir insan bir kaplanı öldürmek istediğinde buna spor diyor, kaplan onu öldürmek istediğinde buna vahşet diyor. -Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
Bu sebeple, Parlamento ve hükümetin feshedildiğini, Parlamento üyelerinin dokunulmazlıklarının kaldırıldığını, bütün ülkede sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı başladığını duyurdu. Evren, sözlerinin bitiminde, saat 13.00’te TRT televizyonundan yayınlanacak konuşmasının beklenmesini, bu koruma ve kollama harekâtı hakkında detaylı açıklama yapacağını belirtip, “Sakin olun ve bize güvenin.” demekteydi. Evren saat 13.00’teki konuşmasında da yine devletin “anayasal kuruluşları”nı eleştirdi: “Ağızlarından düşürmedikleri hukuk devleti kavramı bir kısım anayasal kuruluşlarca devletin parçalanması pahasına da olsa yalnız kişilerin müdafaası olarak yorumlanmış, devletin ve milletin savunulması işi sahipsiz kalmıştır. Anayasanın kuvvetler ayrılığı ilkesinin birlikte getirdiği sorumluluk, uygulamada kuvvetler çatışmasına dönüştürülmüştür.” Bütün yetkiler Milli Güvenlik Konseyi’nde Bu sebeple başta Meclis ve hükümet olmak üzere bu anayasal kuruluşlar kapatılmıştı. Böylece işlemeyen kuvvetler ayrılığı ilkesi yerine devletin bütün yetkilerini Milli Güvenlik Konseyi kullanacaktı. Bir anlamda kuvvetler birliği ilkesi geçerli olacaktı. Anayasa, kanunlar, Meclis, hükümet, kısacası her şey, beş kişilik konseyden ibaret olacaktı. Ancak, ihtilal yönetimi de olsa, Evren ve arkadaşlarının da bir hukuk zeminine ihtiyaçları vardı. Evren başkanlığındaki Milli Güvenlik Konseyi, ihtilalden 46 gün sonra bir kanun çıkardı. Bu metinler aslında birer “ferman” olsa da isimleri “kanun” olacaktı. Kanunun başlığı şöyleydi: “Anayasa Düzeni Hakkında Kanun…” Meclis kapatılmış, başbakan dahil politikacılar gözetim altına alınmış, partiler kapatılmış, anayasa askıya alınmıştı; ancak yine de bir anayasa düzeninden söz edilmekteydi. Bu, yepyeni ve ilginç bir anayasa düzeniydi, birkaç yıl sonra yeniden demokrasiye geçildiğinde hukukçuların çokça sözünü edeceği 12 Eylül düzeniydi. Ya da Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’un 1999 yargı yılı açış konuşmasında dediği gibi bir “ferman düzeni”ydi. Kenan Evren hem Milli Güvenlik Konseyi başkanı hem de devlet başkanıydı. Evren ve Konsey üyesi arkadaşları “kanun yapma” görevini de üstlenmişlerdi. Anayasa Düzeni Hakkında Kanun’a göre: 1. 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren Meclis’in bütün yetkileri Konsey’e, cumhurbaşkanının bütün yetkileri de Kenan Evren’e geçti. 2. Milli Güvenlik Konseyi’nin yayımlayacağı bildiri ve kararlar ile çıkarılacak bütün Bakanlar Kurulu kararnameleri hakkında hiçbir şekilde dava açılamayacaktı, 3. İhtilal tarihinden itibaren devlet memurları hakkında yapılan işlemlerin ve alınan kararların yürütülmesinin durdurulması için dava açılamayacaktı, 4. Eğer Milli Güvenlik Konseyi’nin bildiri ve kararlarında, eski anayasaya aykırı hükümler varsa, bunlar “anayasa değişikliği” olarak, eski kanunlara aykırı hükümler varsa bunlar da kanun değişikliği olarak kabul edilecek ve yürürlüğe girecekti. 5. Son olarak, bu kanun 28 Ekim 1980 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanmasına karşılık, 46 gün öncesinden, 12 Eylül 1980’den itibaren geçerli olacaktı. Böylece ihtilal kendisine sağlam bir hukuk zırhı da oluşturmak amacındaydı. Evren’in ağzından çıkan kanun oluyor Görüldüğü gibi, bu yeni ‘anayasa düzeni’, aslında Evren ve arkadaşlarının ağzından çıkan sözler ve yayınladıkları bildirilerdi. Eğer anayasa ve kanunlar bu sözlere uymuyorsa, hemen değişmiş kabul edilecekti. Gerçek anayasa iradesi Milli Güvenlik Konseyi’nin ve Devlet Başkanı Kenan Evren’in iradesiydi. Şüphesiz, devletin bütün yetkilerini beş kişinin üstlendiği bu garip anayasa düzeni uzun süre devam edemezdi. Kenan Evren cumhurbaşkanı olacak, dört arkadaşı da Milli Güvenlik Konseyi üyesi olarak devlet yönetiminde söz sahibi olmalarını sürdürecekti; ama devlet yönetimi de artık sivil bir yönetime devredilecekti. Yapılış biçimi yıllar yılı tartışma konusu olacak olan 1982 Anayasası’nı yapma çalışmaları işte böyle başladı. 12 Aralık 1980 günü, Milli Güvenlik Konseyi’nin konumu da kanuna bağlandı ve “Milli Güvenlik Konseyi Hakkında Kanun” çıkarıldı. Kurucu Meclis formülü Ancak ortada temel bir sorun vardı. Yeni anayasa nasıl yapılacaktı?.. Belki, Milli Güvenlik Konseyi bir bildiriyle yeni bir anayasa da yayınlayabilirdi; ama bu yeterince inandırıcı olmayacaktı. Bunun yerine, tıpkı 30 yıl önce 27 Mayıs 1960 ihtilali döneminde yapıldığı gibi bir “Kurucu Meclis” oluşturulması formülü ortaya atıldı ve benimsendi. Buna göre çeşitli meslek gruplarından 160 kişilik bir Danışma Meclisi oluşturuldu. Ama Konsey’in anayasa yapma yetkisini bütünüyle Danışma Meclisi’ne devretmeye hiç de niyeti yoktu. Anayasal kuruluşların yeniden acziyet içine düşmemesi için anayasaya son şeklini yine Konsey vermeliydi. Ancak bunun için de yine bir hukuk zemini oluşturmak gerekliydi. Bu da hiç zor olmadı. Hemen yeni bir kanun çıkarıldı. Başlığı şöyleydi: “Kurucu Meclis Hakkında Kanun.” Kanun, ihtilalin üzerinden 10 ay geçtikten sonra, 30 Haziran 1981 tarihinde çıkarıldı. Yani Kurucu Meclis’in iki organı vardı. Birincisi, 160 kişiden oluşacak Danışma Meclisi, İkincisi, beş kişiden oluşan Milli Güvenlik Konseyi. Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliği’ne ve il valiliklerine 11 bin 640 kişi Danışma Meclisi üyeliği için başvurdu. Konsey, 160 kişinin 80’ini işte bunların arasından seçti, 40 üyeyi ise doğrudan istediği isimlerden belirledi. Danışma Meclisi’nde de anayasa yapma çalışmaları hemen başlamadı. Önce 15 kişilik bir Anayasa Komisyonu oluşturuldu. Başına da anayasa profesörü Orhan Aldıkaçtı getirildi. Prof. Aldıkaçtı başkanlığındaki komisyon bir “anayasa taslağı” hazırladı. İşte bu taslak Danışma Meclisi’nde 1982 Anayasası olarak görüşülmeye başlandı. Danışma Meclisi 23 Ekim 1981 günü Devlet Başkanı Kenan Evren’in açış konuşmasıyla başladı. Evren, demokratik ve laik bir hukuk devletinin yeniden kurulacağını söyledi. Meclis’in, siyasî partilerin devleti nasıl işlemez hale getirdiğini yine anlattı. “Şimdi amacımız Türk toplumuna yaraşır bir anayasa, partiler kanunu ve seçim kanunu yapmaktır.” dedi. Oluşturulacak yeni devlet yapısını ise şöyle formüle etti: “İnsan hak ve hürriyetlerine saygılı, milli dayanışma içinde sosyal adaleti gerçekleştirecek, ferdin ve toplumun huzur, güven ve refahını ön planda tutan, demokratik, laik ve sosyal hukuk kurallarına dayalı sağlam bir devlet yapısı…” Anayasanın çerçevesini de Evren çizdi Evren bu sözlerinden sonra yeni anayasanın çerçevesini yine kendisi çizdi: “Kişi hak ve özgürlüklerini hudutsuz olarak genişletip koruyalım derken; devletin de bekâsı için birtakım hak ve yükümlülükleri olduğunu, kişi özgürlüğü uğruna devleti güçsüz, bir şey yapamaz duruma getirmeye de hakkımız olmadığını, devletin dernekler vasıtasıyla idare edilen zavallı bir kuruluş haline getirilemeyeceğini, devletin başı olan makamın bir protokol makamı görünümünde bırakılamayacağını, kararnameleri imza ile mükellef bir makam olamayacağını, devletin altı ay gibi bir süre cumhurbaşkansız bırakılamayacağını, Parlamento’nun aylar ve aylarca hiçbir yasama ve murakabe görevini yapamaz duruma getirilemeyeceğini, yargının yönetimi, yönetimin yargıyı köstekler durumda olamayacağını, ülkenin sokaklarında her gün gösteri ve miting yapılmak suretiyle vatandaşların iş ve güçlerine mani olunamayacağını, memleketimizde komünizme veya dinî esaslara dayalı parti kurulamayacağına göre, bazı gün ve bayramları istismar ederek, bu rejimlerde olduğu gibi gösteri ve mitingler düzenlenemeyeceğini, kısaca kişi hak ve özgürlüklerinin hudutsuz olamayacağını da hatırdan çıkarmamamız gerektiğini vurgulamak isterim.” Meşruiyet arayışı Evren, Atatürk’ün Adana Türkocağı’nda 1931 yılında verdiği nutku da bu tezine dayanak yapıyor. Atatürk o konuşmasında, “Ferdî hürriyet karşısında, fertlerin heyet-i umumiyesinin kurduğu ve dayandığı bir de devlet vardır. O devletin de iradesi ve hakimiyeti vardır. Devlet iradesi mefluç olursa, fertlerin hürriyetini muhafaza edecek hiçbir kuvvet ve vasıta kalamaz…” diyor. Ancak, Atatürk o konuşmasında, devlet hakimiyetinin, “milletin refah ve saadet–i umumiyesine ve vatandaş hürriyetlerinin teminine masruf olması” gerektiğini belirtiyor. Kenan Evren’in açış nutkundaki “çerçeve”ye rağmen yine de Danışma Meclisi önüne gelen anayasa metnini tartıştı. Çünkü, olağanüstü bir yönetim altında da olsa tıpkı milletvekilleri gibi dokunulmazlıkları vardı. Zırh Aykut’tan 12 Eylül askerî yönetiminin yaptığı bütün icraatları yargı dışı bırakan ve koruma zırhına alan maddeyi 1982 Anayasası’na Danışma Meclisi Üyesi İmren Aykut koydurdu. Danışma Meclisi, 19 Ağustos 1982 günü, saat 10.00’da toplandı. O güne kadar anayasanın başlangıç bölümü ile ilk 11 maddesi görüşülüp kabul edilmişti. O gün, temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağını gösteren 12. madde üzerindeki görüşmeler yapılıyordu. Madde, genel sağlıktan millî güvenliğe kadar bir sürü sınırlama gerekçesi saymaktaydı ve şöyle demekteydi: “Temel hak ve hürriyetlerle ilgili sınırlamalar, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz.” Gün boyu bu madde üzerinde tartışmalar oldu. Hürriyetlere getirilen kısıtlamalar fazla değil miydi? Ne demekti, demokratik toplum düzeninin gerekleri?.. Dört tane karşı önerge verildi. Üyeler bu önergeler üzerinde konuşmaya başladı. Mustafa Alpdündar kürsüye gelip şunları söyledi: “Bu maddede istisnalar sayılmaktadır. Bu istisnalar öylesine çok geniş bir alanı kapsamaktadır ki, sonuçta kural olan temel hak ve özgürlük için alan kalmamaktadır denilebilir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını yok edecek derecede öze dokunan, kuralları daraltan ve özgürlük için alan bırakmayan niteliktedir…” “Hürriyetler, anayasanın özüne ve ruhuna uygun olarak ancak kanunla sınırlanabilir” ibaresinin eklenmesini isteyen Necip Bilge, bu kısıtlamaların o hakkın özünü tahrip etmemesi gerektiğini, Anayasa Mahkemesi kararlarıyla da somutlaşan “Hakkın özüne dokunulamaz” ilkesinin anayasaya konulması gerektiğini belirtip şöyle devam ediyor: “Demokratik toplum düzeninin gerekleri nelerdir, bunu tayin edebilmek için zaman içerisinde yeniden birtakım içtihatların çıkması lazım gelecek veya o içtihatların çıkmadığı sürece de her iktidar bunu kendisine göre yorumlayacaktır. Bu itibarla yeni bir yoruma meydan vermemek, yeni bir karmaşaya sürüklenmemek için, mevcut olan içtihada uygun bir şekilde hakkın özüne dokunulamayacağını ve bunun da öngörüldükleri amaç dışında kullanılmayacakları şeklinde ifadesinin daha doğru olacağını düşünerek teklifimizi vermiş bulunuyoruz.” Öze dokunmazsak memleket parçalanır Üyelerden Muammer Yazar, bu görüşleri ileri sürenlere karşı sert bir konuşma yaptı, “12 Eylül öncesine döneriz.” dedi: “Bugün 11 eylülde yahut 12 Eylül’den öncesine gelmemizin sebeplerini hazırlayan, o hadiseleri meydana getiren olaylar burada zikredilmektedir. İşte, bunları bir kişi yapabilecek, bu bir hak olacak… Aşağıdaki fıkra diyor ki, yukarısı yasaklamakla beraber, şunlar şunlar temel haktır, bu haklar sınırlanabilir demekle beraber, ikinci fıkrasında deniyor ki, ‘Bu hakları sen sınırlayabilirsin ey kanun koyucusu; ama özüne dokunamazsın’ demek, memleketi adam parçalatsa da, satsa da bölse de, hakkın özü bunu gerektiriyorsa, dokunamayacaksın, yapacaktır. Ama bu kadar açık, bu kadar memleket için zararlı bir hüküm olmaz.” Muammer Yazar’a karşılık söz alan Mehmet Hazer, hakkın özünün ne olduğuna şu çarpıcı örneği veriyor: “Seyahat özgürlüğünü, pasaport şu hallerde verilir, iki senede bir verilir, paramız yoktur, verilemez, üç ayda bir verilir, ancak senede iki defa çıkabilir” diye tahdit edebilirsiniz, sınırlanabilir. Ama, dışarıya çıkmaz, yasaktır, müddetsiz, süresiz, sebepsiz… İşte bu hakkın özüne dokunmaktır. Bu tedbirlerin, bu alınacak önlemlerin hakkın özünü zedelememesi için, maddede ayrıca bir kayda ihtiyaç vardır… Yani hakkın özüne dokunuluyor, haklar geri gidiyor, haklar elden alınıyor gibi ithamları, şüpheleri, evhamları da kaldırmak için böyle bir düzenleme lazımdır.” Abbas Gökçe ise şu örneği verdi: “Düşünün arkadaşlar, bir vatandaş şikâyet edecek başka birisini, bugün ben evime giderken Ahmet beni tehdit edecek, diyecek. Ve bunun şikâyeti üzerine Ahmet’in derhal karakola götürülmesi, derhal hürriyetinin sınırlandırılması söz konusu olabilecektir, bu maddeye göre. Her ne kadar kanunla sınırlandırılır diyor ise de buna paralel bir kanunun getirilmeyeceğini hiç kimse taahhüt edemez…” Ama Anayasa Komisyonu Başkan Vekili Feyyaz Gölcüklü, her seferinde, “muğlak ve müphem” olduğu gerekçesiyle “hakların özüne dokunulmaması” önerilerine karşı çıktı. Ona göre, getirilecek sınırlamalar için demokratik toplumun gerekleri kıstası daha güvenceliydi: “Biz, demokratik toplum gereklerine aykırı olmamak ve amacına aykırı surette kullanılmamak kriterini kabul ettik, sınırlamaların sınırı olarak. Öze dokunmama kriterini teklif eden arkadaşlarımız var. Bunlara katılmıyoruz.” Kamer Genç hangi saftaydı? Danışma Meclisi’nde çevreci üyeler de vardı. Muhsin Zekai Bayer, özgürlüklere, “çevrenin korunması” amacıyla da sınırlama getirileceğinin anayasaya konulmasını istedi. Turgut Tan, kürsüye çıkıp, “Genel sağlığın içine çevre de giriyor, buna gerek yok.” dedi. Ama en hararetli konuşma Cahit Tutum ve Kamer Genç’ten geldi. Cahit Tutum, kürsüye çıkıp şöyle konuştu: “Saatlerden beri karşılaşabileceğimiz en kötü sürprizle karşılaştığım için son derece üzgünüm. Hürriyetlerin, özgürlüklerin sınırsız sınırlandırma ilkesinin benimseneceğini tahayyül edemiyordum; ama oldu.” Cahit Tutum, bir sonraki maddeye de geçti ve, “Bence 13. maddeyi insafla okuyalım. 13. madde öz möz artık kabul etmiyor.” dedi. Kamer Genç, bu sözler karşısında sinirlenmişti: “Biraz önce denildi ki, hak ve özgürlükler tamamen ortadan kaldırılacaktır. O zaman ne diye hak ve özgürlükler üzerinde münakaşa açıyoruz?..” Genç, bu sözü söyleyenlerin, hürriyetleri müdafaa niteliğinde de olsa önerge vermemeleri gerektiğini ileri sürdü. Zekai Ökte: Bize gülerler Şimdilerin strateji uzmanı, dönemin Danışma Meclisi Üyesi Ertuğrul Zekai Ökte ise şöyle konuştu: “Bu anayasa belki 100 yıl, belki 200 yıl devam edecek. Ondan sonra neler olacak? Bugünü düşünmeyin, ‘demokratik toplum düzeni gereklerine…’ Gülerler insana. Sizin anayasanız toplum düzeninin gereklerine uygun değil mi ki, siz bir de gelmişsiniz anayasanızda kısıtlamak için demokratik toplum düzeni diyorsunuz… O halde çok basit buyrun… Hürriyetlerin kısıtlanmasının sınırı, anayasanın özüne ve sözüne bağlılıktır.” Belki bugün de geçerliliğini koruyan en çarpıcı öneri Turgut Yeğenağa ismindeki bir Danışma Meclisi üyesinden geldi. Aynen şöyle dedi: “Gönül arzu ederdi ki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde zikredilen haklar anayasamızda mündemiçtir, diye bir ibareyle hepsini ihtiva eder bir hale getirmiş olsaydık, bütün bu fuzuli münakaşaların önüne geçmiş olurduk.” Saatler süren tartışmalar sonunda, hürriyetlere getirilecek sınırlamaların anayasanın özüne ve ruhuna uygun olması gerektiği maddeye ilave edildi. Oylama 21 Ağustos günü yapıldı ve madde kabul edildi. Anayasa Komisyonu, “Yeniden 12 Eylül öncesine döneriz” argümanından çokça etkilenmiş olacak ki, hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmasını önleyen anayasa maddesi, sınıf egemenliği kurmak, komünizm, faşizm, dinî temellere dayanan devlet düzeni kurmak amacıyla hareket edilmesi halinde o hak ve hürriyetin kaybedileceğini belirtiyordu. Danışma Meclisi’ndeki yoğun tartışmalara rağmen maddedeki bu hüküm kabul edildi. Hak ve hürriyetlerin nasıl kaybedileceğine (örneğin vatandaşlık hakkı gibi) mahkemelerin karar vermesi gerektiğinden bu hata Milli Güvenlik Konseyi’nin müdahalesi ile düzeltildi. Danışma Meclisi’nde anayasa görüşmeleri hızla devam ediyordu. 13 Eylül 1982 günü yapılan görüşmelerde, başkanlığa ilginç bir önerge geldi. Önergenin sahibi, 90’lı yılların flaş kadın milletvekili ve bakanı İmren Aykut’tu. İmren Aykut’un önerisi şöyleydi: “Madde 199. A). 12 Eylül 1980 tarihinden başlayan bu anayasaya dayalı olarak hazırlanacak siyasi partiler kanunu ile seçim kanununa göre yapılacak ilk genel seçimler sonucu Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanıp, başkanlık divanı oluşturuluncaya kadar geçen süre içinde; a) Türk milleti adına yasama yetkisini kullanan 12 Aralık 1980 gün ve 2356 sayılı kanunla kuruluşu gösterilen Milli Güvenlik Konseyi, b) Yürütme ile ilgili olarak bizzat Milli Güvenlik Konseyi ve bu Konsey’in karar ve tasarruflarını uygulayan, hükümetler, merkezî hükümet ve mahalli idareler ve yetkili kılınan diğer organ ve merciler hakkında, aldıkları kararlar, yaptıkları icraat ve tasarruflardan dolayı, şahsi kusurları ve kasti yasa dışı işlemleri hariç, cezaî, malî ve hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz.” Bu öneri üzerine üyelerden biri yerinden şöyle seslendi: “Efendim bu geçici maddedir, yani anayasa metninde madde olarak giremez.” Komisyon Başkanı Prof. Orhan Aldıkaçtı da “Sayın başkan, değerli arkadaşlar, geçici maddeler arasında bu gelecektir.” dedi. Danışma Meclisi tutanaklarına göre görüşmeler şöyle sürdü: Başkan: O halde Sayın Aykut bu önergeyi oylatmadan komisyona vereyim. Komisyon geçici maddeleri tanzim ederken sizin önergenizden de yararlansın. Uygun mu efendim? İmren Aykut: Uygundur efendim. Başkan (Sadi Irmak): Teşekkür ederim Sayın Aykut. Orhan Aldıkaçtı (Anayasa Kom. Bşk.): Kendisine çok teşekkür ederiz efendim. (Alkışlar)… Başkan: Önergeyi Anayasa Komisyonu’na veriyorum. Sonuçta bu öneri, ufak bir iki değişiklikle 1982 Anayasası’nın 15. maddesi oldu. 12 Eylül dönemi boyunca yapılan bütün faaliyetleri, yürürlüğe konulan kanunları koruyan bir zırhtı. Üstelik normal döneme geçilmesinden itibaren yapılan bütün eleştirilere rağmen 1999 Türkiye’sinde bile hâlâ anayasa maddesi olarak varlığını sürdürüyor. Tarihî itiraflar “Ve zorladım da Danışma Meclisi’ni. Hatta bana ‘efendim bu anayasayı bir sene içerisinde hazırlayamayız’ falan dediler. Hazırlanacak, mazeret kabul etmiyorum, dedim.” Türkiye’yi yeniden “kurmakla” görevli Kurucu Meclis’in birinci ayağı olan Danışma Meclisi, 12 Eylül 1980’den seçimlerin yapılıp Meclis’in yeniden toplandığı 1983 sonlarına kadar çıkarılan 800 kadar kanunu koruma altına alan geçici 15. maddeyi tartışıyordu. Danışma Meclisi üyeleri Kamer Genç ve İmren Aykut, ortak bir önerge verdiler: “Görüşülmekte olan anayasa tasarısının geçici maddesine ikinci fıkra olarak aşağıdaki metnin eklenmesini arz ederiz. Fıkra 2. – Ancak Bakanlar Kurulu üyelerinin görevlerini ihmal ve suiistimallerinden doğan mali ve cezai sorumlulukları bu hükmün dışındadır.” Çünkü geçici madde, 12 Eylül düzeni boyunca görev yapan hükümetlere ve onların üyelerine de koruma getiriyordu. Aslında bu önerinin çarpıcı tarafı, daha sonra kürsüye gelip konuşma yapan Kamer Genç’in sözlerinde gizliydi. “Şimdi” diyecekti Kamer Genç, “Bu hükmü biz kabul ettiğimiz zaman, bir defa ilerideki halk oyuna sunulduktan sonra bu anayasa, yeni Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulup da hükümet teşkil edilinceye kadar görev başında bulunan kişileri suiistimallere itme yönünde teşvik edebilir.” Her şeyin konsey üyelerinin komuta kontrolü altında olduğu bir düzende bile göstermelik olarak görev başına getirilen sivil hükümetlerin yine de “suiistimal” yapacakları kuşkusunu dile getiriyor, şimdilerin “demokrasi mücahidi” Kamer Genç… “Aman Konsey üyelerini koruyalım; ama ara rejim döneminde bile olsalar, Bakanlar Kurulu üyelerine bu kadar geniş koruma zırhı getirmeyelim.” Ancak söz alan Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Orhan Aldıkaçtı, “Önergeye katılmıyoruz” deyince Kamer Genç ve İmren Aykut’un bu garip önergeleri sonuç doğurmuyor. Yalnızca, bugünlerde hafızaların tazelenip, sivil politikacıların zaman zaman içine düştükleri zaafiyetleri yakından görmemizi sağlıyor. Ancak aynı Danışma Meclisi’nin çatısı altında Konsey üyeleri için en ince koruma formülleri yürürlüğe konuluyordu. Kenan Evren zaten “Cumhurbaşkanı” seçileceği için en üstün düzeyde koruma altında olacaktı. Ya Milli Güvenlik Konseyi’nin diğer dört üyesi?.. Onlar için de hemen yeni bir formül bulundu. Buna göre Meclis’in toplanmasıyla beraber, bu dört kişi de “Cumhurbaşkanlığı Konseyi Üyesi” sıfatını kazanacak ve milletvekili dokunulmazlığına sahip olacaklardı. ‘Anayasa Allah’ın adıyla başlasın’ Danışma Meclisi’nde önemli bir tartışma da anayasanın başlangıç bölümünün nasıl yazılacağı ile ilgili olarak çıktı. Çok sayıda üye, yeni anayasaya bir başlangıç metni yazmıştı ve görüşülmesini istiyordu. Mehmet Pamak, anayasaya, “Allah huzurundaki sorumluluklarını müdrik olarak, tarih boyunca hür ve müstakil yaşamış bulunan Türk Milleti…” biçiminde bir başlangıç yapılmasını istedi. Danışma Meclisi tutanaklarına göre bu tartışma şöyle gelişti: Mehmet Pamak– Sadece başlangıcına bir tek cümlecik olarak ilave edilmesi uygun görülürse, “Allah’ın huzurundaki sorumluluklarını müdrik olarak” cümleciği eklenirse, komisyonumuz kabul ederse şey yaparız… Hayri Seçkin: Yakışmaz bu Meclis’e. Başkan(Sadi Irmak): Sayın Seçkin müsaade ediniz. Mehmet Pamak: Sayın Başkanım Başkan (Sadi Irmak): Sayın Pamak Mehmet Pamak: Efendim müsaade ederseniz iddiamı bitireyim. Başkan (Sadi Irmak): Fikriniz anlaşıldı efendim, teşekkür ederim. Mehmet Pamak: Efendim müsaade ederseniz bitirmek üzere sözlerimi söylüyorum. Federal Almanya Anayasası aynı şekildedir. İsviçre Anayasası da “Kadiri Mutlak Allah’ın adıyla” diye başlamaktadır. Hayri Seçkin: Sen de oraya git. Mehmet Pamak: Diğer bütün Batı ülkeleri ve laik devlet anayasalarında vardır. Lütfen dinlemesini öğrenin. Başkan (Sadi Irmak): Lütfen efendim, lütfen, evet, teşekkür ederim. Mehmet Pamak: Bunun için böyle bir terslik yoktur. Komisyonumuzun ve yüce Meclis’imizin takdirine arz ediyorum. Saygılarımla. Başkan (Sadi Irmak): Teşekkür ederim. Komisyonun bir diyeceği var mı efendim? Orhan Aldıkaçtı: Hayır efendim biz metnimize bağlıyız. Başkan (Sadi Irmak): Teşekkür ederim. Sayın Pamak’ın önergesinin dikkate alınmasını oyunuza sunuyorum. Mehmet Pamak: Efendim geriye alıyorum. Zaten komisyon kabul ederse idi. Başkan (Sadi Irmak): Teşekkür ederim Sayın Pamak. Siyaset tarihimizde, zaman zaman yapılan bu tür masum öneriler sebebiyle, “Sen İran’a git” çağrıları yapıldığını biliyorduk. Meğer “Sen Almanya’ya, İsviçre’ye git. Burası Türkiye” çağrıları da yapılmış. Toprakları üzerinde günde beş vakit ezan sesleri yükselen bir ülkenin anayasası yapılırken o anayasanın başlangıcında, “Allah” kelimesinin yer almasını önlemek için gösterilen mukavemete bakın… Bir yılda bitirin talimatı 1946’dan itibaren Türkiye’nin demokrasi hikayesini “Demirkırat” ve “12 Mart”la belgeselleştiren Mehmet Ali Birand ve ekibi, 12 Eylül için, şimdilerin çok moda bir deyimini kullanıyor: “Türkiye’nin Miladı…” Bu öylesine bir milattı ki, “1980–83 dönemi askerin en uzun iktidar yılları oldu. Bu yıllarda önceki deneylerin ışığında komutanlar yapısal/kalıcı bir dönüşümün gerekliliği ayrımına vardılar. Öyle bir sistem kurulmalıydı ki bir daha 12 Eylül öncesine dönülmesin. Bunu sağlamak için de başta anayasa olmak üzere demokrasinin üç sacayağıyla (yasama, yürütme, yargı) ilgili yepyeni uygulamalar ve kanunları yürürlüğe soktular. Bugün Türkiye büyük ölçüde 12 Eylül’de dikilen elbisenin/demokrasinin içinde yaşıyor…” Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, işte bu elbiseye itiraz ediyor, “Elbisenin her tarafı patladı…” diyor. 1982 Anayasası’nın nasıl bir ferman karakteri taşıdığını bir de Mehmet Ali Birand ve ekibinin penceresinden görelim: “12 Eylül yönetimi ülkede yaşanmış olan anarşinin kökeninde siyaseti ve 1961 Anayasası’nı görüyordu. O halde siyaseti siyasetçilere teslim etmenin, 1961 Anayasası’nı da değiştirmenin zamanı gelmişti. Komutanlar ‘huzur ve güven ortamı’ adını verdikleri bu dönemi kalıcılaştırmak istiyordu. 1961 Anayasası’na ilişkin en çarpıcı eleştiriyi Devlet Başkanı Kenan Evren dile getirdi: Evren (Afyon konuşması, 29 Ağustos 1982): O anayasa bize bol geldi, içinde oynamaya başladık. Oynaya oynaya 12 Eylül’e geldik, dedim ve yine ilave ettim. Toplumun güvenliği, toplumun huzuru için kişi hak ve menfaatlerinden bazı fedakarlıklarda bulunmalıyız… 12 Eylül yönetimi Türkiye’de siyasal sistemi yeniden kuruyordu. Sistemin çatısı da tabii ki, yeni anayasa olacaktı. Danışma Meclisi’nde Orhan Aldıkaçtı başkanlığındaki bir komisyona yeni anayasa taslağını hazırlama görevi verildi. Evren bir yıl içinde yeni metnin çıkarılmasını istedi. Ancak asıl metni hazırlayanlar Konsey’in hemen yanında faaliyet gösteren özel bir ekipti. Evren: Ve zorladım da Meclis’i, Danışma Meclisi’ni. Hatta Danışma Meclisi ‘Efendim, bu anayasayı bir sene içerisinde hazırlayamayız’ falan dediler. ‘Hazırlanacak’ , dedim ben şeyi kabul etmiyorum, mazeret kabul etmiyorum, dedim. Güvenlik Konseyi tam 838 kanun çıkardı Milli Güvenlik Konseyi ve Danışma Meclisi 1981–83 yılları arasında tam 838 yasa hazırladı. Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde bu kadar çok yasa çıkarılmamıştı… Anayasada yapılan ikinci önemli değişiklikle halka bol geldiği düşünülen özgürlükler kısıtlandı: -Olağanüstü Hal Kanunu -Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanunu -Polis Kanunu -Dernekler Kanunu -Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu -Danıştay Kanunu -İdare Mahkemeleri Kanunu -Toplu Sözleşme Kanunu -Milli Eğitim Temel Kanunu değiştirildi. 1961 Anayasası’ndan kalan tüm hukuk düzenlemeleri sil baştan yapıldı. 1982 Anayasası siyaseti etkilere bırakıyordu. Siyaset yasağı toplumun en geniş kesimini kapsayacak şekilde hazırlanmıştı… Türkiye’yi yeniden biçimlendiren MGK, en önemli adımlarını anayasanın geçici maddeleriyle attı. Geçici maddeler, Danışma Meclisi’nden habersiz hazırlanmıştı. Buna göre; -Evren Cumhurbaşkanlığı’na getiriliyor, -MGK üyeleriyse Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyeleri haline geliyordu. -En çarpıcısı, eski parti yöneticilerine 10 yıllık siyaset yapma yasağı getiriliyordu. Evren, anayasa oylamasıyla cumhurbaşkanı seçilmeye başlangıçta itiraz etti. Halkın karşısına iki sandık konsun, anayasa ayrı, cumhurbaşkanlığı ayrı oylansın, dedi. Hatta karşısına başka adayların çıkarılmasını istedi. Aklındaki aday tanıdığı bir isimdi. Evren: Dedim ki Nurettin Paşa’ya (Ersin); “Mesela. Bir tanesi de sen ol” dedim. “Aman efendim, estağfurullah” falan dedi. “Yok dedim yaa… İstemeye istemeye peki dedim. Bu milleti, milleti şu badireden kurtarmak için bu işin içine atıldık. Peki, bittikten sonra, biz gidiyoruz, hadi cumhurbaşkanı seçin, bizi de mahkemeye verin mi deseydik?” Taslak belli olunca, yasaklar bir ölçüde kaldırıldı. Ancak kapatılan siyasi parti yöneticilerinin anayasa taslağını eleştirmesi yasaklandı. Ayrıca MGK’nın belirlediği ilgili kamu ve meslek kuruluşu dışındakilerin de, anayasayla ilgili görüş açıklaması yasaktı. Sadece Evren konuştu Ancak anayasayı övmek serbestti. Yeni anayasanın halka anlatılması amacıyla Evren, Türkiye’nin dört bir yanında konuşmalar yaptı. Evren: “Haa, ben 23 ekimden, 6 kasıma kadar olan süre içerisinde dedik ki, dedim ki ben, ‘Sizi dinledik. Sizin söylediklerinize ben hiçbir cevap vermedim. Şimdi ben konuşacağım, siz dinleyeceksiniz” dedim. Evren, şehirden şehire koşuyor, anayasaya evet oyu istiyordu. O günlerde gazeteler sadece Evren’in sözlerini yayımladılar. Çünkü eleştirmek yasaktı. Sonunda 7 Kasım 1982’de anayasa halkın oyuna sunuldu. Oylamaya katılmak zorunluydu. Oylamanın şekli tartışmalara neden oldu. Zira oy pusulasının içine konan zarflar şeffaf hazırlanmıştı. Anayasaya hayır oyu maviydi ve zarfın içinde bile belli oluyordu. Oylamanın yapıldığı sandık başlarındaysa güvenlik güçleri nöbet tutuyordu. Mavi, korku ve çekinme duygusu uyandırıyordu. Sonuçta beklenen oldu. Anayasaya evet demek olan beyaz oylar ezici bir üstünlük sağladı. Evren: Anayasa oylaması sonucu yüzde 91,5’tur. Biz yüzde 80–85 civarında bekliyorduk. Açık söyleyeyim, yani hiç yüzde 91,5 tahmin etmedik. Çünkü 27 Mayıs Anayasası biliyorsunuz yüzde 61’le falan kabul edildi.” (12 Eylül, Türkiye’nin Miladı, Mehmet Ali Birand, Hikmet Bila, Rıdvan Akar, Doğan Kitapçılık). Şimdi Yargıtay eski Başkanı Sami Selçuk’un sorduğu soruyu bir de siz kendinize sorun: 1982 Anayasası bir “ferman anayasası” mı, değil mi? Türkiye’ye yıllar önce biçilen elbise her taraftan patlamaya başladı mı, başlamadı mı? Bugün Türkiye’nin yeni bir anayasa ihtiyacı herkes tarafından dile getiriliyor. Ve anlaşılıyor ki bu ülkenin artık kendine has yeni bir Anayasa’ya ihtiyacı var. Kim, yeni anayasanın yapılmasını istemiyor, bunu görmezden geliyorsa bu ülkenin menfaatine çalışmıyor, aksine bu ülkenin gelişmesine engel oluyordur… Kalın sağlıcakla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |