Hayaller olmasaydı, umutlar dünde kalırdı. - Dolmuş atasözü |
|
||||||||||
|
Kendimi kitap raflarının önünde unuttuğum olur... Çok sayılmaz, haftada yedi gün filan takılırım kitapçılara; günde birkaç saat... *** Okuldan çıkınca, bir yere kayıt olmam gerekmiyorsa, bir yere para yatırmam gerekmiyorsa (malum; öğrenci olunca her an bir yere kayıt olmanız icap edebiliyor ve tabii kayıt için de bir miktar para bayılmanız gerekebiliyor) yani işim yoksa, kendimi en yakın kitapçıya zor atarım. Kitapçılar beni göremeyince meraklanıyor mudur acaba? Artık kitapçı raflarının önüne konulmuş bir aksesuar vazifesi görüyorum; adamlar endişelense yeridir. Beni göremeyince patron elemanlara fırça bile çekiyordur: “Bu kadar adam bir “heykel”e sahip çıkamadınız, çaldırdınız ha; pes valla!..” Adam ne dese haklı; bir kitapçıya uğramıyorsam nedeni budur, başka bir kitapçı beni çalmıştır; suç da elemanlardadır tabii, rafları güncellemezlerse birkaç gün ara veririm oraya gitmeye... Okulun kütüphanesine gelmeyen bazı dergileri “korsan” okurum. Böyle raf önü, korsan okumalarla kitap bitirdiğim bile oldu. Şaka yapmıyorum, yetmiş küsür sayfalık bir kitaptı; biraz uzun sürdü ama bitirdim. Adını söylemem; ne olur ne olmaz, bakarsınız kitabın yazarı da okur bu yazıyı, çıngar çıkaracağı tutar; pederin maaşı tazminata gider; olmaz! Ayaklarımdan duman çıkmaya başlayıp eklemlerim sinyal verene kadar dolaşırım kitapçıları; sinyaller gelmeye başlayınca ise en yakın çay evine çeker, birkaç dakika çay ve ihtiyaç molası veririm. Çaydan sonra, artık gölgemi peşimde gezdirmeye üşenirim; hani ekilecek bir şey olsa hiç affetmem ama o da en az benim kadar uyanık; çar naçar gezdiririm. *** İşte, bu çay sonrası saatler, diğerlerine nazaran ayaklarımı sürüyerek dolaştığım “Kelepir Saatler”dir... II. MISRA: KELEPİR RAFLAR “...birdenbire mucizevî bir şey olur. Koca makinelerin kara karnından koca bir tabaka kağıt çıkıverir. Sevgi ve telâşla eğilir, sanki evladınızı kucaklar gibi elinize alırsınız. Mürekkep fikir olmuştur, ışık olmuştur, öfke, şüphe, aşk olmuştur. Müthiş bir şeydir!” (A. Turan Alkan’ın Altıncı Şehir’inden, bir resim altı yazısı) “Hamdım, piştim, yandım; elhamdülillah.” “Kelepir Saatler” biraz da yorulup eve dönmeye niyetlendiğim saatlerdir. Bu saatlerde, biraz da yolumun üstü olması hasebiyle, adresim eski kitapçılardır. Ankara’yı bilenler için söyleyeyim, “Adilhan”. *** Kağıda saygım büyüktür: Kutsal bir meta’dır bence. “Nitekim, bir ‘A4’ balyasını bir deste ‘banknot’a tercih ederim.” demeyi çok isterdim ama bir deste banknot birçok balya A4 demek olduğu için, böyle bir durumda banknotu seçerdim. Şaka bir yana, bir A4 balyasına ilgim büyüktür. Kağıdın kokusuna bayılırım mesela. İğde kokusu ve yağmur sonrası toprak kokusu gibi kağıt kokusu da beni mest eder. Ham kağıtla işlenmiş kağıdın kokusu farklıdır. Kağıt mürekkeple işlenir; mürekkep ışık olur, fikir olur, sevinç, hüzün , aşk olur. Üstadın deyimiyle: “Müthiş bir şeydir!” İşte ham kağıtla kitabın farkı da budur: Kağıt pişer, adına “kitap” deriz. Ve farklıdır kokuları. Denemesi bedava, bir A4 alın koklayın, sonra da raftan bir kitap çekin koklayın; göreceksiniz... Kağıdın işlenmesini sadece kitap olarak algılamak da yanlış olur, nitekim yazının başındaki alıntıda, Alkan’ın bahsettiği, bir taşra matbaasında makineden yeni çıkmış bir yerel mevkutedir. Bağrında mürekkebin izi bulunan cümle kağıt çeşitleri işlenmiş kağıttır ama bizim mevzuumuz (şimdilik) kitap. “Raftan çekin bir kitap koklayın” dedim ya, sakın kelepir kitap raflarında yapmayın bunu; hapşırık krizine girersiniz. Tamam, ilmin tozu da kutsaldır ama “hapşırtır”! Kelepir rafındaki kitap, kağıdın, pişip kitap olduktan sonra yanıp “Elhamdülillah” dediği safhasıdır; rafa yeni çıkmış yeni yetme “hippi”lere nazaran görmüş geçirmiş bir “bilge”yi andırır. Hani, mürekkep ışık olur, hüzün, sevinç aşk olur demiştik ya az önce; biraz yıpranmış, biraz tozlanmış olsa da hâlâ öyledir. Biraz tozunu silin, birkaç sayfasını çevirin; fikirler cevelan etmeye başlar yine, ışık parlar, sevinç sığmaz olur kapakların arasına. Ne hoşluklar yaşatır size; artık tecrübe konuşmaktadır zira, o ne “baskı”lar yapmıştır, ne günler görmüştür; hey gidi hey!.. *** İşte kelepir saatlerin sonunda ayrılırım “Kelepir Raflar”ının önünden. Parmaklarımın ucu hafif kararmış, hava henüz kararmaya yüz tutmuş; arkamda bitkin düşmüş ve artık rengi solmaya başlamış, vefakâr ve dahi cefakâr gölgem, koltuğumun altında birkaç “bilge”; revan olurum evin yoluna... III. MISRA: KELEPİR HÜZÜN “Yürekte yâreler türlü türlüdür” (Türkü) Kelepir raflarındaki kitaplar hüzünlendirir beni... Kimisi bağrında bir vefasızlığın imzası saklar: “Adı Fadime, soyadı bilmem ne; 7 Eylül, sene bilmem kaç...” vesaire; kimisi ise çoktan “dar-ı bekâ”ya göçmüş yazarının hayat hikâyesini anlatır hâlâ heyecanla: “Filanca şehir doğumlu olan yazar, halen falan mevkutede yazmaktadır(...)” vesaire; halbuki... Etiketinde “10 TL” yazar, ben bir milyon verip alırım. Takılırım “Bak sana etiketinin bilmem kaç katı para saydım!” diye fakat inanmaz, bilir işin aslını; buruk bir tebessümle bakar yüzüme... “Niye satar insanlar kitaplarını?” diye düşünürüm. Gecelerimi, gündüzlerimi, en mahrem saatlerimi paylaştığım dostlarımı nasıl bir durumda satarım diye düşünürüm; düşünmesi bile kötü! *** Ayrı muamele yapmam onlara, en yeni kitaplarımın arasına koyarım. Ama belli olurlar gençlerin arasında... Biraz yıpranmış, yorgun ama dimdik! Dedik ya görmüş geçirmişler diye, kabullenirler durumu, mütevekkildirler, vakarlıdırlar her daim. IV. MISRA: KELEPİR RUBAÎ “Ki harfler şüphesiz sihir eseridir. (...) İnsan hançeresinde çeşitlenen bütün sesler, birkaç çizginin sadeliğine sıkışır, yan yana gelir kelime olur.” (Üç Noktanın Söylediği’inden) Adem’in oğulları, derununda çeşitlenen cümle hisleri hançeresinde çeşitlenen seslerle, hançeresinde çeşitlenen sesleri de, Alkan’ın dediği gibi, birkaç çizginin sadeliğinde oğullarına aktarmış. Birkaç sade çizgi, ki adına “harf” demişler; bunlar yan yana gelmiş, adına “kelime” demişler ve her şeyi bu sade çizgilerle ifade etmiş, adına da “yazı” demişler... Ki şüphesiz, harfler gibi yazı da sihir eseridir. Yazıya da kutsallık atfetsek çok mu oluruz acaba? Hadi kutsal olmasın, ama çok önemlidir. Öyle ki, ondan önceki tarihe pek itibar etmeyiz, “karanlık” deriz; tarih onunla başlar. *** Şüphesiz yazı da çeşit çeşittir. Bir laf vardır: “Her ‘üç’ Türk’ten ‘beş’i şairdir(!)”. Ben de her Türk gibi bir zamanlar şiir yazdım. Lisede bir defter doldurmuştum. Mahlasım da çok mütevazı idi: Acemi Şair. Lise sonda o defteri kaybettim ve çok yandım o “mükemmel” şiirlerime. Ama yılmadım, devam ettim yine “mükemmel” şiirler yazmaya; ta ki o defteri buluncaya kadar!.. Meğer o şiirler mükemmel değil “komik”miş; mahlasım mütevazı değil acayip iddialıymış (kendimi şair sanıyormuşum mesela). O süre zarfında yazdıklarımı da, birkaç sene sonra gülmek üzere sakladım. Şiirin ifade kudretine daima hayret etmişimdir. Necip Fazıl’ın “Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum Gök yüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum...” mısraını okuyunca apışıp kalmıştım. Biyografimi yazsam, on altı-on yedi yıllık hayatım için yüzlerce kelime israf ederim de bir şeye benzetemezdim. Üstat, “tam otuz yıl”ı iki mısrada, üç-beş kelime ile anlatmıştı; biyografi dediğin de böyle olurdu! Malum; rubaî, “Dört mısralık belli vezinlerle yazılmış manzume.”dir. Manzumdur, hikmetlidir; çok olsa beş-on kelimedir. Yüzlerce kelime ile ancak şerh edilebilecek mefhumları beş-on kelime ile der. Ve şair yüreğinden damlar, şair kaleminin marifetidir. Bizim rubaîmizde ise böyle kelime israfı oldu. Şair olsaydım, kudretim olsaydı, sizi de kendimi de yormazdım. Bizim rubaînin yeri de, olsa olsa “kelpir” rafıdır... *** Siz, doğru dürüst bir şey yazabilmek için yemem gereken ekmek miktarını fırın cinsinden hesaplaya durun, ben de cevabımı peşinen şuraya derc edeyim: Adım Hıdır değil ama elimden gelen budur.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © OnurSıtkı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |