Çocukların eğitimi, zaman kazanmak için nasıl zaman yitireceğimizi bilmemiz gereken bir meslektir. -Rousseau |
|
||||||||||
|
Kalplerin taşlaşması gibi, taşların da taş olmaktan bıkıp yumuşamaya meylettiği zamanlar yok mudur? Yollar da özler mi? Yolun da alıp başını gidesi gelmez mi? Ateş de yanmayı arzulamaz mı? Ateşi de yakıp kavuran bir ateş olamaz mı? Güneş de bekler mi gündoğumunu? Bir akşam üstü güneş de seyretmeyi dilemez mi günbatımını? Ayrılık bıkmadı mı onca sevgili arasında durup beklemekten? Ayrılık da ayırmaktan usanmaz mı; yok mudur kavuşmak dilediği? Aşk da âşık olamaz mı? Bunca zamandır örselenmekten, anlaşılmamaktan şikayetçi değil midir? Herkesin dilinde olup da, kimseye yâr olmamak aşka da ah ettirmiyor mudur? Şarkıların da sevdiği bir şarkı yok mudur? Onlar da ara sıra durup dinlemek istemez mi acıların ve neşelerin nağmelerini? Toprak da bir gün toprağa uzanmayı arzulamaz mı? Ona da topraktan bir mezar bulunamaz mı? Gündelik hayatta her şey pürüzsüzce akıyor gibi gelir bize. Taş katıdır. Ateş yakar. Sular serindir. Yol yolcuyu bekler. (…) Böyle bildik, çünkü, böyle bulduk. Şaşırmaya gerek yok. Mecnun olmaya mahal yok. Her şey olduğu yerde kalsın. Yeni sorularla yeni kaygılar doğurmanın lüzumu yok. Aklına de ki, “Otur oturduğun yerde!” Kalbine tembihle ki, “Dur durduğun yerde!” İnsan, olduğundan fazlasıdır her zaman. Evet, evet, öyle… İnsan, her an olabileceğinden daha azıyla vardır. Başka şeyler, sadece kendi söylediğini işiten sağırlar gibidir. Kendi söyler, kendi anlar; yanındakine seslenemez, yanındakini duyamaz. İnsan ise, hem kendi söylediğini duyar, hem başkalarının söylediğini duyar. Kendini anlar, başkalarını da anlar. Başkalarının farkında olduğu gibi, başkalarının farkında olduğunun da farkındadır. Kendi farkındalığının farkındadır. Kendi farkındalığının farkında olduğunun da farkındadır. Gözleri, kulakları, aklı, teni, ruhu, kalbi.. alabildiğine açıktır âleme. İçine ve dışına sonsuz yoğunlukta ışıyan bir ışıldak gibi, hem başkalarının rengini açığa çıkarır, onları görünür eyler; hem onları görünür eylediğini gösterip kendi aydınlığını görünür eyler. Aynanın aynada kendini seyretmesi gibi, hiç tükenmez bir anlayış derinliğine sahiptir insan. Görür, görünür, görünür olduğunu görür, gördüğünü görür… İnsan böyle iken, sular böyle değildir meselâ. Sular sızılara deva olurken, kendi sızılarından habersiz olabilir. Suların da sızlayıp sızlamadığını dert edinmek insana düşer. Yağmur her şeyi nezaketle ıslatırken, bir yağmurda ıslanmanın hasretine kör kalmış olabilir? Yağmurun da ıslanmaya aç olabileceği bir tek insanın hatırına gelir. Taşlar hep katı dururken, kalplerin katılaşmasından habersiz kalabilir. Taşların da katılıktan usanabileceği ancak insanın aklına düşebilir. Aşk nicelerini ah ettirirken, ah etmemiş olabilir. Aşkın ah edebileceği ihtimali sadece insanın kalbinde yer bulabilir. Öyleyse, bir kez daha bakmalı değil miyiz kendimize? Şu andaki varlığımız bizi biz etmeye yetiyor mu sence? Olduğumuzdan fazlası olmaya niyetli değil miyiz? Yetiyor muyuz kendimizi kendimiz eylemeye? Ayaklarımız varıyor mu fıtratımızın zirvelerine? Elimiz yetişebilir mi kalbimizin derinliklerine? Ne kadar âşinayız varlığımızın gizli köşelerine? Uzanabiliyor muyuz ruhumuzun labirentlerine? Dokunabiliyor muyuz hatıralarımızın kuytu köşelerine? Koparabiliyor muyuz duygularımızın acı tatlı meyvelerini? Ne kadar sarkabiliyoruz lâtifelerimizin derin kuyularına? Kimiz biz? Neyiz? Neredeyiz? Kim bilir; belki de kendimizi kendimizden ayıran bir dağız. Ferhad olup Şirin olan yanımızı arıyoruz. Dağın öbür tarafında bırakıyoruz kendimizi; hep bu yamaçta kalıp kazıyoruz kazıyoruz… Kim bilir, belki de kendi kendimizi kesen bir bıçağız. İsmail olup kendimizi kurban ediyoruz; hep eksiltiyoruz kendimizi, hep kesiyoruz kendimizden. Kim bilir kendimizi kendimize haram eyleyen bir günahız. Züleyha olup Yusuf olan yanımızı kandırıyoruz, Yusuf olan kalbimizi zindana sürüyoruz. Kim bilir; kendimizi kendimizden ayıran bir çölüz. Mecnun olup Leylâ olan yanımızı yalnız, yapayalnız bırakıyoruz. Kim bilir kendi kendimizi ağlatan kocaman bir yarayız. Kerem olup aslımızı arıyoruz; bulamıyoruz. Suların sızısından habersiz yaşıyoruz. Suların sızılarını bile fark edebilecekken, kendi sızılarımıza körleşiyoruz. Kendimizi de fark etmez hale geliyoruz. Kendimizi kendimizde yitiriyoruz. Kendi ellerimizi kendi ellerimizden çekiyoruz. Göz göze gelemiyoruz kendimizle. Yüzleşemiyoruz. Kendi kendimizi sokağa atıyoruz. Kendimizi kendimizden sürgün ediyoruz. Kendimize kendimizi çok görüyoruz. Oysa insan olduğundan fazlasıdır her zaman. Ama bilmiyoruz. Ama bilmediğimizi de bilmiyoruz. Sızısız yaşıyoruz. Issız yaşıyoruz.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © gökçehan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |