Yaklaşık bir yıl kadar önceydi, ev arkadaşımla oturmuş, tavla oynuyorduk. Ev arkadaşım 48inci kez düşeş attıktan sonra bende klasik olarak OHA diyerek tepkimi vermiş, o da şartlı refleks haliyle kendi uyarlaması olan “Şans ustadan yanadır.” diye acemice bir kelime israfı yapmıştı. Şimdiye kadar her şey olması gibiydi. Ama tam Çoşkun 49uncu düşeşini atacaktı ki kapıdan hızla bir şey geçtiğini fark ettik. Çoşkun “Aman boş ver, bizim Micky’dir.” diyerek geçen fareye sevimli bir karakter havası yarattı ve 49uncu düşeşini oynamaya koyuldu. Bende “Ayıp oldu mickye. Şimdi yiyecek bulamayınca üzülecek. Hayır geleceğini bilsek bir acılı lahmacunda ona söylerdik. Yani bize her gün Disney’den misafir gelmiyor ki.” diyerek topu Çoşkun’a atim dedim. O topu fazla önemsemedi ve 50inci düşeşini de attı. Bende tam 50 inci ohamı çekecekken, kapıdan geçen kediye kelimem kalmayacak endişesiyle "OHA" mı yuttum. Çünkü oha yani olağanüstü hal bizim evdeydi . Bir an Çoşkun’un suratına baktım. Belli ki bir TOM esprisi yapacaktı ama ona yüzümle onay vermeyince vazgeçti. Kısa bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra iki sopa kapıp çizgi film karakterlerinin peşine düşmeye karar verdik. Ama planımızda bir şeyi unutmuştuk, diğer karakter olan köpeği. Siz şimdi köpekte kediyi kovalıyodu herhalde diyosunuz ama öyle değil. Köpek öyle action bir karakter değildi çünkü,öyle evin salonunda durmuş, ben üçlü tamamlansın diye geldim tarzında mamalak mamalak bize bakıyodu. Köpeği de gördükten sonra artık bize yapılacak tek şey kalıyodu. Madem evde iki bekar delikanlıydık, hemen gittik isminin Ramazan olduğunu sonradan öğrendiğimiz, kapıcımızı çağırdık. O da en az bizim kadar hayvanları seviyomuş açıkçası. Fareye fazla hoşgörülü davrandığını söyleyemem, galiba micky’i pek tanımıyodu. Kediye “Gel pisi pisi,gel pisi “deyince geldi kedicik. Belki fareye de böyle anlayacağı dilde konuşsaydı hiç kan dökülmezdi. (Micky için bir dakikalık saygı duruşu) Köpeğin evden çıkması en kolayıydı. Nede olsa köpekler sadık hayvanlardır. Ramazan abi hafifçe sırıtarak “Gel Sadık buraya” deyince hemen geldi hayvan.
Bu ufak gösteriden sonra devam ettik tavlaya. Ama komşularımızın bize ve bizim evden çıkan hayvanlara bakışlarını hiç unutmadık. Artık mahallede hayvan düşmanı olarak anılmaya başlamıştık. Her ne kadar eve bir-iki kez yarasa alsak da insanların bize bakışları hiç değişmedi, belkide bize öyle geldi. Nihayettin de bu intibayı yok etmek için Çoşkun gidip, eve bukelemun almaya karar verdi. Almış yani o öyle diyo. Çünkü bu sürüngeni kendisinden başka hiç kimse bir daha göremedi. Güya bu hayvanın kamufle yeteneği varmış, o yüzden fazla anlaşılmazmış filan. Anlıyacağınız bize bakışı hiç değişmedi mahalenin. Nihayetinde bu evden çıktık, tabi okelemun(Çoşkun’un hayali bukelemunun ismi)da geldi yani gelmiş. Biz taşındıktan sonra arkamızdan dedikodumuz yapılmış, Ramazan Abi dedi. Neymiş efendim biz evdeki camları kırmışızda, bir cam taktırmamışızda, ordan bir sürü hayvan girmiş eve. Hiç laf işte. Neyse burada yazıma son veriyorum. Çünkü bu Çoşkun gene hayali bukelumunu kaybetmiş, evde onu arıyacakmışız. Başka işim yokmuş gibi bide bu deliyle uğraşıyorum. Zaten sinirlendim, şu yeşil silgiye. Ne siliyo ne bişey .Hayır kokusu falanda yok. Dedim bari bi tadına bakim, bi ısırdım bı kırmızı bişey aktı masaya böyle kan gibi. Kan?... ”Çoşkun, senin bu okelumun yeşil böyle tadıda ekşi bişey mi?yok görmedimde yedim ayni bi ısırık aldım.Ama isteyerek yemedim yani!! oğlum ağlama ya alırız yenisi. Yok yenisini yemem bu kesti. Allaah Çoskun çoştuuuuuuuuu……imdaaaaat