..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Kitabının bir kopyasını gönderdiğin için sağol. Onu okumakla hiç zaman yitirmeyeceğim. -Moses Hadas
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > İronik > Aslı Akarsakarya




22 Ağustos 2006
Benim Ellerim  
Aslı Akarsakarya
Koş, Zeliha teyzenlere haber ver diyor. Koşamam anne ben. Hem düşüyorum durmadan, korkuyorum da. Zeliha teyze diyorum, babam kendini asmış.


:CEDI:

Yirmi üç nisandı. Annemle sabah erkenden okuldaki törene gittik. Bırakalım baban uyusun, çok yoruluyor zaten dedi. Önemli de değildi. Yağmurlu, güneşsiz bir sabah. Güzel geçmişti yine de tören. Şiir okumuştum. Babam uyuyordu, annem beni izledi. Eve dönerken, yolda sarıldı. Büyümüş benim oğlum da şiirler mi okurmuş.

Öğleden sonra geldik eve. Kimse kıpırdamamış gibiydi biz yokken. Baban kalkmamış mı daha dedi. Yatak odasına gitti - bakmaya.

Banyo kapımız tam kapanmazdı bizim. Kat kat yağlı boya içine dolmuş dil yuvasının. Sadece kilitlersen örtülürdü. O da banyo yaparken. Yine her zamanki gibi aralıktı ya, biraz daha itiverince… Çocukluğum boyunca hep gördüm ben öyle rüyalar. Görürken rüya olduğunu bilirdim. O yüzden dert etmez, atardım kendimi yüksek neresini bulursam. Düşmek zevkliydi çünkü. Yere çarpmayacağını bildikten sonra sorun yoktu. Uçmak gibi biraz, daha heyecanlı belki. Tam kalbimin altından, biraz da karnımın oralardan başlayan öyle bir şey yayılırdı ki ben havadayken. Kalbim sıkışıyor gibi, ama biraz da büyüyor gibi. Nefesim daralıyor gibi, ama biraz da her şey içime doluyor gibi. Ben bu duyguyu severdim ki herhalde, sürekli atardım kendimi bir yerlerden. Sırtüstü düşerdim. Nereye gittiğimi bilmezdim. Bir kuyu gibi değil, açık olurdu etraf. Ama yine de tam attığım yerde kendimi… Bir annem görünürdü, ya da ben bir onu seçerdim. En dayanılmaz olunca o karnımdaki şey, uyanırdım. Banyo kapısını ittirince ben, kalbimin altına saplanıp o şey yüreğimi sarsa sarsa dağıldı. Sırtüstü düşüyordum. Rüya değildi yok bu. Yirmi üç nisandı o gün, şiir okumuştum.

Ağırlıksız ayakları var gözümün önünde. Uçuyor gibi. Hafif duruyor pek gövdesi. Halbuki kocamandı o, ağır. Küçücük bir delik var sağ çorabında. Meğer onunkiler de delinirmiş. Düşüyordum ya ben, büyüdü büyüdü o delik gözümde, babam ufaldı. Ama bu sefer, rüya olduğunu bilmiyorum. Korkuyorum. Sırtım da terliymiş benim, hep rüzgar geldiğinden arkadan, üşüttüm de belki. Pijamaları var üstünde. Küçülüyor ama durmadan, seçemiyorum artık renklerini. Başı yan duruyor. Parmak uçları morarmış.

Annem babama sesleniyor içerden. Sesi durmadan yaklaşıyor. Hemen arkamda diniyor ses. İttiği gibi beni, babama bakmaya giriyor. Her şey yansıyor annemin gözüne… Ben yere çarpacağım. Canım acıyacak galiba. Annem bağırıyor. Babam annemin yüzünü yüz yaptı şimdi, şişmiş çirkin gözleri, soluk teni belirdi. İstemiyorum babamın yüzünü görmeyi. Bakmıyorum anneme de.

Boynunda benim atkım. Atkımı severdim ben. Su borusuna asmış. Boru aşağı sarkmış. Biraz ama, çok değil. Annem yere oturmuş artık, hiç bir şey yapmıyor. Koş, Zeliha teyzenlere haber ver diyor. Koşamam anne ben. Hem düşüyorum durmadan, korkuyorum da. Zeliha teyze diyorum, babam kendini asmış.

Gözleri kocaman annemin, yumruk yaptığı elini ısırmış sımsıkı. Çöktüğü köşede babama bakıyor hala. Kimse hareket etmiyor şimdi. Bir tek Zeliha teyze. Annemi kaldırdı yerden. İçeri götürdü. Annem gitti. Geldi beni de aldı sonra, odama soktu, çıkma bir tanem sakın buradan deyip kapıyı örttü. Ne kadar küçük bir odaymış burası. Yine nefesim daraldı. Pencerenin kenarına gittim. Kafamı da dışarı çıkarıp durdum orada uzun süre. Atlamak geldi içimden. Acımaz sanıyorum. Her şey kayıyor çünkü, kimse de yok. Karar veremedim ama uyuyor muyum ayık mıyım. Yeter dedim. Yeter düştüğün. İçeriyi dinledim. Annemi duydum arada. Ağlar gibi.
Polisler geldi. Odaya girip sorular sordular. Benim saçlarım çok ıslanmış pencereden bakarken. Zeliha teyze kuruladı, sırtıma bez koydu. İyi ki atlamamışım, gerçek bunlar. Cevap verirken polislere, benim öldürdüğümü sanmasınlar diye ağladım. Ölümüne üzülmedim çünkü. Yine de ıslanmadı yanaklarım çok. Sevmedim ki hiç. Belki de nefret ediyordum, emin değilim. Giderlerken polisin birisi kafamı okşadı, koca delikanlısın zaten sen dedi. Niye öyle dedi?

Kapıya bir sürü ayakkabı koydular. Ev doldu. İçeri gelenlerin hepsi bana da sarıldı. Birisi tokat attı. Ağlamıyormuşum. Acıdı. Ağladım. Rahatladın mı dedi, sarıldı. Salonun tam orta yerine yatırdılar onu. Üzerine çiçekli bir çarşaf örttüler. Annem hemen yanı başına oturdu, arada da eline dokundu. O dokundukça kadınlar kolundan tutup onu kaldırdılar. Durmadan ağladı o gün. Her nasılsa, sevmiş babamı. Çok geçmedi, taşıdılar onu. Annem de gitti. Ben evde kaldım. Evdekilerin de birazı kaldı, ama çoğu gitti. Birisi bana yeni oyuncak almış. İtfaiye arabası. Sürmedim ama. Kucağıma aldım, bekledim.

Cılızdım. Kısaydım. Daha büyüyecektim ama, öyle diyorlardı. İnanıyordum da, büyük diz kapaklarım vardı çünkü. Babamsa kocamandı. Ellerimizi ölçmüştük bir keresinde. Benimkisi avucu kadardı tam. O gün gülmüştü. Büyürsün be kerata. O gülünce ben de gülerdim, annem de gülerdi. Çok sık değil ama, arada bir.

Anlamaz sanıyordu ya, anlıyordum ben çok şeyi. Bağırıyorsa eğer, beni de odadan çıkartırsa, soluğumu tutar beklerdim. Elleri kocamandı ya, çok acırdı. Ağlardı annem. Büyüyecek misin sen de dedim bir gün anneme, hayır dedi.

Başka yerdeysem de sesleri duyunca gelir pısardım kapının kenarına. Kapıyı bir kere açtım şimdiye kadar. Bilmiyordum o zaman. Öğrendim, sonra da hiç açmadım. O düşerkenki şey. O gelirdi ben onları dinlerken. Sırtımı duvara dayasam da düşerdim. Ama çok hızlı bu sefer. Hızlı olunca, korkunç oluyordu.

Babam çıkınca dışarı kapıyı çarpardı. Benim duvara yaslı, yerde oturduğumu hiç görmedi. Önümden geçer giderdi. Giderken ardından tüm kapıları çarpardı. Kapılar kapandıkça ben ürkerdim.Yavaşlardı ama ses, yüz on bir, yüz on iki… sonra da duyulmazdı.

Annemi bulurdum kapıların sesi kesilince. Yemek yapardı. Annem hep yemek yaptı. Böyle gündelik görünce onu, biraz rahatlar, biraz karışır, biraz da delirirdim. Yeterince büyük değildim çünkü, unutamıyordum hiç bir şeyi. Babam gelirdi mutfağa sonra. Ama en son. Sofraya oturur, hiç bir şey olmamış gibi yapardık. Bana bazen soru sorar, güç bela cevap verdiğime de aldırmazdı. Anneme bakardım, fark ederse gülümserdi. Daha pilav koyayım mı, tam senin istediğin gibi yaptım deyince, benim tabakların hepsini devirip kaçasım gelirdi. Sofradan hiç böyle kalkamadım ama. Yemeğin sonuna kadar, babamın her şeyi unutuşundan, annemin onun gözünün içine bakmadan hayatını devam ettirmesinden nefret edip dururdum. Masada oturup kalmışlığımdan, küçüklüğümden, haksızlıktan ve pırasadan da. Babam tuzluğu her isteyişinde, içimde ne savaşlar olur, ne kanlar dökülür, ne ihtilaller yaşanırdı. Uzatırdım sonunda. Hiçbir şeyin önemi yok bunun üstüne. Tuzluğu babama verir, pilavın tam istediğim gibi olan kısmını yer, masadan da zamanından önce kalkamazdım. Başkaca hiçbir şeyin önemi yok.

Babam her şeyi yapabilirdi tek başına. Annem babamdan kaçamazdı, babam hızlı koşardı. Annem ağladığında büyüyesim gelirdi. Büyüyüp de arabam olunca birlikte kaçacaktık. O zaman babam istediği kadar çarpsın kapıları. Anneme söyledim, sen büyü, hemen kaçarız birlikte, araba olmasa da olur dedi. Sarıldı, arkadan ellerime baktım.

Benim ellerim hiç babamınkiler kadar büyük olmadı. O yüzden bilemedim ne demek hep güçlü olmak. Babam o koca gövdesiyle kaçmak için bula bula bizim banyo kapısını bulduğu zaman, hayatım boyunca kafamın hep karışık olacağını bilmiyordum.

Babamın ölümünden sonra bir daha hiç öyle düşmedim ben. Ne rüyamda ne başka zaman. Bir bu sabah işte. Avucum çarpınca yanağına, saçın savrulup kapattı yüzünü. Bir o zaman bildim. Yine düşüyorum dedim. O yumru gezindi karnımda, kalbimin altında yırtındı. Bu sefer yüzüstü. Sırtım da terliyor ya, fark etmez şimdi. Bu sefer yüzüstü.





.Eleştiriler & Yorumlar

:: acımadı ki acımadı ki...
Gönderen: HAMZA AÇIK / /
2 Ekim 2006
Gidilmesi gereken yere gidecek olan elbette ben değildim. Okunması gerekeni okumuş olmakta beni oraya götürecek olan sessiz trenin hep oracıkta durduğunu zannettiğim istasyonuna, girmek için gerekli bileti vermez zaten. Ama bir an da olsa aklımdan geçenle yüreğimden geçen, hiç birbirlerinden habersiz miş gibi uzayın sonsuzluğunda paralel oluverdiler tıpkı çocuklukta söylenen ninnilerin aslında hiç hatırlanmadığı gerçeği gibi. Çok hoştu ve o anı bir başkası ile paylaşmayıda asla ve asla düşünmedim.. Yo hayır, bencilliğimden değil. aslında bu yazıyı yazanıda yazının kendisinide ölecek derecede kıskanıyor olabilirim ama bencillik benden uzak oldu çok şükür. Nemi diyordum.. hiç bir şey.. hem bu yazıyı, üç sefer okuyacaksın hemde utanmadan yorum yazmaya çalışacaksın.. başka derdim..

:: haklisin .....
Gönderen: Alaaeddin qabaha / /
2 Ekim 2006
haklisin yalnis bir meslek secmisisin... basarilar dilerim sana....

:: Çok güzel bir öykü... Benim olsun mu?
Gönderen: ömer kırat / İstanbul/Honduras
15 Eylül 2006
İnsanın, nefret ettiği şeye dönüşmesi gerçekten de ironik... "En büyük aşk nefretten doğar" diyenler acaba başka bir şey mi kastediyorlardı? Acaba şiddetten nefret eden ona aşık olabilir mi? İnsanlara tek tek sorduğunuzda hepsinin savaş karşıtı olması ile insanlık tarihinin savaştan başka birşeyle dolu olmayışı tezat mı? Yoksa içten içe duyduğumuz şiddet açlığının, aşkının sonucu mu? Belki de bu kısır döngüyü kırmak için NEFRET etmemeyi öğrenmeliyiz. Ama barış için aşkı feda etmeye hazır mıyız? her türden fanatik duygunun, insanların felaketine yol açtığı bir gerçekse... Aşk bunun istisnası olabilir mi? Gandhi gibi olup barış içinde yaşamaktansa Hitler gibi tutkulu, nefret dolu olmayı seçeceğimiz-seçtiğimiz gerçeği nasıl da ellerimizden tutumuş, bırakmıyor!




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın İronik kümesinde bulunan diğer yazıları...
Akis
Bartolomeu Dias ve Şemsi

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
33


Aslı Akarsakarya kimdir?

.

Etkilendiği Yazarlar:
.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Aslı Akarsakarya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.