Doğaüstü henüz anlayamadığımız doğal şeylerin adı. -Elbert Hubbard |
|
||||||||||
|
Çünkü Tanrı onları, tek bir şartla affedecekti. Geceleri gezen ölümü sona erdirdiklerinde, aydınlığın kanatları kucaklayacaktı tüm bedenlerini. Ancak verilen görev kolay değildi. Tanrı onlara kolay olacağını söylememişti. Söylediği tek şey, “Işık arkanızda oldukça, sizin de ışığa yükselmeniz olasıdır...” Karanlık çöktüğünde yeraltında gizleniyorlardı. Özel olarak inşa ettikleri bu barınakları, şu ana kadar kimse keşfedememişti. Bu barınaklar kutsal sayılırdı. Çünkü içinde ölenlerin sayısı epeyce fazlaydı. Aslında buna da tam ölüm denemezdi. ‘Geldikleri yere dönüş’ adı daha uygun olabilirdi. Sayıları fazla sayılmazdı, ancak diğerlerine göre daha fazla inatçıydılar ve bu yüzden de savaşmaktan hiçbir zaman kaçmadılar. Zamanı gelince savaş tekrar başlayacaktı. Şu an sessizlik zamanıydı. Fırtına öncesi sessizlik... Gece, karanlığın duygusuz bakışlarına teslim olmuşken, ölüm insanlar için çok yakındı. İnsanların çaresizliği bir şey ifade etmiyordu. Karanlığın kan emicileri yaptıkları katliamlara dur demiyorlardı, tersine daha da ileri gidiyorlardı. İnsanların acınacak çığlıkları, yerin dibinden bile duyulabiliyordu. Yerin dibindeki barınaklarda ise son derece yüksek bir ışık hakimdi. Yüzlerce meşale ve bunun yanında şehrin kaçak elektriği aydınlatıyordu, karanlığa hapis olmuş dipleri. “Köstebek gibi yaşamaktan bıktım.” dedi biri. Cevabı almakta ise gecikmedi: “Köstebekler bu kadar aydınlık bir yerde yaşar mı sanıyorsun?” Bu cevaba karşılık bir şey söyleyemedi, henüz küçük olan sitemlerin sahibi.. Karşısında, ona gözlerini diken vampire baktı. Gözlerindeki nefretin alevi, gerçekten de çok belli oluyordu. Çocuk yanındaki kadına yaklaştı ve meraklı bakışlarla sordu; “Anne neden onun bakışları böyle? Yani niye beni yiyecekmiş gibi bakıyor?” Bu soruya soğuk bir cevap aldı çocuk. Yanına yaklaştığı kadın, hoşlanmamıştı sanki ondan: “Bana anne demeni istemiyorum bir daha. Ben seni doğurmadım. Doğuramazdım da zaten. Sen küçükken lanetlendin. Tanrı acıdı sana ve senin büyümene izin verdi. Dikkat ettin mi, aramızda sadece sen yaşlanıyorsun. Ancak belli bir süre sonra senin de yaşlanma sürecin duracak.” Çocuk bu tepkiyi beklemiyordu ancak dinlemeye devam etti; “Onun gözlerinin içine bakmamalısın. O, lanetlendiği günden bu yana ızdırap çeker. Çünkü o lanetlenmeyi hiç istemedi. Zorla böyle oldu.” Çocuk ise cevabı alınca birazcık kendi kendine düşündü ve hevesle bir soru daha sordu; “Peki neden onun ismi bizimkiler gibi değil?” Kadın sorulardan sıkılmış gibiydi. Sivri dişlerini çocuğa gösterdi bir an için. Gözleri öfkeli gibiydi. Fakat sinirli görünse de, sakince cevapladı soruyu: “Çünkü o sadece kendi ismine inanır. Lanetlenmeden önceki ismine inanır. Bizimki gibi sonradan takma isimler kullanmaz. Kim bilir belki de tarzı değil.” Çocuk, bu sözlerin manasını arıyordu kafasında. Fakat bulamadı. Ayağa kalktı ve yavaş adımlarla yaklaştı bakışlarından korktuğu vampirin yanına. Elinde koca bir kase koyun kanı vardı. Sessizce doyuruyordu karnını. Yanına doğru yaklaşan çocuğu fark etse de, hiçbir tepki vermemeyi tercih etti. Çocuk ise ona meraklı meraklı bakıyordu. Onu çözmek için gayret sarf ediyor gibiydi. Birkaç dakika sonra ise çocuk tüm cesaretini topladı ve kasedeki kanı içen vampire bakarak; “Sana bir şey sorabilir miyim?” dedi. Bunu duyan vampir ise elindeki kase ile yüzünün arasına mesafe koydu. Kafasını yavaşça çocuğa çevirdi ve çocuğa evet der gibi kafasını salladı. Çocuk ise yarı tedirgin bir şekilde: “Sen neden Berr-e adını kullanıyorsun? Bizimkiler gibi bir ismin yok mu?” Adını telaffuz eden çocuğa uzun uzun baktı ve hiçbir şey söylemedi. Ancak bir süre sonra gayet ılımlı bir ses tonuyla cevap vermeyi tercih etti; “Bu ismi kullanıyorum, çünkü benim gerçek adım. Kaderime yazılan isim.” Çocuk ise cevaptan tatmin olmamış gibiydi. Cevabın üstüne bir soru daha sordu: “Berr-e ne demek?” Çocuğun sorduğu sorular karşısında ciddiyetini bozmadan cevap verdi tekrar: “Bunun anlamını senin bulman lazım. Çünkü anlamı her yere gizlenmiş olabilir. Önemli olan onu senin bulabilmendir.” Cevabı verdikten sonra ise elinde tuttuğu kan dolu kaseyi çocuğa doğru uzatıverdi. Çocuk ise tereddütsüz kaseyi alarak içmeye başladı. Belli ki acıkmıştı. Ne de olsa uzun zamandır gün yüzünü görmemişti. Toprağın üstünde gün ağarmaya başlamıştı. Karanlıkların içinde saklanan ölüm, yerini aydınlanan gökyüzünün parıltılı bedenine bırakıyordu. Güneşin saçları gittikçe her yere dökülmeye başlamıştı. İnsanların güvende olduklarını anlamalarını sağlıyordu güneşin altın gözleri. Her yeri ısıtmaya başlayan altın gözleri... Yerin dibindekiler ise aydınlattıkları tünellerinden toprağın üzerine doğru çıkmaya başlamışlardı. Hafiften esen rüzgarın sesi kulaklarında çınlıyordu hepsinin. Sahile yakın olduklarını hissedebiliyorlardı, oraya doğru yürümeye başlamışlardı bile. Gallerion gökyüzüne doğru baktı, nefesini içine çekmek istiyordu fakat solukları tükeneli çok olmuştu. Güneşin tüm ışıltısına doğru baktı, gözlerini bir an için bile kırpmadan. Biraz sonra ise sahilin yanındaydılar. Mavi gözlü İstanbul’un, masmavi denizi önlerindeydi. Daha ileriye baktıklarında Prens Adaları’nı görebiliyorlardı. Gallerion, bu güzellikleri çok sevse de, kendi kendine sitemli bir şekilde konuşuyordu: “Işık bizim hayatımız anlıyorum bunu. Ancak keşke diğerleri gibi karanlıklarda da gezebilseydik ne olurdu ki?” Gallerion’un kendi kendine konuştuğunu gören Berr-e uyarıcı bir ses tonuyla konuşmasına müdahale ediverdi: “İşte bunu anlamıyorum. Bizleri karanlığı yok etmemiz için gönderdiler. Sizler ise karanlıkta yaşamak istiyorsunuz. Bu ne çelişkidir böyle?” Gallerion, bu sözün ona doğru söylendiğini fark edince sivri dişlerini dışarı çıkardı ve Berr-e’ye göstererek: “Sen daha lanetlendiğinin bile farkında değilsin. Hala kendini insan zannediyorsun. Lanetlendikten sonraki ismini bile kullanmıyorsun. Sen kendini benden daha güçlü mü sanıyorsun?” Berr-e ise karşısındaki sinirli vampire nazaran sakin gibiydi, önce hiçbir tepki vermedi. Ancak bir süre sonra dişlerini Gallerion’a göstererek: “Sizden belki de daha güçlüyüm. Çünkü ben affedileceğime inanıyorum. Bu inanç, beni sizden daha güçlü kılıyor!” İki vampir tam birbirlerine girecekken sahil şeridinden birisinin onlara doğru yaklaştığını gördüler. Yürüyerek gelen kişi, koşmaya başlamıştı. Üzerilerine doğru geliyordu. Birkaç saniye sonra ise yanlarındaydı. Karşısındaki topluluğu gördüğüne sevinmiş gibiydi. Karşısında ona doğru bakan soğuk yüzleri hissetmemişti bile. İnce bir ses tonuyla önce konuşmaya o başladı: “Gündüzler olsun hepinize.” Karşısındakiler hiçbir cevap vermedi. Berr-e’nin, Gallerion’a karşı siniri geçmemişti. Bu yüzden de gözleri başkasını görmüyordu. Yabancı kişi bir kez daha tekrarladı: “Gündüzler olsun hepinize.” Bu sefer karşılık alabilmişti kendisine: “Gündüzler olsun sana da.” dedi gerilerden cevap veren Qwex. Meraklı bir tavırla sordu yabancıya: “Sen kimsin, adın ne?” Kendisine cevap verilmesine sevinen yabancı, sorulan soruyu yanıtlamakta gecikmedi: “Ben Erél. Sizin türünüzdenim. Tabii sizler Işıktakiler iseniz.” Berr-e ise sinirini bir kenara koydu ve Erél’e yanıt vermeyi tercih etti; “Evet biz Işıktakileriz. Bizim türümüzden başkaları olduğunu bilmiyordum.” Erél, hiç düşünmeden Berr-e’ye karşılık verdi: “Bende sizin varlığınızı birkaç gün önce öğrendim. İzmir’den buraya sizi bulmak için geldim.” “Nereden öğrendin bizleri?” “Aslında bir yerlerde sizin yaşadığınızı hissediyordum. Ancak İzmir’den ayrılmaya cesaret edememiştim. Sanırım karanlıklara kapılmaktan korkmuştum. Karanlıkta erimekten korktum. Ta ki bana ulaşan bir ışık vampirinin söylediklerini duyana kadar. Karanlıktaki ölümü durdurabileceğimizi söyledi bana.” Bunları duyan Gallerion alaylı bir şekilde güldü kendi kendine. Sonrasında ise gülmeye devam ederek Erél’e: “Aslında bizim gönderilme amacımızın bu olduğunu da söyledi mi sana?” Berr-e iyice sinirlenmişti ve öfkeyle baktı Gallerion’a. Gallerion sesini bile çıkartamadı bu bakışlar karşısında. Berr-e, bakışlarını yumuşatarak Erél’e devam etmesini söyledi. “Bana önce sizi bulmamı söyledi. Çünkü savaşmak konusunda gerçekten de meziyetli değilim. Sizin bana yardım edebileceğinizi düşündü sanırım. Sizin korumanız altında da Bedi’yi bulmamı istedi.” Qwex merakla sordu: “Bedi de kim?” “Bedi bize yardım edebilecek kişi.” “Bize nasıl yardımcı olabilir ki?” “Bana yardımcı olan ışık vampirinin erimeden önceki son sözleri gerçekten umut vericiydi. Onu bulursak bizi karanlıkta yürütebilirmiş. Böylece de savaşımıza karanlıkta da devam edebilirmişiz.” Bir anda vampirler arasında fısıldaşmalar oldu. Hepsi bir ağızdan konuşuyordu. Berr-e bir kez daha ağırlığını koydu: “Susun! Hepiniz aynı anda konuşursanız, kimin ne anlayacağını sanıyorsunuz?” Berr-e sustuğunda ise tüm vampirler de onunla beraber konuşmayı kesmişti. Vampirlerden biri ortaya doğru: “Bu nasıl mümkün olabilir ki! Yani karanlık bizim sonumuz olur.” dedi. Erél ise sessiz bir şekilde karşısındaki topluluğun hareketlerini izliyordu. Berr-e düşünceliydi. O da bu olayın nasıl olacağını düşünüyordu. Erél’e baktı ve bir soru daha sordu: “Bedi’nin nerede olduğunu biliyor musun?” “Onun Ankara’dan İstanbul’a göç ettiğini duydum sadece. Araştırmalarım sonucunda da İstanbul’un Anadolu yakasında yaşadığı tespit ettim. Bildiğim tek şey bu. Sizlerle onu bulmayı ümit ediyorum.” Sözlerini bitiren Erél, kendisine gelecek tepkileri bekliyordu. Berr-e, arkasındaki tüm ışık vampirlerine döndü ve fikirlerini sordu. Hepsi kendi aralarında konuşmalara başlamışlardı. Ancak çok geçmeden bu konuşmalar, sessizliğe gömüldü. Berr-e sessizliğin bozulması için seslendi diğerlerine: “Kararınız nedir? Sizce de büyük bir fırsat değil mi bu? İnancı olan bir vampir yok mu aranızda? Belki de affedilmemiz için büyük bir şans bu.” Güneşin ışıkları iyice parıldamaya başlarken, vampirlerin hepsi düşünceliydi. Düşüncelerindeki karanlık tarafları aydınlatmaya çalışıyorlardı. Uzun süre sessizlik oldu. Hepsi ses çıkarmadan, öylece düşünüyor gibiydi. Berr-e defalarca kez yaptığı gibi tüm vampirlere bir kez daha seslendi: “Benim kendimce fikrim Erél’in anlattıklarından yola çıkarak o adamı bulmaktır. Kaybedeceğimiz ne olabilir ki? Şimdi söyleyin bana; Erél ve bana katılmak isteyen var mı bu yolculuğumuzda?” Gerilerden öne doğru çıkan bir vampir, Berr-e’nin yanına doğru geldi ve tüm cesaretiyle; “Ben varım.” dedi ve devam etti: “Benim adım Huneis ise ben de varım. Şu lanetli adımdan artık kurtulmak istiyorum. Gerçek ismime geri dönmek istiyorum. İnsanoğlunun verdiği isimle anılmak istiyorum artık.” Berr-e ise etkilenmiş gibiydi. Gerçekten de karşısına çıkan vampiri pek görmemişti. Ancak bu cesaretinden dolayı takdir etti. “Bu vampir kadar cesur olan yok mu içinizde?” Gallerion, bunu kendisine gönderme olarak algıladığı için sinirli bir şekilde: “Benim gücüm hepinizden daha da fazladır. Sanırım sizle gelsem iyi olacak.” Gallerion’un arkasından, saçları kıvırcık biri çıktı yolculuk edecekler grubunun yanına. Vampire hiç benzemiyordu. Vampirlere göre fazla sevimli birisiydi. Hiçbir şey söylemedi, ancak yanlarında olduğunu belirtir bir şekilde yanaşmıştı inancını ortaya koyanların yanına. Yeni kişilerin çıkması beklenirken, Qwex bir soru sormayı tercih etti: “Peki bize karanlıklarda yürümeyi vaat eden adamı nasıl bulacağız?” Berr-e hiç düşünmeden yanıtladı: “Arif Sait bilir herkesi, onu ziyaret edeceğiz.” Qwex’in kafasındaki soru işaretleri dağılmış gibiydi. Bir adım öne attı, “Bende sizinle geliyorum.” dedi ve Erél’in yanına sokuldu. Berr-e bu kadar bile katılımcı beklememesine karşın, istekli kişileri görünce inancı biraz daha artmıştı. Berr-e son kez topluluğa sorduysa da, başka gelmek isteyen yok gibiydi. Bunun üzerine Berr-e topluluğa karşı arkasını döndü ve yürümeye başladı. Topluluğun içinden çocuk çıktı ve Erél’in yanına geldi. “Adının bir anlamı var mı? Lanetlenmiş bir isme benzemiyor hiç?” Erél, vampirlerin kendine has büyüleyici özellikleri taşıdığını çok belli eder gibiydi. Gülümsemesi de o kadar etkileyiciydi. “Anlamı “yalnız yıldız” demek. Aslında bu ismi ben kendim koydum. Okuduğum bir kitapta vardı bu dil. O dilin kendi harflerinden oluşturdum.” Çocuk hiç kitap okumamıştı. Bu yüzden de ona söylenenlerden pek bir şey anlamasa da, anlamış gibi davrandı. Erél’e kanı gerçekten de ısınmış gibiydi. Ancak yolculuğu kaldırabilecek kadar gücü yoktu. Çünkü o türünün tek örneğiydi. Büyüyen tek vampirdi o. Büyüyen tek ışık vampiriydi... Diğer dört kişi de en öndeki Berr-e’nin arkasından yürümeye başladılar. Güneş yüzlerinin aydınlığını ortaya çıkarırken, bir yandan esen hafif deniz meltemi, soluk tenlerini okşuyordu. Arkalarında bıraktıkları vampir grubu onlara öylece bakıyorlardı. Kendilerinden pişman gibiydiler, fakat yine de yerlerinden hareket edemiyorlardı. Berr-e ile diğerleri, ayrıldıkları gruptan oldukça uzaklaşmışlardı. Erél, yürüyen topluluğun içinde sessizliği bozan kişi oldu. “Arif Sait kim öğrenebilir miyim?” Berr-e cevap vermedi, yürümeye devam etti. Bu cevapsızlık üzerine bir süre sessizlik oldu. Berr-e, daha sonra cevap verebildi: “O da bizim gibi bir ışık vampiri.” Bu kadar aradan sonra cevap veren Berr-e’ye dikkatle bakan Erél: “Peki o niye sizlerle değil?” “Çünkü o bizlerle kalmak yerine başka şeyleri seçti.” “O bir ışık vampiri. Yapabileceği başka ne olabilir ki?” “Bunu gittiğimizde göreceksin.” Yol boyunca hiç birinden sen çıkmadı. Sadece yürüdüler. Ya da bir anlamda Berr-e’yi takip ettiler. Çünkü kendinden o kadar emin görünüyordu ki, onun peşinden gitmemek belki de inançsız kalmak gibi bir şeydi. Biraz daha yürüdükten sonra ana caddeye çıkmışlardı. Kaldırımlarda yürüyen insanlar vardı. Ancak hiç biri onları görmüyor gibiydi. Hiç birinin dikkatini çekmiyorlardı. Qwex camcının önünden geçerken, vitrininde asılı duran aynalara baktığında sadece yürüyen bir parıltıyı gördü. Güneşin yüzünü görebildi sadece. Kendi silueti yok gibiydi. En önde yürüyen Berr-e bir anda duruverdi. Eliyle önünde durduğu mimariyi gösterdi. Erél gerçekten de şaşkındı, hiç düşünmeden aklından geçeni söyledi; “Burası bir cami!” Berr-e ise imalı bir ses tonuyla: “Bir ışık vampiri ne yapabilir ki demiştin değil mi? Tanrıya sonuna kadar inancını gösterebilir. Arif Sait de bunu göstermek istedi. Kendini sadece dine adadı. İbadet etmek istedi ve hatta insanlara da yardım ediyor burada.” Erél, ne söyleyeceğini bilmiyordu. Gallerion ise atıldı hemen: “Bu cami de ne yapıyor ki, yani bekçilik falan mı?” Berr-e ise bu sözüne tebessümle baktı ve keskin bir ifadeyle: “O bir imam, inançlı bir imam..” Caminin içine doğru ilerlediklerinde Gallerion tam adımını içeri doğru atacaktı ki, caminin içinden bir uyarı sesi geldi; “Sen ne yapıyorsun öyle? Camiye hiç öyle girilir mi? Ayakkabılarınızı çıkartın, burası kutsal bir yerdir!” Berr-e, Gallerion’u arkaya itekledi ve uyarıyı yapan kişinin görebilmesi için en öne geçti. “Arif Sait, bunu söyleyeceğini biliyordum.” Uyarıyı yapan adam, önce yerinde durdu. Arkasından da kapıdakilerin yanına yavaşça yürümeye başladı. Birkaç saniye sonra kapının yanındaydı. Berr-e gülümsedi, “Gündüzler olsun.” dedi ve karşılık beklemeye başladı. Karşısındaki adam bir süre sessiz kalsa da sonunda konuştu; “Sizlere de gündüzler olsun. Uzun zaman oldu. Seni beklemiyordum.” “Aslında ben de gelmeyi planlamamıştım.” Adam gülümsedi ve kapıda duran Berr-e’ye sarıldı. “İçeri girecek misiniz?” “Sence bizler girebilir miyiz içeri? Yani lanetlenmiş kişiler girebilir mi?” “Allah herkese yardımcı olmaya çalışır. İnancınız varsa sizi anlayacaktır. Allah amacı olanlara yol gösterir her zaman.” Berr-e ayağındaki ayakkabıları çıkarttı ve camiden içeri doğru yöneldi. Berr-e’nin arkasından diğerleri de ayakkabılarını çıkardılar ve içeri girdiler. Arif Sait, camideki boş bölümlerden bir yere götürdü onları. Sonra da görevinin olduğunu belirtir bir şekilde; “Sizler burada konaklayın. Ezan zamanı geldi. Daha sonra sizlerle ilgileneceğim.” Beş kişi de birbirleriyle pek konuşmadılar ve Arif Sait’in gelmesini beklediler. Arif Sait’in işleri yoğun olmalıydı ki, uzun süre ortalarda gözükmedi. Zaman su gibi akıp geçiyordu. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Caminin tüm ışıkları yanıyordu ve Maltepe’nin tüm meydanını aydınlatıyordu adeta. Arif Sait, ışık vampirlerinin yanına gelmişti. Yere doğru çömeldi ve oturdu. “Biliyorum burada sıkıldınız, ancak benim görevlerim olduğunu biliyorsunuzdur herhalde. Allah çalışan insanları sever.” Berr-e, Arif Sait’in sözlerini dikkatlice dinledikten sonra konuşmaya başladı: “Buraya geliş amacımız aslında senden yardım istemek, sanırım bunu sen de biliyorsun.” “Evet, biliyordum. Çünkü geçen zamanda bana sadece yardım istemek için gelebilirdiniz. Söyleyin o zaman, nasıl bir yardım istiyorsunuz?” “Aslında sana birisini soracaktık. İsmi Bedi.” “Bedi mi? Soyadı yok mu?” “Soyadını bilmiyoruz, ancak İstanbul’un bu yakasında yaşadığını biliyoruz.” “Bedi pek bilindik bir isim değil. Bu yüzden mi bilebileceğimi düşündünüz?” “Sanırım.” dedi Berr-e düşünceli bir şekilde. Arif Sait ise gülümsedi. Ona dikkatle bakanları süzdü. “Neden gülümsediğim hakkında bir fikriniz var mı?” Gallerion hemen cevap verdi: “Onun yerini bilmiyorsun ve bizle dalga geçiyorsun, değil mi?” “Sizinle dalga geçmem için hiç sebep yok. Unutma ki, ben bir din adamıyım. Kimseyi aşağılayacak gücü kendimde bulamam. Allah’ın yarattığı kişileri aşağılamak, Allah’ı aşağılamakla aynı şeydir.” Gallerion bu cevap karşısında hiçbir şey diyemedi ve susuverdi. Arif Sait ise konuşmaya devam etti; “Bedi’nin ne anlama geldiğini biliyor musunuz?” herkes birbirine baksa da cevap gelmedi. Bunun üzerine Arif Sait devam etti; “Bedi, Allah’ın doksan dokuz adından biridir. Gülmemin sebebi de bu. Allah’ın affetmesi için, Allah’ın isimlerinden birini arıyorsunuz.” Berr-e dışındakiler bu trajikomik durum karşısında suskunluklarını bozmadılar. Berr-e ise Arif Sait’e dikti gözlerini; “Bize yardım edecek misin?” dedi. “Sizlere Allah’ın yardım etmesi için dua edin bence. O size doğru yolu gösterecektir.” Hava iyice kararmıştı. Dışarısı tekinsizleşmişti. Sadece caminin ışıkları yanıyor gibiydi tüm Maltepe’de. Boşalmış sokaklar, tıpkı bir hayalet kasabayı andırıyordu. Geceleri hayatı emen karanlık, dışarı çıkmak için zaman kolluyordu. Arif Sait, dışarı çıkamayacaklarını bildiği için vampirlere yatacakları yerleri gösterdi. Tam bu sırada dışarıdan çığlıklar duyulmaya başlanmıştı. İnsanların yardım çabaları, tamamen anlamsızcaydı. Çünkü onlara ne yardım edecek birileri vardı, ne de karanlığa gücü yetenek başkaları yaşıyordu. Dışarıdaki seslerle irkilen ışık vampirleri, bir anda ayağa kalktılar. Arif Sait ise bu rahatsızlıklarını anladığı için; “Biliyorum yerin altında yıllarca yaşadınız ve üstünde yaşamak size biraz zor geldi. Bana da oldu bu ilk başlarda. Ancak buraya gelemezler bunu bilin. Allah bizi korur.” Erél sonunda sessizliğini bozdu: “Burada kalarak zaman kaybediyoruz. Sabahleyin araştırmaya başlamalıyız Bedi’yi.” dedi. Arif Sait, kendi kendine düşünüyor gibiydi. Karşısındakilere sormadığı bir soruyu fark etti. “Bedi’yi neden bulmak istiyorsunuz?” Soruya cevabı Erél vermek istedi: “Çünkü o bizim karanlıkla savaşmamızı sağlayacak.” Arif Sait bir süre düşündü bunu. Hiç kimse uyumuyordu. Sonunda suskunluğunu bozdu. “Bedi isimli birini tanıyorum. Ancak bu kişi aradığınız kişi mi bilemem. Ancak onda tuhaf bir şeyler vardı. Sanki ayrı bir güç gibi.” Qwex, hemen atıldı konuşmanın ortasına: “Nerede yaşıyor peki?” “Kadıköy’de yaşadığını biliyorum.” Berr-e, sabahki hedeflerini bulmuşçasına; “Demek ki bir dahaki hedefimiz Kadıköy. Buraya yakın sayılır. Bir taşıt bulabilirsek rahat bir şekilde oraya ulaşabiliriz. Ancak Kadıköy’de onu araştırmamız gerekecek.” Hepsi amaçlarını biliyorlardı. Bu yüzden artık dinlenme vakitlerinin geldiğini düşündüler. Gözlerini kapattılar. Gözlerini açtıklarında, güneşin caminin pencerelerinden sızan ışıkları yüzlerine vuruyordu. Vakit kaybetmeden gitmeleri gerektiğini biliyorlardı. Berr-e, veda etmek için Arif Sait’i aradı. Sonunda bulduğunda namaz kıldığını gördü. Onu rahatsız etmek istedi ve diğerleriyle birlikte camiden ayrıldılar. Gallerion, araç bulmaları gerektiğini biliyordu. Bu yüzden de ara sokaklardan birine girdi ve ilk gördüğü arabayı gözüne kestirdi, sonra arabanın küçük olduğuna karar verdi. Bu yüzden de arkasında duran Kartal marka arabanın camına sert bir yumruk attı. Cam tek vuruşta tuzla buz oluverdi. Arabada alarm yoktu. Hatta arabalarının çalınmasını istercesine direksiyona emniyet içeren hiçbir şey takmamışlardı. Bu yüzden arabanın içine bindi ve direksiyonun altındaki bir bölümü açtı. Oradaki kabloları birbirine sürterek arabanın çalışmasını sağladı. Arabayı park edildiği yerden, yola doğru sürmeye başladı. Diğerlerinin önünde durdu: “Hadi atlayın. Artık bir aracımız var.” Herkesin arabaya binmesiyle birlikte Kadıköy’e doğru ilerlemeye başladılar. Yollar, sabahın erken saatleri olması sebebiyle pek dolu değildi. Gallerion, beklenenin aksine arabayı çok dikkatli sürüyordu. Yarım saatten kısa bir sürede Kadıköy’e ulaşmışlardı. Gallerion, arabayı park ettikten sonra; “Sanırım ayrılmalıyız. Yoksa onu bulmamız uzun sürebilir.” dedi. Herkese mantıklı gelmişti bu fikir. Berr-e bile Gallerion’un bu kadar mantıklı konuşmasına şaşırmış gibiydi. Herkes farklı bir yöne doğru dağılacaktılar ki; Huneis diğerlerine doğru seslenerek: “Peki birbirimizi nasıl bulacağız?” Berr-e ise saçlarını elleriyle geriye doğru attı ve ciddiyetini bozmadan: “Karanlık çöktüğünde ışığın olduğu bir yerde olun. Sadece bunu söyleyebilirim.” Saatlerce Kadıköy’ün altını üstünü taradılar. Ancak o kadar araştırmalarına rağmen henüz Bedi adında birisini bulamamışlardı. Karanlığın leş kokulu, korku veren havası sinmeye başlamıştı. Güneş batmak istiyordu, uykusu gelmişti. Saçlarını yatmadan önce aşağı doğru tarıyordu, gök mavi gözlerini yummak istiyordu bir an evvel. Beş ayrı bölgede ise araştırmalar devam ediyordu. Huneis, ağaçların olduğu bir bölümdeydi. İlerilerde bir ev görmüştü. “Belki de yalnız yaşamayı tercih etmiştir” diye düşündü ve gördüğü eve doğru yürümeye devam etti. Hava gittikçe karanlıklaşıyor ve soğuyordu. Çok kısa bir süre vardı. Rüzgar sanki buzlu esiyordu. Bir müddet sonra evin kapısının önündeydi. Kapıyı eliyle itiverdi. Kilitli olmadığı için gıcırtılı bir sesle sonuna kadar açıldı. İçerisi çok karanlıktı. Hava da kararıyordu. Vücudunun acıdığını hissetti. Derisi yavaş yavaş deforme olmaya başlamıştı. Evin içerisine girdi. Ateş gibi bir şey arıyordu. Işığa ihtiyacı vardı. Hava tamamen kararmıştı. Huneis çığlıklar içindeydi. Tüm vücudu eriyordu. Erime hızı çok şiddetlenmişti. Karanlığın içinde masanın üstünde kibrite bir şey gözüne çarptı. Acılarla masaya doğru koşmaya başladı ve masadaki kibrit kutusunu kaptığı gibi içini açtı. Kutunun içi bomboştu. Vücudu eriyordu. İyice karardı, karardı ve karardı. Oracıkta tüm vücudu yere doğru akıvermişti. Qwex, bir oyuncakçı dükkanın önündeydi. İçeriye doğru girdi. Havanın kararmasına çok az bir süre kalmıştı. İçerisinin ışıklarla donatılmış olduğunu mazeret sayarak içeriye girmişti. Oyuncaklara doğru gözlerini gezdirdi. İleride pelüş bir kuzgun gördü. Onu ellerine aldı ve masum bir yüz ifadesiyle bakakaldı. Sonra kendine geldi ve sımsıkı sarıldı oyuncağa. İçinden geçirdiği duygular bir vampire ait olamazdı. Bu daha çok, lanetlenmediği zamanlardan kalan duygulardı. Aklından tek bir kelime geçti. Kafasında dolaşan bu kelime aslında bir isimdi. Lanetlenmeden önceki kendi ismiydi. Onun aslında gerçek adı Galip’ti. Çocukluğunu zorlu şartlarda yaşayan ve daha sonra da mahallenin sert delikanlısı olan Galip’ti o. Tabii artık bu günleri geride kalmıştı. Onun şimdiki görevi Bedi’yi bulmaktı. Hava sonunda tamamen kapkaraydı. Dükkanın sahibi, Qwex’in yanına yaklaştı. “Elinizdeki oyuncak gerçekten de kalitelidir. Biz kendimiz üretiyoruz. Alacağınız çocuk kim ise, kendini çok şanslı hissedecektir. Buna inanın. Almayı düşünüyorsunuz, değil mi?” Qwex, uzun saçlarını geriye doğru savurdu ve arkasında konuşan dükkan sahibine döndü: “Galip.” Adam şaşırmış gibiydi. Karşısındaki soluk benizli adamın ne demek istediğini anlayamamıştı. “Efendim?” Qwex ise sakin bir sesle tonuyla: “Galip. Bunu alacağım kişinin adı Galip.” Dedi. Adam müşterisinin incelediği oyuncağı alacağını duyunca keyifleniverdi. “Gerçekten de şanslı bir çocukmuş.” dedi ve devam etti: “Hediye paketi yapmamı ister misiniz?” Qwex tam cevap verecekti ki, ışıklarla dolu dükkanın ışıkları bir anda sönüverdi. Dükkan sahibi karanlıklar içerisinde kalan dükkanını görünce; “Kahretsin, şu lanet olasıca sigorta. Hep yanlış zamanlarda atar.” Dedi ve müşterisine doğru seslenerek: “Siz burada bekleyin ve hareket etmeyin. Ben biraz sonra döneceğim, şu sigortaları kontrol edeyim.” dedi. Adam sigortaların olduğu yere doğru gitti ve ışıkların yanmasını sağladı. Müşterisinin olduğu yere geldiğinde ise dehşete düşüverdi. Derisinin yarısı deforme olmuş bir yaratık vardı karşısında. Qwex, çığlık atmaya başladı. Canı çok yanıyordu. Dükkan sahibi panik içerisindeydi. Ne yapacağını bilemiyordu, etrafında sivri bir madde aradı. Eline ilk çevirdiği sopayı doğruca karşısındakine doğru salladı. Sopa, Qwex’in üzerinde ikiye ayrılıvermişti. Sopanın ikiye ayrılan parçalarından biri çok sivriydi. Dükkan sahibi sivri parçayı kaptığı gibi, deminki darbede yere dahi düşmeyen yaratığa doğru saldırdı ve sopayı tam kalbine doğru saplayıverdi. Qwex, sopanın saplanması ile birlikte toza dönüşüverdi. Gallerion havanın karardığını görünce hemen ışığın bol olduğu bir yer aradı. Bahariye’de neresi daha güvenli bir yer olur diye düşündü. Sonra kendi kendine sesli bir şekilde düşündü; “Dün camide kaldıysak, bugün de kilisede kalalım.” dedi ve kiliseye doğru ilerlemeye başladı. İçeri doğru girdi. Oturulacak yerlerden birine doğru yayılarak oturuverdi. Onu gören kilisedeki rahip sinirli bir şekilde: “Bu saatte kilise kapalı giremezsiniz.” dedi. Gallerion hiç aldırmıyor gibi görünüyordu. Rahip daha da öfkelenmişti: “Polis çağırmamı istemiyorsanız gidin buradan!” Gallerion ise gülümsedi ve sivri dişlerini rahibe gösterdi. “Vampir olduğumu varsayarsak, o kadar zamandır insan kanı içmemem tuhaflık sayılabilir sanırım. İstiyorsan senin kanınla başlayabilirim.” Rahip bir anda korku içinde bir adım geri attı ve eline haçı alarak: “Şeytan! Git buradan! Burası Tanrının evi ve senin burada yerin yok!” dedi ve elindeki haçı Gallerion’un alnına doğru bastırdı. Gallerion ise bir kahkaha patlattı. “Bunu sevdim.” dedi ve devam etti; “Rahip benimle iyi anlaşsan iyi olur. Bu geceyi burada geçirmeme izin ver, bende senin canını bağışlayayım.” Rahip hiç tereddüt etmeden kabul etti. Berr-e, Bedi’nin yaşadığı evin adresini sonunda bulmuştu. Ferhan Ertürk ve Ahmet Büke isimli iki balıkçı, ona yardım etmişlerdi. Berr-e, her zaman Türk insanlarına hayranlık duyardı. Çünkü hepsi yardım severlerdi. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Bu yüzden de Berr-e’nin bir an önce bu adresi bulması gerekiyordu. Bir müddet sonra adresteki apartmanın önündeydi. Havanın tamamen kararmasına saniyeler var gibiydi. Berr-e, ışıklar içindeki bu apartmana doğru koşmaya başladı. Sonunda apartmanın içindeydi ve adresteki kata doğru çıkması gerektiğini düşündüğünden, oyalanmadan katları çıkmaya başladı. Apartmanda asansörün olmamasının talihsizlik olduğunu düşündü. İlk kata çıkmıştı ki, bir alt kattan yani zemin kattan tuhaf sesler duydu. Apartmanın ışığı kapanıverdi. Ancak Berr-e anında lambanın açma düğmesine basarak, deforme olmaktan kurtuldu. Aşağıdan yukarıya doğru koşarak gelen birisinin sesini duydu. Berr-e pusudaydı. Yukarı doğru koşanın önce kafası, sonra da tüm bedeni görülüverdi. Bu kişi Erél’di. O da aynı adresi bulmuştu. Erél karşısında Berr-e’yi görünce bir anda sevince boğuldu. “Berr-e seni bulduğum için kendimi harika hissediyorum.” “Ne oldu sana böyle neden böyle koşuyorsun?” “Geliyorlar!” “Kim geliyor?” “Karanlık... Hayatı emen karanlık...” “Fazla vaktimiz yok demek ki. Rahatça sigortayı kapatıp, bizi karanlıkta bırakabilirler. Bedi’yi bulmalıyız. Bana verilen adrese göre beşinci katta oturuyor.” “Bana verilen adres de aynı.” Berr-e ve Erél, koşarak beşinci kata çıkmaya başladılar. Kısa sürede beşinci kata çıkabilmiştiler. Berr-e şiddetli darbelerle Bedi’nin bulunduğu dairenin kapısına vurmaya başladı. Erél de zili çalıyordu durmaksızın. İçeriden bir ses duyuldu. “Çatlamayın, geliyorum.” Kapı açılır açılmaz, Berr-e ve Erél, kapıyı açan adamı iterek içeri girdiler. Onların içeriye girmesinden bir saniye sonra ise kapının dışındaki ışıklar söndü. Adam kapının önünde şaşkın şaşkın içeriye dalanlara bakıyordu. Berr-e, hemen dairenin sokak kapısını kapatıverdi ve adamın şaşkın bakışlarına rağmen sordu: “Sen Bedi misin?” Adam zor da olsa cevap vermeyi başardı: “Evet.” Berr-e devam etti; “Biliyorum çok şaşkınsın ama pek zamanımız yok. Bize senin ya da senin adında birinin ışık vampirlerini karanlıkta yürütebileceğini söylendi.” Adam korkuyla: “Vampirler mi?” Erél ise tüm gücüyle bağırdı: “Vampirler mi diye bağıracağına bize cevap ver!” Adam ne yapacağını şaşırmıştı. Berr-e adama sakinleşmesi için bir şeyler söylemeye karar verdi: “Bizden korkmana gerek yok. Biz insanların kanlarıyla beslenmiyoruz. Belki beslenenlerimiz vardır ancak biz, ikimiz de, insan kanıyla beslenmiyoruz. Şimdi sakin ol ve bize yardım et. Örneğin ışıklarla ilgin var mı?” Adam az da olsa sakinleşmiş gibiydi, ancak yine de cevap vermiyordu. Erél, sesini iyice sakinleştirdi. “Biliyorum bizden korkuyorsun ama bize yardım etmek zorundasın. Çünkü bize yardım etmezsen az sonra kanla beslenenler gelecek ve hepimiz öleceğiz. Karanlık basmadan bize söylemelisin.” Adam şokta olmasına karşın bu sefer konuşmaya karar verdi; “Ben aslında... ben aslında ışık hakkında çalışıyordum. Ortağım Ömer Türkeş ile çalışıyordum. Ancak o bir gün yok oldu ve geri dönmedi.” “Bize bulduklarını anlat.” dedi Berr-e. “Ben... ben bilmiyorum. Henüz çalışmalarım tamamlanmış değil. Hepsi test aşamasında. Şu anda bir sıvı üzerinde çalışıyorum. Bu sıvı sayesinde çoğu yer elektrik olmadan ışığa kavuşacak. Bir tür yakıt gibi olacak.” “İşte bu!” dedi Berr-e ve devam etti; “Bu sıvıyı içersek bizde de etkili olabilir.” “Ancak bu sıvı denenmedi ve kim içerse onu öldürebilir!” Berr-e ise gülümsedi. “Unuttun mu biz vampiriz. Bizler zaten ölüyüz. Çabuk bize sıvıyı getir.” Adam apar topar içerideki odaya gidiverdi. Aşağıdan garip sesler geliyordu. Berr-e ile Erél birbirlerinin yüzlerine bakıyorlardı. Belki de birbirlerini son görüşleriydi. Bunu az sonra öğreneceklerdi. Adam içerideki odadan, bir deney tüpü içerisinde fosforlu sarı rengindeki sıvıyı getirivermişti. “Bu tüpün içindeki benim çalışmam.” Berr-e adamın elinden tüpü kaptığı gibi ağzına dayadı ve içmeye başladı. Diğer yarısını da Erél’e verdi. O da aynı şekilde içti tüpün içindeki sıvıyı. Bu sırada apartmandaki tüm dairelerin ışıkları sönüvermişti. Yukarı doğru tuhaf bir güç çıkıyormuş gibiydi. Sıvıyı içen Berr-e ve Erél karanlığın içinde yerde kıvranmaya başladılar. Bağırışları her yerden duyuluyor gibiydi. Ancak bir anda bir yerlerden ışık yükselmeye başladı. Apartmana dışardan bakıldığında beşinci kattan bir ışıldama görünüyordu. Karanlığın içindeki tek ışık buradan geliyordu. Bedi’nin dairesinin kapısı bir anda kırılıverdi, sert bir darbeyle. Karanlıktaki güç, karşılaştığı şeyi görünce gözlerine inanamamıştı. Karşındaki kendisi gibi bir vampirdi. Ancak tüm vücudu parlıyordu. Adeta ışıkla besleniyor gibiydi. Üstlerine doğru geliyordu. “Işık karşınızda oldukça, hiçbir zaman kazanmayacaksınız!” dedi Berr-e. Vücudu parıldıyordu. Artık karanlığa karşı koyabilirdi. Karanlık onu korkutamazdı ve ışık vampirlerinin hiç birini korkutamayacaktı. Günün birinde ışık, karanlığı yenecekti... “Işık arkanızda oldukça, sizin de ışığa yükselmeniz olasıdır...”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Haktan Kaan İçel, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |