22 yıl öncesine, eskiden seyredilmiş ama hiçbir ayrıntısı unutulmamış bir film gibi bakabilmek, bu arada yaşananlar ister mutlu, ister mutsuz olsun, insanın gözlerini uzağa konuşlandırıp, hafif bir bıyıkaltı gülümsemesine neden oluyor. Kimin, yetişkin olma yolundaki çırpınışlar, havailikler, kendini “tamam oldum ben artık” sanmalarla bezeli 17 yaş hikayesi yoktur ki.. 40 yaşına gelen ve bu zaman zarfında 2 çocuk sahibi olan ben, kendi çocuklarımı “yaşadığım deneyimleri onlar da yaşasın” deme cesaretini gösterebilir miyim bilemiyorum (Anne olmak yok mu, çok zor iş!) Ama kesin olan şu ki, yaşanan herşey, anlatmakla ya da dinlemekle değil insan kendi yaşadıkça anlam ve değer kazanıyor. Sanırım şu andan itibaren kendime söz vermeliyim ki, çocuklarıma yol gösteririm ama yoluma çekmem; yapmışımdır ama yap demem, yapmamışımdır ama yapma demem. Sadece uzaktan seyredip kumandayla kanal değiştirir gibi ipleri elimde tutma sığlığını göstermem, göstermemeliyim. Onlara kendine güveni ve başkasına da yerinde güvenmeyi öğretip, doğaya salıvermeliyim. Galiba benim annem-babam da bana bunu yapmışlardı. Bunu bu kadar geç anlamanın nedeni insanoğlunun yaşamadan anlamama formatında yaratılmasından olsa gerek.. Onları daha yeni yeni anlayabiliyorum; ne de zormuş evlattan geçici de olsa kopmak. Geleceğine katkısı olacağı garantisini elinize tutuştursalar dahi, o yıllarda özellikle 17 yaşındaki bir kızı taa Amerika’lara yollamak yürek ister. Yüreklerini öptüğüm insanlar!