..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. -Cervantes
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Yüzleşme > Özlem Dendeş




3 Şubat 2005
Aşka ve Hayata Dair  
Hayata Dair Ne Varsa..

Özlem Dendeş


Hayat bu değil miydi özünde, yüreğinin götürdüğü yere gitmek ve gittiğin yerde mutlu olabilmek. Kimsenin ne düşündüğünü, ne hissettiğini, ne dediğini önemsemeden. Dilediğin gibi yaşayabilmek hayatı...


:BDGH:
Bir anda ürperdiğini hissetti...Hava kararmaya başlamıştı...Sandalyesinden kalktı, içeri girip üzerine kalınca bir şeyler aldı. Zaman nasıl da çabuk geçmişti, ne zaman akşam olmuştu da hava böylesine serinlemişti anlayamadı...Yağmur da yağacak gibiydi...Oysa dün ne kadar da rahat bir yolculuk yapmıştı, güneş bir an olsun ayrılmamıştı peşinden. Bundan önceki yolculuklarını düşündü...Gülümsedi...
Tekrar sandalyesine döndüğünde havanın iyice kararmış olduğunu ve güneşin çoktaan oraları terk ettiğini gördü. Soğuk kış geceleri geldi bir an aklına...Ne kadar da güzeldi buzz gibi Ankara soğuğunda dostlarla paylaşılan o sımsıcak geceler...Öğrencilik yılları bambaşkaydı ne de olsa. Dile kolay beş buçuk yıl geçirmişti başkentte! Delilikleri, beklentileri, başarıları, başarısızlıkları, muzurlukları, aşkları -aşkı-, gözyaşları, telaşları, isyanları, korkuları, hayalleri, yalnızlıkları, sarhoşlukları, dostlukları, kendini bulma ve kanıtlama çabalarıyla ne kadar uzun ve ne kadar çabuk geçmişti koskoca beş buçuk sene...Neler kazandırmıştı ona ve neler götürmüştü hissettirmeden, ürkütmeden...Bir hayatı tanımakla başlamıştı her şey ve bir hayatı paylaşmakla varmıştı hayatın tadına...Şimdi ne kadar da uzak geliyordu o günler...Sene 98 aylardan ocak...19 yaşında küçücük bir kız...Evden uzakta geçirilen o ilk günler, bitmek bilmeyen geceler...Bir yanda yeni bir şehir, yeni insanlar, yeni hayatlar keşfetme heyecanı diğer yanda belirsizliğin ve güvensizliğin telaşı...Ancak çok değil birkaç ay sonra buz gibi bir Ankara akşamında sımsıcak bir gülümsemeyle çıkmıştı karşısına...Bir anda bütün korkular, endişeler gitmiş yerini tatlı bir heyecana bırakmıştı...
Aşk bu muydu acaba...Yanılmıştı...
Yakınlardan gelen boğuk bir sesle irkildi bir anda. Yandaki evin köpeği olmalıydı. Dün akşam eşyalarını yerleştirirken de aynı sesleri duymuş merak edip terasa çıktığında görmüştü köpeği. Herhalde o olmalı diye düşündü ve etrafına bakındı. Hava iyiden iyiye soğumuştu ve içeri girme vakti gelmişti artık. Masanın üzerinde duran gözlüğünü aldı, yan masada oturan aileye iyi akşamlar diledi ve içeri girdi.
Üzerini değiştirip yemeğe inmeye hazırlanıyordu ki gözü televizyona takıldı...Arada sırada izlediği bir kültür-sanat programıydı bu ve ‘yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var’ diyordu şair elinde mikrofon. Yaşadıklarından öğrendiği ne çok şey vardı gerçekten...Sevdi mi tam sevmeliydi mesela insan...Büyük aşklar büyük riskler taşırdı ve her şey göze alınmalıydı...Ortası yoktu aşkın ya da bir ortalaması...Kaybetmekten korkmamalı, kaybedince de bu acıyı hakkını vere vere yaşamalıydı...Cesur olmalıydı, sevecek ve kaybedecek kadar cesur...Sevince cart diye söylemeli, nefretini de belli etmeyi öğrenmeliydi... Bir zamanlar bir gülüşüyle alacakaranlığı ısıtan o rüya bir kabusa dönüşebiliyordu çünkü bir anda...Oysa hayatı basit yaşamalı, aşkı çok da ciddiye almamalıydı belki de...Ve bir kere bittiğinde aşk, tüketildiğinde sevgiler asla bakmamalıydı geriye..
Yemekte yalnız başına olmak, her şeyde yalnız başına olacak olmak, ürkütmüştü başlarda onu ama bunun tadını çıkarmayı da öğrenmeliydi. Yalnızlık bazen öyle çok şey öğretiyordu ki insana...Her ne olursa olsun tüm başarılar ve tüm başarısızlıklar hep kendi başına yaşanmıyor muydu zaten hayatta? Yatağa yatıp da kendinle başbaşa kaldığında yüzleşilmiyor muydu en derindeki acılarla, korkularla, tutkularla...Tam bu sırada yanında beliriveren küçük kızın sesiyle bir anda kendine geldi. Boş sandalyeyi almak istiyordu minicik elleriyle. Muzur muzur baktı kızın kıpkırmızı yüzüne ve ‘tabii’ dedi ‘tabii ki alabilirsin canım’...
Yemeğin üstüne şööyle güzel bir Türk kahvesi nasıl da iyi giderdi şimdi...Tadını çıkarmalıydı burda olmanın. Yarın akşam eve dönecekti ne de olsa, pazartesi iş vardı! Ama çok uzun zamandır böyle sakin bir haftasonunun hayalini kuruyordu. ‘Herkes bunu ara ara yapmalı, herşeyden uzak kendini dinlemeli’ diye düşündü. Hayat bu değil miydi özünde, yüreğinin götürdüğü yere gitmek ve gittiğin yerde mutlu olabilmek...Kimsenin ne düşündüğünü, ne hissettiğini, ne dediğini önemsemeden...Dilediğin gibi yaşayabilmek hayatı...Sadece öyle istediğin için öyle yaptığın ve hissettiklerini hissettiğin anda yaşayabildiklerin ne kadar da değerliydi aslında...İstediğin zaman istediğin yerde istediğin kişiyle olabilmek...Yalnız kalabilmek yani dilediğinde ve kavuşabilmek özlediğinde...Bunlar çok da basitmiş gibi görünen ama aslında pek çok insanın sadece hayal edebildiği şeylerdi...Standartlar, yerleşmişti kafalara bir kere! En sevdiği reklamdı bu...’Ne kadar da doğru’ demişti ilk izlediğinde...Neden hep öyle oturmalı, öyle söylemeli, bunu yapmalı, şunu yapmamalı, öyle giyinmemeli, böyle dans etmemeliydi? Seçenekleri başkası belirlediğinde seçim sana ait olmuyordu ki!
Ertesi gün neler yapacağını düşündü. ‘Sabah şööyle güzel bir kahvaltı, az sütlü bir nescafe ardından da kısa bir yürüyüşe çıkarım herhalde’... Hem bütün gün nerdeyse hiç hareket etmemişti, spor olurdu biraz da...Zaten öğleden sonra da fazla geç olmadan yola çıkmalıydı, geç kalıp evdekileri meraklandırmasa iyi olurdu...
Ertesi sabah uyandığında güneşin daha yeni yeni doğmak üzere olduğunu fark etti. Gece çok da erken yatmamıştı ama yine de fazla uyuyamamıştı işte. Temiz havadan olmalı diye düşündü, annesi gibi konuşmuştu yine...Kalkıp pijamalarını çıkardı, eşofmanlarını giyip kahvaltıdan önce yürüyeyim bari dedi ve dışarı çıktı. Her yer ne kadar da sessizdi, kuşlardan ve kedilerden başka kimsecikler yoktu daha ortalıkta. Yandaki evin köpeği bile hala uykudaydı, pazar keyfi yapıyordu anlaşılan...Pazar sabahları ne çok uyurdu gerçekten öğrenciyken, ne keyifliymiş diye düşündü, sorumluluğun neredeyse sıfırın altına düştüğü öğrencilik yılları ne kadar da keyifliymiş...Gerçi şimdi her ne kadar sorumlulukları arttıysa da onun tadı da bambaşkaydı aslında hayatta...Ve zorlaştıkça daha da zevkli hale geliyordu galiba...Hem dalga geçmeyi de bilmek gerekiyordu zaten hayatla, tıpkı kendinle dalga geçmeyi, kendini olduğun gibi kabul etmeyi bilmek gibi...Ta kendin gibi olmalısın demişti şair, ta kendi gibi yaşıyordu işte hayatı...Özgürlük bu değil miydi zaten...Kendin gibi olabilmek, saklamamak, oynamamak, “mış” gibi yapmamak...Ne kadar da önemliydi bunlar aslında...Korkuları, umutları, hayal kırıklıkları, küçük yalanları, büyük itirafları ve kocaman yürekleriyle kendi olmayı başaran insanlar ne kadar da şanslıydı hayatta...Göze almayı bilmek sonra; çekip gitmeyi, sahip olduklarından vazgeçmeyi, karşılık beklememeyi...Ve inanmak gerekirdi tutkuların gücüne, bazen de teslim olunmalıydı ağız dolusu gülüşlere. Hele o gamze gamze gülebilenlere...
Nerden de gelmişti şimdi bütün bunlar aklına! Hayatı ve aşkı bu kadar da kurcalamak doğru muydu acaba? ’Ama olsun’ diye düşündü bazen sorgulamak iyidir, eskide kalmıştı o kendi kendine konuşana deli derler günleri...İnsanın kendine bile itiraf etmekte zorlandığı şeyler, ancak sesli düşünerek ortaya çıkabiliyordu belki de...Hem, ne kaybetmişti ki işte!
Otele dönüp kahvaltısını ettikten sonra yukarı çıkıp çantasını topladı ve bir an önce yola koyulmalıyım diye düşündü. Hava kararmadan evde olsa iyi olurdu. Arabaya indi, çantasını bagaja attı, koltuğa şööyle bir kuruldu, radyosunu da ayarlayıp yola koyuldu. Ver elini İstanbul...Yaşanacak şehir...’Kadın’ dedi kendi kendine ‘İstanbul gibi olmalı, fethi zor fatihi tek’...Yıllar önce okumuştu bu sözü ve hep çok sevmişti nedense, gerçekten öyle mi olmalıydı acaba? Yaşadıklarını ve yaşayamadıklarını düşündü sonra...Hatalarını, zamansızlıkları, zaafları...İnsanların ortalama olma, ortalama yaşama ve uzlaşma kaygılarını...Tabii bir de vazgeçişlerini, kaçışlarını, kaçırdıklarını...Anlatılamayan, anlatılmayacak olan anıları...
Tüm bunlar aklında, kulağı radyoda avaz avaz şarkı söyleyerek geldi İstanbula...
”Bir minicik kız çocuğu bak, duruyor orada hala...Anlatamam gördüklerimi o neşeli çocuğa...”

.Eleştiriler & Yorumlar

:: hoşgeldiniz
Gönderen: Kâmuran Esen / Bolu/Türkiye
12 Şubat 2005
Merhaba Özlem Dendeş; izedebiyat'a hoşgeldiniz demek isterim, sitenin eski bir üyesi olarak..... Aşka ve hayata dair kafanıza takılanları, aklınızı kurcalayanları; edebi bir dille anlatmışsınız.İlk bakışta çok sıradan gibi görünen olayları, gösterdiğiniz davranışları; çok güzel kallleme almışsınız.Zevkle okudum.......Devamını dilerim.....Sevgiyle kalın...Kâmuran ESEN




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Üç Nokta Koydum Artık Ardına
İçimden Geldiği Gibi


Özlem Dendeş kimdir?

senden önce senden sonra. .


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Özlem Dendeş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.